Çağla Oflas
“Her gerçek devlet yozlaşmıştır.” Ralph Waldo Emerson
Kuşkusuz dünya siyasetinin bu kadar sağa kaymasındaki en büyük pay dünya ekonomisinin lideri Trump’a ait. Trump, derin bir kriz içindeki kapitalizmin, emekçi kitlelere baskıdan, hak gasplarından, ırkçılıktan, savaştan, doğanın kâr uğruna talanından, fosil yakıtların sonuna kadar kullanılarak, gezegenin de korkunç bir yıkıma sürüklenmesinden başka bir şey vermeyeceğinin en önde duran temsilcisi.
2008 krizi sonrasında, yeni liberalizmin “birinci sınıf olabilirsiniz” vaadinin öfkeye dönüştüğü, solun da bir alternatif olamadığı koşullarda, Trump sahneye çıkıp “Ben kuşatılmış çalışan insanın savunuculuğunu yapacağım” demişti.
2008’de yaşanan krizin ardından, yüzde birin dışında kalan orta kesimlerin durumu kötüleşti. Sağlık harcamalarını karşılayamadılar. Bir ev sahibi olabilme imkânları büyük ölçüde kısıtlandı. Ayrıca bir kısım mavi yakalı beyaz işçi son birkaç yıl içinde iyi ücretli, sendikalı işlerini kaybetti. Demagojik bir dille neo-liberal elit olmakla ilgisi yokmuş gibi davranan Trump, Wall Street’e yüklendi. Trump, burjuva siyasetinin lümpen haliyle “Ben size üretim alanındaki bu işleri geri getireceğim. Ben bu serbest ticaret anlaşmalarından kurtulacağım. Ben sizi yeniden güçlü kılacağım. Ben sizi yeniden gerçek biri yapacağım. Sıkıcı sorulara gerek kalmadan kadınları elde etmenizi sağlayacağım ” dedi.1 “Amerikan kurulu düzenine kafa tutan” Trump, başkanlık koltuğuna oturduğunda Forbes’in “Milyarderler Listesi”ne 566. sıradan girecek kadar zengin biriydi. İki yıl sonra 200 sıra gerileyerek, 766. zengin oldu. Ama hâlâ ayrıcalıklılar listesinin en tepelerinde yerini koruyor.2
Trump, 2008 krizinden sonra Wall Street’i işgal eden hareketin öfkesinin yöneldiği şeyin ete kemiğe bürünmüş hali. Trump’ın milyonerlerden ve savaş suçlularından oluşan kabinesi, dünya halklarına karşı açılan savaşın ilk işaretiydi. Trump, dünyanın en büyük tekellerinden biri olan Exxon Mobil’in CEO’su Rex Tillerson’ı Dışişleri Bakanı, en büyük fastfood şirketlerinden birinin CEO’su Andrew Puzder’i Çalışma Bakanı yaptı. “Asgari ücrette ciddi artışlar için verilen mücadele, yaşanabilir bir maaş sağlamak yerine milyonlarca kişiyi tamamen maaşsız bırakabilir” görüşünü savunan Puzder’in yıllık maaşı 1 milyon doların üzerinde. Savunma Bakanlığı’na ise “Kuduz köpek” lakaplı emekli General James Mattis’i getirdi. Afganistan ve Irak işgallerinde önemli görevler yapan Mattis, 2004’de Felluce’de yapılan katliamı yönetmişti. Kendisi askerlere yaptığı bir konuşmada “Bazı insanlara ateş etmek eğlenceli” diyecek kadar gözü dönmüş bir katil. Başkan Yardımcısı Mice Pence ise göçmenlere, eşcinsel ve kürtaj hakkına karşı, “küresel ısınmanın” çevreci örgütlerin uydurduğu bir masal olduğunu ileri süren bir kişi.3
Trump’ın İlk İcraatları
Trump, “perşembenin gelişi çarşambadan” bellidir misali, başkanlık koltuğuna oturur oturmaz Obamacare olarak anılan sağlık sigortasının lağvedilmesine ilişkin bir kararname yayınladı. Beyaz Saray’ın internet sitesinden iklim değişikliğiyle ilgili bölümü kaldırdı. İnsan hakları, demokrasiyle ilgili ve “hemen kurtulunması” gerektiğini düşündüğü sayfaları da kaldırdı. Yerine “güvenlik toplumu” adı altında devleti, polisi, militarizmi savunan metinler koydurdu. İran, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan ve Somali’den gelenlerin vizelerinin askıya alınmasını, kayıt dışı göçmenlerin sınır dışı edilmesini ve Meksika sınırına duvar örülmesini öngören bir kararname imzaladı. Beyaz Saray’ın internet sitesinden 35 milyon Amerikalının konuştuğu İspanyolca bölümünü kaldırttı. ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağını söyleyen Trump, Filistin halkının elinde kalan toprakların da elinden alınması konusunda İsrail devletine açık çek sundu.
İklime Karşı Savaş
Trump, artık bir krize dönüşen iklim sorununun çözümü noktasında atılması gereken adımların önündeki en büyük engel olarak durmakta. Fosil yakıt kullanımını sonlandırmak bir yana dursun, “Önce Amerika Enerji Planı”nda kömüre, kaya gazı ve petrole ağırlık veriyor. Bu temel enerji politikası, karbon salımını artırarak iklim değişikliğini hızlandırıyor. İklim Eylem Planı’nı ise zararlı ve gereksiz bir politika olarak nitelendiriyor. Trump, Ocak 2017’de Obama döneminde büyük tartışmalara ve protestolara yol açan baskılar sonucunda inşaatı durdurulan Keystone XL ve Dakota Petrol Boru Hattı projelerini imzaladı. Mart ayında ise iklim değişikliğiyle ilgili mücadele kapsamında ortaya konan düzenlemeleri ortadan kaldıran Enerji Bağımsızlığı Kararnamesi’ni imzaladı. Bu kararnameyle Temiz Enerji Planı ve Temiz Su Planı gibi programların askıya alınmalarının önü açıldı.
Kömür üreticilerini sevince boğan bu kararnameyle fosil yakıtlar ile çalışan enerji santrallerine yapılan karbon emisyonu kısıtlamaları gevşetildi. Haziran 20017’de Paris İklim Anlaşması’ndan çekileceğini açıkladı. Nisan 2018’de de Karbon İzleme Sistemi’ne (CMS) ayrılan bütçeyi kesti. Bu sistem ile NASA, uydu ve uçaklara yerleştirilen aletler aracılığı ile sera gazları emisyonunu ölçüyordu. Paris Anlaşması gereğince, ABD de ulusal sera gazı ölçümü yükümlülüğünü yerine getiriyordu.4
Ocak 2018’de Trump’ın talimatı üzerine ABD İçişleri Bakanlığı, ABD kara sularında petrol ve doğalgaz aramak için açık deniz sondajına izin verileceğine dair planı açıkladı. Plana göre Pasifik Okyanusu, Meksika Körfezi ve Kuzey Kutbu bölgelerinde sondaj platformları kurulması hedefleniyor. Özellikle Alaska’da koruma altında bulunan sahalar, soyları tükenme tehlikesi altında olan kutup ayılarının inlerinin bulunduğu bölgeleri ve yaban kirpilerinin yavrulama alanlarını da içeren 1,6 dönümlük sahil şeridi, sondaj çalışmaları için uzun vadeli olarak kiralanacak. Sondaj çalışmaları, geçimlerini avcılık ve balıkçılıkla sağlayan yerli halkların da göç etmesine neden olacak.5
“Trump’ın Büyük Anlatısının” Hedefindeki Göçmen Düşmanlığı
Seçim stratejisini “ülkeyi gerçek sahipleri olan beyaz adama yeniden teslim edeceği” üzerine kuran Trump, başkan olduktan sonra da ırkçılara, faşistlere güç veren açıklamalar ve tutumlar sergiledi. Göçmenlere kin kustu. Müslümanları, Ortadoğuluları, kadınlar dahil olmak üzere ezilen tüm kesimleri aşağıladı. Her fırsatta Amerika’yı Amerikalı olmayanlardan temizlemek istediğini belirten Trump’ın göçmen düşmanlığı hükümet krizine dönüştü. Trump, 2015 yılında seçim çalışmaları sırasında Meksika-Amerika sınırına duvar örmekten bahsetmiş, o dönem başkan seçilmesini bile olanaksız görenlere “Çok güzel bir duvar öreceğiz. Bunun parasını da Meksika ödeyecek “6 demişti.
Ancak Meksika bütçesinden ödenmesi öngörülen duvar, federal bütçe tarafından karşılanması gereken bir projeye dönüştü. Sonrası Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında pazarlığa ve giderek devleti de işleyemez duruma getiren bir kriz yaşandı. Trump’ın kararıyla hükümet çalışmayı durdurdu.7 2018 yılında Honduras, Guetamala, Nikaragua ve El Salvador’dan yola çıkan göçmenler, Meksika sınırından Amerika’ya geçmek üzere harekete geçtiklerinde, Trump durumu “işgal” olarak değerlendirdi ve “Ulusal Acil Durum” ilan etti. Faşist çeteleri göçmenlere saldırması için yönlendirdi. Oysa, göçmenler, Amerika’nın arka bahçesi olarak anılan bu ülkelerden, ABD’nin yürüttüğü savaşlar sonucu ortaya çıkan, baskıcı rejimlerin yarattığı kaos, şiddet ve yoksulluktan kaçıyorlardı.8 Trump, bir göçmen ülkesi olan ABD’de göçmen kitlelerini dışarıdan gelen çete üyeleri, hırsızlar, suçlular ve George Soros tarafından fonlanan Ortadoğulu teröristler olarak hedef gösteriyor.
Faşistlere Açık Çek
Trump’ın retoriğinden cesaret alan ırkçı yapılar ve faşistler, katliamlar gerçekleştirmekten çekinmiyor. Nitekim, 2018 yılında Pittsburg’da bir sinagoga yaptığı saldırı sonucunda 11 kişiyi öldüren Robert D. Bowers’ın sosyal medya hesaplarında Yahudi karşıtı paylaşımlar yaptığı kaydedildi. Katliam öncesinde de sosyal medyada “Halkımın katledilmesini bekleyemem, ben içeri giriyorum” şeklinde yazılar yazdı. ABD’nin önde gelen Yahudi karşıtlığı ve ırkçılıkla mücadele kuruluşlarından İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (ADL) tarafından yayınlanan rapora göre, 2018 yılında, 11 kişinin öldüğü sinagog saldırısı dahil, ABD’de 50 kişi yaşamını yitirdi. Yine aynı araştırma bu cinayetlerin sorumlularının tamamının en az bir sağcı hareketle bağlantısı olduğunu belirtiyor.9
Trump’ın seçilmesinden bu güne ırkçılık ve aşırı sağ ABD’de ivme kazandı. Başkanlık seçimleri sırasında ırkçılığı, Yahudi ve İslam karşıtlığını bolca kullandı. Trump’ın seçilmesinden sonra Alt-right (Altarnatif Sağ) adlı aşırı sağ hareket de kadınlara, Yahudilere, Müslümanlara, göçmenlere ve eşcinsellere düşmanlığını her fırsatta ortaya koyuyor. Söz konusu faşistler, ABD’nin pek çok eyaletinde internet üzerinden örgütleniyor. Ayrıca Amerikan İç Savaşı’ndan sonra KKK (Ku Klux Klan) üye sayısında da artış gözlemleniyor.
Beyazların üstünlüğüne inanan ırkçılar, neo-Naziler, KKK üyelerinden oluşan faşist gruplar Trump’tan cesaret alarak meydanlara çıkıyorlar. 2017 yılında ABD’nin Virginia Eyaleti’ne bağlı Charlottesville kentinde ırkçılar ellerinde meşalelerle, yaptıkları gösteride, “Tek halk, tek millet, göçmenliğe son”, “Bizim yerimizi alamazsınız” sloganları attılar. Ertesi gün “sağı birleştirin” adı altında tekrar bir gösteri yaptılar. Polis koruması altında yapılan bu gösteriler silahlı KKK üyelerinin nezaretinde gerçekleştirildi. Her iki gösteriyi de anti-faşist gruplar sokaklara çıkarak protesto ettiler. Bu gösterilerden birinde genç bir faşist kalabalığın üzerine otomobilini sürmesi sonucunda 1 kişi öldü, 30 kişi yaralandı. Trump olayla ilgili, faşistleri aklayan “pek çok tarafın sergilediği nefret, bağnazlık ve şiddeti kınadığını” belirten ifadeler kullandı. Trump’ın seçtiği “tarafsız” dil ABD kamuoyunda tepkiye yol açtı. Ve ırkçılığa karşı mücadeleyi arttırdı.
Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşlar ve ekonomik bunalım nedeniyle kesintiye uğramış olan dünya kapitalist sisteminin yeniden sürekliliğinin sağlayabilecek tek devletti. Yüzyılın geri kalanında muazzam emperyalist sonuçlar doğurmasına yol açacak devasa bir askeri güce dönüşmüştü. Savaş sırasında üretkenliğini iki katına çıkarmış, takım ve tezgah üretimi yediye katlanmış, savaş sonunda da askeri araç ve uçak üretimi derhal sivil üretime dönüştürülerek otomobil, sivil uçak ve ev aletleri başta olmak üzere, çok çeşitli eşya ve yedek parça üretilmeye başlanmıştı.10
ABD, İkinci Dünya Savaşı esnasında büyük bir askeri güce dönüşmüştü. 1950 yılında dünya üretiminin neredeyse yarısı ABD’de gerçekleşiyordu. Bu ekonomik ve askeri güç ABD’ye sermaye ihracı, çok uluslu şirketlerin yaygınlaşmasını destekleme sürecinde kapitalizmin uluslararası ölçekte yayılması, yeniden üretilmesi için siyasal ve yasal koşulların yaratılması gibi bir dizi imkân sağladı. ABD devletinin ve sermayesinin çıkarlarını savunmak dışında uluslararası ilişkilerin evrensel hukuk, insan hakları gibi burjuva değerlere göre yeniden düzenlenmesi de buna dâhildi. Neredeyse 20. yüzyılın tümü boyunca da, sermaye birikim koşullarının uluslararası ölçekte düzenlenmesinde belirleyici bir rol oynadı.
Ancak 20. yüzyılın sonu, 21. yüzyılın başında ABD’nin dünya liderliğini sarsan gelişmeler yaşandı. Rusya ve Doğu Bloku ülkelerinin yıkılmasının ardından, ABD artık dünyadaki tek süper güç olarak öne çıksa da, kısa bir zaman sonra bu düşüncenin yanıltıcı olduğu anlaşıldı. ABD, 1945 yılında dünyanın toplam gelirinin yüzde 50’sine sahipken, bu oran 2000’li yılların başında yüzde 20’ye geriledi. 1,5 milyar nüfusuyla dünyanın neredeyse atölyesine dönüşen bulunan Çin, ABD’yle rekabet eden büyük bir emperyalist güce dönüşmüş durumda. Asya’dan Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada siyasi hegemonyasını arttıran Çin, ABD için güçlü bir rakip. Rusya’da 1989’da yaşanan çöküşün ardından toparlanarak, dünyanın en önemli enerji kaynaklarının üzerinde yer aldığı Asya ve Ortadoğu bölgesinde ciddi bir güç haline gelmiş durumda. Almanya ise 1989’da yaşanan çöküşten en kazançlı çıkan devlet. Doğu Almanya ile birleştikten sonra 80 milyonluk bir nüfusa sahip Almanya, Avrupa’nın en güçlü devleti haline geldi.
Sarsılan hegemonyasını yeniden tesis etmek için ABD egemen sınıfının tek seçeneği, savaş ve silahlanma olarak duruyor. ABD’nin yürüttüğü hegemonya savaşı Ortadoğu’da çok daha kanlı ve yıkıcı bir hal alırken, dünyanın geri kalan coğrafyasında yaşayan halklar için de büyük bir tehdit oluşturuyor.
Trump, ABD tarafından oluşturulan devletler sisteminin altını oyan adımlar atmakta. Adeta bir “haydut devlet” gibi davranmakta. Kuzey Kore’yi yok etmekle tehdit etti. Ocak ayında İran’ın önemli komutanlarından Kasım Süleymani’ye suikast düzenledi. Şubat ayında İsrail’le “barış anlaşması” adı altında, Filistinlilerin topraklarından vazgeçerek, kendilerini savunma hakkını elinden alan bir anlaşma yaptı.11
Bir Güç Savaşı Aracı Olarak Yaptırımlar
Trump, Vietnam, Irak, Afganistan savaşında gördüğümüz siyasal yaptırımları devletler arasındaki ilişkilerde daha sık gündeme getiriyor. Rakip devletleri dize getirmek için sık sık yaptırım silahını kullanıyor. ABD İran, Suriye, Kuzey Kore, Küba, Suriye ve Sudan’a, Türkiye, Rusya ve Venezuela’ya yaptırımlar uyguladı. Yaptırımlar, doğrudan müdahale ve savaşların yol açtığı maliyetleri ve kamuoyu tepkisi gibi mali ve siyasi risklere karşı bir alternatif çözüm olarak görülüyor. Askeri yöntem dışında bir araç alarak yürütülen güç mücadelesi, Amerika’nın dünya halklarına karşı sürdürdüğü başka bir savaş yöntemi. Sonuçları açısından devletlerarası ilişkileri daha da istikrarsızlaşmasına yol açmakla birlikte, yaptırımların etkili olduğu söylenemez. Venezuela, Putin ve İran’daki gibi baskıcı rejimleri bertaraf etmek bir yana, bu rejimler bu yaptırımlar sayesinde iktidarlarını sürdürebiliyor. Ancak, yaptırımlar nedeniyle yoksul ve işçi kesimlerin zaten sınırlı olan gıda, sağlık gibi temel ihtiyaçlara ulaşımı zorlaşırken, dünya siyasal açıdan çok daha istikrarsız bir hale geliyor.
Küreselleşme Yerine Devletleşme
Çok değil, bundan 40 yıl önce, Rusya ve Doğu Bloku ülkeleri yıkıldıktan sonra, kapitalizm zaferini ilan etmişti. 90’lı yıllarda emperyalizm, küreselleşme adı altında sürüme girerken, barış, özgürlük ve demokrasinin teminatı olarak piyasa gösterildi. Gümrük duvarlarının yerini serbest ticaret aldı. Ancak 2008 ekonomik krizi sonrasında bu söylemler hızla terk edildi. Yerine “ Amerikan malı al, Amerikalı işçi çalıştır” gibi milliyetçi söylemler geldi. Serbest ticaret yerini korumacı politikalara, ticaret savaşlarına bıraktı. ABD Trump’la birlikte yürürken, AB’ye ilk darbe Fransa’dan geldi. Fransa’da faşist Le Pen AB’nin öldüğünü ama bunun farkında olmadığını ilan etti. Ardından İngiltere bu ölüyü gömmek için harekete geçti.
Trump, ABD’li şirketlerin çıkarlarını savunmak için pek çok koruyucu adımlar attı. Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) Anlaşması’ndan çekilme ve NAFTA’yı (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) gözden geçirme kararı aldı. Bir süre önce de NAFTA yerine ABD-Meksika-Kanada Ticaret Anlaşması’nı (USMCA) imzaladı. USMCA kapsamında otomobil ve kamyon parçalarının yüzde 40-45’inin saatlik en az 16 dolar kazanan işçiler tarafından üretilmesi zorunluluğu getirildi. Böylece maliyetleri nedeniyle otomobil üretiminin Meksika’ya kaydırılması engellendi. Ayrıca Kanada ve Meksika’dan vergisiz ithal edeceği araç sayısına 2,6 milyon adet sınırı getirdi. Trump, Amerika’da fabrikaların kapanmasının, işçilerin işsiz kalmasının, ücretlerinin düşmesinin sorumlusunun sermaye değil de, serbest ticaretten faydalanan diğer ülkelerin işçileri ve göçmen işçiler olduğunu söylüyor. Oysa bugün işsizliğin temel nedeni, kâr oranlarında yaşanan gerileme. Fabrikaları aynı nedenle işgücünün daha az maliyetli bölgelere taşıyan sermaye yeni yatırımlar yerine daha kazançlı bulduğu finansal alanlara yöneliyor. Trump, işçi sınıfını milliyetçilik temelinde bölerek, işsizliğin ve düşük ücretlerde sermayenin sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor.
Dünya Ticaret Savaşı
Trump, Çin’e karşı ABD’nin çıkarı doğrultusunda bir ticaret savaşı açtı. “Milli güvenlik” gerekçe gösterilerek, Çin’den ithal çelik ve alüminyuma sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük vergisi getirileceği duyuruldu.12 Sonra cephe genişletilerek, Çin dışında AB, Kanada, Meksika, Türkiye ve Güney Kore gibi “müttefiklerden” gelen ürünler gümrük vergileri konuldu. Güney Kore, ihracatında önemli bir kesintiyi göze alarak ABD’nin kotasını zaman kaybetmeden kabul etti, AB’nin ABD’den bu uygulamalarının 294 milyar dolara ulaşan karşı tedbirlere neden olabileceği belirtmesi üzerine Trump, AB “bu vergileri kaldırmazsa ABD’ye gelen tüm otomobillerine yüzde 20 ek vergi uygulayacağını” söyledi.13 ABD, toplamda 250 milyar dolarlık Çin malına ek gümrük vergisi getirdi. Bu rakam Çin’den ithalatın yarısına denk geliyordu. Çin de toplamda 50 milyar dolarlık ABD malına yüzde 25 ek gümrük vergisi getirdi. Trump, gemileri yakarak, Çin’i 2017 yılında gerçekleşen yaklaşık 500 milyar dolarlık tüm ithalata ek vergi getirmeye hazır olduğunu açıkladı. Ocak ayında ABD ile Çin arasında yapılan birinci faz ticaret anlaşmasıyla taraflar arasında şimdilik “ateşkes” ilan edildi.
ABD’nin özellikle Çin’e karşı açtığı ticaret savaşları dünya ekonomisinin daralmasına ve istikrarsızlaşmasına yol açtı. Uluslararası Para Fonu (IMF) 2019 ve 2020 için küresel büyüme tahminlerini küresel ticaretteki olumsuzluklar yüzünden yüzde 0,1 aşağı çekti. Dünya Ticaret Örgütü 2019 yılı için küresel ticaret büyüme beklentisini yüzde 2,6’dan yüzde 1,2’ye, 2020 yılı için de yüzde 3’ten yüzde 2,7’ye düşürdü.14
Öte yandan ticaret savaşlarını adı konulmamış Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçası, yeni bir boyutu olduğunda altını çizmekte fayda var. Devletler arasındaki ekonomik ilişkilerin bu kadar iç içe geçtiği bir sistemde birbirine bağlı iki ekonominin mücadele etmesi şaşırtıcı. Zira ABD ve Çin yürümekte olan hegemonya mücadelesinin en önemli aktörlerinden. Üstelik Asya-Pasifik hattı başta olmak üzere çeşitli bölgelerde her iki ülke kafa kafaya gelmiş vaziyetteler.
Kapitalizm varoluşsal bir kriz yaşıyor. Ekonomik büyüme İkinci Dünya Savaşı sonrası büyüme rakamlarına artık ulaşamıyor, bu durum da kronikleşen bir durgunluğa yol açıyor. Bu nedenle büyük güçler arasında kıran kırana bir rekabet yaşanıyor. Ticaret savaşı birbirleriyle kıyasıya rekabet eden emperyalist güçler arasındaki mücadelenin ekonomi alanındaki yansımasından başka bir şey değil. Çin ile ABD arasındaki ticaret anlaşması kalplere biraz serin su serpebilir ama günümüz dünyasında kâğıt üzerinde yapılan anlaşmaların, kâğıtta kaldığına ilişkin pek çok örnek var. Hal böyleyken ticaret savaşlarının biteceğini düşünmek saflık olur. Bugünün dünyasında Lenin’in sözlerini aklımızdan hiç çıkarmamamız gerekir: “Emperyalizm barış değil, savaş getirir”
Egemenler Arasındaki Çatışmalar ve Umut
Trump’ın iktidara geldiği andan itibaren devlet yönetiminde pek çok krize yol açtı. Kendi üzerinde yükseldiği kurumu aşındıracak pek çok icraat bulundu. Bu durum müesses nizamda hoşnutsuzluklara yol açtı, halen de açıyor. Kendi yarattığı krizler halkın desteğini azaltırken, Trump karşıtı sermaye grupları ve devlet bürokratları da soruşturma başlattı. Bunlardan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi tarafından Eylül 2019’da , “ABD ulusal güvenliğine zarar verdiği, başkanlık yeminine ihanet ettiği” gerekçesiyle başlatılan azil soruşturması, 6 Şubat 2020 tarihinde Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato’da Trump’ın aklanmasıyla sonuçlandı. Bu süreç, egemen sınıf içinde çatışmalara güvenmenin yanıltıcı olduğunu gösterdi. Nitekim Trump’a karşı bu hamle, Trump’ın güçlenmesine yol açtı. Kamuoyu şirketi Gallup’un verilerine göre Trump’ın desteği yüzde 49’a çıktı.15
Trump başkanlık koltuğuna oturur oturmaz sokağa çıkan kadınların mücadelesi, ırkçılığa, iklim inkârcılığına karşı gün geçtikçe sesleri yükselen hareket, Trump’ı yenmek için nereye bakmamız gerektiğini gösteriyor. Trump iktidara geldiğinde, ABD tarihindeki en geniş katılımlı protesto gösterileri gerçekleştirildi. Başta Washington, New York, Los Angeles, Chicago, Boston olmak üzere 500’den fazla kent ve kasabada düzenlenen “Kadın Yürüyüşleri”ne, 4 milyon insan katıldı. Ayrıca İngiltere, Kuzey İrlanda, Meksika, Fransa, Almanya, Avustralya, Japonya’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda ülkede de yüz binler Trump’ı protesto etti.
Müslüman ülkelerin vatandaşlarının ABD’ye girişini yasaklayan kararnamenin imzalanmasının ardından pek çok protesto gerçekleşti. Özellikle havaalanlarında yaratılan kriz durumu nedeniyle, Federal Mahkeme Trump’ın kararını geçici olarak askıya almak zorunda kaldı. Yine ABD’de tacizciyi ifşa eden Me Too hareketinin etkisi dünya çapında kadınlara güç verdi. Black Lives Matter etrafında kitleler mobilize oldu. Silahlanmaya karşı liselilerin başlattıkları kampanya sonucunda bir milyon kişilik gösteri gerçekleştirildi. ABD’de emekçilerin mücadelesi kesintisiz devam ediyor. Bu mücadele siyasal alanda da önemli kazanımlar elde etti. Bernie Sanders’in başına çektiği Demokratik Sosyalistler’in siyah ve kadın adayları, Temsilciler Meclisi’ne girmeyi başardı. Daha sonra adaylıktan çekilse de Bernie Sanders siyaset sahnesinde farklı ve ezilenlerden yana bir heyecan yaratabildi.
İşçi Sınıfı ve Ezilenlere Karşı Tehdit: Jair Bolsonaro
2018 yılında seçilen Brezilya’da aşarı sağcı Sosyal Liberal Parti’nin (PSL) başkanı Jair Bolsonaro’yu uluslararası medya kuruluşları “Tropiklerin Trump’ı” şeklinde tanımlıyor. Gerçekten Bolsonaro da, 2013 sonrasında Brezilya’da yaşanan derin bir kriz ve mevcut reformist iktidarın kitlelerde yarattığı hayal kırıklığı koşullarında demogojik bir “sistem karşıtı” propaganda yöntemi kullandı. “Brezilya her şeyden önce gelir, Tanrı hepsinin üzerindedir” sloganıyla ekonomik, politik ve krizlerle boğuşan orta sınıflara seslenerek, “muhteşem güzel günlere” döneceğini vaat etti.
Kadın Düşmanı, LGBTİ+ Düşmanı, Irkçı
Bolsonaro’nun bu anlamdaki en favori dönemi, 19641985 yılları arasındaki askeri diktatörlük yılları. Bolsonara açıkça askeri diktatörlük dönemini savunuyor. Seçim kampanyasında darbenin en önemli eksiğinin solculara işkenceyle yetinmek olduğunu, başkan olursa solcuları temizleyeceğini söyledi. Göreve geldikten hemen sonra hükümet idari kadrolarında “cadı avı” başlattı. Bakanlıkta çalışan 300 görevlinin işine son verildi.16 2013 yılında eşcinsel evliliklerin yasal hale geldiği ülkede eşcinsellere karşı açıkça nefret dili kullanan Bolsonaro, 2002’de yayınladığı bir röportajında “Kimseye ayrımcılık yapmam. Ama sokakta öpüşen iki erkek görürsem ikisini de döverim” dedi. Haziran 2011’de de Playboy Dergisi’nin sorusunu “Eşcinsel bir oğlum olsaydı sevmezdim. Eşcinsel olmasındansa trafik kazasında ölmesini tercih ederim” diyerek cevapladı. Kadın düşmanlığında da sınır tanımayan Bolsonaro, kürtajla ilgili görüşlerini “Brezilyalıların parası bu işi özendiren sivil toplum kuruluşları için kullanılmayacak” dediği bir tweet’te açıkladı. İşçi Partisi üyesi bir kadın milletvekiline “Sana asla tecavüz etmezdim. Çünkü buna layık değilsin” sözleriyle tecavüzcü olduğunu ilan etti. Kadına yönelik şiddetle ilgili yasaları budayacağını, sosyal politikaları sona erdireceğini söyledi. Suçlulara karşı polisiye mücadele yöntemlerini sertleştireceğini söyledi. Geçen yıl Kongreye “suçluları” öldüren güvenlik güçlerine ve sivillere yargı muafiyeti getiren kanun tasarısının onaylanması çağrısını yapan Bolsonaro, “Bu yasa sayesinde suçlular sokaklarda hamam böcekleri gibi ölecekler” dedi. Bolivya, Suriye, Paraguay, Haiti ve Suriye’den gelen göçmenlere kapılarını kapatacağını söyledi. Brezilya’da bulunan Filistin büyük elçiliğini de kapatmak isteyen Bolsonaro, “Filistin bir ülke mi? Filistin bir ülke değil, o zaman burada bir büyükelçiliğin de olmaması gerekir”17 diyor.
Amazonlar Sermayenin Talanına Açıldı
Zengin toprak sahipleri ve çiftçilerin desteğini alan Bolsonaro daha iktidara gelmeden ormanların koruma statüsünü kaldıracağını ilan etti. Soya üretiminde dünya liderliğine oynayan sermayenin yolunu açmak için orman arazilerinin soya fasulyesi ekimine ve hayvan yetiştiriciliğine açılacağını söyledi. İktidara geldiğinde ise ilk işi çevre koruma ve tarım alanlarını açmayla ilgili yasalarda değişiklik yapmak oldu. Böylece, dünyanın akciğerleri yağmur ormanlarını sermaye tarafından yağmalanmasının önündeki her türlü engel kaldırıldı. Sonrasında da büyük toprak sahipleri ve çiftçiler, yerel suç örgütlerini arazi kapma yarışına soktu ve orman yangınları teşvik edildi. Hükümet ormana zarar veren kişilerin cezalarını da indirince yangınlar rekor seviyelere ulaştı, 2019 yılında yüzde 85 oranında arttı. Aynı yıl Brezilya Çevre Kurumu’na (IBAMA) ayrılan bütçe yüzde 24 oranında azaltıldı. Kesintiler nedeniyle IBAMA, maliyetlerini karşılayamaz oldu, devriye ve icra işlerini yapabileceği kaynaklardan yoksun kaldı.
Geçen yıl Temmuz ve Ağustos aylarındaki orman yangınları tehlikeli boyutlara ulaştı. Yangınları söndürmek için hiçbir şey yapmayan Bolsonaro’ya karşı ulusal ve uluslararası düzlemde büyük tepkiler oluştu. Bolsonaro da büyük bir pişkinlikle Amazon ormanlarında çıkan yangınlara STK’ların yol açtığını söyledi. Brezilya Uzay Ajansı (INPE), Temmuz ayında geçen yılın aynı dönemine oranla orman yangınlarında tahribatta yüzde 278 artış olduğunu uydu verileriyle ortaya koydu. Ardından Bolsonaro’dan çok tanıdık bir hareket geldi. Raporların STK’ların hizmetinde çalıştığı gerekçesiyle ajansın başkanını görevden aldı.18
Bolsonaro Nasıl İktidara Geldi?
Bolsonaro da diğer otoriter figürler gibi kapitalist sistemin küllerinden doğdu. Kuşkusuz bu doğumdaki en büyük katkıyı, ülkeyi 13 yıldır yönetmekte olan PT (Brezilya İşçi Partisi) yaptı. PT sermayeyi ürkütmemek için emekçilerin sorunlarını çözebilecek radikal politikalardan uzak durdu. Kendisini var eden emekçilerin taleplerine sırtını çevirdi. 2013 yılında ekonomik kriz çıktığında faturayı işçi sınıfına kesti. Sosyal yardımları azalttı. Ev sahipliği yaptığı dünya kupası için milyarlarca dolar harcadı. Toplu taşımaya yaptığı zam ise bardağı taşıran son damla oldu. Gezi direnişiyle aynı günlerde Brezilya’nın başlıca 17 şehrinde milyonlarca insan hükümeti protesto etmek için sokaklara çıktı, genel grev ilan etti.
PT hükümeti bu harekete düşmanca yaklaştı. 2016 yılında Başkan Dilma Rousseff yolsuzluk nedeniyle azledildi. Ardından Michel Temer başkan oldu. 2017 yılında Michel Temer, Dilma Roussef’in tam olarak uygulayamadığı kemer sıkma planlarını hayata geçirmek istedi. İşçi sınıfı bu saldırıya genel grevle cevap verdi. Milyonlarca insan sokaklara çıktı. Hayat durdu. PT hükümeti döneminde polis şiddeti ve kadınlara yönelik şiddet nedeniyle ölümlerin sayısı tırmandı. Gecekondu mahallelerine karşı adeta bir savaş hali vardı. Özellikle Rio de Janeiro’daki en büyük gecekondu mahalleleri polis şiddetiyle baskı altına alınmak isteniyordu. Bu yolda işlenen cinayetlerin en bilineni 14 Mart 2018’de Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSOL) belediye meclis üyesi Marielle Franco suikastidir. Franco siyah ve eşcinsel bir kadın olarak Bolsonaro’nun nefret söylemlerinin hedefinde yer almaktaydı. Ancak bu cinayetler Franco ile sınırlı değil. 2017 yılında polis şiddeti ve özellikle kadınlara yönelik şiddet nedeniyle 63.880 cinayet işlendi. 2016 yılında ise bu rakam 62.517’ydi. Araştırmalara göre; 2006-2016 arası 553.000 kişi cinayete kurban gitti.19 Temer, Rio de Jeneiro’nun yönetimini orduya devretti. Ülke bir yandan cinayetler, yolsuzluk skandallarıyla sarsılırken, öte yandan seçmen tabanını oluşturan işçi sınıfının öfkesini hükümete yöneldi. PT hükümeti tam bir kriz yaşamaktaydı. İşçi sınıfının, yoksul emekçi kesimlerin öfkesini örgütleyen alternatif devrimci bir odağın olmadığı koşullarda, Kriz, PT’nin sağındaki güçlerin de harekete geçmesi için olanak sundu. Dilma’nın, hapis cezasının ardından, seçilme şansı yüksek, Lula da Silva’nın ise yolsuzluk suçlamasından yattığı hapis cezası 12 yıl 11 ay daha uzatıldı. Böylece Bolsonaro’nun önü açılmış oldu.
Bolsonaro, derin bir ekonomik krizin yaşandığı ülkede, yolsuzluk ve kamu güçlerinin şiddet nedeniyle devlet kurumlarında ciddi aşınmalar meydana geldiği koşullarda iktidara geldi. Yolsuzluk, ekonomik kriz, şiddet ve güçlü bir işçi hareketiyle sarsılan orta sınıfların desteğini almak için eğitim kurumlarında daha fazla disiplin, ordunun haklarının savunulması, “suçla mücadele” için polisin yetkilerinin artırılması, bireysel silahların taşınmasının önündeki tüm engellerin kaldırılması, özel mülkiyet haklarının savunulması ve Hıristiyan değerleri ve geleneksel bir aile modelinden oluşan bir “düzen” vaat etti. Nitekim kendisini Bolsonarocu olarak tanımlayan bir genç şöyle diyor: “O başkanlığı önemsemiyor. Ülkeyi önemsiyor. Bir Bolsonariano olmanın anlamı işte bu. Biz kuralların olmadığı bir ülkeydik artık kurallar olacak. Bu değişimin bir parçası olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.”20
Bolsonaro’ya Karşı Mücadele
Bolsonaro ile Trump’ın pek çok ortak özelliği var. Otoriter olmakla birlikte, seçimle iktidara geldiler. Her ikisi de sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanıyor. Otoriter, ırkçı, yabancı düşmanı, homofobik, kadın düşmanı ve iklim düşmanılar. Orta sınıfların, özellikle muhafazakâr Hıristiyan toplulukların desteğini aldılar.21
Ancak Jair Bolsonaro’nun Trump’tan farklı ve riskli özellikleri de var. Bolsonaro’yu soya üreticileri gibi büyük toprak sahipleri destekledi. Ekonomi politikaları otoriter figürlerin neoliberal yaklaşımıyla örtüşüyor. Seçilmeden önce, kamuda israfı azaltacağını vaat etti. Piyasa ekonomisine devlet müdahalesini azaltma sözü verdi. Bu şekilde de bankaların ve uluslararası sermayenin desteğini kazanabildi. Ancak zaman zaman ulusal çıkarlar için stratejik önemi olan sektörlerin devlet kontrolünde kalması gerektiğine ilişkin açıklamalar yapıyor.
Trump, 2008 krizi koşullarında göçmenleri hedef alarak iktidara geldi. Brezilya’da ABD’de olduğundan daha derin bir kriz var. Bolsonaro’nun profili, demokratik hakları geri almaktan çok daha fazlası sayılabilecek sürecin bir parçası. Demokratik kurumlara, insan haklarına ve temel özgürlüklere düşmanlığını göz önüne aldığımızda, Bolsonaro burjuva demokrasinin ortadan kaldırılması ve bir çeşit diktatörlüğe dönüşmesi açısından Trump’a göre daha riskli bir figür. Ancak Bolsonaro da diğer otoriter figürler gibi meşruiyetini parlamenter sistemden aldı. Ayrıca Bolsonaro’nun seçilmesiyle toplumsal muhalefet darbe aldı ama yenilmedi. Seçimlerden hemen sonra Bolsonaro’ya karşı yapılan, kadınların başını çektiği güçlü bir miting bunu gösterdi. Brezilya’da sistem karşıtı hareketler hâlâ diri ve yerinde duruyorlar. İşçi sınıf örgütleri dağıtılabilmiş değil, Topraksız Köylüler Hareketi (MST), LGBTİ+ hareketi ve 2108 seçimlerinde “O değil” kampanyasını yapan çok güçlü bir kadın hareketi var. Merkezinde işçi sınıfının yer aldığı bu hareketler birleştiğinde hem emekçilere azgınca saldıran sermayeyi, hem de temsilcisi Bolsonaro’yu yenmek mümkün olabilir.
Macaristan’ın “Büyük Kurtarıcısı”: Viktor Orban
Kitlelere yönelik demagojik bir “antikapitalist” söylem ardına saklanan otoriter figürler, geleneksel merkezi kurumların, parlamento, seçim sisteminin, demokrasinin, bir dizi alandaki hak eşitsizliklerinin tümünün birden eleştirisi üzerinden oy almayı başarabiliyorlar. Kuralsızlığın, yoksullaşmanın, iklim değişikliğinin ve savaşların yarattığı belirsizlik ve kaos atmosferinde öne çıkarak, durumları iyice kötüleşen orta sınıfların desteğini kazanabiliyorlar. Özellikle Suriye’de devam eden savaşın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en kitlesel göçlere neden olduğu koşullarda, göçmen düşmanlığı otoriter figürler için kullanışlı bir alan yarattı. Macaristan’daki Fidesz Partisi’nin lideri Victor Orban da Avrupa’yı “istila” olarak adlandırdığı göçmen akınından kurtaracağını vaat ediyor. 2010 yılında iktidara gelen Orban otoriterleşmeyi “demokrasi”nin kanıtı “milli irade” ye yaslanarak gerçekleştirdi. Orban, burjuva demokrasisinin temelinde yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesinde hasarlara yol açan adımlar attı, anayasayı değiştirdi. Seçim sisteminde kendi lehine değişiklikler yaptı. Medya yasasını değiştirdi. Anayasa mahkemesinin yetkilerinin tırpanlanmasından, özel savcıların yetkilerinin artırılmasına, yargıyı yürütmeye bağlayan bir dizi değişiklik gerçekleştirdi.
Fidesz Partisi parlamentodaki milletvekili sayısının üçte ikilik çoğunluğu alan Orban, tam yetkiye sahip. Elinde topladığı yetkilerle kürtajın yasaklanmasına, üniversitelerden toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, eğitimin kaldırılmasından, sokakta yatan evsizlerin hapse atılmasına, pek çok temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına kadar çok sayıda yeni düzenleme gerçekleştirdi.
Medya Baskı Altına Alındı
Orban medyayı kendi denetimi altına alacak bir dizi adım attı. Medya yasasının parlamentodan geçmesiyle birlikte, yazılı-görsel basın ve internet yayıncılığı büyük oranda iktidarın kontrolünde işlemeye başladı. Siyasi iktidar ülkedeki medyanın neredeyse yüzde 90’ını kontrol ediyor. Baskılar yüzünden pek çok gazete ve televizyon kanalı işleyemez hale geldi veya kapatıldı. Medyanın büyük bir çoğunluğu ise Orban’ın direktifleriyle hareket ediyor. 2018 yılında hükümet yanlısı medya tekeli oluşturdu. Hükümet çizgisindeki on yayıncı kuruluşa ait yaklaşık 500 gazete, televizyon, radyo, web sitesi tek bir holding çatısı altında bir araya getirildi. Ülkedeki tüm basın Ulusal Medya ve İletişim Kurulu tarafından denetleniyor. Yayın organları, “milli kimliği” güçlendirmeye yönelik haber yapmadıkları gerekçesiyle baskıyla yüz yüze kalıyorlar. Neyin mili olup neyin olmadığını ise Orban’ın ağzından çıkan cümleler belirliyor. Pek çok muhalif yayın, televizyon, gazete ve radyoda çalışanı, işten atılma, para cezaları ve yayın durdurma gibi baskıcı uygulamalara maruz kalmakta. Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün raporuna göre Macaristan basın özgürlüğü açısından 180 ülke arasında 71’inci sırada. Orban’ın Fidesz partisi iktidara geldiğinde ülke listede 23’üncü sıradaydı.22
Ekonomide “Yerli ve Milli” Dönemi
Macaristan’da yaşanan derin ekonomik kriz koşulları, ülkeyi neredeyse rejimin çöküşünden beri yöneten sosyal demokrat partinin çökmesine yol açarken, Orban’ı iktidara taşıdı. 2004 yılında AB’ye üye olan Macaristan dış sermaye yatırımlarına bağlı büyüme modeline sahip. 2008 krizi sonrasında ekonomisi daralınca borçlarını ödeyemez hale gelen Macaristan, IMF ve AB’den kredi aldı. Ülke, 2008 krizi sonrasında yüzde 12,4 yoksullaştı. Öte yandan Macaristan’da altyapı ve fabrikaların özelleştirilmesi sonucu işsizlik arttı. İşsizliğin artışıyla beraber hiçbir kamu ve özel yatırım yapılmayan, metropollerden uzak yerleşim birimlerinde yaşayanların sayısı çoğaldı. Bu bireylere yönelik sosyal yardımlar kısıldı. Emeklilik ödemeleri, sosyal konut harcamaları ve eğitim alanlarındaki yatırımların yetersizliği yaşlıların yoksulluk sınırı altında yaşamalarına, evsizlik sorununun katlanarak artmasına ve eğitimin giderek kalitesizleşmesine yol açtı. Üstüne üstülük kriz nedeniyle borçlanmaya dayalı tüketim harcamalarının yarattığı sorunlar yoksullaşmayı derinleştirirken, orta sınıfların durumu da kötüleşti. Öyle ki, devlet kapitalizminden piyasa sistemine geçtikten sonraki 20 yılda ekonomik durumlarının daha kötüye gittiğini ileri sürenlerin sayısı ülke genelinde yüzde 72 arttı. 2010 yılında seçilen Orban’ın ekonomiye ilişkin aldığı bir dizi önlem, orta sınıfların ve yerel burjuvazinin desteğini almasını sağladı. Orban hükümeti 2013 yılında IMF’ye olan borcunu kapattı. 2010’daki seçimi izleyen yıllarda elektrik, su, gaz gibi hizmetler sağlayan şirketleri hane halklarından alacaklarını azaltmaya ve bankaları da döviz cinsiden ipotekleri olan müşterilerinin kayıplarını belli ölçüde karşılamaya zorladı. Ek kaynak yaratmak için zorunlu bireysel emeklilik fonlarını kamulaştırdı, ayrıca, “kriz vergileri” adı altında yabancı sermayeden ve çok uluslu şirketlerden ek vergi alarak yerel sermayeye rekabet gücü kazandırdı.23
Göçmen Düşmanlığı ve Irkçılık
Kutuplaştırma, Macaristan’da siyasetin otoriterleşmiş olmasında önemli bir yer tutuyor. Muhafazakâr orta sınıflara seslenen Orban, ekonomide “küreselleşme” karşısında “yerli ve milli” politikaları savunuyor. Orban, siyasal hegemonyasını “dış güçler” olarak gördüğü göçmenleri düşmanlaştırmak suretiyle bir tür “beka kaygısı” üzerinden kurmakta. Her fırsatta Avrupalı meslektaşlarını Avrupa medeniyetini yok etmeyi planlamakla suçluyor. 2018 yılında Fidesz ve faşist Jobbik Partisi’nin desteğiyle anayasaya bir dizi ırkçı madde girdi. Orban, küreselleşmeye karşı “ulus devleti” savunurken, demogojik “anti-kapitalist” bir retorikle göçmenleri hedefe koyuyor.
“Küreselleşmenin güçleri bizi kapılarımızı açmaya zorluyor ve biz Macarları ‘Brüksel ırkına’ dönüştürmeye çalışıyor. Bugün küreselleşmenin izinde birçok finans imparatorluğu doğdu. Brüksel’i ve birçok üye devleti esir alan bu finans imparatorluğunun spekülasyonlarıdır. Bizi bu modern kitle hareketiyle, milyonlarca mülteciyle, yeni mülteci istilasıyla karşı karşıya bırakan bu imparatorluktur. Avrupa’yı karışık nüfuslu bir kıtaya döndürme planı geliştirdiler. Şimdi onlara karşı tek başımıza mücadele ediyoruz.”24
Nefret Söylemi ve Anti-Semitizm
2018 yılındaki seçim kampanyasında Fidesz Partisi’nden bir milletvekili, sosyal medyada başı kesilmiş ve üzerinde milyarder Soros’un isminin yazılı olduğu bir domuz resmi paylaştı. Bu paylaşım ülkedeki nefret ve ırkçılıktan oluşan iklim konusunda fikir vermesi açısından çok iyi bir örnek. İktidar partisi Soros’u hedef alan iki kampanya başlattı. Bunlardan ilki çok iyi bilinen anti-semit motiflere dayanan propaganda. Soros’u “Macaristan karşıtı komplo cephesinin başı ve idarecisi” olarak suçladı. Kampanyanın sloganı ise “son gülenin Soros olmasına izin vermeyelim” idi. İkincisi ise Soros’un Macaristan ve Avrupa’yı milyonlarca mülteci ile boğmak istemesi ve bunun için bir plan hazırladığı iddiasıydı. Orban ve Fidesz mensubu politikacıların nefret söylemleri Soros ile sınırlı kalmıyor. Roman vatandaşlar her fırsatta kanun tanımaz ve tembel olarak yaftalanmakta. İdam cezasının geri getirilmesi talepleri ve LGBTİ+’ların aşağılanması da Fidesz’in olağan politikası haline geldi. Orban ayrıca faşist parti Jobbik’in lideri Gábor Vona’ya yönelik homofobik söylemlerde de bulunuyor.25
2019 Direniş Yılı
Macaristan hükümeti, çalışma saatlerini düzenleyen bir yasayı Aralık ayında meclisten geçirdi ve 1 Ocak 2019 tarihinde yürürlüğe soktu. “Kölelik yasası” olarak adlandırılan yasayla yıllık fazla çalışma süresi 250 saatten 400 saate yükseldi. Fazla çalışma ücretinin işçilere ödenme süresi ise 3 yıla kadar uzatıldı.26
Macaristan’ın pek çok kentinde sendikalar, sivil toplum kuruluşları, yasanın geri çekilmesi ve demokrasi talebiyle gösteriler düzenlediler. Orban gösteri yapan kitleyi “dış mihrakların” tahriklerine kapılmakla suçladı. Sokağa çıkan işçiler, “kölelik yasasının” geri çekilmesini talep ederek “demokrasi” yazan dövizler taşıdılar. Yasaya karşı mücadele 2018 yılında oyların yüzde 48 alan iktidar partisinin de desteğinin azalmasına yol açtı. 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde “Birleşik muhalefetin adayı Budapeşte belediye başkanlığını kazandı. Bunun yanı sıra 23 ilçe belediyesinden de 14’ünü aldı.27
Fidesz temsilcileri de oyların yarısından biraz fazlasını kazandı. Ancak önceki seçimlerde, neredeyse ülkenin tamamını kazanan Fidesz’in standartlarında bu hissedilir bir zayıflama anlamına geliyor. Muhalefet, Türkiye’de olduğu gibi, Orban ve Fidesz’den kurtulmak için 2022 yılındaki seçimleri bekliyor. Ve bu arada muhalefetin oluşturduğu birliğin bozulmamasını umuyor. İşçi sınıfının mücadelesiyle, siyasal talepleri birleştiren kitlesel mücadele Orban’ı yenmenin olanaklarını açtı. İşçi sınıfının kitlesel eylemleri Fidesz iktidarının sarsılmasına yol açtı. Orban’ı sandık değil, işçi sınıfının mücadelesi yenecektir.
Dipnotlar:
1 Klein, 2017, s. 99.
2 (https://www.hurriyet.com.tr/dunya/trump-forbesin-en-zenginler-listesinde-200-sira-geriledi-40763478
3 (https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/trumpin-kabinesinde-kim-neyi-temsil-ediyor,qJIkidXo1kenkGsDZ583VA/ X92WaLRcvUK1Ocwc1wgIEg
4 https://yesilgazete.org/blog/2018/10/06/trumpin-cevre-politikalari-karnesi-meryem-dutoglu/
5 (https://www.milliycom.tr/dunya/trump-alaskada-koruma-altindaki-bolgelerde-petrol-sondajina-izin-verecek-6033268
6 https://www.ycom/watch?v=lO3wH8_n1LE
7 (https://www.nytimes.com/2018/12/22/us/politics/shutdown-trump-senate.html)
8 Ekonomik kriz koşullarında “herkese yetecek kadar yok” diyen pek çok otoriter rejim, sınırlara duvar örerek, binlerce askeri yığınak yaparak “ulusal güvenlik” adı altında göçmenlere karşı savaş açtı.
9 https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-de-a%C5%9F%C4%B1r%C4%B1l%C4%B1k-yanl%C4%B1lar%C4%B1n%C4%B1n-i%CC%87%C5%9Fledi%C4%9Fi-cinayetler-art%C4%B1yor/4850090.html,
10 Panitch ve Gindin, 2012, s.
11 https://www.dw.com/tr/abdden-ithal-%C3%A7elik-ve-al%– C3%BCminyuma-ek-vergi/a-428987908
12 https://www.ntv.com.tr/dunya/trumptan-abye-yeni-vergi-tehdi- di,4txOC7H430erQhpxvi311A
14 Nuroğlu, 2019.
15 Özbay, 2020.
16 (https://tr.euronews.com/2019/01/04/brezilya-da-bakanliklarda-solculari-hedef-alan-cadi-avi-basladi)
17 Tuncer,
18 Sullivan,
19 https://tr.sputniknews.com/guney_amerika/2018081010 34685382-brezilya-cinayet-64-bin/10.08.2018)
20 Özbay, 2018.
21 Newsinger, 2020 Trump’ın 2016 yılında Hıristiyan haklarının oylarıyla Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildiğini, toplam seçmenlerin üçte birini oluşturan Evanjelik Hıristiyanların yüzde 81’inin destek verdiğini, ayrıca Protestan Hıristiyanların büyük bir çoğunluğunun ona oy vermekle kalmayıp, on binlerce kişinin onun için aktif kampanya yürüttüğünü ve seçilmesinin gerçek bir mucize olarak memnuniyetle karşıladıklarını anlatıyor. Jair Bolsonaro’nun Portresi Brezilya Federatif Cumhuriyeti Başkanı Blog, https://www.institutmontaigne.org/en/blog/portrait-jair-bolsonaro-president-federative-republic-brazil adresli sitede Jair Bolsonaro da sosyal medya üzerinde sürdürdüğü kampanyayla din ve değerlere seslenerek Hıristiyan oylarına odaklandığını, tanrı sözünü yerine getirmeye iten bir güç olarak söyleminde daha dikkat çekici hale geldiğini belirtiyor.
22 https://www.dw.com/tr/orban-h%C3%BCk%C3%BCmet-yanl%C4%B1s%C4%B1-medyay%C4%B1-tek-elde-toplad%C4%B1/a-46532322 30.11.2018
23 Duman, 2019
24 https://tr.euronews.com/2017/11/23/macaristan-dusman-sendromu 23.11.2017
Kaynakça
Klein, Naomi, 2017, Hayır Demek Yetmez, çev. Osman Akınbay, Agora Kitaplığı, İstanbul.
Dutoğlu, Meryem, 2018, “Trump’ın Çevre Politikaları Karnesi”, https://yesilgazete.org/blog/2018/10/06/trumpin-cevre-politikalari-karnesi-meryem-dutoglu/, 6 Ekim 2018)
Panitch, Leo ve Gindin, Sam, 2012 Küresel Kapitalizmin Oluşturulması, çev. Ümit Şenesen. Yordam: İstanbul.
Alexander, Anne, 2020 “Trump Deal Disaster Palestinians”, http:// socialistreview.org.uk/454/trumps-deal-disaster-palestinians)
Nuroğlu, Elif, 2019, “Ticaret Savaşları Sona mı Eriyor?”, https://www. aa.com.tr/tr/analiz/ticaret-savaslari-sona-mi-eriyor/1685209
Özbay, Özdeş, 2020, Sosyalist İşçi, Sayı 653.
Tuncer, Gökçen 2019, “Brezilya’nın Yeni Devlet Başkanı Neden ‘Tropiklerin Trump’ı?” https://www.independentturkish.com/node/6511/d%C3%BCnya/brezilya%E2%80%99n%C4%B1n-yeni-devlet-ba%C5%9Fkan%C4%B1-neden-%E2%80%9Ctropiklerin-trump%E2%80%99%C4%B1%E2%80%9D
Sullivan, Zoe 2019, “Whey The Amazon is On Fire?”, https://time. com/5661162/why-the-amazon-is-on-fire/
Özbay, Özdeş, 2018, “Brezilya’da Aşırı Sağ Seçimleri kazandı, İşçi Hareketi Henüz Yenilmedi” https://marksist.org/icerik/Yazar/10703/ Brezilyada-asiri-sag-secimleri-kazandi-Isci-hareketi-henuz-yenilmedi
Newsinger, John, 2020, “The Christian right, the Republican Party and Donald Trump”, International Socialism Journal 165, s. 107129 .
Duman, Anıl, 2019, “Küresel Kriz ve Macaristan’ın Liberal Olmayan Demokrasisi”, https://www.birikimdergisi.com/guncel/9311/kuresel-kriz-ve-macaristan-in-liberal-olmayan-demokrasisi
Karakaş, Şenol, 2018, “Ulusalcılar kimlerdir ve ‘Yetmez ama evet’çilere Karşı Nasıl Mücadele Ederler?”, Enternasyonal Sosyalizm, Sayı: 2, s. 8-22.
Akyıldırım, Volkan, 2018, “Krizin Faturasını Patronlar Ödesin”, Enternasyonal Sosyalizm, Sayı: 3. s. 6-12.
Bedirhanoğlu, Pınar, 2019, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve Türkiye’de ekonomi yönetiminin dönüşümü, Neo-liberalizmin sonu mu?”, Nuray Ergündeş için yazılar: Finansallaşma, Kadın Emeği ve Devlet, Sav yayınları, s. 211-230.
Akyıldırım, Volkan, 2019, “AKP’nin Suriye zikzakları ve ‘Güvenli Bölge’ https://marksist.org/icerik/Yazar/12770/mobileRedirect
Gökşin, Ozan Ekin, 2019 , “Egemenler Ezilenler ve Göçmenler”,
Enternasyonal Sosyalizm, Sayı: 4, s.33-41
- https://www.dw.com/tr/macaristandaki-se%C3%A7im-kampanyas%C4%B1nda-nefret-r%C3%BCzg%C3%A2rlar%C4%B1/a-41801909
- https://www.dw.com/tr/macaristanda-muhalefet-2019u-direni%C5%9F-y%C4%B1l%C4%B1-ilan-etti/a-469538213 3
- https://www.eurnet/tr/228626/macar-muhalefeti-budapeste-yi-aldi 14 Ekim 2019