Onur Devrim Üçbaş
25 Ocak 2015, Atina. Meydanı dolduran binlerce kişi SYRIZA’nın başkanı Alexis Çipras’ın seçim konuşmasını bekliyor. Seçimlere “Umut geliyor” sloganıyla katılan Radikal Sol Birlik (SYRIZA) partisi, seçimlerden %36,3 oy oranıyla birinci çıkıyor. Kemer sıkma politikalarıyla, maaş kesintileriyle, işten çıkarmalarla geçen sekiz yılın ardından Yunan halkı bu politikalara son vereceğini, başka bir alternatifin ve başka bir Avrupa’nın mümkün olduğunu savunan SYRIZA’yı iktidara getiriyor. Çipras seçim zaferi konuşmasında “kemer sıkma politikalarının kısır döngüsünün sonuna gelindiğini” ilan ediyor.1 SYRIZA’nın iktidarı hem Avrupa’da hem de dünyanın dört bir yanında heyecanla karşılanıyor.
13 Temmuz 2015, Atina. SYRIZA hükümetinin Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu ve Uluslararası Para Fonu (IMF)’den oluşan “Troyka”nın dayattığı kurtarma paketini kabul etmesini protesto eden yüzlerce kişi Yunan Parlamentosu’nun önündeki Syntagma (Anayasa) meydanında toplanmış. Bir gösterici SYRIZA bayrağını ateşe veriyor ve daha sonra “Ben SYRIZA’ya oy verdim ve bundan gurur duymak istiyorum, ama bugün gurur duymuyorum” diyor.2
SYRIZA altı aylık bir süre içinde hem Yunan halkının hem de Avrupa’daki işçi sınıfının umudu olmaktan nasıl oldu da kemer sıkma politikalarının tek çıkar yol olduğunu soldan savunan bir parti haline geldi. Yunanistan’da kimileri bunu Çipras’ın hainliği ile kimileri SYRIZA’nın bir egemen sınıf partisine dönüşmesiyle açıkladılar. Dünyanın başka yerlerinde ise SYRIZA’ya yönelik umutlar ne kadar büyük olduysa hayal kırıklığı da o kadar fazla oldu. Onun memorandum siyasetine teslim olmasının ardından İspanya’daki benzer bir partinin, PODEMOS’un bu kararın doğru olduğunu açıklaması bu partinin de anketlerde puan kaybetmesine neden oldu. SYRIZA’nın izlediği yolun neden böyle geliştiğini anlayabilmek için partinin Yunanistan Komünist Partisi’ne (KKE) kadar uzanan köklerini, Yunanistan’daki siyasal değişimi ve önce bir koalisyon sonra ise birleşik bir parti olan SYRIZA’nın altında yatan stratejiyi anlamamız gerekir. Bu makalede bu süreç ele alınarak partinin 2008-2015 yılları arasında savunduğu siyasetin temel izlekleri incelenecektir. Onun yaptıklarına ve yapamadıklarına baktıktan sonra ise SYRIZA’nın nasıl tanımlanabileceği üzerinde durulacaktır.
Kökler
SYRIZA’nın kökleri Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) 1968 yılındaki bölünmesinde yatıyor. 1920 yılında kurulan KKE, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) ve Yunan Halkının Kurtuluş Ordusu (ELAS) ile yürüttüğü mücadele sonucunda kitleselleşir ve ülkede önemli bir itibar kazanır. Ancak Yunanistan’ın Churchill ve Stalin tarafından yapılan “Yüzdeler Anlaşması” sonucunda Demir Perde’nin batısında, Sovyet etki alanının dışında bırakılması ülkedeki komünistlerin tasfiye edilmesine, KKE’nin yasaklanmasına ve KKE liderliğinin Doğu Avrupa’ya kaçmasına neden olur. Yunanistan’da kalan komünistler 1952’de kurulan Birleşik Demokratik Sol (EDA) içinde yer alır. EDA içinde komünistlerin, sosyalistlerin ve solcuların bulunduğu birleşik bir partidir, solun sosyal demokrat ve komünist şeklinde sert bir şekilde ikiye bölündüğü diğer Avrupa ülkelerinden farklı bir model teşkil etmektedir.
Ancak EDA aslında KKE tarafından kontrol edilmekte, KKE “Merkez Komite İç Büro” üzerinden partiyi yönetirken parti içindeki önemli görevler doğrudan KKE merkez komitesinin iznine bağlı olarak belirlenmektedir. KKE’nin liderliği ve militanları arasındaki bu ayrım giderek Yunanistan’da bulunan militanların başka akımlara daha açık hale gelmesine ve Sovyetler Birliği’ne yönelik daha eleştirel bir tavır almasına yol açar. EDA üyesi aydınlar Sovyetler Birliği’ndeki insan hakları ihlallerini eleştirir. Ancak partideki kopuş Yunanistan’da 1967’de gerçekleşen askeri darbeden bir yıl sonra SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgal etmesiyle gelir. Yunanistan’daki KKE üyelerinin bir bölümü Yunanistan İç Komünist Partisi –burada ülke içinde mücadele etmeleri ve SSCB’nin “etki”sinde olmamaları vurgulanmaktadır– adını alarak KKE’den koparlar. Parti İtalyan, Fransız ve İspanyol partilerinden etkilenerek Avrokomünizmi benimser.
Bu akım kısaca Lenin’in devlet teorisinin yanlış olduğunu, komünistlerin devleti yıkmak yerine onun içinde çalışarak onu dönüştürebileceklerini anlatır. Gramsci’nin teorileri üzerinden komünist partilerin önce toplumda hegemonya kurması gerektiğini iddia eden bu akıma göre bu hegemonya işçi sınıfı dışındaki sınıflarla koalisyon kurularak ve bu geniş koalisyonla iktidara gelerek gerçekleştirilebilir. Stalinizm ile sosyal demokrasi arasındaki üçüncü bir yol kurmayı, demokratik ve sosyalist bir birleşik Avrupa yaratmayı hedefleyen bu akım 1970’lerin sonuna gelindiğinde giderek sağcılaşarak güç kaybeder.
Yunanistan’da ise avrokomünistler, seçimlerde her zaman KKE’den daha az oy alsalar da 1970’lerde ve 1980’lerde varlıklarını sürdürürler. KKE-İç 1986 yılında bölünürken, Komünist adını ve bu isimle bağlantılı sembolleri bırakan kanat Yunan Solunu (EAR) kurar. 1989’a gelindiğinde Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka politikaları KKE ve EAR arasındaki açının bir derece kapanmasını sağlar, PASOK hükümetinin de Koskotas bankacılık skandalı ile sarsılması iki partinin seçimlere birlikte girmesinin önünü açar. İki partinin ittifakı Sol ve İlerleme Koalisyonu (SYNASPİSMOS) adını alır ve bu ittifak seçimlerde oyların %13,1’ini alır. Ancak seçimlerin ardından SYNASPİMOS’un sağcı Yeni Demokrasi partisi ile koalisyon kurması, seçmenlerinin tepkisine neden olur ve aynı yılın Kasım ayında yapılan seçimlerde ittifakın oyu düşer.
Doğu Bloku çökerken
Almanya’da duvarın yıkıldığı, Doğu Bloku’ndaki devlet kapitalisti rejimlerin birbiri ardına yıkıldığı o günlerde KKE 13. Kongresi’ni yapar ve partinin yenilenmeci kanadı, Aleka Papariga’nın önderliğindeki Ortodoks kanat tarafından tasfiye edilir. KKE birkaç ay sonra SYNASPİSMOS koalisyonundan da çıkacaktır. Ancak bu hamlenin bir bedeli olacaktır kuşkusuz; parti üyelerini beşte ikisi ve Siyasi Büro üyelerinin yarısı partiden ayrılarak SYNASPİSMOS içinde kalır. İttifak 1992’de kendisini birleşik bir parti olarak yeniden örgütler. SYNASPİSMOS 1990’ların başından 2000’lerin başına kadar kendi içindeki sağ kanadın egemen olduğu, temel amacı PASOK ile koalisyon kurmak olan bir parti olarak kalır. Ne KKE’nin örgütsel gücüne ve sendikal tabanına, ne de PASOK’un etkisine sahip olmayan parti bir yandan Avrupa Topluluğu’na girişi savunurken diğer yandan kurumun demokratikleşmesi gerektiğini vurgular. SYNASPİSMOS içindeki değişim 2000 yılından itibaren başlar. Parti içindeki sol kanat güçlenirken parti solundaki hareketlerle ve partilerle yan yana gelmeyi amaçlar. Bu çerçevede SYNASPİSMOS başka sol örgütlerle birlikte “Diyalog ve Solun Ortak Eylemi için Alan”ı kurar. Bu alan temelinde 2002 yerel ve bölgesel seçimlerinde parti sol örgütlerden ve ekoloji hareketinden gelen 55 aday gösterir.
2000’li yıllar ve SYRIZA’nın kuruluşu Synaspismos’un 30 Mayıs -1 Haziran 2003 tarihleri arasında yapılan Program Kongresi’nde partinin adı Solun, Hareketlerin ve Ekolojinin Koalisyonu olarak değiştirildi. Bu kongrede Irak savaşı ile iyice görünür hale gelen ABD hegemonyası ve neoliberalizm eleştiriliyor. Kostas Simitis’in önderliğindeki PASOK’un otoriter bir partiye dönüştüğü tespiti yapılıyordu. Partinin sol kanadı bu kongreden güçlenerek çıktı; siyasal perspektifler oyların %80’i, partinin adındaki değişim ise %60’ı ile kabul edildi. Aralık 2013’te partinin 2004 genel seçimlerine bir dizi sol örgüt ve hareketle ittifak yaparak gireceği açıklandı. Seçim ittifakının ismi Radikal Solun Koalisyonu (SYRIZA) olacaktı. SYRIZA, SYNASPİSMOS dışında Yenilenen Komünist Ekolojik Sol (AKOA), Enternasyonalist İşçi Solu (DEA), Eylemde Birlik Hareketi (KEDA), Aktif Yurttaşlar (Manolis Glezos çevresi) ve diğer bağımsız sol gruplar ve eylemcilerden oluşur.
SYNASPİSMOS kendisine hedef kitle olarak “gençlikleri” alıyor ve onu kazanmaya çalışıyordu. Partinin bu stratejisinin bir parçası olarak 2006 yerel seçimlerinde partinin Atina Belediye Başkanı adayı 32 yaşındaki Alexis Çipras oldu. Çipras oyların %10,5’ini alarak partinin oylarını önemli oranda arttırdı. Parti 2006 yerel seçimlerinde SYRIZA koalisyonunu temel alan adaylar çıkardı. Partinin üye sayısı bu yıllar boyunca durağan bir seyir izledi. 1990’ların başından 2000’lerin sonuna doğru yavaş bir şekilde azalan partinin üye sayısı özellikle 2009’dan itibaren arttı. Partinin 1992’deki kuruluş kongresinde 22.971, 1994’te 18.063, 1999’da 19.736, 2004’te 16.376, 2009’da ise 16.124 üyesi vardı.3
SYNASPİSMOS’u Yunan solunun iki partisinin daha küçüğü olmaktan çıkarıp, onu önce ana muhalefet sonra da iktidar yapan süreç küresel ekonomik krizle başladı. ABD’deki mortgage krizinin bankacılık sektörü üzerinden Avrupa’ya yayılması en çok Güney Avrupa ülkelerini etkiledi. Yunanistan’ın krizden en çok etkilenen ülke olmasının sebeplerinden biri ülkedeki bütçe açığının ve borçlarının miktarıydı. Üstelik Yunan hükümetinin ilan ettiği rakamlar gerçek değerlerden daha düşüktü. Ülkedeki kayıt dışı ekonominin büyüklüğü devletin vergi gelirlerini düşürüyordu. Yunanistan ekonomisinin en büyük gelir kaynaklarının turizm ve gemicilik olması da krizden etkilenme oranını arttırdı. Yunanistan’ın bütçe açığı artıp ülke piyasalar açısından daha güvensiz hale geldikçe ülke sermayeyi çekmek için faizlerini arttırmak zorunda kaldı bu faiz artırımı da bütçe açığının daha da artmasına neden oldu. Yunan hükümeti bu durumdan çıkmak için Nisan 2010’da Troyka’dan devasa büyüklükte bir kurtarma paketi alacağını açıkladı ve bu borca karşılık olarak kemer sıkma önlemleriyle bütçe açığını kapatacağını duyurdu. Ancak kemer sıkma önlemlerinin ekonomideki genel harcamaları azaltarak ekonomiyi küçültme ihtimali vardı ve olan tam da bu oldu. Bütçe açığı büyük ölçüde daraltılsa da ekonominin küçülmesi ülkenin borcunun ekonomiye oranının büyümesi sonucunu doğurdu. Yunanistan AB üyesi olmasaydı, daha fazla para basarak enflasyonist bir politika sürdürebilirdi. Ancak Avro’nun ne kadar basılacağının kararı Brüksel’de alınıyordu.
Sonuç Yunan ekonomisinin 1930 Büyük Buhran’ındaki ABD ile kıyaslanabilecek bir krize girmesi oldu. Ülkenin GSYİH’sı düşerken işsizlik oranları hızla arttı.
Ekim 2009’da yapılan seçimlerde oyların %45’ini alan PASOK iktidara geldiğinde, temel sloganı “para var” idi. PASOK yeterli paranın olduğunu bu paranın patronlara değil halka yöneltileceğini savunuyordu. Ancak parti iktidara geldikten kısa süre sonra ülkenin mali durumunun beklediklerinden kötü olduğunu açıkladı ve kemer sıkma politikalarının tek geçer yol olduğunu ilan etti. 2010 yılının Şubat ayında ilan edilen ilk ekonomik pakette çalışanlarının maaşlarının dondurulması, ikramiyelerde %10’luk bir kesintiye gidilmesi vardı.
Antikapitalist hareket, krize karşı mücadele ve SYRIZA
Yunanistan 2000’li yılların başından beri kitlesel eylemlerin giderek arttığı bir ülkeydi. Yunan solu 2003’de ABD’nin Irak işgaline karşı yürütülen harekete kitlesel olarak katılmış, Cenova ve Prag eylemlerine iştirak etmiş ve 2005 yılında yapılan Avrupa Sosyal Forumu Yunanistan’da gerçekleşmişti. SYNASPİSMOS bu süreçte KKE’den farklı olarak bu hareketlerin içinde olmayı tercih etti. Partinin 2004 yılında yapılan kongresinde başkan seçilen Alekos Alavanos liderliğinde uygulanan strateji PASOK’un olası koalisyon ortağı olmayı değil sosyal hareketlerle ve gençlikle yakınlaşmayı içeriyordu. 1999 yılında kurulan SYNASPİSMOS gençliği bu bağlantıyı sağlamakta önemli bir rol üstlendi. Partinin üyeleri çeşitli hareketlerde çalışırken, partinin hareketleri yönlendirmeye çalışmadığı, aksine bu hareketlerden öğrenmenin asıl amaçları olduğunu vurguladı. Gençlik örgütünün bu deneyimlerinin 2008 Kongresi’nde seçilen Merkezi Siyasi Komite ile parti merkezine aktarılması partinin daha sonraki yıllarda hareketlerle yakın bağ kurmasında önemli bir rol oynadı.
2006-2007 yılları arasında patlak veren öğrenci eylemleri SYRIZA’ya bu stratejisini test edebildiği bir alan sundu. Üniversite öğrencileri sağcı Yeni Demokrasi hükümetinin Yunan anayasasını değiştirerek ülkede özel üniversiteler kurulmasına izin vermesine karşı üniversitelerini işgal ettiler. Hükümetin saldırısı yalnızca özel üniversiteler kurmayı değil, 1980’lerde kazanılan üniversite dokunulmazlığını (polisin üniversitelere girememesini) kaldırmayı, üniversiteleri Bologna Süreci’ne paralel olarak sermayeye açmayı hedefliyordu. Ülke geneline yayılan kitlesel eylemler, işgaller ve grevler hükümetin geri adım atmasına neden olur. Bu süreçte öğrencilere yönelik polis şiddeti, diktatörlük geçmişi olan ülkede polisin yetkilerini yeniden tartışmaya açarken SYRIZA öğrenci hareketin meclisteki temsilcisi olarak öne çıkar.
Böylesi gergin bir toplumsal atmosferde ülkedeki kitlesel eylemler ve grevler döngüsünü başlatan kıvılcım Atina’nın işgal evleriyle, kolektif yaşam inisiyatifleriyle ve polise karşı düşmanlığı ile bilinen Exarchia mahallesinde 15 yaşında bir gencin, Alexis Grigopoulos’un polis tarafından öldürülmesi olur. Birkaç saat içinde başlayan eylemler önce Atina’ya ardından bütün ülkeye yayılır. Ana akım medya, Atina’nın merkezindeki ve lüks mahallelerindeki yanan binalara, kırılan banka camlarına ve yağma olaylarına odaklanırken –medyanın iddialarının aksine şiddet çoğunlukla kör değildir, büyük oranda bankalar ve hükümet binaları hedef alınmıştır– aslında kitlesel bir hareket kendisini göstermektedir.
Ülkenin en ücra köşelerine kadar her yerde lise öğrencilerinin başını çektiği gençler karakolları taşlar, polis şiddetini protesto eder. Protesto edilen sadece polis şiddeti değildir. Sokağa çıkan gençler kendilerini dinlemeyen ana akım partilere ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı çıkmaktadır. Ülkede “700 Avro kuşağı” olarak anılan ve düşük ücretlere, esnek saatlerde güvencesiz koşullarda çalışan işçiler de, polisin sistematik ırkçılığına maruz kalan göçmenler de Aralık ayındaki isyanda kendi tepkilerini gösterme imkânı bulur. Bu isyan öğrenci hareketiyle birlikte bütün bir kuşağı politikleştirerek kemer sıkma karşıtı hareketi canlandırır.
Kemer sıkma politikaları karşıtı hareket kendisini büyük oranda sendikaların çağrısını yaptığı genel grevler ve bu grevlerin ardından yapılan yürüyüşlerle ifade eder. 5 Mayıs 2010’da yapılan genel greve ülke genelinde 500.000 kişi katılır. Ama o gün Atina’da yapılan ve 100.000 kişinin katıldığı eylemde çıkan çatışmalarda bir banka şubesinin yakılması ve burada üç çalışanın ölmesi hareketi bir süre felç eder. Sağ güçler bu ölümleri tüm toplumsal muhalefete yıkarak toplumsal hareketi kriminalize etmeye çalışırlar. Ancak hükümetlerin kemer sıkma paketlerini meclise getirdiği günlerde yoğunlaşan genel grevler ve eylemler kitleselleşerek devam eder.
Sadece Atina’da yapılan eylemlerin ulaştığı kitlesellik bile önemli bir göstergedir.4
Yunanistan genel grev geleneğinin canlı olduğu, özel sektördeki işçileri örgütleyen GSEE ve kamu sektöründeki işçileri örgütleyen ADEDY’nin Batı Avrupa ülkelerine göre daha çok başvurduğu bir yöntemdi. 1980-2008 yılları arasında Avrupa’da gerçekleşen genel grevlerden 38’i, yani oransal olarak %44’ü Yunanistan’da gerçekleşmişti.5 Ancak bu sendikaların üst yönetimleri özellikle PASOK ile bağlara sahipti ve bu da onların grevden çok bu bağlantıları kullanarak yol almaya çalışmasına neden oluyordu. Sendikaların iki büyük parti ile bağlantıları onların itibarını azaltıyordu. Genel grevleri bu sendikalar ilan etse de eylemlerin örgütlenmesini sağlayan büyük oranda SYRIZA, KKE ve devrimci sol örgütlerin oluşturduğu ANTARSYA’ydı. Grevler ve yürüyüşler ülke genelinde büyük bir yaygınlık gösterdi.
Meydanlar hareketi, taban girişimleri ve SYRIZA’nın rolü
2011 yılı tüm dünyada siyasal açıdan önemli bir yıldı. Tunus’ta başlayan Arap Devrimleri tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yayıldı, onlarca yıldır ülkelerini otoriter yöntemlerle yöneten Mübarek gibi liderler kaçmak veya görevden çekilmek zorunda kaldılar. Özellikle Tahrir Meydanı’nın eylemciler tarafından işgal edilmesi ve buradan Mübarek’e yönetimden çekilme çağrısı yapılması tüm dünyadaki eylemciler için ilham verici bir örnek oldu. İspanya’daki Indignados (Öfkeliler) hareketi başta Puerta del Sol olmak üzere şehir meydanlarını 15 Mayıs’ta işgal ettiler. Hareket on gün sonra Yunanistan’a ulaştı ve 25 Mayıs 2011’de Yunanistan’daki Aganaktismenoi (Öfkeliler) veya meydan işgali hareketi olarak anılan hareket başladı.
Başta Atina’daki Syntagma olmak üzere kent meydanlarına çağrı yapanlar, siyasi partilerin bu hareketi ele geçirmesine karşı daha ilk andan tetikteydi. Meydan işgallerine parti bayraklarıyla gelinmemesi istendi ve sadece Yunan bayraklarına izin verileceği açıklandı. Meydan hareketine ilk günden itibaren on binlerce kişi katıldı, ilk günkü katılım 50.000’i bulmuştu. Ülke genelindeki işgal eylemlerine katılanların sayısının ise 2,6 milyonu bulduğu tahmin ediliyordu. Hem Yeni Demokrasi hem de PASOK’un seçmenlerinden oluşan Yunan halkı meydanda oy verdikleri partilerin onlara ihanet ettiğini söylüyor, PASOK hükümetine olan tepkilerini gösteriyordu. Meydandaki tepki hükümete ve meclise yönelirken kendisini meydanın iki farklı yerinde ifade eden iki farklı şekilde gösterdi.
Meydanın meclise, meclisin önünde nöbet tutan Yunan askerlerine ve Meçhul Asker anıtına yakın olan bölümündeki eylemciler daha milliyetçi bir söylem kullanıyor, küfürlü sloganlar ve el işaretleri ile milletvekillerine tepkilerini gösteriyor, Yunan bayrağını daha çok kullanıyordu. Pers ordusuna karşı savaşan efsanevi 300 Yunan askerine istinaden kendisini 300 Yunanlı olarak adlandıran bir grup Yunanistan’ın borcunun iptal edilmesi için imza topluyordu. Meydanın bu kısmındaki Yunan Anneleri isimli grup ise milliyetçi olmaktan gurur duyduklarını söyleyerek meclisteki partiler kadar göçmenleri de hedef alıyordu. Onlar çok klasik bir yabancı düşmanı söylem olan “Mülteciler yüzünden Yunanların işsiz kaldığı” argümanını kullanıyorlardı. Bu kısımda faşist Altın Şafak partisine oy verenler olsa da, parti meydanda örgütlü bir halde bulunmuyordu, meydana gitmeye yönelik bir girişimi partilerin meydanda olmaması kuralını öne süren eylemciler tarafından püskürtüldü.
Tarih |
Maksimum Katılım
(Atina) |
Adı |
Niteliği |
24.Şub.10 | 50.000 | GSEE-ADEDY’nin 1. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
11.Mar.10 | 200.000 | GSEE-ADEDY’nin 2. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
05.May.10 | 250.000 | GSEE-ADEDY’nin 3. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
17.Kas.10 | 60.000 | Politeknik Ayaklanmanın Yıldönümü | Yürüyüş ve Eylem |
06.Ara.10 | 30.000 | Alexis’in Öldürülmesinin Yıldönümü | Yürüyüş ve Eylem |
15.Ara.10 | 200.000 | GSEE-ADEDY’nin 4. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
23.Şub.11 | 250.000 | GSEE-ADEDY’nin 5. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
25.May.11 | 50.000 | Meydanlar Hareketi | Meydan Hareketi ve Eylem |
29.May.11 | 100.000 | 29 Mayıs Avrupa Devrimi – Yunan Indignados’u | Meydan Hareketi ve Eylem |
31.May.11 | 30.000 | Meydanlar Hareketi | Meydan Hareketi ve Eylem |
02.Haz.11 | 25.000 | Meydanlar Hareketi | Meydan Hareketi ve Eylem |
05.Haz.11 | 400.000 | Meydanlar Hareketi | Meydan Hareketi ve Eylem |
15.Haz.11 | 250.000 | GSEE-ADEDY’nin 6. 24 saatlik grevi | Meydan Hareketi ve Eylem |
28.Haz.11 | 200.000 | GSEE-ADEDY’nin 7. 48 saatlik grevi | Meydan Hareketi ve Eylem |
29.Haz.11 | 300.000 | GSEE-ADEDY’nin 7. 48 saatlik grevi | Meydan Hareketi ve Eylem |
05.Eki.11 | 50.000 | GSEE-ADEDY’nin 8. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
15.Eki.11 | 6.000 | Küresel İşgal Et Günü | Eylemler ve Festivaller |
19.Eki.11 | 500.000 | GSEE-ADEDY’nin 9. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
20.Eki.11 | 300.000 | GSEE-ADEDY’nin 9. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
28.Eki.11 | 10.000 | “Hayır” Bayramı | Yürüyüş ve Eylem |
17.Kas.11 | 20.000 | Politeknik Ayaklanmanın Yıldönümü | Yürüyüş ve Eylem |
06.Ara.11 | 10.000 | Alexis’in Öldürülmesinin Yıldönümü | Yürüyüş ve Eylem |
10.Şub.12 | 250.000 | GSEE-ADEDY’nin 10. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
11.Şub.12 | 250.000 | GSEE-ADEDY’nin 10. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
12.Şub.12 | 500.000 | GSEE-ADEDY’nin 10. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
18.Şub.12 | 5.000 | Yunanlar için Uluslararası Dayanışma Günü | Yürüyüş ve Eylem |
26.Eyl.12 | 200.000 | GSEE-ADEDY’nin 11. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
09.Eki.12 | 80.000 | GSEE-ADEDY’nin iş bırakması | İşçi Eylemi |
18.Eki.12 | 50.000 | GSEE-ADEDY’nin 12. 24 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
06.Kas.12 | 100.000 | GSEE-ADEDY’nin 13. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
07.Kas.12 | 100.000 | GSEE-ADEDY’nin 13. 48 saatlik grevi | Yürüyüş ve Eylem |
14.Kas.12 | 6.000 | GSEE-ADEDY’nin iş bırakması | ETUC’un kemer sıkma karşıtı grevi |
17.Kas.12 | 20.000 | Politeknik Ayaklanmanın Yıldönümü | Yürüyüş ve Eylem |
Meydanın üst kısımdan bir merdivenle ayrılan alt bölümünde ise daha çok sol/sosyalist eylemciler bulunuyordu. Partileri burada da yasaktı, ancak farklı partilerin üyeleri bireyler olarak burada bulunabiliyor ve her akşam yapılan Genel Meclis toplantılarına katılabiliyorlardı. ANTARSYA koalisyonunun üyesi olan örgütlerden sosyalistler, bazı anarşistler, “Aralık 2008’in gençleri” burada bulunuyorlardı. Ayrıca Tahrir’de,
İspanya’da ve daha sonra Gezi Parkı’nda karşımıza çıkacak olan bir işgalin temel işlevlerini sürdüren komiteler ve gruplar da buradaydı; revir, kütüphane, mutfak, meydanda geceleyenlerin kaldığı 40 çadırlık bir alan. Meydanın bu kısmında sanatsal performanslar sergileniyor, Skype üzerinden diğer meydan işgalleriyle bağlantı kuruluyor, film gösterimleri yapılıyor, çeşitli paneller düzenleniyordu. İletişim komitesi günlük açıklamalar yayınlıyor ve işgalcilerin sitesini güncelliyor, internet üzerinden radyo yayını yapıyordu. Diğer ülkelerdeki eylemcilerle ve yabancı basınla iletişim için bir çeviri merkezi kurulmuştu.
SYRIZA meydan hareketinin bir parçasıydı. Onun varlığı eylemin “parti karşıtı” ruh haline dışarıdan yapılan bir müdahale ile kendi politikalarını dayatması şeklinde olmadı. SYRIZA hareketin organik bir parçasıydı, üyeleri farklı toplumsal hareketlerin içinde zaten aktiflerdi, partiye yakın olan Borcun Yeniden Düzenlenmesi Komitesi’nin alt meydanda bir standı vardı. Ekonomik krizden nasıl çıkılabileceği ile ilgili yapılan tartışmalarda SYRIZA üyesi aydınlar konuşmacıydılar. Partinin harekete böylesi katılımı eylemcilerin bir kesimi tarafından kuşkuyla karşılansa da eylemcilerin büyük kısmı SYRIZA’ya sempati ile baktılar. Bu durumda partinin soldaki en büyük rakibi olan KKE’nin meydan hareketine karşı olan sekter tutumunun da etkisi vardı. Partinin 19. Kongresinde KKE merkez komitesi meydan hareketi hakkında şunları belirtiyordu:
“Sözde ‘öfkeliler hareketi’ –eğer onlar tarafından planlanmamışsa– burjuva mekanizmalar tarafından desteklendi, cesaretlendi. Bunu yapmalarındaki amaç işçi aristokrasisini ve küçük burjuvazinin kimi kesimlerini yolundan saptırarak radikalleşmelerini engellemekti. İşçi sınıfının ve işsizlerin bazı kesimleri bu ‘harekete’ çekildiler. Onun saflarında sağ ve sol fırsatçılığın bir koalisyonu gerçekleşti. Gerici sloganlar baskın çıktı; sınıf temelli hareketi hedef alan, küçük burjuva demokrasinin sloganları.6
Eylemcilerin meydana çıkmasının yakıcı nedenleri ekonomik krizden kaynaklansa da, meydandaki taleplerde vurgu demokrasi talebine yapılıyordu. Eylemciler bir yandan meclisteki partilerin yozlaştığını savunuyordu, onlar kendilerine oy verenleri değil güçlüleri, zenginleri temsil ediyorlardı. Diğer yandan ise ülkenin egemenliğine yönelik bir endişe vardı, ekonomik politikaların Troyka tarafından dikte edildiği düşüncesi özellikle üst meydanda Yunanistan’ın bağımsızlığına yönelik bir saldırı olarak algılanıyordu.
Eylemciler bu duruma “gerçek” veya “doğrudan” demokrasiyle karşılık veriyorlardı. Bir kısmı antik çağda Atina’daki demokrasiye gönderme yaparak, herkesin kendisini temsil ettiği, siyasi partilerin olmadığı bir demokrasiye özlem duyuyordu. Meydanda her gün yapılan Genel Meclis toplantıları da böylesi bir demokrasinin fiili örneği olarak görüyordu. Demagojinin önüne geçmek için herkese 1,5 dakika konuşma hakkı veriliyor, konuşma sırası Antik Yunan’da olduğu gibi bir kutudan çekilen numara ile belirleniyordu.
Meydan hareketine katılım çeşitli zamanlarda artıp azalsa da Pazar günleri ve genel grevlerin olduğu zaman bu katılım büyük oranda artıyordu. Eylemcilerin sayısı özellikle 15 ve 28-29 Haziran günlerinde yapılan genel grevde yüz binlere ulaştı. 28-29 Haziran genel grevi mecliste yeni bir kemer sıkma paketi programı görüşülürken gerçekleştiği için özellikle önemliydi. Eylemciler paketin geçmesini engellemek için tüm güçleriyle sokağa çıkarken Yunan polisi göstericilere şiddetle saldırdı. Paketin meclisten geçmesi meydan hareketine katılımın giderek azalmasına neden oldu. Polisin eylemcileri meydandan çıkardığı 30 Temmuz’a gelindiğinde tüm meydanda 100’den az gösterici kalmıştı.
Meydan hareketi bir yandan kemer sıkma politikalarına karşı olan muazzam tepkiyi gösterirken diğer yandan ülkeyi yöneten PASOK hükümetinin ne kadar sınırlı bir toplumsal tabana dayandığını gösteriyordu. Meydan hareketi, kemer sıkma politikalarına karşı olan tepkiyi, sokak eylemliliklerini ilk aşamada yürüten sol partilerin üyelerinden ve sendikalı işçilerden çok daha geniş bir kesime yaymayı başardı. Meydanlar bebek arabasıyla eyleme gelen ailelerden, yaşlılara kadar Yunan halkının daha geniş bir kısmını harekete dâhil etti. Meydanı işgal eden eylemciler meclisin kemer sıkma politikalarını durdurmayı başaramasalar da Papandreu’nun Kasım ayında istifa etmesini sağladılar. 10 Kasım’da sağcı Yeni Demokrasi Partisi, PASOK ve aşırı sağcı LAOS partisini içeren koalisyon kuruldu. Yunan egemen sınıfı kesinti programlarını daha geniş bir temele oturtmaya çalışıyordu. Ancak bu hamle başarılı olmadı.
Atina’daki Syntagma ve diğer kent meydanları boşaltıldığında meydan hareketi yok olmadı. Aksine mahallelere dağılarak buralarda varlığını sürdürdü. Hareket aynı zamanda 2008’den beri başlamış olan bir olgunun, kriz koşullarında, onurlarını koruyarak hayatta kalmaya çalışan halkın dayanışma girişimlerinin de artmasını sağladı. Meydan hareketinin demokrasi ve dayanışma deneyimleri pek çok alanda yeni girişimleri filizlendirdi.
Ulaşım hakkını savunarak hem toplu taşımaya hem de paralı otoyollara para vermeme hareketi bu girişimlerden bir tanesiydi. “Ödeyemiyorum, ödemiyorum” adını alan bu hareketin eylemcileri otobüslerde bilet bölümünün önünü kapattılar, trenlerde bilet almayı reddettiler veya paralı otoyolların gişelerini sabote ettiler. Eylemcilerin argümanı buradan elde edilen paranın halk için değil, meşru olmayan bir borcun ödenmesi için kullanıldığı, parasız ulaşımın ise bir insan hakkı olduğuydu.
Bazı semtlerde sosyal mutfaklar kurularak yemek dağıtıldı, yemek alanların kendilerinin de yemek pişirmesi teşvik edildi. Gönüllü doktorların yönetiminde kurulan sosyal klinikler de devletin vermediği ödenekler yüzünden yaygınlığı ve kalitesi azalan sağlık hizmetleri sağlanmaya çalışıldı. Gönüllü öğretmenlerin verdiği ücretsiz derslerle dershanelere gidemeyen yoksul çocukların eğitim alması sağlandı. Eylemciler çiftçilerden toptan aldıkları sebze ve meyveleri yoksul mahallelerde ucuza satarak iki tarafın da aracılardan kurtulmasını sağladılar, böylece çiftçiler daha yüksek bir fiyattan mallarını satarken, tüketiciler de daha düşük bir fiyattan alabiliyorlardı.
Bu alandaki en ilginç girişimlerden biri ise insanların emek zamanlarını birbirilerinin ihtiyacı olan hizmetler için değiş tokuş ettiği zaman bankalarıydı. Yukarıda sayılan girişimlerle de bağlantılı çalışan zaman bankaları sayesinde insanlar sundukları hizmet karşılığında başka bir mal veya hizmete ulaşabiliyorlardı. Yunan toplumunu bir güvenlik ağı gibi saran ve bütün ülkeye yayılan bu girişimler ekonomik krizin yıkıcı etkilerini bir nebze de olsa azalttı.
Bütün bu girişimlerde “hayırseverlik değil dayanışma” ilkesi vurgulanıyor, bir tarafın aldığı diğerinin ise verdiği ve sonuçta tahakküm üreten bir model yerine eşitler arası bir ilişki kurulmaya çalışıyordu. Ülke genelindeki bu tür girişimlerin sayısı yüzlerle ifade edilebiliyordu. SYRIZA’nın bu girişimlere katkısı – içinde zaten aktif olan üyelerini saymazsak– onların birbiriyle iletişime geçebileceği ve SYRIZA’nın maddi kaynaklarından yararlanabileceği bir ağ yaratmak oldu. “Herkes için dayanışma” adını alan bu ağa SYRIZA milletvekilleri maaşlarının bir kısmını bağışlıyorlardı. SYRIZA bu hareketlerin ülke genelindeki koordinatörü olma rolüne soyunmadı. Ağın amacı farklı girişimlerin birbirinden öğrenmesini sağlayabilmek, bu girişimlerden yararlanmak isteyenlerle onlara katılmak isteyenleri girişimlere yöneltebilmekti. Mayıs 2015’e gelindiğinde ağdaki girişimlerin sayısı 400’ü bulmuştu.7
SYRIZA’nın yükselişi ve dönüşümü
2011 yılındaki meydan hareketlerinin ardından gelen 2012’deki iki genel seçim, ülkedeki partilerin oy oranlarında kalıcı bir değişiklik olduğunu gösteriyordu. Daha önceki yıllarda toplam oyların büyük bir kısmını alan PASOK ve Yeni Demokrasi’nin oyları azalırken üç parti oylarını arttırdı; SYRIZA, faşist Altın Şafak ve Bağımsız Yunanlar (ANEL).
SYRIZA’nın yükselişi bir yandan kemer sıkma önlemlerine karşıtı hareketin düşüşe geçmesiyle diğer yandan da bu hareketin siyasal bir odağa yönelme ihtiyacını hissetmesiyle ilgiliydi. Pek çok eylemci açısından meydanları işgal etmek, grev veya gösteri yapmak bir sonuç vermiyordu. Ülkede bazıları 48 saat süren, onlarca genel greve gidilmiş, kimileri yüz binleri kapsayan eylemler yapılmıştı. Ancak seçimlerde bu hareketi yansıtabilecek bir odağa ihtiyaç vardı. SYRIZA’nın 2000’lerin başından beri sosyal hareketlere ve gençliğe yönelmesi, toplumsal hareketlerle dirsek teması içinde olması onun bu odak haline gelmesini sağladı.
Ancak burada toplumsal hareketlerin içindeki eylemcilerin kitlesel olarak partiye katıldığını, onun militanları haline geldiğini, Yunan solunun kendisini bir bütün olarak SYRIZA’da temsil ettiğini söylemek doğru olmaz. Eylemcilerin SYRIZA ile kurduğu ilişki çoğunlukla yalnızca oy vermekten ibaretti. Partinin üyeleri iki katına çıksa da -2012’de yapılan koalisyondan birleşik partiye dönüşme kongresinde yaklaşık 35.000’e çıkmıştı- PASOK veya Yeni Demokrasi’nin krizden önceki yüz binlerce üyesi ile kıyaslanabilecek bir tabanı yoktu. Parti sendikalarda geleneksel olarak zayıftı, partinin oylarındaki artış bu zayıflığı ancak sınırlı oranda etkilemişti.
SYRIZA özellikle 2012 yılından itibaren gençliğe, hareketlere, eylemcilere yönelik çağrılarını bir kenara bırakıp doğrudan “halka” seslenmeye başladı. Partinin ikili bir stratejisi vardı, artık protesto oylarına talip değildi, iktidara gelmek istiyordu ve seçmenlere kendisini iktidara getirmesi çağrısı yapıyordu. Parti, bu iktidarı “solun iktidarı” olarak formüle ediyor ve solun birliği temelinde oluşması gerektiğini söylüyordu. Dolayısıyla SYRIZA en azından söyleminde kendi soluyla bir işbirliğine açık olduğunu söylüyordu. Bu çağrı elbette asıl muhatabı olan KKE’den olumlu bir cevap almadı.
SYRIZA iktidara hazırlanırken bir yandan da devlete, ordu, yargı ve bürokrasiden oluşan devletin temel iskeletine güvenceler vermekle meşguldü. Daha önce PASOK’ta olan pek çok üst düzey siyasetçi SYRIZA’ya alındı. Koalisyon’dan partiye geçiş sürecinde genel başkanın yetkisi ve parti kurullarından özerkliği arttırıldı. Kısaca SYRIZA iktidara yaklaştıkça radikal söylemlerinden taviz vermeye, daha muğlâk konuşmaya başladı. Parti 2014 yılında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, oyların %26,5’unu alarak ilk kez Yunanistan’da en çok oyu alan parti oldu. SYRIZA 25 Ocak 2015’te yapılan seçimlerde ise oyların %36,3’ünü alarak birinci parti oldu. Parti 300 üyeli mecliste çoğunluğu sağlamayı 1 sandalye ile başaramadığı için sağcı ve kemer sıkma politikaları karşıtı Bağımsız Yunanlar (ANEL) partisi ile koalisyon yaptı.
SYRIZA’nın seçilmesi tüm dünyada kemer sıkma politikalarına karşı mücadele eden hareketlerde bir heyecan yarattı. Çipras PODEMOS lideri Pablo Iglesias ile birlikte seçim mitinglerine katılmış, ilk kez kesinti politikalarına karşı bir partinin iktidara gelecek olması Avrupa’daki diğer hareketlere de güç vermişti. Ancak SYRIZA’nın hedefi Troyka’nın dayattığı politikalardan radikal bir kopuş değil, borçlu kurum ve ülkelerle yapılacak görüşmelerle ülkenin borcunun yeniden ele alınmasıydı. Ancak SYRIZA’nın ve onun Maliye Bakanı Varufakis’in çok dar bir manevra alanı vardı. Yunanistan AB içindeki tek zor durumda olan ülke değildi. Pejoratif bir ifadeyle PIIGS diye anılan Portekiz, İtalya, İrlanda Yunanistan ve İspanya ekonomileri benzer risklerle karşı karşıyaydı ve daha önemlisi bu ülkelerde hem neoliberal politikalara hem de Avrupa Birliği’nin antidemokratik yapısına karşı benzer bir isyan mayalanmaktaydı. Dolayısıyla Yunanistan’ın ibret olması gerekiyordu, öyle de oldu.
Troyka yetkilerinin SYRIZA karşısındaki tavizsiz tavrının SYRIZA’nın alanını iyice daraltması Çipras’ın elindeki referandum kozunu da masaya yatırmasına neden oldu. 5 Temmuz 2015 referandumunda Yunan halkına Troyka’nın dayattığı şartları kabul edilip edilmediği soruldu, sonuç kimsenin tahmin etmediği oranda bir “Hayır” oyu oldu. Seçmenlerin %61’lik bir oranının hayır oyu vermesi Çipras’ı ve SYRIZA liderliğini de korkutmuş, kemer sıkma politikalarına karşı olan tepkinin SYRIZA’yı da aşması tehlikesi ortaya çıkmıştı. Ancak ne Çipras ne de SYRIZA yönetimi Avrupa’daki finansal kurumları karşısına alabilecek kişilerdi. SYRIZA’nın sol kanadından gelen tüm basınca rağmen Çipras referandumda reddedilen şartları kabul etti ve Troyka ile anlaşma yoluna gitti. Bu durum kemer sıkma hareketinde büyük bir moral bozukluğuna yol açtı. Partinin sol kanadı SYRIZA’dan ayrılırken, yanında gençlik örgütünün tamamını ve sendikal hareketin önemli bir kısmını götürdü. Ancak SYRIZA’nın sol kanadının oluşturduğu Laiki Enotita (Halkın Birliği) Çipras’ın yetkisini yenilemek için girdiği Eylül ayındaki seçimlerde oyların %2,9’unu alarak az farkla meclis dışında kaldı. Kemer sıkma politikalarının kaçınılmaz olduğunu anlatan Çipras ise %35,5 oyla yeniden seçildi.
SYRIZA’nın bu yolculuğu ve 2015 yılında Troyka’nın şantajına boyun eğmesi, partinin doğasından kaynaklanıyor. SYRIZA devrimci bir parti değildi. Partinin tabanıyla olan ilişkisi tabanın oy vermesine dayalı, pasif bir ilişkiydi. Parti birimlerinin yerel seçimlerde adaylarını belirleyebilmesi, AB seçimlerindeki adayların parti içinde referandumla belirlenmesi gibi özellikler bu durumu değiştirmiyordu. SYRIZA reformist bir partiydi ve kuruluşundaki Avrokomünist akımın, kurumları içeriden değiştirmek konusundaki boş umudunu koruyordu. Parti Avrupa Birliği’ne de bu şekilde yaklaştı ve Sol Avrupacılık olarak tanımladığı hattına bağlı kaldı. SYRIZA kapitalizmin sınırları içinde reformlar yapmaya çalıştı ama dünya hem ekonomik hem de siyasal olarak böylesi reformların bile “radikal” kaçtığı bir çağdaydı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere İşçi Partisi hükümetinin veya 1980’lerde PASOK’un yaptığına benzer reformlar veya Keynesyen uygulamalar 2008 finansal krizinin ardından mümkün değildi. Dolayısıyla SYRIZA seçimlerden önceki iddialarını yerine getirmekte başarısız oldu. SYRIZA’nın kendi açısından bakıldığında bu derece bir başarısızlıktan bahsetmek mümkün olmayabilir. SYRIZA hiçbir zaman Avro’dan çıkacağını söylememiş, derinlikli bir devrimci stratejisi olmamıştı.
Bugün SYRIZA bölgedeki en gerici güçlerle aynı fotoğraf içinde yer almaktan çekinmiyor. Çipras Mısır’da darbe yaparak iktidara yerleşen ve yüzlerce kişiyi katleden Sisi ile de, korsan devlet İsrail ile de anlaşma yapıyor. Kemer sıkma politikaları tüm hızıyla uygulanırken göstericiler polisin şiddetine uğramaya devam ediyor. Yunanistan’daki anketler bir sonraki genel seçimi sağcı Yeni Demokrasi partisinin kazanacağını gösteriyor. SYRIZA’nın tarihsel gelişiminden ders almak, sol reformizmin ne olduğunu ve olmadığını anlamak bu türden yapıların yükselişte olduğu dünyanın her yerinde önem taşıyor. Toplumsal hareketlerin yükseldiğinde ilk büyüyen yapılar olan bu partiler bir yandan egemenlere karşı koyanların öfkesinin bir ifadesi olurken diğer yandan bu öfkeyi dizginleyen ve düzen içi kanallara yönlendiren bir mekanizma işlevi görüyorlar. İşçi sınıfının eyleminin ve örgütlülüğünün bu türden mekanizmaları aşmasını sağlamak için SYRIZA ve benzerlerinin serüvenlerini ve çelişkilerini anlamak büyük önem taşıyor.
Dipnotlar:
1 The Guardian, https://www.theguardicom/world/live/2015/jan/25/greek-election-syriza-confident-of-victory-live-updates
2 “Greek Protester BURNS Syriza flag after Tsipras accepts bailout programme, https://www.youtube. com/watch?v=JxF0jTVPm1A
3 A. g. e., s. 21.
4 Diani, Maria Kousis “The Duality of Claims and Events: The Greek Campaign Against the Troika’s Memoranda and Austerity, 2010-2012, 2014, Mobilization 19 (4), s. 391
5 John Kelly, Kerstin Hamann “General Strikes in Western Europe, 1980-2008” European Regional Congress of the International Industrial Relations Association, Kopenhag, 2010
6 Mihalis Panayiotakis, “The Radical Left in Greece” 2015, Socialism and Democracy, 29:3, s. 36
7 http://www.stokokk i no .gr/deta i php? i d= 1000000000006818/Solidarity-for-All