Halkların Hapishanesinden Ezilenlerin Şenliğine

Ozan Ekin GÖKŞİN

1917: Rusya’nın Kızıl Yılı | Tim Sanders, John Newsinger | Z Yayınları | 96 sf.

Bundan yüz sene evvel 1917’de, tarihin ilk muzaffer işçi devrimi; beklentilerin aksine işçi sınıfının yeni geliştiği, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımını iliklerine kadar yaşayan, köylülüğün yoğun olduğu, büyük şehirlere göçerek işçi sınıfına

katıldığı, kadınların toplumsal alandan soyutlandığı, kilise ve erkek baskısı altında yaşadığı, Yahudilerin ikinci sınıf insan ve günah keçisi olarak görüldüğü, sürekli pogromlarla karşılaştığı, tüm etnik grupların Rus milliyetçiliğinin baskısıyla sesinin kısıldığı, Batı Avrupa’ya nazaran parlamenter demokrasi deneyiminden yoksun, kanlı çarlık rejiminin hükümran olduğu Rusya’da gerçekleşmişti. Halkların hapishanesi ismiyle anılan Rusya’da işçiler, kurdukları sovyetlerle çarlık rejimini yerle yeksan etti.

Bu devrimin iktidarı ele alış sürecinden bir kesit sunan, karikatürist Tim Sanders’ın çizdiği, marksist tarihçi John Newsinger’ın yazdığı çizgiroman 1917: Rusya’nın Kızıl Yılı, Cemal Yardımcı’nın tercümesi ve Canan Şahin’in önsözü ile Z Yayınları tarafından Ekim ayında yayınlanıyor.

1917: Rusya’nın Kızıl Yılı, devrimin saflarındaki iki insanın, fabrika işçisi Natalya ve asker Peter’in Şubat’tan Ekim ayına kadarki mücadelelerini konu alıyor. Devrimin fitilini yakan Uluslararası Kadın Günü eylemi, çarlığa karşı eyleme geçen işçilere silah sıkmayı reddeden askerlerin işçilerin safına katılması, kıyıma gönderilen askerlerin cephelerde savaşı bitiren propagandaları, kadınların fabrika toplantılarında ve sovyetlerde gerçekleştirdikleri eşitlik ve özgürlük talepleri, Bolşevik Partisinin sovyetlerde işçileri kazanma çabaları, darbe girişimine karşı devrimin kazanımlarını savunmak adına izlenen politikalar ve en nihayetinde işçilerin yönetimi ele geçirmesi, devasa bir kitleselliğin içinde, sıradan işçi ve askerlerin gözünden, yalnızca devlete karşı verilen değil, kendi aralarındaki mücadeleler yoluyla, gayet basit ve keyifli bir dille anlatılıyor kitapta.

Bir daha hatırlamak

1917 Devrimi, tüm dünyadaki ezilenlere, işçi sınıfına ilham ve motivasyon kaynağı olsa da, devrimin Rusya’ya sıkışması, devrimin en ileri kadrolarının iç savaşta hayatlarını kaybetmesi ve bürokrasinin yükselişi ile birlikte işçilerin elleriyle var ettiği yönetim aygıtları işçi komiteleri yok edildi. Devrime dair bilinenler çarpıtıldı. Kitleleri, parti ikame etti. Savaşlar ve ulusal kurtuluş mücadeleleri SSCB’nin çıkarlarıyla örtüştüğü sürece desteklendi yahut kösteklendi. Komünist Enternasyonal tek ülkede sosyalizm fikrine adapte oldu, devrimin enternasyonal kimliği törpülendi, nitekim en sonunda enternasyonal bir örgüte gerek kalmadı ve Stalin tarafından kapatıldı. Dünya genelindeki komünist partiler birer uydu haline getirildi. İşçilerin birleşik mücadelesinin yerini işçilerle burjuvazinin ittifakını hedefleyen halk cephesi taktiği aldı, birçok ülkede devrimin ezilmesi sağlandı. Devrim fikri iki ayrı kanaldan yürüyordu artık: Stalinizm ve aşağıdan sosyalizm. Bu kitap, aşağıdan sosyalizm geleneğinin görüşlerini yani muzaffer devrimin görüşlerini baz alıyor.

Bu iki ayrı kanalın anlattıkları, niteliği ve öznesi açısından birbiriyle çatışır. Stalinizme göre, parti işçi sınıfını ikame etmiştir, devrimin faili partidir. Devrime giden yol, askeri yeraltı örgütünün eyleminden ibarettir. Kitleler bir kenara atılmış, devrim bir avuç kahramanın eylemine indirgenmiştir artık. Devletin kökten dönüşümü ve sönümlenmesi için yapılan projeksiyonun yerini, devleti ele geçirmek almıştır. Oysa Lenin, sovyetlerin ve partinin rolünü tarif ederken tepeden inme müdahaleleri reddeder, devrimde kitlelerin rızasını öne çıkarır: “Komün, yani Sovyetler, iktisadi gerçeklikte ve halkın ezici çoğunluğunun bilincinde tam anlamıyla olgunlaşmadan hiçbir değişikliği ‘başlatmaz’, ‘başlatmaya’ kalkışmaz, ‘başlatmamalıdır’ (…) Sosyalizmi bir azınlık, yani parti başlatamaz. Devrim ancak on milyonlarca insan tarafından, bunu yapmayı öğrendikleri zaman başlatılabilir”.1

İşçi sınıfı mücadele içindeyken kendini ifade edebilmek için aygıt ve yöntemlere ihtiyaç duyar. Konseyler tabandan yeşeren, iş yeri merkezli karar alma mekanizmalarıdır, kitle grevleri ise ekonomik ve siyasi talepleri birleştiren ifade araçlarıdır. Bu yönüyle ekonomik taleplere sıkışan sendika ve genel grevlerden ayrışırlar. Kitle grevinin önemine dikkat çeken Rosa Luxemburg, 1905 deneyiminden yola çıkarak “Rus devriminin bize gösterdiği şekliyle kitle grevi, proleter savaşımın daha güçlü bir etkisi yararına kılı kırk yararak icat edilmiş şeytanca bir araç değil, devrim içinde proleter kitlenin hareket biçimi, proleter mücadelenin görüngü biçimidir” der.2 Kitleler mücadele içinde öğrenir, öğrendiklerini mücadeleye aktarır, sınıfı bölen düşüncelerle hesaplaşır ve ancak bu yolla, sömürünün kaynağını hedef alabilir. Oysa, stalinizmin tahribatı sebebiyle kitleler korkutucudur. Güvenilmezdir. Değişime açık, dönüştürmeye muktedir değildir. Mücadelenin seviyesine, sınıfsal analizlere ihtiyaç duymaksızın kestirmeci bir tutumla şüpheyle bakılır kalabalıklara.

Stalinizm ve aşağıdan sosyalizm partinin rolü konusunda da ayrışır. John Molyneux, Lenin’in parti teorisindeki iki temel temayı şöyle özetler: “Birincisi, işçi sınıfının ve bütün sömürülenlerin toplu çıkarlarını yüksekte tutan, mutlak bağımsız ileri işçiler örgütü; ikincisi, işçileri kapsayan ve onların çıkarlarını etkileyen her mücadeleye pratik liderlik sağlayarak işçi kitleleri ile mümkün olan en yakın ilişkinin sürdürülmesi. Birincisi, ilkeye sarsılmaz bağlılığı, bir süre için dar ve görünüşte tecrit edilmiş bir azınlık tavrını benimsemeyi ve işçi sınıfı içinde oportünizmin belirtilerine karşı amansız bir mücadele açma kararlılığını ifade eder. İkincisi ise, olağanüstü taktik ve esneklik ve kitlelerle bağı sürdürmek için her yolu kullanma yeteneği anlamına gelir”.3 Parti, işçi sınıfını iktidara taşıyan bir araç, tarihten çıkarılan dersleri akılda tutan bir hafıza işlevi görür. Troçki’nin meşhur benzetmesiyle, “parti olmazsa yığınların enerjisi bir kazana kapatılmamış buhar gibi uçar gider. Onu hareket ettiren şey ne piston ne de kazandır, buhardır”.4 Oysa Chris Harman’ın görüşüne göre stalinist parti, burjuva kültürün parlamenter parti aygıtından farklı değildir: “Stalinist partide (…) önemli olan örgütün siyasetine değil, örgütün kendisine bağlılıktı. Teori, pratiği yönlendirmek yerine, başka şeyler tarafından belirlenen bir pratiğe kılıf uydurmak amacını güdüyordu. Parti bürokrasisinin aldığı siyasi kararların niteliğini örgüte sadakat tayin ediyor, örgütün genel çıkarlarını ise Rus devlet aygıtının çıkarları tayin ediyordu.5

Dersler

1917: Rusya’nın Kızıl Yılı, hem stalinizmin tahribatına, milliyetçilere, dini sömürenlere, savaş kışkırtıcılarına karşı, tabandan gelişen, doğrudan demokrasiyi kuran, antisemitizme taviz vermeyen, kentlerde ve cephede barış için mücadele eden, eşitlik ve özgürlük hayaliyle eyleme geçen yığınların gerçek hikayesini anlatıyor, hem de Ekim Devrimi’ni darbeden ibaret gören liberal tezlere mütevazı bir cevap sunuyor. İşçileri iktidara taşıyan süreçte, geçilen her dönemeç ve yapılan mücadeleler, tüm toplumsal hareketler için örnek teşkil ediyor.

Günümüzde hâlâ kadınların ezilmişliğini devrimden sonraya erteleyen tartışmaları görebiliyoruz. Antisemitizm, solun büyük bir kısmı için önemsenmesi gereken bir durum değil. Barış için mücadele etmek devletin nazarında bir tehditken, birtakım sosyalizm

savunucuları içinse pasifizm ve yeterince sosyalist olunmadığının ispatı olabiliyor. Darbeler konusunda, “Kerenski’yi biz devireceğiz, başkasının devirmesine müsaade etmeyiz” diyerek Kornilov darbesine karşı çıkan Rus işçiler kadar berrak fikirlere rastlamakta güçlük çekiyoruz. Ya da tankları durduran sıradan insanların sınıf bilinçlerinin eksikliğine şaşkınlık gösteriyoruz. Örgütlülüğün zayıf olduğu, aşağıdan sosyalizm geleneğinin aktarılamadığı, sosyalizmin stalinist partiler tarafından rejimin yanında durmak olarak takdim edildiği ülkelerde yaşanan toplumsal ayaklanmalarda, Ekim Devrimi’nden çıkarılacak derslerin yokluğunu yakıcı bir şekilde yaşıyoruz. Tüm Ortadoğu’yu sarsan, diktatörleri deviren Arap Baharı’nda örneklerini gördüğümüz üzere, Mısır’da yapılan darbeye kayıtsız kalan milyonların, Suriye’de mezhepçiliğe ve milliyetçiliğe kollarını açan, emperyalist güçlerin çatışmalarından pay çıkarmaya çalışan bir muhalefetin yenilmeye mahkum olduğuna şahit olduk.

Canan Şahin’in önsözde belirttiği üzere, küresel kapitalizmin istikrarsızlığa cevap bulamadığı, merkez siyasi partilerin can çekiştiği, bir yanda popülist sağ, bir yanda radikal solun kitleselleştiği, kıran kırana bir mücadelenin fitillerinin yakıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Savaşların, yoksulluğun, eşitsizliğin yarattığı kaosu durdurmak için kitlesel, etkin partilere ihtiyacımız var. 1917: Rusya’nın Kızıl Yılı, devrimin kapılarını açan sihirli bir anahtar değil elbette, fakat eşitlik, adalet, özgürlük için yola yeni çıkanlara, muzaffer devrimin en önemli derslerini aktarmak için işlevsel bir araç niteliğinde.

Dipnotlar:

  1. H. Carr, 1917: Öncesi ve Sonrası, İletişim Yayınları, 2011, s. 32-33.
  2. Rosa Luksemburg, Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar, Z Yayınları, 1990, s. 43-44.
  3. John Molyneux, Marksizm ve Parti, İmge Kitabevi, 2015, s. 140-141.
  4. Isaac Deutscher, Troçki III. Cilt Kovulan Sosyalist, Ağaoğlu Yayınevi, 1974, s. 281,
  5. Chris Harman, Parti ve Sınıf, Z Yayınları, s. 32-33.

sosyalizm