Kültür savaşları: Marksist bir analiz

Judy Cox

Batı medeniyeti bir iç düşman tehdidi altında mı?1 “Uyanmış” [woke] öğretmenlerin teşvik ettiği ve tofu yiyen akademisyenlerin şımarttığı, üzerine titrenen ve aşırı liberal okullarda ve üniversitelerde beslenen bir düşman? “‘Uyanmış’, bir hakaretten daha fazlasıdır, özgürlüğümüze yönelik bir tehdittir.” diyen The Telegraph böyle düşünüyor.2 “Batı medeniyetine karşı uyanmışlık haçlı seferi”nden yakınan devrimci dönek kültür savaşçısı Frank Furedi de böyle düşünüyor.3 Uyanmış solcular Batı yaşamının temellerini sarsıyor ve bu da elbette Britanya’yı ebedi düşmanları karşısında savunmasız bırakıyor. Against Decolonisation: Campus Culture Wars and the Decline of the West [Dekolonizasyona Karşı: Kampüs Kültür Savaşları ve Batı’nın Çöküşü] kitabının yazarı Doug Stokes, “uyanmış kimlik siyasetinin” Batı’nın güven ve otoritesinin altını oyduğunu iddia ediyor.4 Tam da dünya yeni bir büyük güç rekabeti çağına girerken Rusya ve Çin, Batı’nın kendi başarılarını, geleneklerini ve değerlerini gösterişli bir şekilde inkar ettiğini fark etti.5

Yönetici sınıfın liberal kesimine göre, bunun bu şekilde olmaması gerekiyordu. 1990’larda küreselleşme, uluslararası çatışmalara ve aralıksız savaşlara bir alternatif olarak görülüyor, sonsuz ekonomik büyüme ve daha fazla kişisel özgürlük vaat ediyordu. Bill Clinton, Tony Blair ve onların müritleri, ekonomik neoliberalizmi eski sol-sağ bölünmelerini bitirme vaadiyle birleştiren kendi Üçüncü Yol haritalarını çizmişti. Üçüncü Yol’un temel unsurlarından biri, toplumun, geleneksel ırk ve cinsiyet hiyerarşilerini yeniden üretmek yerine, bireyleri kapasitelerine göre ödüllendirecek şekilde yeniden biçimlendirme fikriydi. Ancak küreselleşmenin barış ve refah, “ırkçılık sonrası” ve “feminizm sonrası” eşitlik vaatlerinin, çoklu krizler, yoğunlaşan eşitsizlikler, acımasız savaşlar ve yeni sağın yükselişiyle sarsılan bir distopya olduğu ortaya çıktı.

Seçmenlerine sunacak gerçek bir şeyleri olmayan siyasetçiler, ultra düşük emisyon bölgeleri, zamirler, Kraliyet Ulusal Cankurtaran Enstitüsü ve National Trust’ın vegan çörekleri üzerine performans “savaşları” başlatarak öfkenin hedefini saptırmakta ustalaştılar. Bu liste daha da uzatılabilir. Kültür savaşları, birbiri ardına gelen sol, merkez ve sağ hükümetlerin, seçmenlerinin ihtiyaçlarını karşılamadaki başarısızlıklarının marazi belirtileridir. Kültür savaşlarına dahil edilen konular sürekli olarak değişse de İngiliz siyaset yorumcuları, siyasetçilerin başka partilerin seçmenlerini kendilerine kazandırabileceğini düşündükleri  “temel meseleler” olarak adlandırdıkları konuları tanımladılar. Bu temel meseleler arasında İngiliz milliyetçiliğinin ve monarşinin kutlanması, geleneksel ailenin savunulması, İslamofobinin körüklenmesi ve mültecilerin günah keçisi ilan edilmesi yer alıyor. Yine de bu temel meselelerin desteklenmesi, seçimde başarılı olunacağını garanti etmiyor. Polonya ve Brezilya’da iktidardaki sağ partiler, kendi seçmenleri tarafından reddedildi (ve muhtemelen yakında İngiltere’de de öyle olacak).6* Bununla birlikte sağ, sisteme karşı öfkeyi dillendirme ve bunu yeni siyasi hareketlere dönüştürme konusunda soldan genel olarak daha başarılı oldu.

Sağcı siyasetçiler hoşnutsuzluğun yöneldiği istikameti değiştirmek için her zaman günah keçileri kullanmışlardır. Eski İngiliz İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın sığınmacı istilası konuşması, uzun süredir var olan ve Enoch Powell’ın meşhur “kan nehirleri” konuşmasına kadar uzanan bir tehdit ve şiddet retoriğine işaret ediyordu.7 Daha geniş bir kültür savaşı fikrini ortaya atarak ırkçıları, toplumsal cinsiyet karşıtı aktivistlerini ve iklim değişikliği inkarcılarını bir “zoraki sosyal anlatı”nın arkasında birleştirerek dinî ve siyasi muhafazakarlardan oluşan koalisyonlar kurabilirler.8 Judith Butler, Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumsal cinsiyet fikrinin, gittikçe artmakta olan ahlaki paniği ifade eden bir “fantasma” haline gelişinden bahseder.9 Yaşam tarzımız tehdit altındaysa, onu savunmak için bir araya gelir ve örgütleniriz. Düşüncelerini The Daily Mail’de ilan eden Dominic Sandbrook’a göre, “Kültür savaşı, savaşmamız gereken bir savaştır!”.10 Toplumu sarsan çoklu krizler derinleştikçe ve uzadıkça kültür savaşları da daha yoğun ve şiddetli bir hâl alıyor. Siyasi merkez zemin parçalanırken, kültür savaşçıları bundan yararlanan taraf olmakta daha kararlı hâle geliyor.

Kültür savaşları: kısa bir tarihçe

Sosyolog Irene Taviss Thompson, kültür savaşları diye bir şey olmadığını, sadece eski tartışmaların yeni biçimlerinin olduğunu savunur. Bunda da doğruluk payı vardır. Günümüzün kültür savaşları, 1960’lardaki büyük isyanlarla elde edilen kazanımların geri alınması için siyaset kurumu tarafından yürütülen onlarca yıllık bir savaşın en son muharebesi olarak görülebilir.11 ABD kültür savaşları tarihiyle ilgili A War for the Soul of America [Amerika’nın Ruhu İçin Bir Savaş] kitabında Andrew Hartman, bu yangının fitilini ateşleyen şeyin, yaklaşık 3 milyon Vietnamlıyla birlikte – genç, işçi sınıfından ve orantısız bir şekilde siyah – 57.000 ABD’linin öldüğü Vietnam Savaşı olduğunu savunur.12 1960’ların sonlarındaki isyanlar, kölelik, Jim Crow, ayrımcılık, ırkçılık ve dayatılan toplumsal cinsiyet ve cinsel normlar tarihi tarafından körüklendi. Kent ayaklanmaları ve öğrenci isyanları, Malcolm X’in ifadesiyle, kendisi için “Amerikan rüyası, bir Amerikan kabusu” olanlara bir ses verdi.13

Stalinist mirasından kurtulan yeni bir sol, Che Guevara ve Frantz Fanon gibi şahsiyetlere odaklanan, itaatsizliğe, kimliğin geçerliliğine ve küresel dayanışmaya dayalı yeni devrim fikirleri geliştirdi.14 Protestoların büyük ideolojik etkisi akademiye de sıçradı. 1968’de San Fransisco Devlet Üniversitesi’ndeki siyah öğrencilerin altı aylık boykotu ilk Siyah Çalışmaları bölümünün kurulmasını sağladı. Ertesi yıl Stonewall ayaklanmaları patlak verdi, Gey Kurtuluş Cephesi kuruldu ve Carol Hanisch ilk kez “Özel Olan Politiktir!” sloganını ortaya atarak toplumsal cinsiyetin doğal değil, inşa edilmiş olduğu ve bu nedenle de bozulamayacağı şeklindeki devrimci fikri öne çıkardı.15 Yeni sol, Malcolm X tarafından tüm toplumun “beyin yıkamadan kurtarılması” şeklinde adlandırılan bir proje olarak, ABD kültürünün tüm boyutlarını dönüştürmeye çalıştı.16

Bu “beyin yıkamadan kurtarılma”ya müesses nizam tarafından karşı çıkıldı. Cumhuriyetçi Richard Nixon, 1972 başkanlık seçimlerini ABD’ye olan inancı yenileme ve çocuklara tarihlerinden utanmalarının öğretilmesine son verme vaadiyle kazandı.17 Nixon’ın danışmanı Daniel Moynihan, o tarihten yedi yıl önce, siyah toplulukların “aile değerleri” olmadığı için yoksullaştığını iddia ederek kötü bir şöhret edinmişti.18 1970’e gelindiğinde Moynihan, “neredeyse tüm bilgi aktarımı ve kanaat oluşturma kanallarına hakim olan düşman kültüre” karşı kendi savaşını formüle ediyordu.19 Nixon’ın kayıp bir ulusal gurura duyduğu özlem ve Moynihan’ın yapısal eşitsizliği mazur göstermek için ırkçı mecazlara başvurması, bugün Fox TV ve GB News’in kurgularında yeniden görülebilir. Kültür savaşçıları iklim değişikliği laflarını küçümseyebilir, fakat eski malzemeleri geri dönüştürme konusunda kesinlikle mahirdirler.

1991’den sonra, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki devlet kapitalisti rejimlerin çöküşüyle birlikte ABD müesses nizamının dış düşmanları yenilgiye uğramış gibi görünüyordu. Kültür savaşı fikri, geleneksel sınıf çatışması ve sol-sağ karşıtlığı kavramlarının yerine ahlak ve din siyasetine dayalı savaşları koyarak siyasetteki bu değişimi tescil etti. “Kültür savaşı” ifadesi 19. yüzyıldan beri birkaç farklı şekilde kullanımdaydı. Ancak, terimin çağdaş çağrışımlarıyla yeniden kullanıma girmesi 1990’ların başında, örneğin James Davidson Hunter’ın oldukça etkili Culture Wars: The Struggle to Define America [Kültür Savaşları: Amerika’yı Tanımlama Mücadelesi] (Basic Books, 1991) adlı kitabının yayınlanmasıyla oldu. Böylece George H. W. Bush’un 1992’deki başkanlık seçimi kampanyası, “nasıl bir ulus olacağımız konusunda Soğuk Savaş kadar kritik öneme sahip” olarak değerlendirilen bir “kültür savaşı” yürütmenin gerekliliğine odaklanıyordu.20

Yeniden canlanan sağ, “Amerikan olmayan” popüler kültüre odaklanarak birleşti. 1992 yılında Los Angeles’ta, Rodney King adlı bir siyah erkeği döverken görüntülenen Los Angeles Polis Departmanı mensupları hepsi beyazlardan oluşan bir jüri tarafından beraat ettirildiğinde bir ayaklanma patlak verdi. Ayaklanmalarda en az 63 kişi öldü, 12.000 kişi tutuklandı ve yaklaşık 1 milyar dolarlık maddi hasar meydana geldi. Cumhuriyetçi başkan adayı Pat Buchanan, isyanların “İncil ve On Emir’in uzun zaman önce kovulduğu devlet okullarından kaynaklandığı” açıklamasını yaptı. Ona göre, “Rap müzik tarafından aleni şehvet ve polis öldürmenin yüceltildiği rock konserlerinden çıktı. Uzun zaman önce kendilerini sosyal faaliyetlere adayan kiliselerden çıktı ve hiç var olmayan ailelerden çıktı”.21 Buchanan’ın ayaklanmalara ilişkin açıklaması her zmaanki kültür savaşları mecazlarını sıkıca bir araya getiriyordu: Solcu okullar, ailenin çöküşü ve elbette toplum için büyük tehdit olan rap müzik.

Suç sorunu ve uyuşturucuyla savaşın, artan devlet ırkçılığı, gözetleme ve hapsetmenin üstü örtülü gerekçeleri hâline gelmesiyle birlikte ırkçılık George H. W. Bush’un başkanlığına temel oluşturdu. Bu ırkçı gündem, Charles Murray’in, refah sisteminin siyah ABD vatandaşlarına ayrıcalık tanıdığını iddia eden Losing Ground: American Social Policy [Zemin Kaybetmek: Amerikan Sosyal Politikası] (Basic Books, 1984) ve siyahların sözde düşük bilişsel yetenekleri nedeniyle yoksulluğa mahkum olduğunu savunan The Bell Curve: Intelligence and Class Structure in American Life [Çan Eğrisi: Amerikan Yaşamında Zeka ve Sınıfsal Yapı] (Free Press, 1994) adlı kitaplarının da aralarında bulunduğu sözde akademik çalışmalara da yansıdı. Irkçılık, birbiri ardına gelen ABD’li siyasetçiler tarafından başarılı bir şekilde seferber edildi.22 21. yüzyılın başlarında, sözde Terörle Mücadele, İslamofobinin artmasına ve Müslümanların hem iç hem de dış tehdit olarak nitelenmeye başlamasına ortam hazırladı.

Ancak kültür savaşları sadece eski ırkçılığın hortlatılması ya da 1960’lardan bu yana kazanılan özgürlüklerin geri alınması girişimlerinden ibaret değil. Donald Trump’ın 2016’daki başarılı başkanlık kampanyası sırasında ortaya çıkan meşhur ABD Alternatif Sağı, ilham kaynağı olarak Pat Buchanan’a dönerken aynı zamanda sosyal medyada bir araya gelen yeni sağcı toplulukları da seferber etti. Yükselen Alt-Sağ, kendini serbest piyasalara tapan ve zamanları dolmuş olan “müesses muhafazakarlar” (“Republicans In Name Only” [Sözde Cumhuriyetçiler] veya “RINOS” olarak da bilinir) ve “kendi” kültürlerini “gerici soldaki dik kafalı düşmanlarından” korumaya çalışan “doğal muhafazakarlar” arasındaki ayrıma dayanıyordu.23 Trump’ın 2016’daki zaferi, “Batı Avrupa ve Amerikan yaşam tarzının daha güçlü bir şekilde korunmasına yönelik tabandan gelen bir arzunun” varlığını gösterdi.24

Bu “güçlü koruma”, resmi politikadan daha tehlikeli bir şeye işaret ediyordu. Ronald Reagan, Margaret Thatcher ve Bush’lar tarafından yürütülen kültür savaşları, seçim zaferlerinin kazanılmasını ve hükümetin “normal” işlerinin, yani emperyalist savaşların yürütülmesini ve işçi sınıfından insanların yaşam standartlarına saldırıların kolaylaştırılmasını kapsıyordu. Günümüzde kültür savaşları, seçimleri kazanmak için uzun süredir devam eden muhafazakar söylemi yoğunlaştırırken, aynı zamanda Trump destekçilerinin 6 Ocak 2021’de Washington DC’deki Kongre Binası’nda sahnelediği başarısız ayaklanma gibi parlamento dışı eylemler yapmaya istekli hareketleri başlatmak için de kullanılıyor. Kültür savaşlarının, tüm ilerici hareketleri ezmek ve liberal demokrasiyi devirmek için şiddet kullanan faşist ve popülist hareketleri beslemesi tehlikesi de her zaman mevcut.

İngiliz kültür savaşları

1960’larda ABD’de başlayan isyanlar İngiltere’de de yankılanmıştı. Binlerce genç savaşa ve baskıya karşı sokaklara dökülmüş, kapitalizm sonrası gelecek hayal etmiş ve devrimci sosyalist gruplara katılmıştı. Bu hareketler geri çekildikçe ve hayali kurulan devrim gerçekleşmedikçe, pek çok genç aktivist demoralize oldu. Bunların bazıları İşçi Partisine sığınarak Tony Benn’in 1982’deki başarısız liderlik kampanyası etrafında birleştiler.

1980’lerin büyük bölümünde, yüksek profilli endüstriyel anlaşmazlıklar, Britanya’daki siyasi tartışmaların odağının kültür savaşından sınıf savaşına kaymasına neden oldu. Ancak 1985 yılında Büyük Madenci Grevi’nin yenilgiyle sonuçlanması, bir zamanlar güçlü olan işçi sınıfı hareketinin ölümcül bir yara aldığı fikrini güçlendirdi. Siyasetin sol yelpazesindeki pek çok kişi, tek gerçekçi değişim stratejisinin İşçi Partisi’nin radikalleştirilmesi ve belediye meclislerinin bir toplumsal değişim aracı olarak kullanılması olduğunu ileri sürdü.

1980’lerin yerel sosyalistleri politikalarını Nazi Karşıtı Birlik öncülüğünde, Ulusal Cephe’ye karşı kitlesel hareket içinde oluşturmuşlardı.25 Ulusal Cephe’nin teşkil ettiği yakın tehdit önlendi, fakat ırkçılık Muhafazakâr Partinin elinde güçlü bir silah olmaya devam etti. Thatcher 1979’da seçim öncesinde verdiği bir röportajda “Bence insanlar bu ülkenin farklı kültüre sahip insanlar tarafından istila edilmesinden gerçekten korkuyor” diyerek ırkçılara açık bir çağrıda bulunuyordu.26

1981 yılında, ırkçı polis uygulamaları İngiltere’nin iç şehirlerinde bir dizi ayaklanmaya yol açtı. Büyük Londra Konseyi lideri Ken Livingstone, isyanların siyahlar tarafından işlenen suçlarla bir ilgisinin olmadığını, daha ziyade ihmal, işsizlik, ırk ayrımcılığı ve ırkçı polis uygulamalarının bir sonucu olduğunu savundu. Livingstone “County Hall’un Troçki’si” şeklinde nitelenerek aşağılandı ve ayaklanmaları teşvik etmekle suçlandı.27 Livingstone ile İşçi Partisi aynı zamanda İrlanda Cumhuriyet Ordusu’na (IRA) karşı da ilkeli bir tutum benimseyerek üyelerinin kriminal teröristler değil, militan milliyetçiler olduğunu savundu ve terör destekçisi damgası vurularak kınandılar. Sağcı medya Livingstone’un eşcinsel haklarına verdiği desteği de yerden yere vurdu. Sunday Express gazetesi Livingstone’u “IRA-sever, nonoş-sever bir Marksist” olarak nitelendirerek bu iki mesele arasında bir bağ kurdu.28 Bu homofobi, Muhafazakarlar’ın eşcinsellere karşı bir kültür savaşı başlattığı 1980’lerin başındaki AIDS salgını sırasında daha da yoğunlaştı. Pompalanan öfkenin sonucu, okullarda eşcinsel davranışların “teşvik edilmesini” yasaklayan ve eğitimde homofobiyi İngiliz yasalarına etkin bir şekilde yerleştiren 1988 Yerel Yönetim Yasası’nın 28. Maddesi oldu.

Muhafazakâr basın, ödedikleri vergilerin “acizler ve ucubeler” için çarçur edildiği iddia edilen vergi mükellefi seçmenlerle solcu siyasetçiler arasındaki kopuş hissiyatını büyüttü.29 Bu karşıtlık, parodiye dönüşen bir klişe olarak “Political Correctness Gone Mad” [Politik Doğruluk Delirdi] sloganında özetlendi. Eşitliği, saygılı bir dili ve kapsayıcılığı teşvik eden herkes “kaçık solcu” olarak patolojikleştirildi. Akıl sağlığına yönelik bu saldırgan niteleme, medyada bağnazlığa karşı çıkanlara dair tasvirlerin merkezinde yer alıyordu. Bununla birlikte, 1980’lerde bu denli küçümsenen fikirlerin birçoğu artık yaygın kabul görmektedir. Bir zamanlar Maze [Labirent] Hapishanesi’nde Cumhuriyetçi bir mahkum olan Gerry Adams, Nelson Mandela’nın cenaze töreninde merasim kıtasının bir üyesi oldu ve hem Prens Charles hem de George W. Bush’la el sıkıştı. 2002 yılında eşcinsellerin evlat edinmesi yasallaştı ve 2014 yılında Britanya’da eşcinsel evlilik yasallaştı. Özellikle Teröre Karşı Savaş’ın bir bileşeni olarak İslamofobinin yükselişinden bu yana başka kültür savaşları da patlak verdi. Ancak politik doğruculuk artık ana akım olarak yerleşmiş durumdadır.

Son on yıldır sürdürülen kültür savaşları da benzer bir fay hattı izledi, fakat “çılgın sol”un yerini “metropol elitleri”, uzun süredir acı çeken vergi mükelleflerinin yerini ise doğuştan muhafazakar “Kızıl Duvar” seçmenleri aldı. Bu nitelemeler, kamu hizmetlerinin aşınması ve yerel toplulukların ihmal edilmesiyle ilgili gerçek şikayetlerin Muhafazakâr Parti hükümetleri tarafından nasıl sürekli olarak görmezden geldiğini rahatlıkla gizlemektedir. Bu durum, Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi ve politik doğruculuk tarafından susturularak Londralı elitler tarafından gölgede bırakılan İngiliz işçi sınıfının savunucusu kisvesiyle ortaya çıkan borsacı Nigel Farage tarafından istismar edilen bir ihanet ve adaletsizlik duygusu yarattı.30 Haziran 2016’daki Brexit oylaması, hem her zamanki gibi iş dünyasına parmak sallanması hem de ırkçılığın ve yabancı düşmanı önyargıların harekete geçirilmesi için bir fırsat teşkil etti.

Jeremy Corbyn’in 2015 yılında İşçi Partisi lideri seçilmesi sağ kanada karşı ilerici bir alternatif ortaya koymuştu. Corbyn, medya tarafından sürekli olarak kötülendi ve işçi sınıfına ait seçmenlerle bir ilişkisi yokmuş gibi gösterildi. Tekrarlanan antisemitizm suçlamaları Corbyncilerin gözünü korkuttu ve Corbyn’in kendisi de bu saldırılar karşısında geri çekildi.31 2019 genel seçimlerinde bu durum, Eski Eton Mezunu Boris Johnson’ın “Brexit’i gerçekleştirecek” bir halk adamı ve Muhafazakârlar’ın kendi başarısızlıklarına bir mazeret sağlayan liberal düzene karşı bir isyancı pozuna bütünmesi için alan yarattı. Ancak Corbyn’in yükselişi ve düşüşü,  bir önceki 2017 genel seçiminde İşçi Partisi’ne verilen etkileyici seçmen desteği de dahil olmak üzere, daha cesur bir düzen karşıtı solun, kemer sıkmaya son verilmesi çağrısında bulunarak ve baskıya meydan okuyarak önemli ölçüde destek kazanabileceğini gösteriyor.

Müesses nizam karşıtı müesses nizam 

Kültür savaşları hem ABD’de hem de Britanya’da şiddetleniyor. Amansız geçim sıkıntısı hayatlarımıza hükmediyor, hayal kırıklığı ve acı yaratıyor; keyfini sürebileceğimiz her türlü güvenlik, çok uluslu bir şirketin kaprisi ya da bir siyasetçinin yanlış yapılmış bütçesi nedeniyle elimizden alınabiliyor. Ana akım siyasi partiler ekonomik, çevresel ve sosyal krizlere hiçbir çözüm üretmiyor. Bazı kayda değer ve güçlü grevlere rağmen, işçi sınıfı hareketi büyük tavizleri zorlayacak güven ve liderlikten yoksun. Bu bağlamda, sağcı popülistler “sıradan” işçi sınıfı ailelerinin çıkarlarına eşit derecede düşman olarak görülen küresel şirketlere ve ilerici politikalara karşı muhalefetlerini dile getirerek anti-kapitalist pozu verebiliyor. Popülist sağ, öfke ve umutsuzluktan beslenir. Ne kadar çok beslenirse, bir yıkıcı, bir değişim katalizörü ve marjinalleştirilip geride bırakılmışların temsilcisi gibi davranma kapasitesi de o kadar artar. Bu sahte antikapitalist duruş, 20. yüzyıl boyunca faşist hareketlerin sergilediği duruşu yansıtıyor.32

Günümüzün kültür savaşları, “normal”, cinsiyet-muhafazakâr insanlarla, onları feminizmi, çok kültürlülüğü ve eşcinsel haklarını kabul etmeye zorlayan yozlaşmış elitler ve açgözlü şirket kapitalistlerini karşı karşıya getiriyor. Kültür savaşının hedefleri arasında Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi ulus ötesi kurumlar ve antisemitik komplo teorilerine de konu olan Bill Gates ve George Soros gibi küresel kapitalizmin ikonik figürleri yer alıyor. Bu müesses nizam figürlerine yönelik düşmanlık, Trump ve Elon Musk gibi daha yakın zamanda dünyaya gelmiş multi milyarderlerin isyancı muhalifler gibi görünmelerine olanak sağlıyor. Bu sözde muhaliflerle bağlantılı medya platformları gerçekte zenginlerin sözcülüğünü yapıyor. Örneğin GB News, “Bizi susturmalarına izin vermeyin!” sloganıyla yola çıksa da 630 milyon sterlinlik servete sahip Paul Marshall ve yatırım şirketi Legatum’un ortak malı. Servet, medya platformlarının pazardaki başarısızlığını örtüyor; GB News 2023 yılı kapanışında 42 milyon sterlin zarar etti. Marshall ayrıca her görüşten gericiye platform sağlayan Unherd dergisinin de sahibi ve finansörü.33

Bu yayınlar, bir zamanlar haklı olarak görülen daha fazla eşitlik çağrılarının çok ileri gittiğini iddia etmeye bayılıyor. Artık sözde kurbanlar beyaz, erkek heteroseksüeller. Milyoner kadın düşmanları kendilerini kişisel gelişim guruları olarak ilan ediyor ve erkeklerin tatmin edilmemiş hayatlarıyla ilgili serzenişlerinden beslenerek kolay çözümler sunuyorlar: “Seks yapamıyor musunuz? Feminizmin mahvettiği kibirli kadınları suçlayın! İş bulamıyor musunuz? Siyahlara ayrıcalık tanıyan pozitif ayrımcılığı suçlayın!” Beyaz erkeklere yönelik ayaklanma ve “haklarını” savunma çağrıları kadınlara, LGBT+’lara ve siyahlara yönelik şiddeti meşrulaştırabilir. Politik solun dilini çalan zeki sağcı ideologlar bu çağrıları güçlendiriyor. The Daily Mail ve Spiked web sitesi gibi yayınların yalan dünyasında, trans insanlar sadece “aileyle savaşmakla” kalmıyor, aynı zamanda “eşitliğe karşı savaş” açıyor.34 Daha önce kadın haklarıyla hiç ilgilenmeyen sağcı yorumcular bizi savunmaya geçiyor, fakat bunu sadece ve sadece trans haklarına karşı muhalefetlerini meşrulaştırmak için yapıyorlar. Oysa transfobikler ve toplumsal cinsiyet karşıtı aktivistler, “özgürlük ve eşitliği sağlamaya ve genişletmeye çalışan uygulamaları, kurumları ve politikaları ortadan kaldırma” arzusunda ortaklaşıyor.35 Ötekilere yönelik baskının yoğunlaştırılmasına dayalı ittifaklar, sadece sağı güçlendirebilir ve onların vereceği zararı artırabilir.

Sol dünyayı nasıl ele geçirdi?

Kültür savaşçılarına göre “uyanmış” sol, toplumun tüm önemli kurumlarını ele geçirmiş durumda. GB News sunucusu Andrew Doyle, “sosyal adalet vaazı çekenlerin” “gerçek ya da hayali şeytanları yok ediyor gibi görülme fırsatlarını kollayarak büyük kültürel, siyasi, eğitsel ve ticari kurumlarımızın” kontrolünü nasıl ele geçirdiklerini anlatıyor.36 Doyle bunu 1950’lerdeki McCarthyci cadı avlarıyla karşılaştırıyor – elbette bu kez Kızıllar av değil avcılar.37 ABD aşırı sağı, kimsenin itibar etmediği uyanmış solcuların toplumu nasıl ele geçirdiğini açıklamak için tuhaf bir Kültürel Marksizm komplo teorisini körüklüyor. Söz konusu Kültürel Marksizm, Frankfurt Okulu olarak bilinen ve aralarında Max Horkheimer, Theodor Adorno, Herbert Marcuse ve Erich Fromm’un da bulunduğu, çoğunluğu Yahudi Marksist entelektüellerden oluşan bir grup tarafından yayıldı. 1930’larda Nazi Almanya’sından kaçarak ABD’ye yerleşen bu entelektüeller, burada popüler kültür ve kapitalist hegemonya üzerine öncü çalışmalar yaptılar. Marcuse dışında bu Frankfurt filozofları, siyasi faaliyetlerden uzak durmalarıyla bilinirler. Macar Marksist Georg Lukács, Frankfurt Marksistlerinin, herhangi bir değişim mücadelesine katılmak yerine kendi karamsarlıklarının keyfini sürebilecekleri “Grand Hotel Abyss”e (Büyük Uçurum Oteli) kapaklandıklarını söyler.38 Marksist kuşakları kültürel tahakküme yönlendirmekle suçlandıklarını görmek onları şaşırtmış olabilir.

Önde gelen komplocu Lyndon LaRouche’un etrafındaki aşırı sağcı tarikatın aktivistlerinden olan Michael Minnicino, kimilerine göre Kültürel Marksizm komplo teorisinin kaynağı olan 1992 tarihli “The Frankfurt School and ‘Political Correctness’” [Frankfurt Okulu ve ‘Politik Doğruluk’”] başlıklı makalesinde, Frankfurt Okulu’nun görevinin “kültürün ortadan kaldırılması” yoluyla “Yahudi-Hıristiyan mirasının altını oymak” olduğunu yazar. Ona göre Okul’un amacı “nüfusun yabancılaşmasını arttıracak yeni kültürel formlar belirlemek ve böylece ‘yeni bir barbarlık’ yaratmaktan” başka bir şey değildi.39 21. yüzyılda bu Kültürel Marksizm fikri, başkalarıyla birlikte aşırı sağcı toplu katliamcı Anders Breivik’in de atıfta bulundığı bir komplo teorisine dönüştü. Bu komplo teorisi, faşistler ve teröristlerle ilişkilerine rağmen, ana akıma karıştı çünkü solcuların nasıl bir hileyle kültürel hegemonya oluşturduklarına dair sözde entelektüel bir açıklama sunuyordu. Braverman 2019’da İçişleri Bakanıyken şöyle yazıyordu: “Muhafazakârlar olarak, bir şeyleri yasaklamanın olağan hâle geldiği; ifade özgürlüğünün tabu hâline geldiği; liberalizmin en önemli kurumları olan üniversitelerimizin sansür ve kürsüsüz bırakma40* kültürüyle boğulduğu Kültürel Marksizme karşı bir savaş veriyoruz.”41

Son birkaç yıldır, topluma yönelik başlıca ideolojik tehditler olarak Kültürel Marksizmin yanına Eleştirel Irk Teorisi de eklendi. Eleştirel Irk Teorisi’nden bahsedilmesi bile ABD’li Cumhuriyetçileri çileden çıkarıyor. Trump bu teoriyi “Amerikan tarihine karşı bir haçlı seferi” ve “ülkemizi yok edecek ideolojik bir zehir” olarak niteledi.42 Basit bir ifadeyle Eleştirel Irk Teorisi, insanları tarihe ırkçılık merceğinden yaklaşmaya teşvik ediyor. Bu teori, ABD kurumlarında ve toplum içinde yaygın olan yapısal ırkçılığa tepki olarak geliştirildi. Ancak sağcılar, ırkçılığın bıraktığı mirastan bahsetmek istemiyor, bunun yerine Eleştirel Irk Teorisini beyazlara karşı önyargıyı teşvik etmekle ve ırksal bölünmeleri şiddetlendirmekle suçlamak çok daha kolay geliyor. Alabama, Arkansas, Florida, Georgia, Idaho, Iowa, Kentucky, Mississippi, Montana, New Hampshire, North Dakota, Oklahoma, Tennessee, Texas, Utah ve Virginia’daki okullarda Eleştirel Irk Teorisi tartışmaları yasaklanmış durumda. Özgürlükler ülkesinde, soykırım ve kölelik üzerine inşa edilmiş, uzun yıllar süren Jim Crow ayrımcılığıyla lekelenmiş ve Ku Klux Klan şiddetiyle travma yaşamış bir ülkede, yüz binlerce çocuğun devam ettiği öğrenim merkezlerinde ırkçılığın tartışılması yasaklanmış durumda.

Kültürel Marksizm fikri gibi, Eleştirel Irk Teorisi hakkında da bir ahlaki (moral) panik Britanya’ya ulaştı. Rishi Sunak’ın hükümetinde ticaretten sorumlu devlet bakanı Kemi Badenoch kesinlikle bu paniğin bir hayranı. Badenoch, 2020 yılında Avam Kamarasında, Eleştirel Irk Teorisi öğreten okulların yasaları çiğniyor olabileceğini söyledi.43 Ardından The Spectator’a Eleştirel Irk Teorisi’nin okulların yanı sıra Ulusal Sağlık Hizmeti ve kamu hizmeti de dahil olmak üzere başka kurumlara da sızdığını söyledi. Gariptir ki Badenoch, bu teorinin öğretilerinin bölünmüş bir toplumu savunduğunu iddia ediyordu.44 Kültür savaşları, siyasi temsil arayışına giren dışlanmışların nefret edilen siyaset kurumunun bir parçası olmakla suçlandıkları, ırkçılığa karşı çıkmaya çalışanların ise ırksal bölünmenin tohumlarını ekmekle suçlanabildikleri bir siyasi çerçeve yaratmaktadır.

Ahlaki bir paniğin anatomisi

Ahlaki panik yaratmak kolaydır: Sağcı bir ezberi alın; bu ezberi doğrulamak için (yanlış) yorumlanabilecek bir hikaye ekleyin; eğer detaylar yeterince şok edici değilse, hikayeyi renklendirin; ve hikayeyle ilgili şok edici ve dehşet uyandıran bir ifade ekleyin (hikaye ne kadar zayıfsa, şok ve dehşetin o kadar yüksek olması gerektiğini unutmayın). Ardından sahte hikayeyi, uyanmış, solcu aşırılıklara yönelik daha geniş bir eleştiriyi haklı çıkarmak ve tırmanan bir kriz hissi yaratmak için kullanın. Baa, Baa, Black Sheep [Ka, Ka, Kara Koyun] tekerlemesindeki “kara” kelimesinin olumsuz anlamda kullanımını sorgulayan çalışanlarla ilgili mitte tam olarak böyle bir örüntü kullanılmıştı. Hikaye, Daily Star tarafından haberleştirilmiş ve bir şehir efsanesi hâline gelene kadar durmaksızın tekrarlanmıştı.45 Bu ahlaki panik üretme modeli artık standart bir uygulama hâline gelmiştir.

Doyle’un The New Puritans [Yeni Bağnazlar] adlı kitabı, bizleri Minnesota Minneapolis’te başarılı bir Orta Doğulu marketler zinciri olan Holy Land Grocer’ın sahibinin, kızı saf bir ergenken sosyal medyada “ırksal olarak duyarsız yorumlar” yaptığı için hararetli Siyah Yaşamlar Önemlidir [Black Lives Matter] kampanyacıları tarafından hedef alınmasına duyduğu öfkeyi paylaşmaya davet ediyor. Oysa Lianne Wadi sadece yanlış yapan, kafası karışık bir ergen değildi. Birden fazla tweet atmıştı: “En çok yok etmek istediğini ırklar. Hazır, başla! Yahudiler, siyahlar, şişkolar”; “#EğerBaşkanOlsaydım Hitler’in başlattığı işi bitirir ve dünyayı yönetirdim”; “Kutsal b*k. Yeni fark ettim. Siyahlar da en az Yahudiler kadar kötü. #HepsiniGazlayın”.46 Irkçı tutumlar, işletme sahibinin siyah çalışanlarına ve müşterilerine karşı tutumuna da sirayet etmişti. Kısa bir internet araştırması, Doyle’un “cadı avının” açık ırkçılık ve antisemitizmin normalleştirilmesine karşı meşru bir protesto olduğunu göstermek için yeterlidir.

(İstemeden de olsa) en komik ahlaki panik örneği, polis köpekleriyle ilgili bir çizgi film olan Paw Patrol (Pati Devriyesi) olsa gerek. Haziran 2020’de, George Floyd’un Minneapolis polis memurları tarafından öldürülmesinin ardından gazeteci Amanda Hess, The New York Times’ta “polis köpeklerine ötenazi uygulanması” için artmakta olan çağrıları haberleştirdi.47 Beyaz Saray Basın Sekreteri Kayleigh McEnany çizgi filmin “iptal kültürü” [cancel culture] nedeniyle yayından kaldırıldığını söyledi.48 Oysa haber doğru değildi. 25 Temmuz’da BBC, Paw Patrol’un yapımcılarının genç hayranlarına böyle bir şey olmadığı güvencesi verdiğini yazdı.49

Paw Patrol’ın çizgi kahramanları ahlaki paniğe neden olan tek tüylü yaratıklar değil. 2022 yazında, ABD’de devlet okullarında “büyümekte olan kriz” söylentileri dolaşmaya başladı ve okulların, çocukların kendilerini hayvan olarak tanımlamasına ve “tüylü” [furry] olmasına izin verdiği iddia edildi. Tüylüler, antropomorfik ya da çizgi film karakteri olan hayvanlara hayranlık duyan insanlardır. Bazıları tüysonalar [fursona] yaratır, tüylü kıyafetler [fursuit] giyer, çevrimiçi ve yüz yüze topluluklara katılır. Tüylülerin medyadaki tasvirleri, antropomorfik hayvanlara duydukları cinsel çekime odaklansa da, birçok tüylü, kimliklerinin cinsel bir yönü olmadığını söylemektedir.50 Colorado valiliğine aday olan Cumhuriyetçi Heidi Ganahl, Jefferson County’deki okulları tüylüler için çöp kutuları koymakla suçladı ve okul bölgesinin yalanlamalarını görmezden geldi. Bölge, 1999 yılında 15 kişinin ölümüyle sonuçlanan toplu katliamın yaşandığı Columbine Lisesi’ni de kapsamaktadır. Eyaletin sınıfları, öğrencilerin sınıflarında kilitli kalmaları ve tuvalete gitmeleri gerekmesi ihtimaline karşı az miktarda kedi kumu ve başka acil durum malzemeleriyle dolu. Ganahl silahlanma hakkını savunuyor, ancak bu silahlar kullanıldığında sonuçlarıyla baş etmek zorunda kalan okullarla alay ediyor.

İngiltere’de tüylülere ilişkin benzer bir ahlaki panik, Doğu Sussex’teki Rye Koleji’nde bir kimsenin kendisini kedi olarak tanımlayıp tanımlayamayacağını tartışan öğrencilere ait bir ses kaydının sızdırılmasıyla başladı. Birkaç gün içinde, The Sun ve Daily Mail’in başını çektiği medya çılgınlığı sayesinde Sunak ve Keir Starmer’a tüylüler hakkında sorular sorulmaya başlandı. Kuzey Batı Londra, Wembly’deki Michaela Community School’un, spot ışıklarından asla kaçmayan ünlü gerici başöğretmeni Katharine Birbalsingh, The Daily Telegraph’a bir öğrencinin “bir gey erkek hologramı” olarak tanımlandığı bir okul bildiğini öne sürdü. Tüm bunlar, Rye College tarafından hiçbir çocuğun kendisini “kedi ya da başka bir hayvan olarak” tanımlamadığı açıklanmasına rağmen oldu. Medya tarafından yayılan ve siyasetçiler tarafından manipüle edilen bu sahte hikayeler, “uyanmış tugay” zafer kazandığında olacaklara dair işaretler olarak görülüyor. Hoşgörü ve kapsayıcılık kaçınılmaz olarak polis köpeklerine ötenazi yapılmasıyla ve tüylülerin hakimiyetiyle sonuçlanır.

Hiçbir şey eskisi gibi olmadı

Nostalji, kültür savaşlarının kilit unsurlarından biridir: Tamamen kurgusal bir “erkeklerin erkek olduğu” ve kadınların mutlu bir şekilde ezildiği basit zamanlar fikrine duyulan nostalji. Kültür savaşları ilerici hareketlere karşı bir tepki olarak tanımlanmış olsa da, Judith Butler’ın ifade ettiği gibi, ataerkil iktidar, sabit cinsel kimlikler ve beyaz üstünlüğü fantezisini yeniden tesis etmeye yönelik daha güçlü bir arzu tarafından yönlendiriliyor.51 Nostalji, Britanya İmparatorluğu’nu rehabilite etmek için silah olarak kullanılıyor. Thatcher 1982 yılında Falkland Savaşı’ndaki zafer için bir kutlama konuşması yaptığında Britanya İmparatorluğu’na yönelik nostaljiyi dile getirmişti; ona göre bazıları “Britanya’nın artık bir imparatorluk kuran ve dünyanın dörtte birini yöneten bir ulus olmamasından” korkuyordu. Ama yanılıyorlardı”.52 Cecil Rhodes gibi sömürgecilerin anılmasına karşı protestolarla karşılaşan Oxford Üniversitesi ilahiyatçısı Nigel Biggar, The Times’a yazdığı yazıda İngilizleri “sömürge sonrası suçluluk duygumuzu hafifletmeye” çağırıyordu.53 Siyah Yaşamlar Önemlidir hareketi akademinin sömürgecilikten arındırılmasını talep ederken Biggar, The Telegraph’a “Akademisyenler Britanya İmparatorluğu’nu savunurlarsa ‘mobbing’e uğramaktan korkuyorlar” diyordu.54 Başka bir ifadeyle, insanlar onunla aynı fikirde değildi ve Biggar bundan hoşlanmıyordu. Hayalperest Biggar kendisini Stalinist Rusya’daki bir muhalife benzetiyor ve duruşunu desteklemeyi reddeden “dostlarını” Nazi Almanya’sındaki işbirlikçilerle kıyaslıyordu.55

Peter Mitchell, 2021 tarihli Imperial Nostalgia: How the British Conquered Themselves [İmparatorluk Nostaljisi: İngilizler Kendilerini Nasıl Fethetti] adlı kitabında imparatorluğun “kültürümüzdeki sürekli bir arka plan gürültüsü” olduğunu ileri sürer.56 Aşırı sağcı siyaset, “kayıp bir altın çağın saflığına geri dönmek isteyenlere, onun kalıntılarını fetişleştirenlere, onun bugüne içkin olduğu ve arındırıcı bir şiddet eylemi yoluyla gerçekleştirilebileceği duygusuna” kapılanlara cazip geliyor. İnsanların imparatorluğun değerini yeniden ortaya koymalarına izin verilmesi talebi faşizan bir dünya görüşüne dönüşebilir çünkü “şiddet nostaljik tahayyülde kodlanmıştır”.57 Günümüzün kültür savaşçıları; imparatorluk zaferlerinin, milliyetçi zaferlerin ve yerli halkların soykırımıyla endüstriyel savaşlardaki kitlesel katliamların da dahil olduğu askeri zaferlerin sağ tarafından anılabilmesini talep ediyor.58

Britanya İmparatorluğu’na duyulan nostalji, kültür savaşlarının diğer kaygılarını da besleyebiliyor. Biggar gibi sağcı uzmanlar, Büyük Yer Değiştirme Teorisi’nin bir tür akademik versiyonunu ortaya atıyor.59 Bu uzmanlar, mükemmel (beyaz ve erkek) öğrencilerin yerini politik doğruculuk nedeniyle daha niteliksiz (siyah ve kadın) adaylar aldığı için standartların düştüğünü savunuyor. Biggar, güvenli alanlar yaratılmasının ve saldırgan görüşlere yer verilmemesinin entelektüel tartışmayı boğduğunu ve öğrenciler üzerinde manevi açıdan yıpratıcı bir etkisi olduğunu savunan Toby Young’s Free Speech Union’ın yöneticisi.60 Biggar, Kathleen Stock ve Niall Ferguson gibi sömürgecilik yanlısı ve transfobik akademisyenler ellerinde kürsü olduğu sürece özgür alanı savunuyorlar. Ancak, insanlar kendileriyle aynı fikirleri paylaşmayıp onların görüşlerini protesto ettiğinde, ifade özgürlüğü davasının şehitleri pozuna yatmaktan zevk alıyorlar. “Uyanmış” hoşgörüsüzlüğünün bu kurbanları, akademinin yobazlar ve gericiler için, münasebetsizce ilerici öğrencilerin meydan okumalarından yeterince korunabilecekleri güvenli bir alan sağlamasını talep ediyor.

Yeni püritenler: sol hoşgörüsüzlük efsanesi

Kültür savaşçıları siyasi solu sansürcü oyunbozanlar ve bağnazlar olarak tasvir ediyor. Solcularla ilgili “sorun”, tehlikeli şakalara gülmeyi reddetmeleri ve insandışılaştırıcı ve önyargılı tutumlara itiraz etmeleridir. Bu bağnazlar tarafından iptal edilmeyi gururla reddeden akademisyenler ve yorumcular, kendilerine açılan çok çeşitli ulusal ve uluslararası platformlarda cesurca “söylenemeyeni söylemeye” cesaret ediyorlar. Ancak sağın ifade özgürlüğüne gösterdiği saygının da bir sınırı var. İfade özgürlüğünü savunan aynı kültür savaşçıları ve hükümetler, sınıflarda anti-kapitalist materyalleri, okullarda ırkçılık karşıtı öğretileri ve sokaklarda Filistin’le dayanışma ifadelerini yasaklamayı da severler. Bu görüşe göre ifade özgürlüğü, iktidara karşı gerçeği söyleme özgürlüğü değil, ezilenleri aşağılama ve marjinalleştirme özgürlüğüdür.

ABD’li kültür savaşçıları, tüm bu sol hoşgörüsüzlüğün akademi üzerindeki etkisi konusunda çok endişeliler. Allen Bloom, The Closing of the American Mind: How Higher Educaion Has Failed Democracy and Impoverished the Souls of Today’s Students [ Amerikan Aklının Kapanışı: Yüksek Öğretim Demokrasiyi Nasıl Başarısızlığa Uğrattı ve Günümüz Öğrencilerinin Ruhlarını Nasıl Yoksullaştırdı?] (Simon and Schuster, 1987) adlı hiçbir izahı olmayan bir etki yaratan kitabında, ABD üniversitelerini ele geçirdiği ve titiz sorgulamayı, eleştirel düşünceyi ve gerçek bilgiyi baltaladığı varsayılan moral görececiliğe saldırdı. Bloom’a göre bu görececilik, ister 1960’ların öğrenci liderleri ister Nazi gömleklileri olsun, demagojik radikaller tarafından doldurulabilecek tehlikeli bir boşluk yaratıyordu. Bloom’un ilerici öğrencilerle Naziler arasındaki farkı görme kabiliyetinin olmadığı, 1980’lerin ABD’sini 1920’lerin Almanya’sının Weimar Cumhuriyeti’yle karşılaştırarak her ikisinin de “son derece ideolojikleşmiş bir öğrenci nüfusu” yarattığını söylemesinden de anlaşılmaktadır.61 Bu tarihsel karşılaştırmalar Bloom’un akademideki ilerici fikirlere yönelik teorik bir eleştiri geliştirdiği izlenimini yaratabilir. Oysa kitabının büyük bir kısmı rock müziğin yozlaştırıcı etkisine karşı kendini beğenmiş ve uyutucu bir söylevden ibaret.

Bloom’un çalışmasını 2018’de güncelledikleri çalışmalarında Greg Lukianoff ve John Haidt, öğrencilerin sosyal adalet taleplerinin, “güvenli alanlar”, kesişimsellik teorileri ve çağrı kültürüyle, tarihsel eşitsizliklerle mücadele etmek için makul girişimler olmadığı şeklinde büyük bir fikir ortaya attı. Onlara göre bunlar daha ziyade, bilişsel davranış terapisiyle tedavi edilebilecek zihinsel dengesizlik belirtileridir. Kendinizi ötekileştirilmiş ya da tehdit altında mı hissediyorsunuz? O halde “Siyah Yaşamlar Değerlidir!” [Black Lives Matter] ve “Sokakları Geri Al!” [Reclaim the Streets] pankartlarınızı bir kenara bırakın ve kendinize bir terapi bulun! Baskının bu şekilde patolojikleştirilmesi, kapitalizmin kurumlarına içkin ırkçılık ve cinsiyetçiliğe meydan okuma tartışmalarını yeniden çerçeveleyerek, bireylerin bu kurumları kabul etmeye hazırlanmasına odaklanılması çağrısı yapıyor.

Bazı sağcı düşünürler, solun hoşgörüsüzlüğü fikrine Bloom, Haidt ve Lukianoff’un sunabileceğinden daha sağlam kanıtlar aramakta ve Frankfurt Okulu’nun bir üyesi ve ünlü siyahi radikal Angela Davis’in akıl hocası olan Herbert Marcuse’ye başvuruyor. Marcuse’nin 1965 tarihli “Repressive Tolerance” [Baskıcı Hoşgörü] başlıklı makalesi, “How Marcuse made today’s students less tolerant than their parents” [Marcuse’nin günümüz öğrencilerini ebeveynlerinden daha az hoşgörülü hâle getirişi”, “Marcuse-Anon: Cult of the pseudo-intellectual” [Marcuse-Anon: Sözde entelektüel kültü] ve “Malicious Marcuse” [Kötücül Marcuse] gibi dehşet verici manşetlere konu oldu.62 Marcuse, kapitalist bir toplumda özgür bir fikir alışverişinin mümkün olmadığını savunur. Bu bir maddi güç meselesidir: “Solun eşit sese, kitle iletişim araçlarına ve kamusal olanaklarına eşit erişime sahip değildir ve bunun nedeni bir komployla dışlanması değil, eski güzel kapitalist tarzda, gerekli satın alma gücüne sahip olmamasıdır.63 Bir başka nedeni de başkalarının refahını ve özgürlüğünü aşındırsalar bile, toplumdaki hakim fikirlerin, egemen sınıf tarafından üretilen yerleşik tutumların sorgulanmadan kabul edilmesini içermesidir. Gerçek hoşgörü ancak bu köklü fakat zararlı tutumlara daha fazla müsamaha gösterilmediğinde var olabilir. Marcuse, “Solun ‘eşit’ değil fakat daha fazla temsili, hakim eşitsizliğin eşitlenmesi olacaktır” diyordu. Medya, normallik fikirlerini çarpıtan bir kapitalist “sağduyu”ya sahip olan  ve statükonun radikal eleştirilerinin izleyiciye ulaşmasını engelleyen dev şirketlerin ve eksantrik milyarderlerin hakimiyetindeyken, ifade özgürlüğü ve farklı görüşlere gerçek anlamda hoşgörü sadece bir hayal olabilir.

Kimlik, sınıf ve sosyalizm

Sağ, ilerici kimlik siyasetinden nefret ediyor. Badenoch Temmuz 2022’de Muhafazakâr Parti liderliği kampanyasını, “bizim” değerlerimize bir tehdit olduğunu ilan ettiği kimlik siyasetine saldırarak başlattı.64 Siyaset bilimci Francis Fukuyama Identity: The Demand for Dignity and the Politics of Resentment (Profile Books, 2018) [Kimlik: Saygınlık Talebi ve Öfke Siyaseti] adlı kitabında, sanki kimliklerimizin tanınması için koparılan yaygara bir şekilde toplumu boğmakla tehdit ediyormuş gibi, “Kimlik siyaseti demokrasiyi tahrip mi ediyor?” sorusunu sorar.65 Fanon’dan Nancy Fraser’a kadar Marksist filozoflar, kimliklerinin inkar edildiğini, ötekileştirildiğini ve yok edildiğini düşünenler üzerinde ırkçılığın, cinsiyetçiliğin ve sömürgeciliğin yıpratıcı etkilerini analiz ettiler.66 Nisan 2024’te, Yahudi olan Fraser’ın Almanya’daki Köln Üniversitesi’nden aldığı prestijli bir profesörlük daveti iptal edildi çünkü Filistinlilerle dayanışma çağrısında bulunan ortak bir mektubu imzalamıştı. Fraser, hor görülen ya da ötekileştirilen bir toplumsal grubun farklı ihtiyaçlarının adil bir şekilde tanınmasına yönelik talepleri olan “tanınma” siyaseti ile sömürülen bir sınıfın zenginliğin daha eşit bir şekilde dağıtılmasına yönelik talebi olan “yeniden dağıtım” siyasetini birbirinden ayırdı.67 Pek çok insan hem tanınma hem de yeniden dağıtım için kampanya yürütüyor, bazıları ise her ikisinin de ötesine geçerek toplumun külliyen dönüşümünü talep ediyor. Kimlik siyaseti ırksal, toplumsal cinsiyetçi ve ulusal baskıya karşı direnişe yol açabilir ve sistemik baskıya karşı kitlesel hareketleri seferber etme kapasitesine sahiptir. Siyah Yaşamlar Değerlidir protestoları, #MeToo (#BenDe) hareketi ve Filistin’le küresel dayanışma; ırk, toplumsal cinsiyet ve emperyalizm hakkında konuşma şeklimizi değiştirdi.

Ancak, tanınmama ve kimlik sorunlarını protesto edenler, 1960’lar ve 1970’lerdeki kitlesel hareketler, isyanlar ve silahlı mücadelelerin yerini “siyah yüzleri yüksek yerlere getirme” stratejisine bırakmasıyla ortaya çıkan çok farklı bir strateji de izleyebilirler.68 Keeanga Yamahtta Taylor, “siyah seçmenlerin sırtında kesintilerin yönetilmesinden ve yetersiz bütçelerin idare edilmesinden sorumlu olan siyah bir siyasi sınıf tarafından desteklenen siyah bir elit kesimin ortaya çıkışını” tanımlayan birkaç siyah yazardan biridir.69 Benzer süreçler, her ikisi de ABD emperyalizminin ve İsrail’in yaptığı soykırımının savunucuları olan Hillary Clinton ve Sheryl Sandberg gibi neoliberal feministlerin yükselişinde de görülmektedir. Bunların yükselişinin, çoğu kadının yaşadığı eşitsizlik ve yoksullukla mücadeleye hiçbir katkısı olmamıştır.

Irksal azınlıklara mensup bazı kişiler, bazı kadınlar ve LGBT+’lar kültürel ve siyasi kurumlara daha fazla erişim kazandı. Dil de evrim geçirdi. Ancak altta yatan ekonomik eşitsizlik sadece devam etmekle kalmadı, daha da kötüleşti.70 Liberal feministler ve ırkçılık karşıtları sosyal refah kesintilerini genellikle görmezden geliyor ve ekonomik büyüme vaatleriyle hayal kırıklığına uğrayanların öfkesini gidermekte başarısız oluyor. Bu da sağın neoliberalizme karşı muhalefeti refah şovenizmi (“önce kendimize bakalım”) ve geleneksel aileye dönüş önererek yönlendirmesine olanak sağlıyor. Her iki siyasi öneri de sözde daha iyi bir geçmişi çağrıştırıyor ve refahın erozyona uğramasına ve piyasanın hayatın her alanına tecavüz etmesine alternatif olduğu düşünülüyor. Trump, beyazlığın artık hor görüldüğü ve demografik değişimler nedeniyle tehdit altında olduğuna dair yükselen bir hissiyatı ifade eden beyaz kimlik politikalarını yaratmasıyla tanınıyor. Kimlik siyaseti, Marksist özgürleşme fikirlerini zenginleştirmek yerine radikal kapitalizm eleştirisinden kopabilir ve yapısal eşitsizlikleri meşrulaştıran bireysel ilerleme fikirlerini güçlendirebilir.71

Kitlesel hareketlerin enerjisi ve yaratıcılığı, büyük şirketlerin halkla ilişkiler departmanları tarafından da metalaştırılabiliyor. Şirketlerin pazarlama kampanyalarının bir parçası olarak radikal hashtag’ler (etiketler) kullanması anlamına gelen bu “hashtivizm”in (etiket aktivizmi) pek çok örneğinden biri, Reebok tarafından yapılan bir Instagram paylaşımıydı: “Sizden ayakkabılarımızı satın almanızı istemiyoruz. Sizden başkasının ayakkabısıyla yürümenizi istiyoruz”. Kitlesel hareketler erdem gösterme, yeşil göz boyama, pembe göz boyama ve benzeri salgınlar tetikleyebilir; şirketler ve kamu kurumları çok az maliyet ve zahmetle kendilerini ilerici davalarla ilişkilendiren kamusal jestler yapar. Elbette bu jestler, söz konusu kurumların kapitalizme özgü sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini sürdürmeye devam etmelerini engellemez. JPMorgan Chase’in CEO’su milyarder bankacı Jamie Dimon, 31,5 milyon dolarlık maaş çekini almaya devam ederken, insan hakları ihlalleri suçlamalarına karşı şirketi savunurken ve Jeffrey Epstein’ın seks ticaretinde şirketi suç ortaklığı yapmakla suçlayan kadınlara davayı kapatman için 290 milyon dolar teklif ederken ırkçılığa karşı diz çöküyordu.72

Solda yer alan bazılarının kimlik siyasetinden elini eteğini çekmiş olmasında şaşılacak bir şey yok. Marksist kültür kuramcısı Mark Fisher 2017’deki erken ölümünden önce “Exiting the Vampire Castle” [Vampir Kalesinden Çıkış] başlıklı bir makale yazmış ve solun “cadı avı ahlakçılığını” eleştirmişti. Kimlik siyaseti ya da Fisher’ın deyimiyle “kimlikçilik” insanları mevcut kimlikleri içinde dondururken, sınıfın yeniden öne çıkarılması sonsuz yeni olasılıkları özgürleştirebilir. Bununla birlikte, kimlik siyasetini sağlam materyalist bir pastanın üzerindeki çürük idealist krema olarak görmek önemli bir hata olacaktır. Kimlik siyasetinin bazı biçimleri adaletsizliğe karşı gerçekten özgürleştirici bir tepkiyi temsil eder ve kapitalizmin yapılarının eşitsizliğin kaynağı olduğuna işaret eder. Radikal kimlik siyasetini reddederek Marksizmin indirgemeci bir karikatürünü benimsemek, baskıya karşı mücadelelerle devrimci birlikteliğin zengin tarihine ve farklı mücadeleler arasında bağ kuran sosyalist ruha ters düşer.

Sadece ekonomik çıkarlarla hareket eden beyaz, erkek bir işçi sınıfı asla var olmamıştır. Geçmişte olduğu gibi bugün de küresel işçi sınıfı beyaz ve erkek olduğu kadar siyah, kahverengi, kadın, eşcinsel ve translardan oluşmaktadır. Birlikte yaşama ve çalışma deneyimlerimiz, popülist sağın manipülatif çağrılarına rağmen pek çok insanın kültür savaşlarına karşı dirençli olduğu anlamına geliyor.En son Britanya Sosyal Tutumlar Anketi’nin de gösterdiği gibi, kamuoyu  uzun vadede kültür savaşı konularında sağdan uzaklaşma eğilimindedir.73 Örneğin, 1983 yılında, aynı cinsiyetten iki kişi arasındaki cinsel ilişkinin asla yanlış olmadığını düşünenlerin yüzde 17’lik oranı bugün yüzde 67’ye ulaşmış durumda. Anket, #MeToo ve Siyah Yaşamlar Değerlidir hareketlerine açık bir yanıt olarak, gitgide daha çok insanın kadınlar ve siyahlarla Asyalılar için yeterince fırsat eşitliği sağlanmadığını düşündüğünü gösteriyor. Ancak, tepkisel kampanyalar da fikirleri değiştirebilir. Transların nüfus cüzdanlarını değiştirme hakkına verilen destek 2016’da yüzde 58’ken, medyada ve parlamentoda trans dışlayıcı feministler (TERF’ler) tarafından pekiştirilen sonu gelmeyen transfobi akımının ardından 2021’de yüzde 32’ye düştü. Yine de Nisan 2024’te yapılan bir anket, seçmenlerin siyasetçilerın kültür savaşlarından giderek daha fazla hayal kırıklığına uğradığını ortaya koydu. Salıncak bir muhafazakâr bölgede oturan seçmenler, Sunak’ın transseksüeller konusunda “kalabalığa oynamasına” ve “saygısızca” davranmasına itiraz etti ve seçmenlerin dikkatini gerçek meselelerden uzaklaştırma girişimlerini eleştirdi. Seçmenler sürekli olarak hayat pahalılığı krizinin, NHS’nin ve istihdam yaratılmasının, “uyanmış kalabalıktan kurtarılmaktan” çok daha önemli olduğunu vurguladı.74

Kültür savaşçıları hem ana akım medya hem de sosyal medyaya hakim olabilir, fakat bunların işçi sınıfından insanların siyasi görüşleri üzerindeki etkileri kısmi, yüzeysel ve tartışmaya ve deneyime açık olmaya devam etmektedir. İnsanlar sistemin kendileri için çalışmadığını hissettiklerinde sağcı fikirlerin arkasında toplanabilirler, fakat buna karşı çıkılabileceğine dair güvenleri yoktur. İnsanlar baskıya, kemer sıkmaya ve çalışma koşullarının kötüleşmesine karşı harekete geçtiklerinde, halkın desteğini kazanabilir ve fikirleri sola kaydırabilirler.

Sosyalistler, ekonomik adalet kampanyalarını baskının tüm tezahürlerine karşı muhalefetle birleştirmede eşsiz bir role sahiptir. Sistemin çoklu krizlerinin yarattığı öfkeyi dile getirmeli ve kapitalizmin tüm mağdurları arasında ittifaklar kurarken mevcut düzene karşı yönlendirmeliyiz. Rus devrimci Lenin, İrlandalı sosyalistlerin ve Cumhuriyetçilerin 1916 Paskalya Ayaklanması’nı görmezden gelen sosyalistlerle polemiğe girmişti: “‘Saf’ bir toplumsal devrim bekleyen hiç kimse onu görecek kadar yaşayamayacaktır… Avrupa’daki sosyalist devrim, tüm ezilen ve hoşnutsuz unsurların kitlesel mücadele patlamasından başka bir şey olamaz”.75 Kapitalizmin baskıcı hoşgörüsüzlüğüne rağmen bu kadar çok insanın radikal bir şekilde farklı bir gelecek yaratmak için örgütlenmesi, protesto etmesi ve başkalarıyla dayanışma içinde ayaklanması işçi sınıfının direnişinin ne denli güçlü olduğunun bir kanıtıdır.


Judy Cox Batı Londra’da yaşıyor. Yakın zamanda Leeds Üniversitesi’nde kadınlar ve Çartist hareket üzerine doktorasını tamamladı. The Women’s Revolution: Russia 1905-1917  [Kadınların Devrimi: Rusya 1905-1917] (Haymarket, 2019) ve Rebellious Daughters of History [Tarihin Asi Kız Çocukları] (Redwords, 2020) kitaplarının yazarıdır.

Dipnotlar:

  1.  Esme Choonara, Joseph Choonara, Iain Ferguson ve Rob Hoveman’a yorumları ve teşvikleri için teşekkür ederiz.
  2. Iman, 2022.
  3. Furedi, 2021.
  4. Furedi, 2021.
  5. Furedi, 2021.
  6. *İngiltere’de genel seçimler bu yazının yayınlanmasından 8 gün sonra yapıldı ve iktidarda bulunan Muhafazakar Parti büyük bir oy kaybı yaşayarak hükümeti bırakmaktı. – ç.n.
  7. Orr, 2024.
  8. Thomson, 2018, s177.
  9. Butler, 2024, s5.
  10. Sandbrook, 2023.
  11. Hartman, 2015, s6.
  12. Hartman, 2015, s11.
  13. Hartman, 2015, s10.
  14. Hartman, 2015, s21.
  15. Hartman, 2015, s29.
  16. Malcolm X, akt. Harlem World Magazine, 2021.
  17. Hartman, 2015, s5.
  18. Hartman, 2015, s47.
  19. Hartman, 2015, s51.
  20. Hartman, 2015, s1.
  21. Hartman, 2015, s199.
  22. Hartman, 2015, s113-115
  23. Bokhari ve Yiannopoulos, 2016.
  24. Bokhari ve Yiannopoulos, 2016.
  25. Petley, 2018, s9.
  26. Petley, 2018, s19.
  27. Petley, 2018, s27.
  28. Petley, 2018, s32.
  29. Daily Mail, aktaran Curran, 1987, s119.
  30. Davies ve MacRae, 2023.
  31. Kimber, 2021.
  32. Bkz. Thomas, 2023.
  33. Hughes, 2022.
  34. Williams, 2023; Bartosch, 2023.
  35. Butler, 2024, s11.
  36. Doyle, 2022, s4.
  37. Doyle, 2022, s9.
  38. Jeffries, 2019.
  39. Minnicino, 1992, s6.
  40. “no-platforming” karşılığı olarak kullanılmıştır.
  41. Akt. Walker, 2023.
  42. Anderson, 2021.
  43. Trilling, 2020.
  44. Nelson, 2020.
  45. Curran, Gaber ve Petley, 2005.
  46. Nath, 2021.
  47. Hess, 2020.
  48. McEnany, aktaran BBC News, 2020.
  49. BBC News, 2020.
  50. Hsu ve Baily, 2019.
  51. Butler, 2024, s14.
  52. Bkz. www.margaretthatcher.org/document/104989
  53. Mitchell, 2021, s121.
  54. Mitchell, 2021, s109.
  55. Mitchell, 2021, s122-1123.
  56. Mitchell, 2021, s13.
  57. Mitchell, 2021, s93.
  58. Thomas, 2023.
  59. Bkz. Orr, 2024.
  60. Mitchell, 2021, s134.
  61. Hartman, 2015, s233.
  62. Kelly-Woessner, 2016; Taibbi, 2021; Daniels, 2021.
  63. Bkz. www.marcuse.org/herbert/publications/1960s/1965-repressive-tolerance-fulltext.html
  64. Walker, 2022.
  65. Zeilig, 2024.
  66. Ignatieff, 2018.
  67. Fraser, 1995.
  68. Haidar, 2022, s22.
  69. Haidar, 2022, s22.
  70. Haidar, 2022, s83.
  71. Haidar, 2022, s24.
  72. Bain, Schoenberg ve Robinson, 2020.
  73. Butt, Clery ve Curtice, 2022.
  74. Aletha, 2024.
  75. Lenin, 2015.

Kaynakça

Aletha, Adu, 2024, “UK Voters Frustrated with Policians’ ‘Desparate’ Culture War Tactics, Survey Finds”, Guardian (21 Nisan), www.theguardian.com/politics/2024/apr/21/uk-voters-frustrated-with-politicians-desperate-culture-war-tactics-survey-finds

Anderson, Bryan, 2021, “So Much Buzz, but What is Critical Race Theory?”, Los Angeles Times (24 Haziran).

Bain, Benjamin, Tom Schoenberg ve Matt Robinson, 2020, “PMorgan, Rekor Sahtecilik Cezası Olarak 1 Milyar Dolar Ödemeye Hazırlanıyor”, Bloomberg UK (23 Eylül), www.bloomberg.com/news/articles/2020-09-23/jpmorgan-is-set-to-pay-1-billion-in-record-spoofing-penalty

Bartosch, Jo, 2023, “The Trans War on Equality”, Spiked (1 Haziran), www.spiked-online.com/2023/06/01/the-trans-war-on-equality

BBC News, 2020, “Paw Patrol: Beyaz Saray’ın Yorumlarına Rağmen Çizgi Film İptal Edilmedi” (25 Temmuz), www.bbc.co.uk/news/world-us-canada-53538204

Bokhari, Allum ve Milo Yiannopoulos, 2016, “An Establishment Conservative’s Guide to the Alt-Right”, Breitbart (29 Mart), www.breitbart.com/tech/2016/03/29/an-establishment-conservatives-guide-to-the-alt-right

Butt, Sarah, Elizabeth Clery ve John Curtice, 2022, British Social Attitudes: 39. Rapor (Ulusal Sosyal Araştırma Merkezi), https://natcen.ac.uk/publications/british-social-attitudes-39-broken-britain

Butler, Judith, 2024, Who’s Afraid of Gender? (Penguin).

Curran, James, 1987, “The Boomerang Effect: The Press and the Battle for London, 1981-6”, James Curran, Anthony Smith ve Pauline Wingate (eds), Impacts and Influences: Essays on Media Power in the Twentieth Century (Methuen) içinde.

Curran, James, Ivor Gaber ve Julian Petley, 2005, Kültür Savaşları: Medya ve İngiliz Solu (Edinburgh University Press).

Daniels, Anthony, 2021, “Malicious Marcuse”, New Criterion (Eylül), https://newcriterion.com/article/malicious-marcuse

Davies, Huw, ve Sheena MacRae, 2023, “An Anatomy of the British War on Woke”, Race & Class, cilt 65, sayı 2.

Doyle, Andew, 2022, The New Puritans: How the Religion of Social Justice Captured the Western World (Constable).

Fraser, Nancy, 1995, “From Redistribution to Recognition? Dilemmas of Justice in a ‘Postsocialist’ Age”, New Left Review, I/212 (Temmuz/Ağustos).

Furedi, Frank, 2021, “The Woke Crusade Against Western Civilisation”, Spiked (24 Ağustos), www.spiked-online.com/2021/08/24/the-woke-crusade-against-western-civilisation

Haider, Asad, 2022, Yanlış Kimlik: Kitle Hareketleri ve Irksal İdeoloji (Verso).

Harlem World Magazine, 2021, “Harlem’de Afro-Amerikan Birliği Örgütü, Malcolm X Tarafından Kuruldu 1964”, Harlem World Magazine (12 Mart), www.harlemworldmagazine.com/the-organization-of-afro-american-unity-in-harlem-founded-by-malcolm-x-1964

Hartman, Andrew, 2015, A War for the Soul of America: A History of the Culture Wars (Chicago Üniversitesi Yayınları).

Hess, Amanda, 2020, “Critic’s Notebook: Protestolar ‘Paw Patrol’ İçin Geliyor”, New York Times (10 Haziran), www.nytimes.com/2020/06/10/arts/television/protests-fictional-cops.html

Hsu, Kevin ve Michael Bailey, 2019, “The Furry Phenomenon: Erkek Kürklülerde Cinsel Yönelim, Cinsel Motivasyon ve Erotik Hedef Kimlik Tersine Çevirmelerini Karakterize Etmek”, Cinsel Davranış Arşivleri, cilt 48, sayı 5.

Hughes, Solomon, 2022, “Uyanma Savaşının Finansal Destekçileri”, Morning Star (22 Nisan), https://morningstaronline.co.uk/article/f/financial-backers-war-woke

Ignatieff, Michael, 2018, “Kimlik Siyaseti Demokrasimizi Mahvediyor mu?”, Financial Times (5 Eylül), www.ft.com/content/09c2c1e4-ad05-11e8-8253-48106866cd8a

Iman, Inaya Florin, 2022, “‘Woke’ Bir Hakaretten Daha Fazlası, Özgürlüğümüze Bir Tehdit”, Telegraph (13 Mayıs), www.telegraph.co.uk/news/2022/05/13/woke-insult-threat-freedom

Jeffries, Stuart, 2019, Grand Hotel Abyss: The Lives of the Frankfurt School (Verso).

Kelly-Woessner, April, 2016, “How Marcuse Made Today’s Students Less Tolerant Than Their Parents”, Quilette (1 Mart), https://quillette.com/2016/03/01/how-marcuse-made-todays-students-less-tolerant-than-their-parents

Kimber, Charlie, 2021, “More than Starmer: İşçi Partisi Neden Kaybetti (Yine)?”, Uluslararası Sosyalizm 171 (yaz), https://isj.org.uk/more-than-starmer

Lenin, Vladimir I., 2015 [1916], “The Irish Rebellion of 1916”, Irish Marxist Review (Kasım), www.marxists.org/history/etol/newspape/irishmr/vol04/no14/lenin.html

Minnicino, Michael, 1992, Yeni Karanlık Çağ: Frankfurt Okulu ve Siyasi Doğruculuk (Schiller Enstitüsü).

Mitchell, Peter, 2021, Imperial Nostalgia: How the British Conquered Themselves (İmparatorluk Nostaljisi: İngilizler Kendilerini Nasıl Fethetti) (Manchester University Press).

Nath, Sayantani, 2021, “Lianne Wadi Kimdir? Kadının Irkçı Tweetleri Filistinli Göçmen Babasının 5 Milyon Dolarlık Minnesota İşini Mahvetti”, MEAWW (10 Haziran), https://meaww.com/lianne-wadi-palestinian-business-majid-wadi-loss-racist-tweets-resurfaced-backlash

Nelson, Fraser, 2020, “Kemi Badenock: The Problem with Critical Race Theory”, Spectator (24 Ekim), www.spectator.co.uk/article/kemi-badenoch-the-problem-with-critical-race-theory

Orr, Judith, 2024, “Büyük İkame Teorisi: From the Fringes to the Mainstream”, International Socialism 182 (bahar), https://isj.org.uk/great-replacement-theory

Petley, Julian, 2018, “Not Funny but Sick: Urban Myths”, James Curran, Ivor Gaber ve Julian Petley (eds), Culture Wars: The Media and the British Left (Routledge) içinde.

Sandbrook, Dominic, 2023, “Evet, Kulağa Kavgacı Geliyor Ama Kültür Savaşı Savaşmamız Gereken Bir Savaş!” Daily Mail (3 Eylül), www.dailymail.co.uk/debate/article-12474657/DOMINIC-SANDBROOK-argues-sounds-belligerent-culture-war-fight.html

Strokes, Doug, 2023, Dekolonizasyona Karşı: Kampüs Kültür Savaşları ve Batı’nın Çöküşü (Polity).

Taibbi, Matt, 2021, “Marcuse-Anon: Pseudo-Intellectual Kültü”, Racket (16 Şubat), www.racket.news/p/marcuse-anon-cult-of-the-pseudo-intellectual-1d3

Thomson, Irene Taviss, 2018, Culture Wars and Enduring American Dilemmas (Michigan Üniversitesi Yayınları).

Thomas, Mark L, 2023, “Faşizmin İtalya’ya Dönüşü mü? The Meaning of the Fratelli d’Italia”, International Socialism 178 (winter), https://isj.org.uk/the-fratelli-ditalia

Trilling, Daniel, 2020, “Birleşik Krallık Hükümeti Neden Aniden ‘Eleştirel Irk Teorisini’ Hedef Alıyor?”, Guardian (23 Ekim), www.theguardian.com/commentisfree/2020/oct/23/uk-critical-race-theory-trump-conservatives-structural-inequality

Walker, Peter, 2022, “Kemi Badenock Tory Liderlik Yarışına Kültür Savaşı Retoriğini Getiriyor”, Guardian (9 Temmuz), www.theguardian.com/politics/2022/jul/09/kemi-badenoch-brings-culture-war-rhetoric-tory-leadership-race-boris-johnson

Williams, Joanna, 2023, “The Trans War on the Family”, Spiked (29 Ocak), www.spiked-online.com/2023/01/29/the-trans-war-on-the-family

Zelig, Leo, 2024, “‘Dışlanmışlar İçin ve Dışlanmışlar Tarafından’: Fanon’un Tüm Uyarılarını Anlamak”, Uluslararası Sosyalizm 182 (kış), https://isj.org.uk/fanons-warnings

sosyalizm