Teknoloji “Bizim” Ne Kadar Dışımızda?

Sibel Erduman

Teknopolis | Akıllı Makineler/Dağınık Zihinler | Mustafa Arslantunalı | İletişim Yayınları, 2019.

Mustafa Arslantunalı internet, yapay zeka ve ütopyalar üzerine bir kolaj denemesi diye tanıttığı bu kitabında teknolojiyi ve insanla ilişkisini teknolojiden söz etmek insana dair neredeyse her şeyden söz etmektir diyerek
tarih, bilim, felsefe ve bilim kurguyu masaya yatırıp, bizi sahiden bir kolaj denizine sokarak anlatıyor.

Kitabının değişim üzerine; bizim inisiyatifimiz dışındaymış gibi görünen teknolojik değişimlerin ‘teknoloji’ diye sınırladığımız o dar alandan ibaret olmadığına, biz daha iyi bir dünya için değişim çabasına girmesek de dünyanın her an değiştiğine, değiştirildiğine, dünyanın nasıl değişeceğine dair söz hakkımızın olabilmesi için harekete geçmemiz gerektiğine dair olduğunu belirtiyor. Bir de bizim nasıl olabileceğimiz kadar, kendimizi nasıl gördüğümüzü de işin içine katıyor.

Kitabın temel argümanlarından biri, teknolojiden kaçıp kurtulacağımız saf bir doğamızın hiçbir zaman var olmadığı, olsaydı yüz binlerce yıl bilim olmadan yaşayabiliyor olmamız gerektiği; zeki yaratıklar olduğumuz için alet edevat yapmadığımız, alet edevat yaparak zeki hale geldiğimiz.

Yani bir tarafta sırları bilimciler tarafından çözülecek olan sessiz, dilsiz ve tamamen nesnel bir doğa, diğer tarafta da iktidar mücadelelerinden, hikâyelerden ve öznelerden kurulu doğanın mistik sınırlamalarından bağımsız bir kültür olmadığı da, kitabın altı çizilecek noktalardan biri.

Bir diğer önemli analiz de yapay zekâ, bilinç ve zihin üzerine yapılıyor. “Modern çağın simyası olan yapay zekâ, ilginç bir bileşimin ürünü; bir yandan düşünsel kökeni Descartes’a kadar uzatılabilecek bir anlayışa, insanın bir bilgi-işlem makinesi olarak tarifine dayanıyor. Bir yandan da golem efsanesiyle hermetik geleneği miras alan Ortaçağ’ın altın ve insan, hatta üstün insan yaratma tutkusuyla iç içe.”

Diğer bir konu da, insan gövdesi dışında zeki bir sistemin oluşturulup oluşturulmayacağı konusu; aslında bütün dünya sadece bizim zihnimizde mi bulunur, yoksa zihnimiz dışında gerçek bir dünya zaten var mıdır, sorularından bağımsız olsa da gerçek dünyada insan dışı bir gövdede bir tür bilinçliliğin ve/veya zekânın yaratılıp yaratılmayacağı meselesini değiştirmez. Yine de bu iki mesele birbirine sık sık bağlanmaktadır… yapay bir zekâya sahip bir sistemin mutlaka bir bilinç sahibi olması gerekmediğini de not edelim.”

Ve sanılanın tersine bilgi teknolojisinin yeni ve istikrarlı bir kapitalizm biçimi yaratmak şöyle dursun, kapitalizmi eritmekte olduğunu gösteren kanıtların çoğaldığından bahsediliyor…

Dijitalleşen ürünler kapitalist ekonominin temelinde yatan kaynakların sınırlılığı ilkesini yerle bir ediyor. Bir ürünün ilk üretim maliyeti bir yana konursa, ürün dijitalleştiği an çoğaltma maliyeti sıfırlanıyor. Yani o artık bildiğimiz meta değil.

Sonsuz sayıda çoğalabilen, arz talep yasasının geçerli olmadığı dijital ürünlerde (arz sonsuz) mülkiyet ancak ve ancak telif hakları yasalarıyla, yasakçılıkla, teknik sınırlamalarla mümkündür. Bunu başarabilmek de tekellerin işidir. Sonsuz çeşitliliğin olduğu paylaşıma açık bir ortam olan internetin, topu topu beş büyük şirket; Google, Apple, Facebook, Amazon, Microsoft tarafından yönlendirilebilmesinin sebebi bu.

Ve önemli sorular çıkıyor karşımıza; teknolojik gelişmenin durdurulamaz, yönlendirilemez bir nehir olduğundan ne kadar emin olabiliriz? Gönüllülük, yardımlaşmaya dayalı ağ üzerindeki işbirliği örnekleri, kapitalist çevrimin tamamen dışında mı? Yeni teknolojiler kapitalizme rağmen mi gelişiyor? Yoksa sandığımız kadar hızlı gelişmiyorlar mı?

Kapitalist endüstrinin, robot fabrikalarına yatırım yapmak yerine, üretim faaliyetlerini ucuz işgücünün olduğu yerlere, Çin’e, Güney yarımküreye taşıması uzun zamandır devam eden bir eğilim. Üretim süreçlerindeki teknolojik yeniliklerin yavaşlaması 1950’lere dayanıyor. Endüstriyel robotlara yapılacak kamu yatırımlarının Pentagon silah sanayine kaydırılmasıyla, 70’lerden beri ağırlıklı olarak üretim değil, simülasyon teknolojilerinin gelişmekte olduğuna dikkat çekiyor kitap.

“Neoliberalizm işlerimizi ellerimizden almadı, hatta olmayan işler yarattı. Elimizden aldığı şey iş güvenliği ve genel anlamda güvenlik hissi. Belki de herkesin çalıştığı ama biraz çalıştığı bir dünya da mümkündür; böyle bir şey olamaz mı?” diye soruyor ve bu soruyu “Olabilir ama dünyanın günümüzdeki kurulu düzeniyle olmaz” diye yanıtlıyor.

 

Bir Ütopya ve Karşı-Ütopya Olarak İnternet İnternet yeniyken her türlü sınırlamadan muaf bir özgürlük ortamı, her şeyi dönüştürebilecek muazzam bir özgürlük platformu olarak görülüyordu. Ve bilgi oto yolu gibi kavramlar üretiliyordu. Her ne kadar “vücutlarımızın bulunduğu yer” olmasa da sanal âlem devasa

altyapısıyla bugün olduğu gibi o zaman da maddi bir temel üzerinde yükseliyordu.

Veri akışının ve izleme tekniklerinin merkeziyetçi olmayışı, bu noktada içimizi ferahlatamaz, çünkü bütün kişisel bilgilerimize erişebilecek durumdaki hükümetler, açık açık ya mahremiyet ya güvenlik açığı çağrısı yapıyor.

Ne kadar gözetlenirsek gözetlenelim, devletin elinde ne kadar çok bilgi olursa olsun, eninde sonunda hakikatler ortaya çıkacak, yönetenlerin yalanları teşhir edilecektir. Peki, ya hakikatler kimsenin umurunda değilse?

Bireyi güçlendirmesi beklenen teknolojiler, dev şirketlerin nüfuzunu arttırdı. Demokratik katılımı desteklemesi beklenen teknolojiler, kanepe TV bağımlısı bir nüfus yarattı. Bu gelişmelerin siyasal kültürü geliştirme ya da hükümet etmeyi daha saydam hale getirme potansiyelleri yok değil, hatta muazzam bir potansiyel söz konusu. Ama bu potansiyeller hiç kullanılmadı, teknolojilerin ütopyacı yanları iktidarlar tarafından ilk fırsatta budandı. Sosyal medyanın, yani bizim toplumsal etkinliklerimizin metalaştırılması, günümüzde kapitalizmin en kârlı alanı.

 

Telgraf, İnternet ve Üretkenlik:

Biz Robot muyuz?

Telgraf günümüzün önemli bir sorununu, aşırı enformasyon sağanağını su yüzüne çıkarmış ilk teknolojiydi. Telgraf sayesinde gazete okurları aynı günde dünyanın birçok yerinden haber alıyorlardı. Telgraf elektrik sayesinde işliyordu, elektrik ise o dönemde hâlâ sihirden ibaretti. Yeni iletişim teknolojisi her yere erişecek ve bundan “evrensel insanın evrensel kardeşliği” doğacaktı. Günümüzdeki siber ütopyacıların söylediklerinde de alttan alta bu dinsel retoriğin izleri görülebilir. Dünyaya barışı getirmeyi başaramayan telgrafın en parlak günleri yüzyılın sonunda telefonun keşfi ve yaygın kullanımıyla geride kalıverdi.

Tüm bu yeni icatlar insanların bilgiyi ve haberleri kaydetme ve dağıtma biçimini baştan aşağı dönüştürdüyse de, ekonomistler 15. ve 16. yüzyılda kişi başına düşen gelirde bir yükseliş olmadığını tespit ettiler. Ama telgraf günümüzün internetiyle karşılaştırıldığında dünyayı katbekat fazla dönüştürmüştü; tıpkı buhar makinesi, elektrik ve demiryolları gibi…

Günümüzde internet ve bilişim teknolojileri söz konusu olduğunda ciddiye almama ile yere göğe sığdıramama evrelerinin arasında bir yerdeyiz, diyor yazar. Ekonomik veriler bilgi çağının dünyayı kasıp kavurmadığını gösterirken, aslen askeri çıkışlı internetten dünya barışını sağlamasını bekliyoruz. Öte yandan, internetin ve bilgi teknolojilerinin şu ana kadarkinden çok daha büyük bir dönüşüm kapasitesi olduğunu, ve bunun da bir kritik eşik aşıldıktan sonra kendini göstereceğini unuttuğumuzu dile getiriyor.

“Üretkenlik robotlar içindir. İnsanlar ise boşa vakit harcamada, oynamada, yaratmada ve keşfetmede muazzamlar” tespitiyle, özgür yazılımlar konusuna da el atıyor kitap.

Yani internetin diğerkâm tarafına, işbirliğini topluluk ruhunu, âdem-i merkeziyetçiliği, birlikte çalışmayı önemseyen tarafına geliyoruz ve burada Wikipedia’nın, kâr amacı gütmeyen, kişilerin ortaklaşa gönüllü olarak oluşturduğu devasa internet kütüphanesinin öneminden bahsediliyor; “Wiki teknolojisi, web’in en önemli eksikliğini gidermişti. Wiki kelimesi Hawai dilinde çabuk, hızlı anlamına geliyormuş. Wikipedia amatörler tarafından icat edildi, deneme yanılma yöntemiyle geliştirildi, amatörler tarafından yürütülüyor.”

Homo sapiens’i süper-işbirlikçi olarak tanımlayan Martin Nowak’a göre, mutasyon ve doğal seçilim yaşamı anlamak için tek başlarına yeterli değil. İşbirliğine de ihtiyacımız var. İşbirliği ve yardımlaşma dört milyar yıllık evrimin temel mimarıdır.

Bu arada biz insanlardan bağımsız, kendi gelişim çizgisi olan bir siber âlem yok. İlk zamanlar bir ütopya adacığı olarak görülen internet, ütopyası olanlara muazzam bir pratik araçlar kümesi sunuyor. Açık kaynak, Wikipedia ve benzerleri, neoliberal sistemin içinde küçük ve istisnai antikapitalist adacıklar olabilirler, bazen kapitalist iş ilişkilerini tamamlıyor da olabilirler, ama içine doğdukları sisteme alternatif olabilecek yepyeni bir ilişki ağını simgeledikleri kesin. Soru şu; bu yeni ilişki ağına ne kadar bel bağlanabilir?

 

Yapay Zekâ, Zihin, Bilinç

Beyin-bilgisayar analojisi ve zihin konusunda bilgi işlem metaforunun yaygınlığı, bilinç meselesini enine boyuna tartışmayı gerektiriyor.

Bilinçli olmamızı gerektiren bir doğa yasası arıyorsak, evrim tarihine bakmak zorundayız. Rastlantı ile zorunluluğun sürekli kesişip durduğu evrim tarihinin bize ilk göstereceği şey, bilincin varlığı için böyle bir yasanın şart olmadığıdır. Ama bilinç mucizesinin mucizevî olmayan tek açıklamasını, bulsak bulsak yine evrim tarihinde bulabiliriz, diyor yazar.

Toplumsallığın ve evrimin bir ürünü olan bilincimiz, gövdemizi ve kendisini somut olarak kavrayabiliyor, öteki zihinlerle ilişkiye geçebiliyor. Zygmunt Bauman, “Aynı anda, bildiğimizi biliriz”’ diyor; “Farkında olduğumuzun farkındayız, bilincimizin olduğunun, bilinçli olduğumuzun bilincindeyiz. Bilgimizin kendisi bilginin nesnesidir.”

Benlik bir kurmaca, bilinç bir anlatı. Ne beyin bir bilgisayar, ne de zihin bir yazılım. Homo sapiens ile aynı evrim sürecinden geçmeyecekleri besbelli akıllı makineler ve robotlar, öyleyse neden ve nasıl insanınkine benzer bir bilince sahip olsunlar? Akıllı makineler, yapay zekâ sistemleri, bilince sahip olmadan da inanılmaz şeyler yapabilirler, kaldı ki yapıyorlar da zaten.

Tekno liberteryanların rüyasına göre, bilgisayarlar vücutsuz özgürlüğü mümkün kılmayacak mıydı? Bir ara internette gerçekleşir gibi olan bu vücutsuz özgürlük şimdi tekilliğe erişecek olan yapay zekâda aranıyor, bulunduğu takdirde Homo sapiens, biyolojisinin sınırlamaları yüzünden ikinci sınıf bir robot olarak hayatına devam edecek.

Transhümanistler “Biyolojimiz, bize ayak bağı olan şu gövdemizin sınırlamalarından kurtulamaz mı? Yazılım kısmı tamam da, donanım bir üst sürüme yükseltilemez mi?” diye soruyorlar. Transhümanizm vites ve hedef büyütüyor; mesela yapay zekânın implant halinde beynimize eklemlenmesi, insanın daha da siborglaşması… Biyolojiden aşama aşama çıkıp, tamamen teknolojinin hükümranlığına giriş, insan-sonrası.

Ama zeki makinelerin bizim ayarımızda, bizim tarzımızda bir zekâya sahip olmaları değil esas tehdit. Otomatik düzenekler, dronlar, gittikçe elektronikleşen savaş makinelerinin inşası, öldürmek için kullanılacak otonom silahlar, bunlardan ürkmeliyiz.

Dünya tarihinde ilk kez kimsenin aç, açıkta ve yoksul yaşamak zorunda kalmayacağı kadar büyük ölçekli bir üretim kapasitesi mevcut. Dönüşüm ve hız çağında hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyi değiştiriyorlar kendi çıkarlarına, kendi kâbus senaryolarına göre…

Başka bir dünya için, önce onu hayal edebilmeliyiz. Gülünç ve saf olarak damgalansak da. Devrimler kazara olmaz.

Kitap bu noktaya kadar anlatılanlardan çok daha geniş kapsamlı ve detaylı… Mesela Sokrates yazı için şöyle demiş: “Harfleri öğrenenler artık belleklerini işletmeyecekleri için unutkan olacaklar, yazıya güvendikleri için etraflarındaki şeyleri, içerden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde, dışarıdan kargacık burgacık izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar!”

Bu arada insan beyni okuma yazma için özellikle evrilmemiş; tam tersine, yazı beynin yapısına uymak üzere evrilmiş, yani beyin her şeyi öğrenen bir bilgisayar ya da ortama göre şekillenen bir boş levha olmadığı gibi, değişime kapalı bir makine de değil.

“Bu açıdan bakıldığında okuma ilk ‘zihin protezidir.’ İlk zihin protezi olarak okuma yazma zamanla o kadar ayrılmaz bir parçamız haline gelmiştir ki artık onsuz yapamayız…”

sosyalizm