Faruk Sevim
Salgın sürecinde ekonomiler kapitalizmin tarihinde az görülür oranlarda daraldı. 2008-2009 senelerindeki küresel çöküşten daha büyük, 1929’daki Büyük Buhran’dan şimdilik daha küçük bir ekonomik gerilemeden bahsediyoruz. Elbette insan hayatı ekonomik tüm değişkenlerden daha önemli, fakat kapitalist ekonomiler milyonlarca insanı yoksulluk, açlık ve ölümle tehdit ettiği için, salgının sebep olduğu ekonomik enkazı incelemek önemli hale geliyor.
Genç ve yaşlılara sokağa çıkma yasağı, kamusal alanlarda toplanma yasağı, işletmelerin kapatılması ve karantinayla birlikte ekonomiler büyük ölçüde kapandı. Havayolları, konaklama, seyahat acenteleri, eğlence, kumarhane ve içkili yerler gibi sektörlerde harcamalar yüzde 90’a varan oranlarda azaldı. Buna mukabil elektrik tüketimi, gıda alışverişi ve internet üzerinden yapılan alışverişlerde az da olsa artışlar gözlemlendi.
Gelirlerinde yüzde 90’lara varan gerileme yaşayan sektörlerde işten çıkarmalar ve süreli/süresiz izin vermelere gidildi. Bütün ülkelerde işsizlik görülmemiş oranlara ulaştı. Önceki krizlerde, bütün şirketler aynı anda kapanmadıkları için ekonomideki küçülmeler, işten çıkarmalar ve iflaslar zamana yayılıyordu. Şimdiyse ekonomi bir anda bıçak gibi kesilerek daraldı.
Ekonomik daralmaya iki kategori üzerinden bakılabilir: reel sektör ve hizmetler sektörü. Kriz zamanlarında reel rektördeki üretim ve tüketimin bir kısmı erteleniyor. Yani şahıs ya da kurumlar salgın sürecinde ihtiyacı olan malların alımlarını salgın sonrasına erteliyorlar. Dolayısıyla salgın boyunca üretim yapmayan fabrikalar, salgın sonrasında fazla mesai yaparak, kayıplarının en azından bir bölümünü telafi edebilirler.
Fakat hizmetler sektörü için aynı şey söz konusu değil. Yani 2020 yılında boş kalan oteller 2021 yılında iki kat kapasite ile çalışamayacak. Uçmayan uçaklar fazladan uçmayacaklar ya da berber tıraşları üçe katlanmayacak. Dolayısıyla hizmetler sektöründeki kayıpların tamamına yakını ekonomiden kaybolmuş olacak. Bu da ekonomisinin yüzde 60’ından fazlasını hizmetler sektörünün oluşturduğu gelişmiş ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için çok ciddi bir sorun.
Öte yandan pek çok şirket zaten salgın öncesinde de ucu ucuna çalışıyordu, yüksek kredi borçları vardı. Bu sürecin sonunda bazı şirketler iflas edecek, bazı şirketler de devletlerin sağladığı destek paketlerinden düşük faizli ya da faizsiz krediler çekerek devam edecekler. İflaslar zinciri başlayacak. Büyük ve iktidara yakın şirketler kurtarılacak. Yani özel şirketlerin zararları halkın vergileriyle finanse edilecek. Fakat her halükârda, salgını fırsata çevirenler hariç bütün şirketler bozuk bilançolarla kalacaklar.
2021 Yılı dünya büyüme, enflasyon ve ticaret hacmi tahminleri ve değerlendirilmesi
2020 yılını ekonomiler, küresel krizle Covid–19 salgınının birlikte yarattığı büyük hasarla tamamladılar. Covid-19 salgını olmasaydı da başta Euro Bölgesi olmak üzere gelişmiş ekonomilerde sıkıntılar büyümeye yüz tutmuştu. 2020 başında gelen salgın bu sıkıntıları iyice artırdı ve sonuçta gelişmiş ekonomiler bir kez daha resesyon gerçeğiyle yüz yüze geldiler.
Aşağıdaki tablo 1’de IMF’nin Ocak 2021’de revize ettiği tahminler yer alıyor. 2020 yılında dünya GSYH’sinin yüzde 3,5 oranında küçülmesi bekleniyor. Bu küçülme gelişmiş ekonomilerde çok daha sert olacak. Tabloda yer alan ekonomilerden 2020 yılında Çin (yüzde 2,3) ve Türkiye (yüzde 1,2) dışındaki bütün ekonomiler küçüldü. En ciddi küçülme gelişmiş ekonomilerde İspanya, İngiltere, İtalya ve Fransa’da görülürken gelişme yolundaki ekonomilerde en sert küçülme Meksika, Hindistan ve Güney Afrika’da ortaya çıktı.
2020 yılında dünya ticaret hacminin yüzde 9 dolayında küçülmüş olduğu tahmin ediliyor. “Uluslararası ticaretin gelişiminin uluslararası refahı artıracağı” görüşü kapitalizmin temel kabullerindendir. 2020 yılında ise ticaret azaldı. Dolayısıyla uluslararası ticaret hacmindeki büyük düşüş 2020 yılında dünya büyümesini küçülmeye dönüştürdü.
2020 yılı küresel krize ek olarak Covid-19 salgınının da etkisiyle, tüketimdeki azalmaya paralel olarak, dünyada enflasyonun genelde gerilediği bir yıl oldu. Ancak Türkiye, yüzde 14,6 oranındaki enflasyonuyla içinde yer aldığı gelişmekte olan ekonomiler ortalamasının üç katı daha yüksek enflasyona sahip olmaya devam etti.
Covid-19 virüsüne karşı dünyanın dört bir yanında geliştirilmeye başlayan aşılar 2021 yılının bir toparlanma ve hatta çıkış yılı olacağının düşünülmesine ve başta büyüme olmak üzere ekonomik gösterge tahminlerinin yukarıya doğru revize edilmesine yol açtı. 2020 yılının ciddi çöküşler yaratmış olması her şeyden önce ekonomilerin baz etkisinden yararlanarak toparlanmasına yol açacak gibi görünüyor. 2021 yılında dünya ticaret hacminin, 2020 yılına göre yüzde 8,1 artacağı tahmin ediliyor. 2020 yılında küçülen bütün ekonomilerin 2021’de hızlı bir büyüme periyoduna girmeleri bekleniyor. IMF’nin Türkiye için 2021 büyüme tahmini yüzde 6. Bu oran gerçekleşirse yine en yüksek büyüme oranlarından birisi olacak. Buna karşılık tahminler gerçekleşirse Türkiye dünyada en yüksek enflasyona sahip ülkelerden birisi olmayı da sürdürecek.
2021 yılında beklenen bu çıkışın önünde durabilecek en önemli engel Covid-19 virüsünün mutasyona uğramış halinin (mutant Covid-19 virüsü) dünyada yaygınlaşmaya başlamış olması olarak gösteriliyor. Aşıların bu mutant virüs üzerinde etkili olup olmadığı ya da ne kadar etkili olduğu konusu henüz tam olarak bir sonuca ulaşmış değil.
Kamu kesimi borçluluğu zirve yaptı
Salgınıyla birlikte dünyada kamu kesimi borç stoku / GSYH oranları hızla yükseldi. Bundan 30 yıl önce, gelişme yolundaki ekonomilerin kamu kesimi borç yükü yüksek, gelişmiş ekonomilerin kamu kesimi borç yükü düşüktü. O dönemlerde gelişmiş ekonomiler, borçlarını ödeyemeyecek duruma düşen başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere gelişmekte olan ekonomiler için çeşitli borç düşürme planları hazırlarlar, bu ülkelerin borçlarını azaltmaya çalışırlardı. Aşağıda yer alan tablo 2 bize bu durumun tersine döndüğünü; asıl borçlu konuma gelişmiş ekonomilerin geldiğini gösteriyor.
Günümüzde gelişmiş ekonomilerin kamu kesimi borç yükü (borcun milli gelire oranı) yüzde 124,9 iken gelişmekte olan ekonomilerin borç yükü yüzde 65,3. Japonya yüzde 258,7 ile en borçlu ekonomi unvanını alırken onu İtalya (yüzde 159,7) ve ABD (yüzde 132,5) izliyor. Gelişmekte olan ekonomiler içinde kamu kesimi borç yükü en yüksek olan ekonomi Brezilya (yüzde 92,1). Güney Afrika (yüzde 84,9) ve Hindistan (yüzde 83,1) onu izliyor. Türkiye’de, kamu kesimi borç yükü önceki yıllara göre artmasına rağmen yine de iyi bir konumda (yüzde 40,3). Ancak bu rakamın içinde yollara, köprülere ve hastanelere verilen ödeme garantileri yok. Bunlar dahil edildiğinde kamu kesimi borçluluk oranı Türkiye’de de yüzde 90’ları buluyor.
2021 yılında dünyada kamu kesimi borç yükünün azalmayacağı hatta artacağı bekleniyor. 2021 yılı için küresel kapitalist ekonominin en olumsuz görünümü; her ekonominin giderek daha borçlu hale gelmesi olarak karşımızda duruyor. Devletler, özel kesime ve kişilere borçlular ve bu borç giderek artıyor. Bu sorunun çözümü ileriki yıllara ertelenmiş gibi görünüyor.
Mart ayında 2020 yılı dünya ticaretinin yüzde 5,3 daraldığı ortaya çıktı. Bu, daha önce yüzde 12’lerde olacağı öngörülen daralma tahminlerine göre önemli bir rakam. Muhtemelen, ekonomiler, salgına rağmen kapanmadıkları için, ticaret beklenenden daha fazla oranda gerçekleşti. Tabi bunun bedeli, salgında ölen 3 milyon kişi. Daha da ölecekler hariç. Dünyaya egemen olan kapitalist ekonomi mantığı, ekonominin durmasının, kapitalizmin ölmesi anlamına geleceğini bildiği için, ekonomilerde tam kapanmaya gidilmedi. En sert önlemlerin uygulandığı ülkelerde bile işyerleri açık kaldı. Bu da ticaret hacminde sadece yüzde 5,3 oranında daralmaya yol açtı.
Ama salgın nedeniyle işinden olan, yoksullaşan milyonlarca insan var, bu da kapitalizmi yakın zamanda büyük bir aşırı üretim krizinin beklediğini gösteriyor.
Kapitalizmin krizi yeni değil
Koronavirüs salgını öncesi dünya ekonomisi genel olarak durgunluk şeklinde tanımlanabilecek ekonomik koşullar içindeydi ve bazı ekonomistlerin deyimi ile “2008 krizini geride bırakacak” yeni bir krize doğru yol alıyordu.
Burjuvazinin ideologları şimdi salgını kapitalist ekonominin içine düştüğü çıkmazı örtmek için kullanıyorlar. Deniyor ki, “Yapacak bir şey yok, salgın var ve her şeyi etkiliyor.” Oysa bir salgının ekonomiyi bu denli küçültmesinin nedenlerinin ne olduğunun açıklanması gerek ve bu konuda tam bir sessizlik hâkim.
Kapitalist sistemde, sürekli artı-değer ve kâr üretmek, üretilenler de satılmak zorunda. Satılmadan artı-değer, ya da onun başkalaşmış biçimi olan kâr realize edilemiyor.
Salgın koşulları insanların tüketim davranışlarını önemli ölçüde değiştirdi. İnsanlar kendileri için en gerekli olan maddeleri almaya yöneldiler. Zaten genel olarak aşırı üretim sorunu, kapitalizm için temel bir sorundur, krizlere yol açtığı bilinir. Salgın döneminde yapılan bazı üretimler, salgın koşullarında aşırı üretim olarak kayıtlara geçti. Bu nedenle inşaat, tekstil, turizm, taşımacılık, lokantacılık, eğlence yerleri vb. sektörlerde batan firmalar var. Türkiye’de örneğin binlerce firma zombi, yani yaşayan ölü haline gelmiş durumda.
Kapitalizmi çürüten koşulların başka bir sebebi daha var. Yüzlerce trilyon dolar çok dar bir kesimin elinde birikmiş durumda ve bu paralar kesinlikle yatırıma ve üretime gitmiyor. Tüm dünyada üretime yönelik sermaye yatırımları (sabit sermaye yatırımları) sürekli geriliyor. Bu olgu pandeminin yol açtığı bir sonuç değil, pandemi öncesinde görülen bir olgu. Örneğin Avrupa Birliğinde sabit sermaye yatırımları, 1996’da toplam gelirin (GSYH) yüzde 21’ine tekabül ederken, bu oran 2016’da yüzde 19,7’ye düştü. Üstelik 2016’da bu yatırımların neredeyse yarısı inşaata, çeyreği de silah üretimine ilişkin yatırımlara gitti. Tüm dünyada sabit sermaye yatırımları grafiklerde aşağı doğru bir eğri çizerken, finansal dış varlıklar ve yükümlülükler toplamı, yani finans sermayesi sürekli yukarı doğru bir tırmanmakta.
Üretimden kopuk finans sürekli şişiyor ve tüm sistem için kararsızlığın ve dengesizliğin önemli bir aktörü olarak dalgalanmalar yaratıyor. 1980’de dünyadaki finansal varlıkların (banka mevduat ve kredileri, hisse senetleri, tahvil ve bono) toplamı 12 trilyon dolar, dünya GSYH’si 10 trilyon dolardı, yaklaşık eşit miktardaydı. 2007 sonunda küresel finans varlıkları toplamı GSYH toplamının 4 katına yaklaştı. Dünya GSYH’si 55 trilyon dolar olurken, finans varlıkları toplamı 196 trilyon dolar oldu. Küresel finans varlıkları 16 kat, GSYH ise 5 kat arttı. “Türev” enstrümanlara yapılan kontratlar hacmi 1998’de GSYH düzeyindeyken, 2007 sonunda 600 trilyon doları aştı. Bunun sonuçları biliniyor, 2008 krizini yaşadık. Bugün bu rakamlar daha da büyüdü.
Lenin, 20. yüzyılın başında tekelci kapitalizmi “çürüyen ve asalak kapitalizm” olarak tanımlamıştı. Mali sermayenin egemenliği başlamış, “Kupon keserek yaşayanlardan” ibaret, üretimle hiçbir ilgisi olmayan asalak bir sınıf türemişti. Bugün bu eğilim en uç noktasına ulaşmış durumda. Bir avuç süper zengin, milyarlarca insanın emeğini sömürüyor. Dünyanın en zengin 62 kişisinin serveti, dünya nüfusunun yarısının, yani 4 milyar insanın servetine eşit. Dünyanın en zengin yüzde 1’i, tüm dünyadaki servetin yüzde 90’ına sahip. Bu eşitsizlikler bundan 50 yıl önce bu kadar fazla değildi. Bu eşitsizlik, ekonomik krizlerin yanı sıra siyasal ve toplumsal krizlere de yol açan en önemli sebep.
Hükümetler salgın döneminde zenginleri koruyor
2008 mali krizinden sonra dünyanın dört bir yanından hükümetler, ekonomik sisteme 3 trilyon doların üzerinde para aktarmıştı. Amaç, kredi piyasalarını canlandırmak ve küresel ekonomiyi yeniden işler kılmaktı. Ancak, yardımın büyük kısmı, gerçek mal ve hizmetlerin olduğu reel ekonomi yerine, finans sektörüne gitti. Hükümetler, krizi tetikleyen yatırım bankalarını kurtarmış ve ekonomi yeniden canlanınca da toparlanmanın karşılığını yine bunlar almıştı. Vatandaşların paylarına, yine eskisi gibi bozuk ve eşitsiz bir küresel ekonomi düşmüştü.
Şimdi virüsün ortaya çıkışının hemen ardından, hükümetler, ortaya çıkan ekonomik ve sağlık krizini birlikte ele almak, meslek grupları için teşvik paketleri çıkarmak, hastalığın yayılımını önlemek için yeni tedbirler almak ve sonunda tedavi ve aşıların AR-GE’sine yatırım yapmak için devreye girdiler.
Bu arada devletler elbette, kamu çıkarını koruyan ve toplumsal sorunlarla mücadele eden politikalara odaklanmak yerine, şirketlere kayıtsız şartsız destek verdiler. Covid-19 aşılarının evrensel olarak erişilebilir hale getirilmesini sağlamadılar. Salgın döneminde büyük servetler kazanan şirketleri daha fazla vergilendirmeyi düşünmediler.
Epeydir devletler riskleri toplumsallaştırırken mükâfatları özelleştiriyor. Halk, sorunları gidermek için bedel ödese de bu temizliğin faydası büyük ölçüde şirketlere ve yatırımcılara yarıyor. İhtiyaç varken devletten hızlı destekler isteyen işletmeler, her şey yolundayken devletten geride durmasını talep ediyorlar.
Kapitalizmin yapısal problemleri var
Gelişmiş ekonomiler, Covid-19’a rastlamadan çok önce büyük yapısal problemlerden mustaripti. Bu yapısal problemler, dünya çapında büyük ekonomik krizlere yol açtı. Özellikle finansal sermayenin, reel ekonomiyi desteklemek ve sürdürülebilir bir büyüme sağlamak yerine kredileri fosil yakıt şirketlerine, silah üretimine ve inşaat sektörüne akıtması, borç balonlarını büyüttü, krizleri tetikledi. Pandemi krizi bütün bu sorunların üzerine geldi.
Finans sektöründe paranın önemli bir kısmı; bankalara, sigorta şirketlerine ve gayrimenkule yatırılıyor. Banka kredilerinin yalnızca yüzde 10’u finans dışı sektöre giderken, geri kalan krediler gayrimenkul ve finansal varlıklara gidiyor. Gelişmiş ekonomilerde, gayrimenkul kredileri 1970’te tüm kredilerin yaklaşık yüzde 35’ini oluşturuyordu, 2007’de bu oran yüzde 60’a yükseldi. Dolayısıyla, mevcut finansal yapı, borca güdümlü bir sistemi ve spekülatif balonları besliyor. Bunlar patladığında da bankalar ve diğerleri, devletlerden hemen destek alıyorlar.
Bir diğer sorun da çoğu büyük işletmenin kısa vadeli kazançlar için uzun vadeli yatırımları ihmal etmesidir. Üç aylık getirilere ve hisse senedi fiyatlarına takıntılı CEO’lar ve şirket kurulları, hisse senetlerini geri alarak kalan hisselerin değerini artırıp hissedarları ödüllendirdiler. Son 10 yılda, Fortune 500 şirketleri 3 trilyon dolardan fazla değerdeki hisselerini geri aldılar. Bu geri alımlar; ücretlere, işçi eğitimine AR-GE’ye yapılan yatırımların pahasınadır.
Fosil yakıt şirketlerine devletlerin desteği devam ediyor
Yeşil enerjiye uzun vadeli yatırımların olmayışı küresel ısınmayı tetikliyor ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Paneli, geri dönüşü olmayan bu etkilerden kaçınmak için dünyanın sadece 10 yılı kaldığı noktasında uyarılarda bulunuyor. Buna karşın ABD hükümeti, fosil yakıt şirketlerine, tercihli vergi muafiyetleri yoluyla yılda yaklaşık 20 milyar dolarlık sübvansiyon sağlıyor. AB’nin sübvansiyonları ise 65 milyar dolar civarında. İklim değişikliği ile başa çıkmaya çalışan politikacılar, olsa olsa, karbon vergileri ve yeşil yatırımların sayıldığı resmi listeler gibi teşvikleri değerlendiriyorlar. Felaketi önlemek için 2030 yılına kadar yapılması gereken düzenlemeleri çıkarmayı ise bir kenara bıraktılar.
Covid-19 krizi bu sorunları daha da kötüleştirdi. Şu an dünya, yaklaşan iklim krizi veya ekonomik krizi önlemek yerine sağlık krizinden kurtulmaya odaklanmış durumda. Çoğu kişinin hem geçinmek için gerekli maddi kaynakları yok, hem de sağlık ve hastalık izni gibi işveren yardımlarından yoksun. Bir önceki ekonomik krizin temel nedenlerinden biri olan şirket borçları, talepteki düşüşü atlatmak için şirketlere verilen yeni kredilerle daha da artırılıyor.
Şirketler, devletlerden aldıkları yardımları kâr etmek için kullanıyor
Pandemi, kamu ve özel sektör arasındaki ilişkinin ne kadar dengesiz hale geldiğini de ortaya koyuyor. ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH), tıbbi araştırmalara yılda yaklaşık 40 milyar dolar destek sağlıyor. Covid-19 tedavileri ve aşılarının AR-GE’sinde kilit bir fon sağlayıcı konumunda. Ancak, ilaç şirketlerinin nihai ürünlerini vergilerle onları sübvanse eden Amerikalılar için uygun fiyata satma yükümlülükleri yok. Kaliforniya merkezli Gilead şirketi, federal hükümetten 70,5 milyon dolarlık destek alarak Covid-19 ilacı olan Remdesivir’i geliştirdi. Şirket, haziran ayında, bir tedavi aşaması için Amerikalılardan 3.120 dolar alacağını açıkladı.
Bir çalışmada, 2010 yılından 2016 yılına kadar ABD Gıda ve İlaç Dairesi tarafından onaylanan 210 ilaca bakıldı ve NIH fonunun herkese katkıda bulunduğu sonucuna varıldı. Bu kamu desteklerine rağmen, ABD’deki ilaç fiyatları dünyadaki en yüksek ilaç fiyatları konumunda.
Büyük teknoloji şirketlerinde de durum kamu çıkarlarının aleyhine işliyor. Silikon Vadisi, birçok yönden ABD hükümetinin yüksek riskli teknolojilerin geliştirilmesine yaptığı yatırımların bir ürünüdür. Ulusal Bilim Vakfı, Google’ı ünlü yapan arama algoritmasının arkasındaki araştırmayı finanse etti. ABD Donanması, Uber’in bağlı olduğu GPS teknolojisi için aynısını yaptı. Pentagon’un bir parçası olan İleri Savunma Projeleri Araştırma Ajansı internetin, dokunmatik ekran teknolojisinin, Siri’nin ve IPhone’daki diğer tüm önemli bileşenlerin gelişimini destekledi. Kamu kurumları bu teknolojilere büyük yatırımlar yapıyor, fakat bundan kâr elde edenler hep büyük şirketler oluyor.
Silikon Vadisi’nde geliştirilen yapay zekaya ve diğer teknolojilere yakından bakılınca, temellerin kamu kurumları tarafından atıldığı görülüyor. Bu yüzden, teknolojiye erişim, örneğin internete erişim bir ayrıcalık değil bir hak olmalıdır.
Şirketler, inovasyonun ve değer yaratmanın birincil itici gücünün özel sektör olduğunu söylüyorlar ve ortaya çıkan kârın tamamına el koyuyorlar. Oysa bu doğru değil. İlaçlarda, internette ve nanoteknolojide pek çok gelişme, sayısız işçi, kamu altyapısı ve kurumları sayesinde; muazzam bir devlet yardımı ile geliştirildi.
Aşının herkese ücretsiz vurulması gerekir
Covid-19 için herkesin ulaşabileceği bir “halk aşısı” geliştirmek gerekir. İlaç geliştirme süreci, hem AR-GE aşamasında hem de dağıtım zamanında ülkeler arasında dayanışma ve iş birliğini tesis edecek şekilde yönetilmelidir. Patentler; üniversiteler, devlet laboratuvarları ve özel şirketler arasında bir havuzda toplanmalı ve bilgiler veri ve teknolojinin dünya genelinde serbestçe dolaşımı sağlanmalıdır. Bu adımlar olmadan, Covid-19 aşısı, tekeller tarafından satılan pahalı bir ürün olup yalnızca zengin ülkelerin ve vatandaşların alabileceği lüks bir mal olur.
Mart 2021 sonu itibarı ile dünya genelindeki Covid-19 aşısına erişimde büyük bir dengesizlik var. Birçok ülkede risk altındaki insanlara yetecek kadar bile aşı yok. Yüksek gelire sahip ülkelerde ortalama her dört kişiden birine Covid-19 aşısı düşüyor. Düşük gelirli ülkelerde ise her 500 kişiden sadece biri Covid-19 aşısına erişebiliyor.
ABD Kongresi, şimdiye kadar salgına yanıt olarak 3 trilyon dolardan fazla harcama yetkisi verdi ve ABD Merkez Bankası ekonomiye 4 trilyon dolar daha enjekte etti. Bu, ABD GSYH’sının yüzde 30’undan fazlasını oluşturuyor. Diğer pek çok ülkede de şirketlere ve bireylere nakit destek için bütçelerden önemli miktarlar ayrıldı. Dünya genelinde desteklerin 15 trilyon doları bulduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de ise nakit desteği sadece 8 milyar lira olarak gerçekleşti. Bu rakam, dünya genelinde en düşük desteklerden birisi.
Yine de bu büyük rakamlar, iklim değişikliğinden eşitsizliğe kadar acil, uzun vadeli sorunları ele alma bakımından hiçbir şey başaramadı.
Salgın sonrası kapitalist dünya düzeni
Küresel kapitalist sistem şimdiden, pandemi öncesi kapitalizme geri dönmeyi planlıyor. Buna karşın, uzun süredir zayıflayan ve ideolojik olarak iflas etmiş neoliberal seçenek, pandemi sürecinde çok büyük yara aldı. Küresel salgından en olumsuz etkilenen ülkeler neoliberal politikaları benimseyen ülkeler oldu (ABD, İngiltere, İtalya, İspanya). Neoliberal politikalar bu ülkelerde kamu sağlık sistemini çökertmiş ve kitlesel sağlık hizmetlerinin kapasitelerini zayıflatmıştı. Kapitalizm, 2008 krizi sonrası sistemin sorunlarının çözümü amacıyla ilerici alternatiflere (Sol Keynesçilik / Yeşil Yeni Düzen gibi) yönelmedi, neoliberal dönemde elde edilen kazanımlarını (yüksek kârlar, zayıf örgütlü işgücü, kuralsız piyasalar) korumaya çalıştı. Krizin faturası işçilere, emekçilere ödetilmeye devam edildi. Şimdi de benzer şekilde özel sektörü koruyan, şirketleri kurtaran, salgının faturasının işçi sınıfına, emekçilere ödetildiği bir süreç işliyor.
Covid-19 salgını kapitalizmin pek çok problemini su üstüne çıkardı, kapitalizmin vahşiliği ortaya çıktı. Değişim artık bir ihtiyaç haline geldi. Ama değişimin elzem olması gerçekleşeceği anlamına gelmiyor. Çünkü dünyanın büyük bir bölümünde, ihtiyacımız olan bu değişime ayak direyen otoriter sağ rejimlerle örülmüş bir siyaset var.
Diğer yandan, neoliberalizm ve otoriterlik karşıtı kitlesel tepkiler giderek arttı. ABD’de başlayan, Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinin ve kadın hareketinin de desteğini sağlayan muhalefet, sağcı Trump’ı koltuğundan etti. Aynı şekilde Brezilya’da Bolsonaro zor günler geçiriyor. Covid salgınını ciddiye almayan yaklaşımı sonucu yüzbinlerce Brezilyalı öldü. Şimdi Bolsonaro bunların hesabını verecek. Pek çok sağcı lider, salgın karşısında takındıkları umursamaz tavrın hesabını toplumlarına verecekler.
Türkiye’de salgın, ekonominin açık tutulması, kapanma kurallarının iktidar partileri tarafından sık sık ihlal edilmesi nedeniyle kısa zamanda yüksek sayılara çıktı. Salgın konusundaki başarısız yönetim tarzı, otoriter yönetim uygulamaları ile birleşince, halkın hükümete desteği azaldı. Hükümet uzun süredir muhalif eylemlerle karşı karşıya kalıyor. Kadınlar, öğrenciler, öğretim üyeleri hükümetin otoriter adımlarına, uygulamalarına karşı çıkıyorlar, hükümetin kamuoyu desteği yüzde 40’ların altına inmiş durumda.
Bütün bunlar elbette işçi sınıfının ve emekçilerin de direnişlere katılması, önderliği ele alması ile birlikte başka bir dünyanın kurulmasına yol açacaktır.
Kaynakça
Callincos, Alex, 2019, Emperyalizmin çoklu krizi, https://www.dsip.org.tr/index.php/kutuphane/93-brosurler/1077-alex-callinicos-emperyalizmin-coklu-krizi
Alkın, Kerem, “Gerekli ders çıkarılmazsa kapitalizm yok olacak”, https://kriterdergi.com/dosya-koronavirus-etkisi/gerekli-ders-cikarilmazsa-kapitalizm-yok-olacak
Callinicos, Alex, 2020, “Virüs krizi, ilerici AB mitini yıktı”, https://marksist.org/eski/icerik/Dunya/13737/Virus-krizi,-ilerici-AB-mitini-yikti
Akçoraoğlu , Alpaslan, 2020, “Felaket çağında kapitalizmin açmazları”, https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/05/29/felaket-caginda-kapitalist-uygarligin-acmazlari
Yaşaroğlu, Ahmet, 2020, “Kapitalizmin çürümesi”, https://www.evrensel.net/yazi/87173/kapitalizmin-curumesi
Schwab, Klaus, 2020, “Kapitalizme reset atmak mümkün mü?”, https://fikirturu.com/ekonomi/kapitalizme-reset-atmak-mumkun-mu/
Çubukçu, Aydın, 2021, “Salgın sonrası muhalefet için olanaklar”, https://www.evrensel.net/haber/423155/yazar-aydin-cubukcu-salgin-sonrasi-muhalefet-icin-onemli-olanaklar-sunacak
Eğilmez, Mahfi, 2021, “2021 yılında dünya ve Türkiye ekonomisi”, https://www.mahfiegilmez.com/2021/02/2021-ylnda-dunya-ve-turkiye-ekonomisi.html
TÜİK istatistikleri