Şenol Karakaş
Kapitalizmin tarihi rüşvet ve yolsuzlukların, mafyatik ilişkilerin de tarihidir aynı zamanda. 1990’lı yılların başında rüşvet skandalları neredeyse küresel bir vaka haline gelmiş ve küresel bir çürüme dünyanın dört bir yanını sarmıştı. Kapitalist üretimin doğası, meta üretimi, üretimin plansızlığı, artı-değer için birbirlerini ve işçi sınıfını acımasızca ezmeye, yok etmeye çalışan sermaye gruplarının devlet üzerinde bitmek bilmez kontrol savaşları, rüşvet ve mafyanın devreye girdiği gedikleri oluşturur. Rüşvet, yolsuzluk ve mafya ilişkileri, devletlerin derin dehlizlerinde bir kural olarak daima yaşam alanı bulur. Tek sorun, kriz anlarında, kapitalizmin sürekli bir parçası olan bu yozlaşmış ilişkilerin ortalığa saçılmak zorunda olmasıdır.
1990’lardaki yaygın rüşvet ve mafya ilişkileri, küreselleşme güzellemesi yapanlara inatmışçasına küresel ekonomik krizin derinleşmesinin sonucunda patlak verdi, daha da görünür olmaya başladı. Yoğun küreselleşme güzellemeleri, meta üretimine, bağımsız pazarlar için satılıp satılmayacağı belirsiz mallar üretilen bir ekonomik modele gömülü olan rüşvet-yolsuzluk-mafya olaylarında önlenemez artışı ve her gün bir yenisi yaşanan skandalları görünmez kılmayı başaramamıştı. Tersine, anlaşılmıştı ki küreselleşme rüşvetin ve yolsuzluğun küreselleşmesiydi en çok.
Fakat bu, rüşvet-mafya-yolsuzluk ve devlet ilişkisinin kapitalizme, hemen tüm hükümetlere özgü olması, Türkiye’de son bir aydır bir organize suç örgütü şefinin seri videolarında açığa çıkan çürümenin sıra dışı, özgün ve aşırı tehlikeli yanlarını görmeyi engellememeli. Burada olan, yepyeni bir olgudur.
Sedat Peker’in açıklamaları1, tek adam iktidarının mimarisinin kopmaz öğelerinin neler olduğunu gösteriyor.
Ekonomide, siyasette, cinayette mafya
Peker, ekonomide servetin el değiştirmesinde mafyanın rolünü açıkladı. Örnek, Mübariz Mansimov adlı birisinin otel ve marinasına Ağar ve “ortaklarının” el koyması. Öte yandan siyasi iktidarın – Peker’in iktidar lehine düzenlediği seçim mitinglerinde olduğu gibi – şimdi suçlu diye aranan bu adamın ve onun örgütünün faaliyetini kolaylaştırdığını ortaya serdi. Buna örnek, bu adama devletin yurt içi ve yurt dışı gezilerinde korumalık yapmasıydı. Başka bir facia ise Peker’in bir kadın cinayetine siyasilerin ve bir önceki siyasal dönemin, üstelik Susurluk çetesinin ağır abilerinden birinin adının karıştığını açıklamasıdır. Peker’in videoları, iktidarı eleştirdiği için bir siyasetçinin dövülmesini, gazetecilerin (Ahmet Hakan ve Levent Gültekin) dövülmesini açık açık teşhir ediyor, itiraf ediyor. Bu, mafyanın başka bir yanına, sokaklarda güç gösterisi yaparak muhalefete korku salınması için kullanılması özelliğine de işaret ediyor.
Burada orijinal olan, bu apaçık skandala rağmen, üç haftadır ne bir istifanın yaşanmış olması ne de buna yönelik bir işaret verilmesi. İktidar açısından sanki böyle bir gelişme yok. İktidarın İçişleri Bakanı açısından böyle bir gelişme var, zira Süleyman Soylu, bir televizyon programında izleyenlerin aralarında utanma duygusu taşıyan çoğunluğun yüzünü kızartacak ifadeler kullanarak Peker’le laf dalaşına girdi. Fakat ortada bir çete lideri tarafından ifşa edilen ve herkesin uzun süredir bildiği ama hakkında çok konuşmamayı tercih ettiği gerçekler konusunda ne bir Meclis soruşturması ne de bir yasal süreç var. Yasalara benzeyen tek süreç İçişleri Bakanı’nın kendisi hakkında soruşturma başlatılması için suç duyurusunda bulunması. Bir de, bir gazetecinin kendisiyle Peker arasında bağlantı kurduğunun ifşa edilmesinden sonra, bu gazeteci hakkında “terör örgütüne üye olmadan yardımcı olmak” kapsamında soruşturma başlatılması.
Unutmadan, yasal olan bir başka adım da bizzat Peker hakkında soruşturmanın olması. 2018’de AKP için oy isteyen bu adam şimdi organize suç örgütü lideri olduğu için arananlar listesinde. Sanki 2018 seçim kampanyası bitmiş, bu adam hepimizin oluk oluk kanını akıtma tehditlerini yaptıktan bir süre sonra organize işlere bulaşmış gibi davranılıyor.
Peker’in ifşaatlarına ve bunların iktidar çevrelerince reddedilmemiş olmasına rağmen (Ağar, yat limanıyla ilgili ifşayı, “beni buraya deneyimimden faydalanmak için yönetici olarak çağırdılar” benzeri açıklamasıyla seri videolarda söylenenleri kabullenmiş oldu) iktidarın ıslık çalması, toplumsal muhalefetin üzerinde dikkatle durması gereken bir orijinalliktir. Bu, iktidarın seri ölüm perendesi2 atma konusunda bir karara vardığı anlamına gelebilir.
Davasızlık
İktidar açısından ve AKP tarihi açısından yaşananların hem bir anlamı hem de bir sonucu var ve olacak. Anlamı şurada: Bu parti, çok uzun bir süredir, artık bir dava partisi değil. Hiçbir burjuva partisi bir dava partisi değildir; bu partiler çıkışlarında, zorunlu olarak bir davayı dile getirirler, bir mağduriyete ya da mağduriyet zincirine karşı politikaları savunurlar. Canlı bir parti olmanın, kitlesel destek bulabilmenin yolu budur ama her burjuva partisi aynı zamanda bir çıkar şebekesidir. Çeşitli çıkarlara sahip insanların ve grupların o partinin iktidar olma ihtimaline göre içinde kümelendiği yapılardır. Yükselen, bu açıdan iktidara doğru yol alan, özetle iktidar nimetlerini dilediği gibi paylaştırma yeteneğini taşıyacağı görülen partilere, ışığa uçuşan sinekler gibi uçuşan irili ufaklı çıkar odakları yapışır. AKP, son yirmi yıldır Türkiye’de ekonomik kaynakları nasıl paylaştıracağı konusunda siyasal karar alan asli merkez rolünde. Fakir fukaranın sesi, başörtüsü mağduru kadınların sözcüsü, mağdurların taleplerinin savunucusu olmak gibi iddiaları geride bırakalı, bir mağduriyet edebiyatını belagatle kullanarak oy toplama ve kitlesel bağlar kurma şansını kaybedeli çok oldu. AKP büyüyüp merkeze çöreklendikçe, çıkar odakları da AKP’de daha sağlam konumlar elde etme peşine düştüler. 15 Temmuz girişimi sonrası devlet iktidarının tek bir kişinin ellerinde toparlanması sürecinin düğmesine basılması ise, partinin ileri kadrolarının bütününe yanaşmanın hiçbir anlam taşımadığı yeni bir iklim yarattı. Kaynakların, üstelik küresel ekonominin dinamiklerine bağlı olarak daha rahat dağıtılabildiği ve bu paylaştırmanın nispeten kolektif bir tarzda yapılabildiği koşullardan, kaynakların dağıtımına tek bir kişinin karar verdiği ve üstelik sert bir kaynak krizinin yaşandığı koşullara gelindiğinde, davadan geriye kalanın, “dava” diye sürekli yüksek sesle bağırmak, içeride ve dışarıda sürekli düşman aramak anlamına gelen, gerçekçi hiçbir temeli olmayan bir beka kaygısı anlatısı olduğu görüldü.
Artık her gün yeni bir örneğini gördüğümüz apaçık yolsuzluklar serisinin yaşanmasından daha önemlisi, bu karmaşık yolsuzluk süreçlerinin arka arkaya gündeme gelmesinin de nedeni olan, “dava”dan geriye kalanın, devlet üzerinden dağıtılan kaynakların daralmasıdır. Ticaret Bakanının, kendi şirketinden kendi bakanlığına mal satma arzusunu gemleyememesini açıklamak, tersi durumda mümkün değildir. Durum, ahlaki bir noksanlıkla açıklanamaz. Durumun açıklaması, çıkar şebekeleri açısından bir alışkanlık haline gelen davranış tarzının, liderlik etrafında kümelenerek kaynaklara el koyma geleneğinin, kaynaklardaki sert düşüşe rağmen aynı şekilde sürdürülmesidir. Bu mekanizma tüm kapitalist devlet işleyişinin kuralı olmasına rağmen, Türk usulü başkanlık rejimi bu yapıya daha önce eşi benzeri görülmemiş bir “ilginçlik” katıyor.
Her şey vatandaşların gözü önünde yaşanıyor ve her gün sayısız örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Çeşitli bankalar kurup kaçanlar, kripto para şirketleri kurup kaçanlar, “pudra şekeri” çekerken görüntüsü sosyal medyaya düşenler, içki Covid-19 kısıtlanması bahanesiyle yasaklanmışken otellerinde içkili partiler yapanlar, çeşitli düzeylerde dolandırıcılık yapanların çeşitli siyasilerle fotoğraflarının boy boy paylaşılması, aynı siyasi parti kadrosunun birden fazla göreve atanıp inanılmaz maaşlar ve bir de “huzur hakkı” diye, bir insanın cebinde taşıdığında, çokluğu nedeniyle huzurunu kaçıracak olan aşırılıkta ödenekler alması… O kadar çok örnek var ki. Aynı inşaat şirketlerine sürekli olarak otoyol ve inşaat ihalelerinin verilmesi, büyük ihaleyi alan şirketlerin daha küçük olan taşeronları öne çekmesi, bütün bu ihale kurallarının sürekli değiştirilmesi, insanların gözüne soka soka doğal güzelliklerin aynı firmalar kâr etsin diye tarumar edilmesi, 80 bin kişinin yaşadığı bir yere 2 milyon yolcu devlet garantili havaalanı yapılması… Liste sonsuza kadar uzatılabilir. Bu listenin, bu kadar sert bir yoksulluğun yaşandığı bir ülkede “artık yeter!” diye, bizzat siyasi iktidarca durdurulamamasının nedeni, “dava”nın yerini basit muhasebenin almış olmasıdır.
Mafyanın özgün karakteri
Bu koşullar, mafyaya özgün bir işleyiş alanı açıyor. Bürokrasi, her sürecin, güvenlikten yargıya, dış politikadan askeri yapıya, ekonomik kararlardan asayiş işlerine, sanat dünyasından belediye hizmetlerine, hatta halk ekmek büfelerinin kaderine karar vermek gibi işlere varıncaya kadar, tek merkezden yönetilmeye çalışılmasının sonucunda, yönetilemez hâle gelmiş vaziyette. Liderlik merkezi bu konuda açıklama yapana kadar, güneşin her gün doğduğu konusunda haber yapma gücünü bile kaybetmiş bir basın olgusu ne demek istediğimi çok iyi resmediyor. Bu memlekette bir bakan istifa etti ama basın, bu bakanın istifa edip etmediğini, tam bir gün boyunca, Cumhurbaşkanlığı merkezi açıklama yapana kadar haber yapamadı. Bu, bürokrasinin her kademesinde benzer bir kilitlenmeyi yaratıyor. Anlık kararlar genel stratejinin yerine, bir partinin seçim propagandasının ihtiyaçları devletin genel işleyişinin yerine geçirilebiliyor. Bu sonuncusunun en iyi örneği, 128 milyar dolar tartışmasıdır. Seçim sürecinde iktidarın dolar kurunu baskılamak için Merkez Bankası’nın dolarlarını sattığı, artık gizlenemez bir gerçeklik.
İşte bu alan, bürokrasideki bu paralize olma durumu iki tür yasadışılığın “olağan rüşvet mekanizmalarından” bağımsız olarak devreye girmesine neden oluyor.
Birincisi, liderliğe yakın olduğu iddiasıyla, hatta birilerinin bilgisi dahilinde olduğu iddiasıyla, bürokratik kademelerde iş yaptırılıyor. Diğeri ise şudur; bütün bu işleyiş, bağımsız bir denetim yapısını ortadan kaldırdığı ve siyasetin odağındaki bir ya da birkaç figür karar verene kadar cezalandırmanın dışında kaldığı için, mahalle çapında minik mafyatik yapılardan daha geniş, eski dönemlerin mafya örgütlenmelerine kadar çeşitli yapılanmalar sahada cirit atmaya başlıyor.
Son olarak, içinden 28 Şubat darbesinin fışkırdığı 1990’lı yılların vesayetçi karanlık döneminin Susurluk’ta karakterize olan tüm figürleri bir yerli-milli sürecin destekçisi, hemen hemen kopmaz parçası durumundalar. Alaattin Çakıcı – gazeteciler, siyasiler, belediye başkanları cezaevindeyken – çıkartılan bir aftan faydalanarak serbest kaldı. Osman Kavala gibi isimler hapisteyken Çakıcı gibi insanların serbest kalması, bu isimlerin işlevini de gösteriyor. Çakıcı, ağzını bozarak her istediği muhalefet liderine küfürlerle dolu mektuplar yazabiliyor.3
Bu, dönemin özgün mafya-siyaset-rüşvet ilişkilerinin hangi zeminde geliştiğini gösteriyor.
Kriz üstüne kriz
Bu çürümüş ilişkiler devletin işleyişinde etkin oldukça, iktidar, yönetimin her alanında derin krizler yaşıyor. Pandeminin idaresinde, ekonominin idaresinde, yargı alanında, siyasal hayatta sürekli kriz üreten bir sistem var. Özellikle bir işçi sınıfı ve yoksul hastalığı halini alan Covid-19 salgınının ve ekonomik krizin maliyetinin yüklendiği yoksulların hayatının çekilmez hale gelmesi, açlığın ve gelir adaletsizliğinin şiddetlenerek artması krizin işçi sınıfını vurma şiddetini gösteriyor.
İktidar, Merkez Bankasının 128 milyar dolarını ve ihtiyat akçelerini buharlaştırdıktan sonra yeni kaynak arayışı derdine düştü. Kaynak arayışlarını sürdüren AKP Hükümeti, halkın cebine bile göz dikti. İki gün önce esnafa açıklanan mini paket sonrası, daha açıklamanın mürekkebi kurumadan çok daha büyük bir parayı esnafın ve halkın cebinden geri almaya karar verdi. Bir gece yarısı kararnamesi ile akaryakıttan alınan ÖTV oranları artırıldı. Benzin, motorin ve LPG ile bazı akaryakıt ürünlerinden alınan özel tüketim vergisi yüzde 54, yüzde 78 ve yüzde 189 oranlarında yükseltildi. Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre benzinden alınan ÖTV yüzde 54 zamlanarak litre başına 1.33 TL’ye yükseltilirken motorin ve LPG’deki ÖTV zammı sırasıyla yüzde 78 ve yüzde 188 oldu. Düzenleme sonrası benzinde 55, motorinde 67, LPG de 35 kuruş pompa fiyatlarına yansıyacak şekilde zam yapıldı. Hükümet 2021 yılında akaryakıttan 75 milyar lira ÖTV geliri elde etmeyi planlıyordu, yapılan bu zamlarla bu miktarın 20 milyar lira daha artırılması sağlanmış olacak.4
Eliyle verirken kamyonla geri almasına rağmen o anki o minicik destek paketini, esnafların, işçilerin, yoksulların hayatında hemen hiçbir anlamı olmayan yardımı, insanların yardıma muhtaç olmasını belirginleştirerek, şaşaalı bir şekilde duyurmak, başlı başına bir kriz kaynağıdır. 4.5 milyar verip, 20 milyar almakla nasıl övünülebilir?
Bu sistem bununla övünmek için kurulmuş bir sistem çünkü. Bu sistemde ezilenler lehine kararlar alınması mümkün değil. Üstelik unutmamak gerekir ki bu yapı bir koalisyondur. Her bir bileşeninin bir diğerine ölümüne bağlı olduğu bir koalisyon hem de, gerçek bir “mecburlar koalisyonu.” Bu koalisyonun içinde, faşist hareket bütünüyle etkin. Bir dizi gelişmedeki kurumsal yapının çökertilmesinde bu partinin rolü çok açık. Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını isteyen, doktor örgütlenmelerinin kapatılmasını isteyen, HDP’nin hem de bir daha açılmamak üzere kapatılmasını isteyen ve aynı zamanda Çakıcı’nın tahliyesi için aylarca kulis yapan parti, bu parti.
Hem başkanlık rejiminin hem de “mecburlar koalisyonu”nun karakterine dair iki sene önce şu noktanın altını çizmeye çalışmıştım:
Sorunun kökeninde, yöneticilerin, ilk başta bilerek keskinleştirdikleri kutuplaştırmacı siyaset ve uygulamaların, giderek bağımsız bir dinamik kazanması ve durdurulamaz hale gelmesi yatıyor.
Bir yandan kutuplaştırıcı siyaset ve uygulamalar diğer yandan öfkeyi biriktiren uygulamalar, politikalar ve açıklamalar çok hızla geldi ve kendi sınırlarına dayandı. 31 Mart yerel seçimleri ve 23 Haziran İstanbul yeniden seçimi bu sınırları gösterdi. Önümüzdeki dönemi, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin doğasından kaynaklanan bir şekilde, AKP siyasal iktidarın merkezileşmesinin bedeli olarak çözülürken, öfkenin toplumun geniş kesimlerinde birikmesi karakterize edecek.5
Önümüzdeki dönem, bu çürümenin yansıması olan Pekcan ve Peker skandalları gibi çok sayıda skandala tanık olacağımız, her seferinde öfkemizi burnumuzdan soluyacağımız ama kitlelerin dikkatini odaklayacağımız mücadele tarzı konusunda netleşmezsek, sonuçları muhalefetin hiçbir bileşeni açısından hayırlı olmayacak bir süreci yaşarız. İktidar, ateşe değen kar gibi olmasa da eriyor. Türkiye’nin Raporu anket şirketinin Mayıs ayı anket sonuçları, kararsızlar dağıtılmadan AKP ve MHP’nin oy toplamının yüzde 32,3, CHP-İYİP-HDP ve Deva Partisi’nin kararsızlar dağıtılmadan oy oranının toplam 42,5 olduğunu gösteriyor. Kararsızlar dağıtıldığında ise AKP-MHP’nin toplam oyu yüzde 42,5’a, muhalefetin ise yüzde 54,5’e çıktığını gösteriyor.
Aynı şekilde Metropol Araştırma Şirketi’nin cumhurbaşkanlığı yarışıyla ilgili sonuçları da ilginç. “Cumhurbaşkanlığı adayları aşağıdaki gibi olursa aşağıdaki adaylardan hangisine oy verirsiniz?” sorusuna şu yanıtlar verilmiş:
Erdoğan yüzde 38,8-Ekrem İmamoğlu yüzde 49,7.
Erdoğan yüzde 37,5-Mansur Yavaş yüzde 49,4.
Erdoğan yüzde 38,5-Meral Akşener yüzde 42,5.
Kılıçdaroğlu dışında hemen her aday Erdoğan’a dramatik bir fark atıyor bu anket sonuçlarına göre.
Bu ise muhalefet saflarında seçimci, seçimlerin dışında, demokratik, aşağıdan örgütlenen hiçbir mücadele yönteminin konuşulmadığı, tartışılamadığı, akla getirilmesinin bile yasak olduğu bir iklim yaratıyor.
Oysa toplumsal tepki büyüyor. Bu toplumda tepkili olmayan hemen hemen hiç kimse yok.
Toplumun derinlerinde biriken öfke çok büyük. Herkesin gördüğü bir öfke bu. İktidar çevreleri, her gelişmeyi, biraz da komplo teorilerini güçlendirmek için “sokak eylemlerine dikkat!” diyerek ele alırken, bu tam tanımlayamadıkları öfkeyi hissettiklerini gösteriyorlar. Sadece hissetmek yerine anlamış olsalar, açlık sınırının altında yaşayan yüzbinlerce insanı gerçekten görebilseler, ucuz ekmek satışını engellemenin, üzerinde yükseldikleri kitle tabanını imha etmek anlamına geldiğini de görebilirlerdi. Bu iktidarın bir seçim kazanma şansı hemen hemen hiç kalmamış vaziyette. Şimdiden herkes bu iktidar sonrasının hesaplarını yapıyor.
Burada devreye iki hata giriyor. Muhalefet bileşenlerinin, gerçekçi, toplumsal öfkeyi birleştiren ve işçi sınıfının harekete geçme yeteneğini artıran adımları atmadan, bir seçim galibiyetini kesin olarak görmesi. İktidarın taban kaybetmesi, bu kitlelerin demokratik, sol, sosyalist çevrelerin etrafında birleşmesi anlamına gelmiyor.
İkinci hata ise 24 Nisan 1915 tartışmalarının gösterdiği gibi, muhalefetin ezici çoğunluğunun zaman zaman iktidardan daha yerli, daha milli olduğunun görülmemesi.6
Önümüzdeki dönemi, sol muhalefetin bu iki hatayı aşıp aşamayacağı ve örgütlü işçi sınıfının tüm ezilenleri peşinden sürükleyerek siyasal gelişmelere damgasını basıp basamayacağı belirleyecek.
Kaynakça
Görmüş, Alper, “Sedat Peker’e karşı ‘ama o da…’ itirazı”, Sebestiyet, https://serbestiyet.com/featured/pekere-karsi-ama-o-da-itirazi-59982/
Karakaş, Şenol, 2019, “AKP Çözülürken…”, Enternasyonal Sosyalizm, 5. sayı, sf. 5-6.
Evrense, 2021, https://www.evrensel.net/haber/419062/suc-orgutu-lideri-alaattin-cakici-kemal-kilicdaroglunu-tehdit-etti-durzu-dedi
Markaist.org, 2021
Marksist.org, 2021, Zamlar Yağmur Gibi Yağıyor, https://marksist.org/icerik/Haber/16055/Zamlar-yagmur-gibi-yagiyor
Evrensel, 2021, https://www.evrensel.net/haber/429497/kilicdaroglunu-mektupla-tehdit-eden-alaattin-cakici-yargilanmaya-basladi
Sosyalist İşçi, 2021, 26. sayı.
- Görmüş, Alper, “Sedat Peker’e karşı ‘ama o da…’ itirazı”, Sebestiyet, https://serbestiyet.com/featured/pekere-karsi-ama-o-da-itirazi-59982/
- Karakaş, Şenol, 2019, “AKP Çözülürken…”, Enternasyonal Sosyalizm, 5. sayı, sf. 5-6.
- Evrense, 2021, https://www.evrensel.net/haber/419062/suc-orgutu-lideri-alaattin-cakici-kemal-kilicdaroglunu-tehdit-etti-durzu-dedi
- Markaist.org, 2021
- Marksist.org, 2021, Zamlar Yağmur Gibi Yağıyor, https://marksist.org/icerik/Haber/16055/Zamlar-yagmur-gibi-yagiyor
- Evrensel, 2021, https://www.evrensel.net/haber/429497/kilicdaroglunu-mektupla-tehdit-eden-alaattin-cakici-yargilanmaya-basladi
- Sosyalist İşçi, 2021, 26. sayı.