Mark L Thomas
Zor zamanlarda yaşıyoruz. Avrupa’nın bir ucundan diğerine aşırı sağ yükseliyor ve güven kazanıyor.
Fransa’da Ulusal Cephe’nin adayı Marine Le Pen, 2017’de yapılan iki turlu Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girdi, bu seçimler partinin ikinci turuna katılabildiği ikinci Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi. Marine Le Pen 10,6 milyon oy alarak babasının 2002’de aldığı oyu ikiye katladı.1 Avusturya’da eski SS subayları tarafından kurulan bir parti, Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), merkez sağ ile koalisyon yaparak hükümete girdi. Almanya’da, henüz altı yıl önce kurulan Almanya için Alternatif (AfD) radikalleşerek sağa kaydı. 2017 genel seçimlerinde üçüncü büyük parti oldu.
Bir zamanlar sosyal demokrasinin kalesi olarak görülen İsveç’te geçtiğimiz yılın Eylül ayında yapılan genel seçimlerde 1980’lerde Nazi sokak hareketleri tarafından kurulan bir parti olan ve son beş genel seçimde oylarını arttıran İsveç Demokratları %17,5 oy aldı. İtalya’da göçmen karşıtı Lega (Birlik) ülkedeki koalisyon hükümetinin büyük ortağı oldu. Macaristan’da Victor Orbán ve partisinin giderek otoriterleşen rejimi Müslüman karşıtı ırkçılıkla, Yahudi filântrop George Soros aleyhtarlığında ifadesini bulan, üstünkörü gizlenmiş Yahudi düşmanlığını birleştiriyor. 2
Britanya’da, ülke tarihinin muhtemelen en büyük aşırı sağ sokak hareketi, İngiliz Savunma Birliği (EDL)’nin eski lideri Tommy Robinson’un etrafında birleşirken, radikalleşen Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) kendisini bu tür güçlerin doğal siyasal çatısı olarak sunmaya çalışıyor.
Siyasal kutuplaşma ve bir zamanlar siyaset sahnesine egemen olan büyük partilerin desteğinin aşınması yeni bir gelişme değil. Ancak bu on yılın ilk bölümünde, sola kayış baskın eğilimmiş gibi gözüküyordu. Syriza ve Podemos’a yönelik umutlar bu eğilimin bir göstergesiydi. Bugün ise Avrupa Birliği’nin şiddetli müdahalesi tarafından beli bükülmüş olan Syriza, kemer sıkma önlemlerini uyguluyor 3 ve Avrupa solunun umutlarının kaynağı olmaktan çıkmış durumda. Podemos ise bölünmüş ve kararsız gözüküyor.
Manzara bundan ibaret değil. Radikal sol, Avrupa’nın büyük kısmında önemli bir güç. Donald Trump’a karşı kitlesel eylemler, Belçika’daki grevler, Portekiz’de kamu çalışanlarının ve İrlanda’da hemşirelerin grevleri, Fransa’da Gilets Jaunes’un (Sarı Yelekliler) uzun süreli eylemlilikleri, iklim değişimi konusunda eyleme geçilmesini talep eden lise öğrencilerinin Avrupa’nın bir ucundan diğerine yayılan eylem dalgası… Bu hareketlerin tümü direniş potansiyelini ortaya koyuyor.
Egemen olan ve gündemi belirleyen sol değil, aşırı sağın yükselişi. Son 20 yıldır yoğunlaşan İslamofobiyle, göçmenlere karşı tırmanan savaşla ve Trump’ın dünyanın en güçlü devletinin başına geçmesiyle körüklenen aşırı sağ, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde hiç olmadığı kadar siyasal meşruiyet kazanmış durumda.
Böylesi gelişmeler panikletici olsa da, faşizm tehlikesinin bu yükselen ırkçılık ve gericilik dalgasının önemli bir parçası olmamasından teselli bulup rahatlayabilir miyiz? Bazıları birkaç alenen faşist grup dışarıda bırakıldığında, Fransa’daki Ulusal Cephe gibi partilerin artık sadece saf parlamenter stratejiyi benimseyen ve gerçekte daha geniş radikal sağdan farklı olmayan aşırı sağ partiler olduğunu iddia ediyor. Örneğin Enzo Traverso kendisinin “post faşizm” olarak adlandırdığı bir olgu ile karşı karşıya olduğumuzu öne sürüyor. Post-faşist partiler ve hareketlerin kökleri tarihsel faşizmde olabilir ancak o zamandan beri “dönüşüme uğramış”lardır ve “nihai sonucunun önceden kestirilemediği bir yönde ilerlemektedirler”. Bu nedenle Traverso Ulusal Cephe’nin “kabuk değiştirdiğini” iddia ediyor: “Her şeyi değiştirmek isteyen klasik faşizmin aksine, Ulusal Cephe’nin arzusu artık sistemi içeriden dönüştürmek.” 4
Bu makale böylesi bir analizin, 21. yüzyıl faşizminin kendisi hakkındaki iddialarının gereğinden çoğunu kabul ettiğini savunuyor. Geniş anlamda aşırı sağın yükselişi ile bunun içinde bulunan daha iyi tanımlanmış faşist akımı ayırt etmek gerekiyor. Bu da faşizmin ve onun modern kapitalizm şartlarına nasıl uyum sağladığının kavranmasını gerektiriyor.
Faşizm Nedir?
“Eğer bugün burada bir devrimci olarak duruyorsam, devrime karşı bir devrimci olarak duruyorum.” Adolf Hitler, 1924’te yargılanırken yaptığı konuşma.
1. ve 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemde, 1914- 1923 arasında sanayileşmiş emperyalist devletler arasında eşi benzeri olmayan bir savaş ve bunu izleyen pek çok devrimci meydan okuma ile amansız karşı devrimci seferberliklerle sarsılan Avrupa’da, çok sayıda faşist hareket ortaya çıktı. Bunu izleyen yıllarda, 1920’lerin ortasında kısa bir siyasal ve ekonomik soluklanma dönemi yaşansa da hemen ardından gelen Büyük Bunalım, milyonlarca insanın hayatını çalkantılı bir hale getirdi ve var olan siyasal yapıların parçalanması tehlikesini Böylesi koşullarda faşist güçler siyasal sistemin uçlarından gelerek kendilerini toplumun içine yerleştirdiler ve bazı durumlarda iktidara meydan okudular.
İki ülkede, İtalya ve Almanya’da faşizm devlet iktidarına erişmeyi başardı. Bu faşist zaferlerin bedeli iyi biliniyor; demokrasinin ortadan kaldırılması, işçi sınıfı örgütlenmelerinin ezilmesi, yeni bir emperyalist savaşa giden yolda hız kazanılması ve Avrupalı Yahudilerle diğer ezilen grupların Auschwitz ve diğer ölüm kamplarında endüstrileşmiş bir soykırıma uğratılması.
Faşizmin günümüzde anlamlı olup olmadığını belirlemek için, bu iki savaş arası dönemin faşizmini en gelişmiş “klasik” biçiminde teşhis etmeli ve bugün ile olan süreklilik ve kopuş unsurlarını incelemeliyiz. O dönemde faşizmin en önemli analizi Rus Marksist Lev Troçki tarafından yapılmıştı. Troçki faşizmin özgün niteliğini tanımlayarak, onda cisimleşen ve diğer otoriter gericilik biçimlerinden farklı olmasını sağlayan, kendine has tehdidi teşhis etmişti. Troçki asıl olarak, faşizmin kapitalist sınıfın çekirdeğinin doğrudan siyasal temsiliyeti olmadığını kavramıştı. Faşizm Stalinist komünist partilerin iddia ettiği gibi “büyük sermayenin aracı”ndan ibaret değildi. 5 Troçki’nin analizi birbiriyle bağlantılı bir dizi unsuru birleştiriyordu.
Faşizm, Karşı Devrimin Aşırı Bir Biçimidir Faşizmin amacı, devrimci olanlardan muhafazakâr olanlara kadar tüm işçi sınıfı örgütlenmelerinin kalıcı olarak yok edilmesidir. Bu saf baskı ve terörün, hatta işçi sınıfının en militan kesimlerinin fiziksel olarak imha edilmesinin ötesine geçer. Dolayısıyla faşizm en esaslı karşı devrimi hedefler. Troçki’nin yazdığı gibi:
Faşizm, sadece bir misilleme, zorbalık ve polis terörü rejimi değildir. Faşizm, burjuva toplumu içindeki bütün proleter demokrasisi ögelerinin köklerinin kazınmasına dayanan belirli bir hükümet sistemidir. (…) Bu amaç için, işçilerin en devrimci kesiminin fiziksel yok edilişi yeterli değildir. Bütün bağımsız ve gönüllü örgütleri ezmek, proletaryanın bütün siperlerini yıkmak ve son çeyrek yüzyıl içinde Sosyal Demokrasi ve sendikaların elde ettiği ne varsa kökünden kazımak da gereklidir. 6
Troçki’nin Alman işçi sınıfına yaptığı uyarıların trajik bir biçimde ileri görüşlü olduğu görüldü. 30 Ocak 1933’te Hitler’in şansölye olmasını izleyen dört ayda yalnızca Alman Komünist Partisi değil, Sosyal Demokrat Parti (SPD) de yasaklandı, kahverengi gömleklilerin ve devletin bu örgütleri yok eden terör dalgasına maruz bırakıldı. Naziler; Hıristiyan sendikalar da dâhil olmak üzere sendikaların yönetimlerini üstlendiler ve onları bağımsız örgütler olmaktan çıkararak tasfiye ettiler. 7 Naziler tüm “proleter demokrasi kurumlarını” “köklerine kadar kazımakta” başarılı olmuştu. 8
Faşizm Bir Kitle Hareketi Şeklinde Gelişir
Bu amaca ulaşmak için, mevcut devlete dayanan geleneksel otoriter gericilik araçlarından –polis, ordu, vb– fazlası gereklidir. Bu amaç için sokaklarda solla fiziksel olarak rekabet edebilecek ve nihai olarak, devletten bağımsız her örgütlenmeyi ezip atomize edebilecek olan bağnazlardan oluşan paramiliter bir ordu yaratılması gerekiyordu. 1930 yılında Naziler genel seçimlerde atılım yaptıklarında, paramiliter kanatları olan SA (Sturmabteilung) çoktan 100.000 kişiye ulaşmıştı. Bu örgütlenmenin büyüklüğü 1933’te 400.000’e ulaşacak, Nazi Partisi’nin kendisi de hızla büyüyerek 1928’in başındaki 100.000 üyeden 1933’te 850.000 üyeye ulaşacaktı. 9
Faşizm destekçilerini birleştirmek için, yenilenmiş homojen bir ulus içinde, “ulusal” sermaye ve emeğin uzlaştırılabildiği, küçük üreticilerin baskın oldukları ve böylece ulusal gerilemeyi tersine çevirdikleri bir ideolojik tasavvurda bulunur. Bu gerici ütopyaya ulaşmanın tek yolu, bu hayali ulusal birliği tehdit eden unsurların –sınıfsal karşıtlığı besleyen işçi örgütlenmeleri, bu karşıtlığı tolere eden liberal demokratik kurumlar ve Nazilerin “yabancı” olarak gördüğü, Yahudi halkı gibi ırksal azınlıklar– tasfiye edilmesidir.
Troçki böyle bir kitle hareketinin çekirdeğinin küçük burjuvaziden oluşacağını savundu. Örgütlü işçiler ile büyük sermaye arasında kalan küçük üreticilerden ve bağımsız profesyonellerden müteşekkil olan bu kesimler, kriz döneminde altlarındaki işçi sınıfına doğru itilmekten korkuyor, üstlerindeki büyük sermayeye içerliyorlardı. Böyle bağımsız gerici bir kitle hareketinin gelişimi faşizme Ugo Palheta’nın ifadesiyle egemen sınıftan “göreli özerklik” sağlıyordu. 10
Faşizm Kendisini Devrimci Bir Hareketmiş Gibi Gösterir
Nazilerin küçük burjuva bir kitle hareketini kaynaştırmak için kullandıkları retorik, yalnızca “Marksist” işçi örgütlerini hedef almıyordu, aynı zamanda büyük sermaye ve “gerici” Alman siyasal düzenine karşı yöneltilen bir “ulusal devrim” çağrısı yapıyordu. Bu dil hem demagojik hem de seçiciydi. Nazilerin kapitalizme karşı kökten bir karşıtlıkları yoktu, bunun yerine üretici olan ve ulusal çıkarlara tabi kılınan “sağlıklı” bir kapitalizm ile ulusal çıkarlara yabancı ve spekülatif olarak tanımlanan, onların Yahudi karşıtı dünya görüşünde “Yahudi sermayesi” olarak görülen sermaye arasında ayrım yapıyorlardı.
Böylece Naziler karşı devrimci bir hareketi, devrimci ve antikapitalist bir güç olma iddiasıyla gizliyorlardı. Böyle radikal bir dilin, bazı kapitalist bireylerden destek alsa da kapitalist sınıf yapılarının dışında gelişen bağımsız bir kitle hareketiyle birleşmesi, Nazilerin egemen sınıfın ilk tercihi olmaktan çok uzak oldukları anlamına geliyordu. Gerçekten de Almanya’nın yöneticileri, Hitler’in verdiği güvenceler ne olursa olsun, Fırtına Birlikleri’nin sadece işçi hareketini ve Yahudi işadamlarını değil egemen sınıfın geniş kesimlerini de hedef alabileceğinden korkmuştu. Onlar aynı zamanda Hitler’in işçi hareketine karşı giriştiği topyekûn saldırının aşağıdan bir patlamaya neden olmasından çekinmişlerdi. 1934-36 yıllarında Fransa’da tam da bu gerçekleşmiş, Fransız faşist “birlikler” hükümeti düşürünce işçiler muazzam bir seferberliğe girişmişlerdi. Benzer şekilde General Franco 1936’da İspanya’da yönetime el koyduğunda aşağıdan bir ayaklanmaya sebep olmuştu.
Troçki şöyle yazıyordu:
Burjuvazi, sorunlarını çözmenin bu (avamca) biçimini sevmemektedir. (…) Zira burjuva toplumunun çıkarına da olsa, sarsıntılar, hiçbir zaman kendisi için risksiz değildir. Faşizmle geleneksel burjuva partileri arasındaki antagonizma buradan gelmektedir. (…) Nasıl çenesi ağrıyan bir adam dişlerinin çekilmesinden hoşlanmazsa, büyük burjuvazi de faşist yöntemleri beğenmemektedir. 11
Hitler’e yönelmek bir kumardı ve böyle risklerin alınabileceği olağanüstü bir kriz gerektiriyordu. Geleneksel sağ partilerin oylarının aşınması ve Almanya’nın eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik çöküş yaşaması faktörlerinin birleşimi, egemen sınıfların Hitler’i iktidara getirmelerine neden oldu.
Naziler Nasıl Örgütlendi: İkili Strateji
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP veya Nazi Partisi) geniş bir Yahudi düşmanı, völkisch (aşırı milliyetçi) örgütlenmeleri çevresinin içinden ortaya çıktı. Hitler’in stratejisini diğerlerinden ayıran, yalnızca propagandaya yoğunlaşmak yerine, kendisini Weimar siyasal sistemini devirmeye adamış bir Kampforganisation (mücadele örgütü) yaratmaya odaklamış olmasıydı. Naziler aynı zamanda, Alman Ulusal Halk Partisi (DNVP) gibi burjuva aşırı sağ partileri de, hem yeterli kitle tabanından yoksun oldukları hem de parlamenter uzlaşmalara fazla bulaştıkları için reddettiler. Onların aksine NSDAP kitlelere seslenmekle Hitler’in sözleriyle “en şiddetli acımasızlıkla hareket etmeyi” birleştirmeyi amaçlıyordu. Başlangıçta tamamen anti-parlamenter ve militarize bir hareket olarak tasarlanmıştı. Aslında Hitler 1922’deki Nazi Kongresinde, seçimlere katılıma karşı çıkan bir kararı kabul ettirmişti. 12
Ancak Hitler ve müttefiklerinin doğrudan silahlı eylemlilik yoluyla bir darbeye yol açmaya çalışıp başarısız oldukları 1923 Münih Birahane Darbesi’nin ardından, Hitler yeniden değerlendirme yapmak ve tutum değiştirmek zorunda kaldı. Hitler Nazilerin seçimlere katılmaya yönelik amansız karşıtlığını terk etti. Artık ona göre Naziler:
yeni bir eylem çizgisi izlemeliler… İktidara silahlı komplo ile ulaşmaya çalışmak yerine, burnumuzu tutarak Katolik ve Marksist vekillere karşı Reichstag’a girmek zorundayız. Onlardan daha fazla oy almak, onlardan daha iyi ateş etmekten daha uzun sürse de en azından sonuçlar onların kendi anayasalarının güvencesi altında olacaktır. 13
Seçimleri ve paramiliter sokak hareketini birleştiren bu ikili strateji hiçbir şekilde Nazilerin hedeflerini terk etmeleri anlamına gelmiyordu. SA’nın lideri Hermann Göring’in sözleriyle: “Bu devlete ve şu anki düzene karşı savaşıyoruz çünkü biz onu tümüyle yok etmek istiyoruz, ama yasal bir yolla… Biz bu devletten nefret ettiğimizi söyledik, [şimdi] onu sevdiğimizi söylüyoruz ama hâlâ herkes ne kastettiğimizi biliyor.” 14
Naziler karşı devrimci programlarını devrimin diliyle gizlemelerinin yanı sıra artık “yasalcılık” maskesi ve bir saygınlık cilası altında ilerlemeye çalışıyorlardı. Tarihçi Joachim Fest’in dikkat çektiği gibi:
[Hitler’in] arzusu değişmemişti: iktidarı ele geçirmek. Bunun için otokrat, askeri bir parti inşa etmesi gerekiyordu; ama aynı zamanda güçlü grupların ve kurumların, kaybettiği güvenini yeniden kazanmalıydı. Bu yüzden aynı anda hem devrimci hem de var olan koşuların savunucusu gibi gözükmesi, aynı zamanda hem radikal hem ılımlı olması gerekiyordu. Hem sistemi tehdit etmeli hem de onun koruyucusu rolünü oynamalı, hem yasayı ihlal etmeli hem de onun savunucusu olarak itibar kazanmalıydı. 15
1929-1932’deki büyük ekonomik çöküş, Nazilerin nasıl atılım yaptığını anlamakta kritik bir öneme sahip olsa da, bunun öncesinde Hitler’in saygınlık ve daha geleneksel muhafazakâr çevrelerle ittifaklar arayışı sonuç getirdi. Hitler bu sayede meşruiyet kazandı, basında yer aldı ve Büyük Bunalım milyonlarca kişinin hayatını paramparça ederken Nazilerin avantajlı olmasını sağlayacak kaynaklara ulaştı.
En önemli gelişmelerden biri, Weimar Almanya’sındaki ana muhafazakâr parti olan DNVP’nin radikalleşmesiydi. 1918 yılında savaş öncesindeki başlıca muhafazakâr partilerin mirasçısı olarak kurulan DNVP son derece gericiydi; monarşi yanlısıydı, Yahudi düşmanıydı ve Weimar Cumhuriyeti’ne düşmandı. 1920’lerin ortasına gelindiğinde, Weimar Cumhuriyeti’ni kabullendi, çünkü devrim tehdidi geçmişti ve ekonomi büyüyordu. Ancak 1928’de partinin liderliğine geçen, medya patronu ve sanayici Alfred Hugenberg’in yönetimi altında DNVP hızla sağa kaydı, Nazilerin de dâhil olduğu geniş Weimar sağında bir odak olmaya çalışıyordu. Parti Nazilerin yöntemlerini ve programını benimsemeye başladı, bunun sonradan görme Hitler’e değil kendilerine fayda sağlayacağını umuyorlardı. Hugenberg Nazilerle birlikte, 1. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’ya dayatılan felç edici borçların iptal edilmesi yerine yeniden yapılandırılmasına dair bir tasarı olan Young Planı’na karşı bir kampanya başlattı.
Kampanya ve Hugenberg ile olan ittifak Hitler’e siyasetin uç noktasından kurtulma şansı verirken aynı zamanda Nazilerin radikal sağdaki en zinde güç olduğunu kanıtladı. Sağdaki bu birlikten asıl kazançlı çıkan Naziler oldu. Fest Young Planı’na karşı yürütülen kampanyayı ve onun sağladığı meşruiyeti Hitler’in “ulusal siyasete nihai atılımı” olarak tanımlar. Eylül 1930 genel seçimlerinde Nazi oyları yalnızca iki yıl önceki %2,6’dan %18,25’e çıktı, parti dokuzunculuktan ikinciliğe yükseldi. Hugenberg ve DNVP yine Hitler ile flört ettiler ama artık zayıf olan güç onlardı; DNVP’nin seçmenlerinin yarısı Nazilere katıldı. Ekim 1931’de Bad Harzburg’da yapılan ve milliyetçi muhalefetin birliğini göstermeyi amaçlayan bir kitle gösterisinde Hitler Hugenberg’in ve “sağda gücü, parası ve itibarı olan herkes”in yanında durmaya davet edildi. 16 Bu gösteri, binlerce SA üyesinin Stahlhelm (Çelik Miğferler) ve DNVP’nin silahlı kanadı gibi başka milliyetçi paramiliter örgütlerle birlikte yürüdüğü bir geçit törenini de içeriyordu.
Hitler’in “yasalcılığa” dönüşü, düzene karşı daha saygın bir tavır takınması, 1923’ten sonra seçim siyasetine katılması ve var olan sağın bir kesiminin radikalleşmesinin bir araya gelmesi, Nazilerin uçlardan ulusal siyasetin merkezine geçmelerinde önemli bir rol oynadı.
Aynı zamanda Hitler, Nazilerin yaptığı daha geniş ittifaklar içinde bağımsız bir güç olarak kalmasını sağlamak için çaba gösterdi ve destekçilerine Nazilerin Cumhuriyet’in en radikal düşmanları olmaya devam ettiği sinyallerini verdi. Bad Harzburg toplantısında SA’nın yürüyüşü biter bitmez Hitler göstere göstere sahneden indi ve Stahlhelm’in yürüyüşünü görmezden geldi. Bir hafta sonra Brunswick’te 100.000 SA üyesinin Leipziger Neueste Nachrichten’in editörüne “sen bizim savaştığımız burjuvazinin bir parçasısın” dediği devasa bir yürüyüş örgütledi. 17
Saygınlık arayışı ile bağımsızlığını ve karşı devrimci radikalizmini gösterme ihtiyacı arasındaki gerilim, Nazilerin içinde sürekli çatlaklara neden oluyor, zaman zaman örgütü parçalanma tehlikesi altında bırakıyordu. Alman solunun trajedisi, Alman işçi hareketinden gelen etkili bir kitle muhalefetinin yokluğunda, Nazilerin böyle krizlerin üstesinden gelebilmesiydi. 18
Faşizmin Yeniden Ortaya Çıkması: 1970’ler – 1990’lar
2.Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki on yıllarda faşizm itibarsızlaştırılmış ve marjinalleştirilmişti. Hitler’in ve Benito Mussolini’nin rejimlerinin yenilgisi ve yarattıkları yıkım ile Holokost gerçeğinin keşfedilmesi, faşizmin açık savunucularının toplumdan dışlanmasına neden oldu. Dahası 1950’ler ve 60’lardaki uzun ekonomik büyüme döneminde yaşanan tam istihdam, yükselen yaşam standartları ve refah devletinin genişlemesi, faşizme kök salabileceği çok az verimli alan bıraktı. Sosyolog Micheal Mann’ın ifadesiyle “Avrupa faşizmi yenilmiş, ölmüş ve gömülmüş” gibi gözüküyordu. 19
Yine de, 25 yıl önce International Socialism dergisinin eski editörü Chris Harman Avrupa’nın farklı yerlerinde faşizmin canlanmasının işaretlerini belirtmişti. Harman, Ulusal Cephe lideri Jean Marie Le Pen’in 1988 Fransa başkanlık seçimlerinde aldığı %14 oya ve Almanya’daki aşırı sağ Republikaner’in yükselişine işaret etmişti. Bu oylar hem Mussolini’nin hem de Hitler’in iktidara gelmeden hemen önce aldıkları oylarla karşılaştırılabilir. 20 Ancak Harman benzerlikler kadar farklılıkları da göstermişti. En önemlisi faşistlerin iki savaş arası yıllarda olandan çok daha zayıf bir eylemci tabanı vardı ve Mussolini ile Hitler’in iktidara gelmeden önce sahip olduğuna benzer kitlesel sokak savaşı örgütlerinden yoksunlardı.
Yeni faşistlerin seçimlerdeki artan gücü ile sokaklardaki daha mütevazı varlıkları arasındaki bu dengesizlik, savaş sonrası büyümenin bitmesiyle ekonomik krizlerin ve kitlesel işsizliğin geri dönüşüne tanık olunsa bile, gelişmiş sanayi ülkelerindeki bu krizlerin hiçbir şekilde 1930’ların başlarında gerçekleşen krizle aynı ölçekte olmadığını gösteriyordu. Sonuç olarak modern faşistler seçimlerdeki başarılarını, sola ve işçi hareketine yönelik topyekûn bir saldırı başlatmaya hazır daha büyük bir eylemci kadrosuna dönüştürmekte sorun yaşadılar. Ancak Harman aynı zamanda “sandık tabanlı faşizm”in eğer ona meydan okunmazsa “sokak savaşlarının olduğu faşizmin” büyümesi için bir temel oluşturabileceği uyarısında bulunmuştu.
Savaş sonrası büyüme döneminin sona ermesi ve ekonomik krizin dönüşü, faşizmin şansını döndürmek için yeterli değildi; iki koşulun daha sağlanması gerekiyordu. İlki, faşistlerin büyüyebilecekleri bir siyasal alanın yaratılmasıydı. Sosyal demokrasinin savaş sonrası büyüme döneminde mümkün olan reformları gerçekleştirmekte giderek artan bir oranda başarısız olması bunu sağladı. Ayrıca reform olasılıkları azaldıkça, göçmenlik ve ırkçılık siyaseti ana gündem olmaya başladı. Ancak ikinci bir koşul daha gerekliydi. Bu da faşizmin toplumdan dışlanmışlığını kırmak için yeniden icat edilmesinin gerekliliğiydi.
Burada Fransa’daki Ulusal Cephe’nin oynadığı rol çok önemliydi. Almanya’da faşist NPD (Almanya Ulusal Demokrat Partisi) ve Britanya’da NF (Ulusal Cephe) kitlesel anti-faşist eylemlerle yenilgiye uğratıldı ama Fransa’da Ulusal Cephe, Sosyalist Parti’nin başkanı François Mitterrand’ın yarattığı hayal kırıklığının açtığı alanda bir atılım yapabildi. Etkin bir direnişle karşılaşmayan Ulusal Cephe kendini tahkim edebildi. Fransız faşizmi 1960’larda, savaş sonrası dönemin değişmiş koşullarında kendini nasıl yeniden dikkate değer hale getirebileceği konusunda geniş kapsamlı bir tartışma yürüttü. Jim Wolfreys’in açıkladığı gibi:
Fransız aşırı sağı 1960’larda, savaş sonrası faşizmin uyum sağlaması gereken üç faktörü kabullenmeyi öğrenmeye çalıştı. Nazi destekçisi Vichy rejiminin yenilgisi, hızlı ekonomik modernleşme ve sömürgelerden çekilme faktörleri faşizmin geçerliliği sorununu ortaya çıkardı. Kuzey Fransa’daki Vichy milislerinin eski liderlerinden biri olan François Gaucher 1961’de bu konuda bir kitap yazdı. Gaucher Le Fascisme est-il actuel? kitabında dogmaya esnek yaklaşmanın faşizmin karakteristiği olduğunu savunuyordu. Bu, faşistlerin iki savaş arası dönemdeki gibi faaliyet göstermek zorunda olmadıkları anlamına geliyordu. 21
Bu dönemin faaliyeti, iki savaş arası faşizmle açıkça özdeşleşmekten vazgeçilmesini, saygıdeğer bir imaj kazanmaya çalışmayı, görünüşte parlamenter demokrasiye bağlı olmayı ve iktidara giden yolun uzun olduğunu kabullenmeyi içeriyordu. Bu aynı zamanda ırkçılığı, biyolojik üstünlüğe gözden düşmüş referanslarda bulunmak yerine “kültürel farklılık” üzerinden ifade eden Alain de Benoist gibi Fransız yeni sağının düşünürlerinden yararlanmak demekti. 22 Ulusal Cephe’nin ilk dönemlerindeki önemli şahsiyetlerden olan François Duprat “faşizm hiçbir şekilde yalnızca dış görünüşte –diktatörlük, lider ilkesi, tek parti, üniformalar, selam, paramiliter eğitim, gençliğin denetimi– yatmaz” diye diretiyordu. 23 Görünüşteki saygıdeğerlik ve üstü kapalı bir dil kullanması, Le Pen’in ve Ulusal Cephe’nin faşist projeden vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Amaç, yeni hedef kitlesini “kendi suretlerinde” dönüştürmek, seçimlerde bu partilere destek olan ırkçı oy tabanından daha çok sayıda faşist kadro yaratmaktı. 24
Bu yüzden Le Pen, bir yandan itibar kazanmaya ve anaakım sağ partilerin bazı kesimlerini kendine çekmeye gayret ederken, diğer yandan Ulusal Cephe’nin dışarlıklı konumunu sürdürmeye ve partinin destekçilerini sertleştirmeye çalışmıştı. 1987’de Holokost’u “tarihin bir detayı” olarak adlandırdığı kötü şöhretli radyo konuşması bu yüzden yapılmıştı. Basının ve rakiplerinin her zaman gaf diyerek yanlış yorumladığı açıklamalar kasıtlı ve planlı hamlelerdi. Ulusal Cephe’nin bir iç broşürü şöyleydi:
Eğer insanları ikna edeceksek onları korkutmaktan ve gücendirmekten kaçınmalıyız. Yumuşak ve ürkek toplumumuzda ölçüsüz yorumlar nüfusun geniş kesimlerinin endişe, güvensizlik ve hoşnutsuzluk hissetmesine neden oluyor. Bu yüzden, herkesin önünde kendimizi ifade ederken kaba veya aşırılıkçı görünen yorumlardan kaçınmak çok önemli. Bir biçimde söylenebilen her şey, halkın kabul ettiği yerleşik biçimde de aynı derecede güçlü şekilde söylenebilir. Dolayısıyla örneğin “haydi zencileri denize dökelim” yerine “üçüncü dünya ülkelerinden gelen mültecilerin evlerine dönmesi organize edilmelidir” ifadelerini kullanın. 25
Bu durum Fysh ve Wolfreys’in ifadesiyle bir “ikili söylemin” gelişmesine neden olur:
Ulusal Cephe kasıtlı olarak ikili bir söylem kullanıyor, biri kendisini siyasal düzenin meşru bir parçası olarak sunduğu resmi ve aleni söylem, diğer ise anti-demokratik, otoriter amaçlarını gösteren gayri resmi ve örtük söylem. Saygıdeğerlik cilası rakipleri ve gözlemcileri kandırmaya yetecek kadar mat ama kendi üyelerinin aldanmasını engelleyecek kadar saydam olmalı. 26
Bu değişikliklerin sonucu olarak, modern faşizmin yalnızca kamusal programına odaklanmak, onun dışa karşı kullandığı maskeyi gerçek niteliği ile karıştırma riskini taşır. Ancak çağdaş radikal sağ konusundaki çalışmaların çoğuna, örgütlenme ve stratejiye kıyasla doktrine, altta yatan gerçekliğe kıyasla yüzeysel görünüşe öncelik veren ve faşizmin artık dikkate değer bir güç olmadığı sonucuna ulaşan, böyle idealist bir yaklaşım egemendir.
Dahası, tarihçi Robert Paxton’ın faşizm konusundaki ferasetli çalışmasında gözlemlediği ve tarihin de gösterdiği gibi, faşizm diğer ideolojilerden çok daha fazla “hakikatin radikal bir biçimde araçsallaştırılması”dır. Diğer bir deyişle, belirli bir anda programının hangi taraflarını ileri süreceği konusunda son derece esnektir. 27
Elverişli Bir Ortamda Kök Salmak
Paxton ayrıca faşizmin sabit, statik bir öze sahip olmadığını, gelişip evrimleştiğini savunur. Faşizmin beş aşamasını tanımlar: 1) faşist hareketlerin oluşumu; 2) siyasal sistemlerde başarılı bir şekilde kök salmaları; 3) iktidarın ele geçirilmesi; 4) iktidarın kullanılması; 5) ya muhafazakâr-otoriter bir rejim olarak “normalleşme” veya daha da radikalleşme olarak uzun dönemli yazgıları. 28 Neyse ki, üçüncü aşamanın eşiğine yakın değiliz. Ama faşist hareketlerin “kök saldığı” yani oy kazandıkları, parlamentolara girdikleri, ülke çapındaki siyasi tartışmaya girip onu etkiledikleri, tartışmayı sağa çektikleri, daha büyük ve kendine daha güvenli faşist kadrolar oluşturdukları Paxton’ın ikinci aşaması hızlanıyor.
2007-2009 yıllarında ileri sanayi ülkelerini sarsan finansal ve ekonomik krizi izleyen on yılda bu sürecin daha da hızlandığına tanık olundu. Başlangıçta Avrupa’da az sayıda ülke kayda değer bir faşist mevcudiyete sahipken, bugünkü durum –ileride göreceğimiz gibi çağımızın faşistlerinin önemli zayıflıkları olsa da– evrensel bir deneyime yaklaşmaya başlıyor. 2009’dan bu yana bir dizi ülkede, faşist partilerin ulusal meclislere girdiği görüldü: Macaristan’da Jobbik (2010), Almanya’da Almanya için Alternatif (2017), İsveç Demokratları (2010), Yunanistan’da Altın Şafak (2012), Kıbrıs’ta Altın Şafak’ın kardeş partisi ELAM (2016), Fratelli D’Italia “İtalya’nın Erkek Kardeşleri” (2018), Halk Partisi-Bizim Slovakya’mız (2016). Harman’ın 1994’deki gözlemi; alınan oyların Nazilerin 1930’larda aldığı oyla karşılaştırılabilir olması, çeyrek yüzyıl sonra çok daha doğru. (Tablo 1) 29
Tablo 1: Faşist ve aşırı sağ partilere verilen oylarla (oran) Nazilere verilen oyların karşılaştırılması (oran)
Parti | Yıl | Oy Oranı | |
NSDAP (Almanya) | 1930 | 18.3 | |
Flaman Çıkarı (Belçika) | 2014 | 3.67 | Federal Parlamento |
5.98 | Flaman Parlamentosu | ||
Altın Şafak (Yunanistan) | 2015 | 7.0 | |
FPÖ (Avusturya) | 2016 | 35.1 | Başkanlık seçimleri (Birinci Tur) |
46.2 | Başkanlık Seçimleri (Aralık 2016 İkinci Tur Seçimleri) | ||
2017 | 26.0 | ||
Ulusal Birlik/Cephe (Fransa) | 2017 | 13.2 | Milletvekili Seçimleri (Birinci Tur) |
8.75 | Milletvekili Seçimleri (İkinci Tur) | ||
21.3 | Başkanlık Seçimleri (Birinci Tur) | ||
33.9 | Başkanlık Seçimleri (İkinci Tur) | ||
Almanya için Alternatif (Almanya) | 2017 | 12.6 | |
İsveç Demokratları (İsveç) | 2018 | 17.53 | |
Jobbik (Macaristan) | 2018 | 19.06 |
Kaynak: Yazarın derlemesi
Aşırı sağın oylarındaki artış yalnızca ekonomik krizin, kemer sıkma önlemlerinin ve artan eşitsizliğin neden olduğu otomatik bir tepki değil. Ekonomik krize karşı muhtemel tepkilerden biri, zenginlere ve egemen sınıfa yöneltilmiş sınıf dayanışması ve öfke. Dahası, aşırı sağın ve faşistlerin yükselişi için bulunan kaba ekonomist açıklamalar, ekonomik büyüme yeniden sağlanıp bu güçler çökmediğinde silahsız kalıyor; hem Macaristan’da hem de Polonya’da GSYİH yılda %5 oranında artıyor, ama her iki ülkede de büyük faşist hareketler bulunuyor. Ekonomik indirgemeci açıklamalar aynı zamanda dar ekonomist siyasal tepkilere –yalnızca ücretler, çalışma şartları ve ücret kesintilerine odaklanmaya veya kemer sıkma önlemlerine karşı çıkan hükümetleri seçtirmeye– yol açıyor, faşist örgütlenmelere veya onların yayıp besledikleri ırkçı fikirlere meydan okumayı önemsiz gibi gösteriyor.
Ekonomist açıklamaların aynadaki yansıması, aşırı sağın yükselişini “beyaz işçi sınıfının” varsayılan krizi gibi “kültürel faktörlere” bir tepki olarak konumlandırmak. Ancak bu, yalnızca ırkçı savların neden siyasal gündemin merkezine yerleştiğini veya bu tepkinin neden faşist partilere oy vermeye dönüştüğünü açıklamakta yetersiz kalmıyor, aynı zamanda ırkçı savlara meydan okunamayacağını, onlarla yalnızca uzlaşılabileceğini ima ediyor.
Burada ne ekonomist iddia, ne de idealist yaklaşım yeterli. Toplumun neoliberal yeniden yapılandırılmasının ekonomik etkisiyle, aşırı sağın büyümesi için ideolojik olarak daha uygun olan atmosfer arasındaki bağdaştırıcı halka siyaset; temelde egemen sınıfın büyük kısmının, özellikle de rıza üretmekten en çok sorumlu olan kurumların, neoliberal hegemonyanın krizine ırkçılık konusunda sağa doğru radikalleşerek tepki vermiş olmaları. Sonuç, neoliberal merkezi desteklemek bir yana, aşırı sağın fikirlerini daha kabul edilebilir hale getirmek oldu.
Parti Sisteminin Krizi
Neoliberal saldırıların ve eşitsizlik sarmalının etkisi, bunun yarattığı basınç ve kemer sıkma önlemleriyle birlikte, neoliberalizmin pazarın ve iş dünyasının çıkarlarını teşvik etmenin nüfusun büyük kısmına fayda sağlayacağı iddiasının içini boşalttı. Bu da bir siyasal sistem krizine dönüşerek, kendisini neoliberalizmle en çok özdeşleştiren partilerin –ister muhafazakâr ister sosyal demokrat olsun– toplumsal temellerinde ve seçmenlere ulaşımında zayıflamaya neden oldu. Bu bir yandan soldaki “dışarlıklılar” için alan açarken diğer yandan aşırı sağın büyüyebileceği bir ortam yarattı.
Kriz sosyal demokrat partileri özellikle ağır etkiledi. 2017 yılında yapılan Almanya federal seçimlerinde SPD 1949’dan beri aldığı en düşük oyu aldı. %20,5’luk oy oranı 1998’de aldığı oyun yarısıydı. 2012-2017 yılları arasında Fransa devlet başkanlığını elinde bulunduran Fransız Sosyalist Partisi’nin 2017 parlamento seçimlerinde aldığı oy %7,5’a geriledi. 2. Dünya Savaşı sonrası Hollanda’sında pek çok kez hükümette bulunan Hollanda İşçi Partisi’nin oyları 2017 yılında %6’nın altına düştü. İsveç’te ise Sosyal Demokratlar 2018 genel seçimlerinde birinci olsalar da, oyları 1920 yılından bu yana ilk kez %30’un altına düştü.
Ancak muhafazakâr partiler de bu krizden etkilendi. Alman Hıristiyan Demokratları da 2017 seçimlerinde 1949’dan beri görülen en kötü sonucu alırken, Fransa’da sağın ana partisi olan Les Républicains (Cumhuriyetçiler) 2017 başkanlık seçimlerinde son tura kalamadı. 2. Dünya Savaşı Avusturya’sının ana muhafazakâr partisi olan Avusturya Halk Partisi, partiye olan desteğin azalmasını durdurmak için, yeni lider Sebastian Kurz’un önderliğinde –şimdi koalisyon kurup ülkeyi birlikte yönettiği– faşist FPÖ’nün programını benimsediği bir sağa kayış kumarı oynadı. Büyük partilerin krizi, onları azalan desteklerini korumak için ırkçılığa başvurmaya yöneltti ancak bu, aşırı sağa olan desteğin altını oymak bir yana, onların görüşlerini çok daha kabul edilebilir hale getirdi.
İslamofobinin Yoğunlaşması
2000’li yılların başında ABD’nin öncülüğünde “Teröre karşı Savaş”ın başlamasından bu yana İslamofobi daha da kemikleşti ve çağdaş ırkçılığın en keskin ucu haline geldi. Ölçü olarak Müslüman kadınların giyimi konusunda bir tür yasal kısıtlama getiren AB devletlerinin sayısını alırsak bu rakam dokuza ulaştı. Bazı ülkelerde ulusal –Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Danimarka, Fransa, Hollanda ve İspanya– bazı ülkelerde ise yerel –Almanya ve İtalya– kısıtlamalar getirildi. 30
Almanya’da “İslam Almanya’ya uygun değildir” sloganını ilk kullanan AfD değildi. 2011 yılında bunu söyleyen muhafazakâr Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU)’nun Federal İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich’tı. 31 CSU’nun kendi evi olan Bavyera eyaletinde AfD ile rekabete giren, bir dönem Alman İçişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olan CSU lideri Horst Seehofer de bir kez daha ilan etti: “İslam Almanya’ya ait değil”. 32 2010 yılında, daha önce Berlin eyaletinin Maliye Bakanlığı ve Bundesbank yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuş olan SPD’li Thilo Sarrazin yazdığı Deutschland schafft sich ab (Almanya Kendini Yok Ediyor) isimli kitabında savaş sonrasında Müslümanların Almanya’ya göç etmesini eleştirdi. Kitap bir milyondan fazla sattı.
Fransa’nın 2007-2012 yılları arasında görev yapan sağcı cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin son derece ırkçı çağrışımları olan bir kelime olan racaille (pislik) olarak bahsettiği Arap ve Roman gençlerin kaldıkları evleri tazyikli suyla temizleyeceğine söz vermesi herkesçe biliniyordu. Sarkozy bir “Göç, Entegrasyon, Ulusal Kimlik ve Geliştirme Bakanlığı” bile kurdu. 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hem Sarkozy, hem de seçimin nihai galibi olan Sosyalist Parti’li rakibi François Hollande, Lille şehrinde belediyeye bağlı bir yüzme havuzunun, bazıları Müslüman olan bir grup kadına, yalnızca kadınlara özel bir su jimnastiği sınıfı açmasını “cumhuriyetçi değerlere” bir tehdit olarak nitelendirdi.33
Britanya’da sözde liberal-muhafazakâr olan Başbakan David Cameron, 2011 yılında Münih’te yapılan bir güvenlik konferansında “devlete dayalı çok kültürlülüğün” başarısız olduğunu söyledi ve “daha az pasif hoşgörüye” ve “çok daha aktif, kuvvetli bir liberalizme” ihtiyaç olduğunu söyleyerek Müslümanları “İngiliz değerleriyle” özdeşleşmeye çağırdı. 34 Hem basın hem de anaakım siyasetçiler ve devlet, aşırı sağın fikirlerini meşrulaştırarak defalarca kez İslamofobiyi tırmandırdılar.
Avrupa Kalesi ve Göçmenlere Karşı Savaş Irkçılığın yoğunlaşmasını daha da arttıran bir etmen de AB’nin sınır düzenlemelerinin genişlemesi ve tahkimatıydı. Stathis Kouvelakis AB’nin dış sınırlarının ve iç göçmenlik düzeninin gerçekliği konusunda etkileyici bir açıklama sunuyor. Kouvelakis “Avrupa Birliği sınırlarının çok içlerinde, AB devletlerinin onayladıkları uluslararası anlaşmalar tarafından korunan hakların artık uygulanmadığı “yersizleşmiş” bölgelerin –havaalanlarına ve diğer geçiş noktalarına yakın gözaltı merkezleri, şartların savaş bölgelerini hatırlattığı ‘geçici’ kamplar– çoğaldığını” kaydediyor. 35
Göçmenlere, haklar hiyerarşisinde belirgin biçimde aşağıda konumdaki yabancılar olarak muamele etmek ırkçılığı besliyor ve aşırı sağın önerdiği otoriter çözümleri meşrulaştırıyor. Aşırı sağın yükselişi de, seçmenlerinin daha büyük kesimlerinin ırkçılara kaymasını engellemenin yolunun ırkçılığın tırmandırılması olduğuna inanan anaakım siyasal güçleri buna daha çok uyum sağlamaya itiyor.
Neoliberalizm, Irk ve Kültür
Toplumun bir yandan neoliberal temelde yeniden biçimlendirilirken diğer yandan buna kemer sıkma önlemlerinin eşlik etmesi ve “herkese yetecek kadar yok” düşüncesinin yerleşik hale gelmesi, işçiler arasındaki rekabetin kızışmasına neden olabilir. Böyle düşünceler, özellikle onlara kolektif eylemin deneyimi ile meydan okunmadığında ırkçı bir doğrultuda seferber edilebilirler.
Bu yalnızca işçi sınıfını etkilemez. Belirsizliğin ve eşitsizlik sarmalının fırtınasında, orta sınıfın bazı kısımlarını da sosyal statülerinin düşmesi korkusu sarabilir. Marksist sosyolog Oliver Nachtwey’e göre Almanya’da orta sınıf on yıllar süren yukarı yönlü sosyal hareketliliğin ardından şimdi “aşağı inen bir yürüyen merdivenin” tehdidi altında olduklarını görüyor: “Alman orta sınıfının geniş kesimleri için… artan gerçek bir felaketin tehdidi değil, bu felaket hakkındaki endişe. ‘Statüsünden endişe eden orta direk’ özellikle bir tür panikten mustarip. Pek çok insan kendi hayatlarındaki istikrarın sonuna gelindiği ve ‘çöküşün… tümüyle muhtemel olduğu’ düşüncesini taşıyor.” 36
Bu düşünce, statüyü korumak için daha sert bir mücadeleyi getiriyor:
Orta sınıf bir dereceye kadar, zayıflarla dayanışmayı bıraktı; kendini içeriye hapsederek güvenliğini oluşturdu. Daha önce belirli bir serbestlik varken şimdi ahlak, kültür ve davranış konularında daha sert fikirler geri döndü. “Kirlenme” ve “bulaşma” korkuları artan insanlar, alt sınıfların “paralel toplumu”yla aralarına mümkün olan en fazla mesafeyi koymaya ve ondan katı bir biçimde izole olmaya çalışıyorlar. 37
Nachtwey’e göre: “Alt orta sınıflar için bu sert bir sosyal rekabet, müreffeh bir hayat mücadelesi ve yükselmekle güvenliğe dair hüsrana uğratılmış beklentiler, aşağı yönlü sosyal hareket korkusunun çok spesifik bir otoriterizm üretmesine ve sosyal çatışmanın ‘acımasızlaşmasına’ neden oluyor.” 38 Daha genel anlamda, egemen sınıfların neoliberalizmi kabul etmesi ırkçılık tartışmasını yeni bir çerçeveye oturttu. Neoliberalizmin temel prensibi piyasanın, bireyin çabası ve yeteneği sayesinde ödüllendirildiği meritokratik bir toplum yarattığıydı. Başarısızlık bireyin hatasıyken, daha düşük gelir seviyeleri veya mahkûmların daha yüksek bir oranını oluşturmak gibi kolektif eşitsizlikler kapitalist toplumun ırkçı kurumlarından değil, belirli toplulukların içerisindeki kültürel pratiklerden kaynaklanıyor olmalıydı. Neil Davidson ve Richard Saull’un işaret ettiği gibi “‘Meritokratik’ neoliberal öznelliğe uygun olmadığı aşikâr olan davranışsal özellikleri açıklamak için geriye yalnızca kültür kaldı.” 39
Trump’ın Desteği
Aşırı sağ bir retoriği ve katı milliyetçi bir ekonomik programı benimseyen Donald Trump’ın Beyaz Saray’a seçilmesi de Avrupa’daki aşırı sağcılara ve faşistlere muazzam bir destek verdi. Dahası, Macaristan’da Orbán’ın hükümeti, Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi veya Rusya’da Vladimir Putin’in otoriter rejimi gibi “liberal olmayan” hükümetlerin ortaya çıkması, liberal demokrasiye meydan okumak için daha başka referans noktaları sunuyor.
Uluslararası manzara ile bu partiler arasındaki ilişki geçmişte çok daha farklıydı. Örneğin Britanya’daki Ulusal Cephe (NF)’nin 1970’lerdeki gelişimi sırasında dünyada faşizm geriliyordu; İspanya’da Franco’nun diktatörlüğü ve Portekiz’deki otoriter hükümet 1970’lerde devrilmişti, Fransız Ulusal Cephesi ise 1981 başkanlık seçimlerine katılmak için toplaması gereken imzaları toplamayı başaramamıştı. NF 1970’lerde çevresindeki ülkelere baktığında izole olmuş hissediyordu.40 Bugünkü faşistler ise onlara öğrenecekleri ve taklit etmeye çalışacakları paha biçilemez deneyimler sunan bir uluslararası manzara görüyorlar.
21. Yüzyılda Faşizm
Marine Le Pen: Faşizmden Vazgeçilmesi mi? Geniş kesimlerin sahip olduğu bir düşünceye göre, 2011’de babasının yerini alarak Ulusal Cephe’nin lideri olan Marine Le Pen’in yönetimi altında parti eski faşizm yardakçılığından koparak daha geleneksel “ulusal-popülist” bir parlamento partisi haline geldi. Ancak Marine Le Pen FN’nin kamuoyundaki konumunu yeniden düzenleme girişiminde bulunmuş olsa da, bu, partinin itibarını arttırmak ve partinin potansiyel desteğini genişletmek için yapılan tamamen taktiksel bir hareketti. FN’nin başkan yardımcısı ve Marine Le Pen’in partneri olan Louis Aliot 2013’te şöyle demişti: “Sokakta parti broşürü dağıtırken cam tavanın ne göçmenlik ne de İslam olduğunu fark ettim… İnsanların bize oy vermesini engelleyen şey Yahudi düşmanlığıydı… Marine Le Pen de onu tanıdığımdan beri buna katılıyordu.” 41
Le Pen, Ulusal Cephe ile Yahudi düşmanlığı arasına mesafe koymaya çalıştı ve hem Fransız Cumhuriyeti’ni hem de “cumhuriyetçi değerleri” benimsediğini iddia etti. Ancak Le Pen’in konuşmalarını ve röportajlarını incelemeye girişen Fransız filozof Michel Eltchaninoff, onun Yahudi düşmanlığını lafta reddederken, konuşmalarında “Yahudi düşmanı söylemin çeşitli retorik unsurlarının” bulunduğuna işaret ediyor. İlk olarak, Le Pen’in ana temalarından biri, ulusal devlet ile Nazizm ve Stalinizmle benzer bir liberal “totaliterizm” olarak tanımlanan “küreselciliğin” güçleri arasında olduğunu düşündüğü karşıtlık. Le Pen, 2012’de şunları söylüyordu:
Sağdan ve soldan küreselciler, piyasanın yasaları tarafından yönetilen evrensel bir imparatorluk planını oldukça açık bir şekilde el üstünde tutuyorlar. Düşmansız bir dünya ruhani mitinin ve yalnızca maddiyatçı olarak hayal edebildikleri mutluluğun arkasında acımasız bir ideoloji, totaliter bir ideoloji, canavarca planı tüketimin kölesi kılınmış, üretimin ise yalnızca onların kâr edebildiği birkaç büyük şirket ve bankanın yararına yapıldığı bir gezegen olan, piyasa temelli bir ideoloji yatıyor. 42
Le Pen görünüşte antikapitalist olan bu argümanı, piyasanın zaferinin insanları kitlesel göçlerle köklerinden kopardığı, kimliklerini ve kolektif tarihle bağlantılarını parçalayıp onları zayıf ve “birbirinin yerine geçebilir” hale getirdiği iddiasına bağlıyor.43 Sonuç ise “ulusun sulandırılması, ailenin zayıflaması, ulusal dayanışmanın ortadan kalkması, kimliğimizin ve köklerimizin reddedilmesi, hafızamızın silinmesi, çaba, iş, erdem, cesaret ve doğruluk değerlerinin hor görülmesi.”44 Bu demagojik sahte antikapitalizm neoliberalizm çağında işçilere dayatılan ıstıraplara olan hoşnutsuzluğu kontrol altına almaya ve onu küreselleşmenin yüzü olduğunu anlattığı göçmenlere yöneltmeye çalışıyor. Ancak sağlıklı, homojen ulusları kitlesel göç yoluyla yozlaştırmaya çalışan “küreselci” hamlenin arkasında kim var? Onlar demokrasi sahtekârlığının arkasındaki gizemli “baskı grupları” ve “özel çıkar grupları” tarafından kontrol edilen finans dünyası. Eltchaninoff, Le Pen’in Yahudi isimlerden bahsederek, böyle gizemli ve kudretli güçlerin kim olduğunu düzenli olarak ima ettiğini de belirtiyor. Dolayısıyla Le Pen açıkça Yahudi hâkimiyeti iddiasında bulunmaktan kaçınsa da, neredeyse tamamen “Yahudi karşıtı retoriğin söylemlerini” kullanıyor:
Açık olan şu ki, onun sözlerinde Yahudi düşmanı dinleyici veya okuyucu kendi takıntılarını besleme ihtiyacını bulacak. Düşüncelerini saklamaya alışkın olduklarından imaları ve çağrışımları sezmekten hoşlanacaklar ve boşlukları kendileri dolduracaklar. Aynı zamanda, Yahudi düşmanı olmayan dinleyici de bu söyleme katılabilir, ancak sosyo-ekonomik Yahudi düşmanlığına dönmeye yalnızca bir adım uzaktadır.45
Le Pen’in açık ve merkezi hedefi Fransa’nın Müslüman nüfusuyken, Ethan B Katz’in gözlemlediği gibi Müslümanlara saldırırken, tekrar tekrar Yahudi “farklılığını” hatırlatır, hem Müslümanları hem de Yahudileri bölmeyi amaçlar. Örneğin Le Pen Ekim 2016’da ve tekrar Şubat 2017’de “dikkat çekici dini işaretlerin” yasaklanması çağrısı yaptığında, yalnızca Müslümanların başörtüsünden değil aynı zamanda Yahudilerin kipasından da bahsetti, bunun pek çok Fransız Yahudisinin İslam’ı yenmek için yapmaya hazır olacağı “küçük bir fedakârlık” olduğunu söyledi. O aynı zamanda Avrupa dışındaki bir ülkeden çifte vatandaşlığı olan Fransız vatandaşlarının bu vatandaşlıklardan ya birini ya diğerini seçmeleri talebinin, ilk olarak Kuzey Afrika bağlantılı Müslümanlara yöneltilse de İsrail çifte vatandaşlığına sahip Fransız Yahudilerini de kapsadığını açıkça belirtti.46 Böyle sadakat testleri, Fransız Yahudilerinin başka bir ulusa sadık olduğu şüphesini sürdürmek için tasarlanıyor.
Le Pen’in Siyonizme açık desteği, Yahudi düşmanlığı suçlamasını saptırmak için bir strateji, ama yalnızca hileden ibaret değil. Yerleşimci-sömürgeci, ırksal olarak dışlayıcı ve batı emperyalizminin son derece militarize olmuş bir müttefiki olan, “radikal” İslamcı hareketlerden ve devletlerden alışıldığı şekilde varoluşsal tehditler alan İsrail, Le Pen’in dünya görüşüne son derece elverişli. Dahası, Yahudi İsrail vatandaşları, sözde “küreselleşme” güçlerini teşvik eden habis ve “kozmopolit” Yahudilerin karşısına, kendi ulus devletlerine yerleşmiş iyi ve “ulusal” Yahudiler olarak konulabilir. Böylelikle, Siyonizme destek hiçbir şekilde Yahudi düşmanlığına engel olmaz.
Le Pen’in “zehirli bir parti olmaktan çıkma” stratejisinin ikinci ayağı cumhuriyetçi retoriği benimsemek oldu. Tarihsel olarak Fransız faşist geleneği Fransa cumhuriyetine karşıtlık içinde olmuştu. Le Pen şimdi 2007 başkanlık seçimlerinde babası tarafından kullanılmaya başlayan bir temayı sürdürüp güçlendirerek, FN’nin “büyük bir cumhuriyetçi parti” olduğunu iddia ediyor.47 Yukarıda da belirtildiği gibi otoriter ırkçılığa giderek daha fazla uyum sağlayan anaakımın radikalleşmesi böylesi bir hamleyi mümkün kılıyor.48
Tüm bunların yanı sıra Marine Le Pen hâlâ belirli aralıklarla kasıtlı provokasyonlarda bulunuyor. Camilerde yeterli yer olmaması nedeniyle sokaklarda namaz kılan Müslümanları Fransa’nın Naziler tarafından işgal edilmesine benzetti ve aynı yıl içinde hükümet sokakta namaz kılmayı yasakladı.49 Elbette böyle açıklamalar yalnızca Müslümanları şeytanlaştırmaya değil aynı zamanda Nazi işgalini önemsizleştirmeye de hizmet ediyor. 2017 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Le Pen, Vichy rejiminin 1942 yılında 13.000’den fazla Yahudi’yi yakalamasından –yakalananlar nihai olarak Auschwitz’e gönderilmişti– Fransa’nın hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacağını açıkladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyası sırasında böyle bir argüman kullanmak saygıdeğerlik ile tabanı sertleştirmeye yönelik planlı müdahalelerin birlikte kullanıldığı bir stratejiyi akla getiriyor. Böyle çıkışlar oy kayıplarına neden olsa da Jean Marie Le Pen’in Ulusal Cephe liderliğinden ayrılması onlara son vermedi.
Almanya İçin Alternatif: Bir Melez
Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif) hızla büyüdü ve sağa doğru radikalleşti. 2013 yılında Avro’ya karşı olan ve AB’yi eleştiren sağcı akademisyenler tarafından kurulan partide en baştan beri faşistlerden oluşan küçük bir çekirdek vardı ama başlangıçta açıkça ırkçı bir söylemden kaçınmıştı.50 AfD ile siyasal hayatına AB karşıtı bir parti olarak başlayan Britanya’daki UKIP arasında paralellikler bulunuyordu.
AfD dışındaki Naziler tarafından 2014 yılının sonla-rında başlatılan kitlesel ırkçı ve İslamofobik bir sokak hareketi olan Pegida’nın yükselişi, ırkçılığı AfD’nin siyasal çağrısının merkezine yerleştirmek isteyenleri canlandırdı ve partinin ilk lideri Bernd Lucke’nin görevden çekilmesini ve yerini açık açık sınırı geçen mültecilerin vurulması gerektiğini söyleyen Frauke Petry’nin almasını sağladı.51 Pegida ve AfD’nin radikalleşmesi, etkisi ve kendine güveni artan partinin faşist kanadını güçlendirdi. Mart 2015’te AfD’nin faşist kanadının liderleri Björn Höcke ve André Poggenburg “Erfurt Bildirgesi”ni yayınlayarak parti üyeliklerinin açık Nazilerin alanına açılması çağrısında bulundular. Eski bir Hıristiyan Demokrat siyasetçi ve AfD’nin faşist kanadının önde gelen şahsiyetlerinden biri olan –şimdi AfD’nin eş liderlerinden biri– Alexander Gauland bildirgeyi vakit geçirmeden imzaladı. Bildirge AfD’nin giderek daha fazla “düzen siyasetine” uyum sağladığını iddia ediyor ve bunun yerine onun “düzen partilerine karşı yurtsever bir alternatif… geçtiğimiz on yıllardaki sosyal deneylere –toplumsal cinsiyet perspektifinin anaakım hale getirilmesine, çok kültürlülüğe, gelişigüzel çocuk yetiştirmeye vb– karşı çıkan halkımızın hareketi ve… Alman egemenliğinin ve kimliğinin içinin daha da boşaltılmasına karşı bir direniş hareketi” olması gerektiğini iddia ediyordu.52 Bu AfD’nin sert bir faşist çekirdek geliştirme kapasitesi olan radikal bir dışarlıklı olma konumunu sürdürmesi çağrısıydı. Erfurt Bildirgesi’yle eşzamanlı olarak AfD’nin faşist kanadını örgütlemek ve bu görüş için mücadele etmek amacıyla, parti içinde bir grup; “Der Flügel” (Kanat) kuruldu.
AfD’nin 2015 kongresi, partiye katılmaları daha önce engellenen Nazi NPD’nin veya Republikaner’in eski üyelerinin AfD’ye katılmalarının önünü açtı.53 Faşistlere bu şekilde açılmak, 2018 yılında Gerard Batten parti lideri olana ve partiyi Futbol Delikanlıları İttifakı (FLA) ve Tommy Robinson etrafındaki İslamofobik bir sokak hareketine yöneltene kadar, UKIP’te gerçekleşmedi. Bu partinin kuruluşundan çeyrek asır sonra oldu. AfD’de ise bu gelişme birkaç yıla sıkıştı.
Şimdi AfD faşist kaynıyor ve onların varlığı neoliberal ve Avro karşıtı kanadı daha da önemsizleştiriyor. Ancak parti melez olma özelliğini koruyor, ırkçı neoliberallerin, ulusal muhafazakârların ve faşistlerin birleşimi. Ama sonuç olarak ilk iki grup faşistlerle birlikte çalışmaya istekli.
Faşist kanadın destekçilerini sertleştirmek için yaptığı provokatif açıklamalar onların artan güvenlerini gösteriyor. Örneğin Höcke 2017 yılının başlarında partinin gençlik örgütüne yaptığı kasıtlı olarak provokatif konuşmada “hatırlama siyaseti” olarak adlandırdığı kavrama saldırdı ve Berlin’deki Holokost Anıtı’nı kastederek: “Biz Almanlar … dünyada başkentlerinin merkezine bir utanç anıtı diken tek halkız” dedi.54 Gauland da benzer bir şekilde AfD’nin gençlik örgütüne “Bin yıldan fazla süren başarılı Alman tarihi içinde Hitler ve Naziler yalnızca kuş pisliğidir” demişti. Nazi döneminin önemsizleştirilmesinin ve görecelileştirilmesinin klasik bir örneği.55
Faşistlerin artan etkisi, Petry’nin partinin seçmen desteğini tehlikeye düşüreceği korkusuyla faşist kanatla çatıştıktan sonra istifa etmesine neden oldu. Partiyi akademik açıdan izleyen Matthias Quent, Petry ve Höcke arasındaki gerilimin iki rakip stratejiyi yansıttığını savunuyor:
Petry partiyi olası bir koalisyona yönlendirmeye çalışıyor ve Höcke ise AfD’yi, bir hareket partisi, yeni sağcı kavramları toplumsal olarak kabul edilebilir kılmakta kullanılabilecek bir araç olarak görüyor. … Ona göre parlamentarizm amaca götüren bir araç… Bu basit bir “onlara karşı biz” mantığının ötesine geçip, doğrudan Nasyonal Sosyalizm’in retoriğine giriyor.56
Parti liderliğinde Petry’nin yerini, partinin iki farklı kanadını, sırasıyla faşist ve ulusal muhafazakâr kanatlarını temsil eden Gauland ve Alice Weidel aldı. Ancak şart, ikincinin ilkini kabul etmesiydi. AfD’nin faşist kanadı işçiler arasında da örgütlenmeye çalışıyor. Örneğin Höcke Nisan 2018’de Eisenbach’taki fabrikalarının kapanması ihtimaliyle karşı karşıya kalan otomotiv işçilerinin yaptığı bir eylemde ortaya çıktı. İşçiler onu kovaladılar. Onlar aynı zamanda önemli fabrikalardaki iş konseyi seçimlerinde de aday çıkarmaya çalışıyorlar ama sınırlı bir başarı sağlayabildiler.57
Yakın zamanda Höcke ile yapılan röportajlardan oluşan bir kitap; Nie Zweimal in Demselben Fluss (Aynı Nehirde İki Kere Asla) faşist kanadın projesi hakkında daha büyük bir netlik sağlıyor. ABD’deki Jacobin dergisindeki bir yazıya göre kitapta Höcke “demokrasinin dejenerasyonunun son aşamasını yaşıyoruz … ve bunu mutlakçı bir otokrasi aşaması izleyecek.” iddiasında bulunuyor.58 Höcke bu amaca ulaşmak için üçlü bir strateji öneriyor: 1) Seçim temelli bir siyasal partinin inşası, AfD, 2) Pegida veya 2018 yazında Nazilerin liderliğinde Chemnitz’de sokaklara dökülen güruh gibi sokak hareketleri, 3) Devletin ve güvenlik aygıtının, harekete yakın olan kesimleri.
AfD’nin yükselişi ve hızla sağa doğru radikalleşmesi, anaakım partiler tarafından ırkçı siyaset için yaratılan son derece uygun atmosferin bir yansıması. Bu atmosfer daha sert faşist projelerin büyümesi için alan açarken, onların etrafındaki “güvenlik kordonunu” da, muhafazakâr partilerin bazı kesimlerinin yalnızca bu partilerin ırkçılığını taklit etmekle kalmayıp, işi faşistlerle örgütsel olarak işbirliği yapmaya ve hatta aynı parti içinde birlikte var olmaya kadar götürebilmesine olanak sağlayacak kadar yıprattı.
Sandıklarda Ve Sokaklarda Faşizm: Nabız Yoklamak
Bugünün seçim odaklı faşistleri, Mussolini veya Nazilerin 1920’lerde ve 1930’larda geliştirdiği paramiliter örgütlenmelere benzer kurumlara sahip değiller. İstisnalar da var. Hem Yunanistan’da Altın Şafak hem de Macaristan’daki Jobbik kayda değer paramiliter örgütlenmeler geliştirdiler ve bunun sonucu olarak klasik faşizm modeline çok daha yakınlar. Gerçi son zamanlarda Jobbik bir “Avrofaşist dönüş” gerçekleştirip daha saygıdeğer bir imaj çizmeye çalışıyor.59 Ancak bu seçim odaklı faşist partilerin sokakları ele geçirmek için bir çaba göstermediği veya daha küçük Nazi sokak çeteleriyle hiçbir ilişkileri olmadığı anlamına gelmiyor. Fransa’daki Ulusal Cephe/ Ulusal Birlik açıktan sokak savaşına giren ekipleri seferber etmiyor ama görünüşte parti toplantılarını ve liderlerini korumak amacıyla kendine ait oldukça büyük bir güvenlik gücünü muhafaza ediyor. Bu güç en az yüzlerce kişiden oluşuyor ve paramiliter temellerde örgütleniyor. Aynı zamanda bu güvenlik gücünün Groupe Union Défense ile veya 2013’te Nazilerin genç antifaşist Clément Méric’i öldürmesinin ardından yasaklanan Jeunesses Nationalistes Révolutionnaires gibi daha küçük Nazi gruplarıyla da bağlantısı bulunuyor. AfD aynı zamanda kendi bayrağı altında sokak eylemlilikleri için nabız yoklayarak, örneğin 1 Mayıs gösterileri örgütledi. AfD’nin Mayıs 2018’de Berlin’deki eyleminin örgütleyicisi Guido Reil, bunun ikili bir strateji olduğunu açığa kavuşturdu: “Biz alternatif bir partiyiz ve bu yüzden bazı şeyleri diğer partilerden farklı şekilde yapıyoruz. Parlamentoya paralel olarak sokaklara çıkıyor ve üyelerimize ve destekçilerimize aktif bir şekilde katılım şansı veriyoruz.”60
Geçtiğimiz on yılda aynı zamanda İslamofobiyi merkez alan ırkçı sokak hareketlerinin ortaya çıkışına tanık olundu. Britanya’da bu ilk olarak EDL daha yakın zamanda FLA biçimini alırken şimdi hareket giderek artan bir oranda Tommy Robinson’a odaklanıyor. Başlangıçta FLA Robinson’u uzak tutmaya çalıştı, bunun nedeni temel bir anlaşmazlık değil, Robinson’ın aşırı sağ ile bağlantılı olmama iddialarını baltalayacağı düşüncesiydi. Ancak hareket hızla radikalleşti ve Robinson merkezi bir figür olarak öne çıktı. UKIP ise hareketi kendi eksenine çekerek yeniden örgütlenmeye çalışıyor.61 Robinson’un etrafındaki bugünkü hareket uluslararası aşırı sağ ve faşist gruplarla daha açık bağlantılara sahip ve öncüllerinden daha ideolojik. Alternatif sağ gençlik hareketi Kimlik Kuşağı’nın üyeleri pek çok gösteriye katılırken, Hollandalı İslamofobik Geert Wilders, Vlaams Belang partisinin lideri Filip Dewinter ve Steve Bannon mitinglerinde konuşma yaptı.
Günümüzde faşistler Hitler’in ve Nazilerin geçmişte sokakta olduğundan çok daha zayıflar ama bu seçim odaklı faşistlerin embriyo düzeyinde de olsa sokağa dönmeye ve daha büyük sosyal krizin ve burjuva siyasetinin sağa doğru daha radikalleşmesinin yaratacağı daha uygun koşullarda paramiliter kanatlar geliştirmeye çalışmayacağı anlamına gelmiyor.
Muhafazakârlar, Aşırı Sağ ve Faşizm
Bugünkü faşistlerin çoğunun seçimlerdeki gücüyle sokaklardaki genel güçsüzlükleri arasındaki orantısızlık, onların liderliklerinin bir bölümü için liberal demokrasinin altını oymayı ve onu ezmeyi hedefleyen uzun dönemli stratejilerini terk etme ve bu düzende bir yere razı olmaya yönelik bir cazibe yaratabilir.
İtalya’da eski İtalyan Sosyal Hareketi (MSI) 1990’larda buna benzer bir süreç yaşadı. 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sında benzeri olmayan bir vaka olan MSI, açıkça Mussolini’nin rejimi ile özdeşleşti ve İtalya’nın güneyinde kendisine bir oy tabanı yaratmayı başardı, genel seçimlerde düzenli olarak %5-8 oranında oy alıyordu. Ancak Hıristiyan Demokratlar’ın egemenliği nedeniyle bir makam elde edemediler. 1990’ların başında, tüm eski egemen partilerin çöküşüyle aniden MSI için elli yıllık dışlanmışlığı son erdirerek siyasete ve hükümete girme fırsatı oluştu. Adını Alleanza Nationale (AN) olarak değiştirerek Silvio Berlusconi’nin Forza Italia partisi ve Kuzey Birliği ile birlikte koalisyona girdi. Bunun bedeli demokrasiye sadık olduğunu ilan etmekti. AN kendisinin “post-faşist” muhafazakâr bir parti olduğunu açıkladı. Ancak onun dönüşümü ile ilgili her zaman bir muğlâklık vardı, üyelerinin çoğunluğunun eski davaya bağlı kaldığına dair kanıtlar bulunuyordu.62 Daha sonra AN dağılırken ondan ayrılan gruplardan biri olan, İtalya’nın Erkek Kardeşleri (FdI) faşist partinin yeniden inşası görevinin sürdürücüsü olarak ortaya çıktı.
Avusturya’daki FPÖ’de 2000’lerin ilk yarısında, Jörg Haider’in liderliğinde hükümete girdi, bunu partiye olan desteğin hızla düşmesi ve partinin bölünmesi izledi. O zamandan beri parti kendisini çok daha katı bir temelde yeniden inşa etti ve partinin önde gelen faşist kadroları onun daha sonraları Avusturyalı muhafazakârlarla kurduğu iktidardaki koalisyonda merkezi bir rol oynadılar. Avusturyalı sosyalist David Albrich’in açıkladığı gibi, FPÖ gelecekte sokak savaşı yürütecek kanadının örgütlenmesine daha uygun bir ortam sağlamak için, devleti daha otoriter ve açıktan ırkçı bir hatta yeniden biçimlendirmeye çalışma stratejisi izliyor.63
Muhafazakârlarla faşistlerin etkileşimi ve birbirlerini etkilemeleri, karşılıklı bir durum. İtalya’da seçimleri temel alan faşist bir gücün yeniden ortaya çıkışı veya Avusturya’da iktidarda bulunan koalisyonun bir parçası olan FPÖ’nün son zamanlardaki daha başarılı çabaları, hareketinin yönünün, anaakımın radikalleşmesinin faşistleri projelerinden vazgeçirmesi yerine onlara ilerlemek için daha fazla alan açtığının bir ifadesi.
Faşist Örgütlerin Zayıflıkları
Kök salmaya çalışan faşist partilerin temellerinde yer alan, yerleşik bir zayıflıkları var. 1. ve 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemde bile faşizmin; egemen sınıfı faşistlerle iş yapabileceği konusunda rahatlatmak da dâhil olmak üzere, saygıdeğer bir dış görünüş öne sürmesi ile kendi örgütlerini inşa etmesi ve kendi destekçilerini harekete geçirmesi arasında bir gerilim mevcuttu. Faşistler ilerleme kaydederken, anaakımın içerisinde faaliyet göstermeler ve faşist kadrolar yaratmak için dışarlıklı konumlarını korumaları çok daha kolaydır. Eğer elde edilen kazançlar açık ve elle tutulur ise, siyasal ittifaklar oluşturmak için bulunulması gereken fedakârlıklara veya destek toplamak için anaakıma girmek için ödenecek bedele tahammül edilebilir. Ancak içinden çıkılmaz bir duruma girildiği veya desteğin kaybedildiği duygusu, birbiriyle çatışan unsurların örgütü iki uçtan çekiştirmeye başlamasına neden olur.
1933’te iktidara gelmelerinin bile öncesinde, Hitler ve Naziler bir dizi iç isyanla sarsılmışlardı. Bunu iki olay özetler, bunlardan ilki Stennes isyanıydı. Bu isyan, parlamentoya erişim sağlayabilmek için yasal bir cilaya -en azından şifahen- bağlı kalarak, geleneksel muhafazakârlarla uzlaşmaya yönelik istek ile partinin siyasal liderliğine karşı sabırsız bir yaklaşım benimseyen SA’nın sokak çeteleri arasındaki gerilimi gösteriyordu. Bu gerilim 1930 Reichstag seçim kampanyasında açık çatışmaya dönüştü. Walter Stennes’in liderliğindeki Berlin SA’sı, kendilerine para ile özerklik verilmemesinden ve seçimlerde partinin aday listesinde yer almamalarından duydukları kızgınlığın etkisiyle parti liderliğine karşı isyan ettiler. SS muhafızlarının hakkından geldikten sonra Nazi partisinin Berlin’de bulunan bölgesel bürolarını yağmaladılar. Ian Kershaw’ın kaydettiği gibi:
Kriz, parti örgütü ile SA arasında olan, NSDAP’ye içkin yapısal çatışmayı, yalnızca taşma noktasına getirdi, bu son kez olmayacaktı. Bu “parti neferlerinin” “sivillere” karşı hissettiği küçümseme… daimiydi. Onların parti örgütüne tabi olduğuna dair yapılan düzenli hatırlatmalar, gidişatın en sert olduğu yerlere gidenlerin, Komünistlerle ve Sosyalistlerle olan sokak savaşlarında zayiat verenlerin kendileri olduğunu hisseden fırtına birlikleri tarafından her zaman sineye çekilmiyordu.64
Hitler isyanı bastırmak için doğrudan SA’nın liderliğini devralmak ve kendi kişisel otoritesini onları pasifleştirmek için kullanmak zorunda kaldı. Nazilere desteğin yükseldiği koşullarda böylesi gerilimler kontrol altına alınabilirdi. Ancak Nazi partisini sarsan en büyük kriz, parti iktidarı almanın eşiğindeyken meydana geldi. Naziler Temmuz 1932’de yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıkmış ve oylarını neredeyse iki katına çıkarmış olsalar da, başkan Paul von Hindenburg’un başlangıçta Hitler’i şansölye yapmayı reddetmesiyle iktidar yolu tıkandı. Kasım ayında yapılan ve partinin kaynaklarının muazzam ölçüde kullanılmasına neden olan ikinci bir seçimde Nazi oylarının 1928’den beri ilk kez düştüğü gözlendi. Bu koşullarda Nazi liderliğindeki ikinci en önemli figür olan Gregor Strasser, Nazileri iktidardaki koalisyonda tali bir konuma sokmaya çalışan muhafazakâr otoriter Franz von Papen ile bağımsız müzakereler başlatmaya çalıştı.
Strasser Nazi partisinin Münih darbesi bozgununun ardından, 1924-25’ten itibaren gerçekte sıfırdan yeniden inşa edilmesinin sorumlusuydu. Nazilerin çabalarının karşılığında bir sonuca ulaşılamadığını gördüklerinde dağılmaya başlayacaklarına inanıyordu ve Hitler’in kendi şansölyeliğinin kabul edilmesi konusunda Alman egemen sınıfıyla giriştiği ya hep ya hiç kumarının başarısızlığa mahkûm olduğu sonucuna varmıştı. Strasser yanılıyordu ve Hitler onu istifaya zorladı.65
Eğer Alman Komünist Partisi (KPD) Nazileri yalnızca muhafazakâr-otoriter partilerden biri olarak görmek ve sosyal demokratik SPD’yi “sosyal-faşist” diye nitelendirerek reddetmek yerine onun bazı kesimlerini Nazilere karşı birleşik bir cephede seferber edebilseydi, böylesi gerilimler büyüyebilirdi. Bu Nazilerin gelişmesini frenleyebilir, onları açık bir krize iterek iktidar yollarını tıkayabilirdi. Bunun yerine KPD’nin sekterliğinin ve SPD liderliğinin Alman devletine ve onun demokratik debdebesine dair yanılsamalarının bileşimi Nazilerin her krizden kurtulmasını sağladı.
Eğer bu durum “klasik faşizm” için geçerliyse, aktif tabanı seçimlerdeki çeperine oranla çok daha küçük olan günümüzün seçim temelli faşizmi çok daha korunmasız durumdadır. Onlar saygın bir imaj çizerek oy kazanmaya çalışmakla, eylemci faşist çekirdeğin daha radikal ve provokatif bir tutum alarak gerçek programlarını açıkça ilan etmesi veya en azından eylemcilerin bunu ifade etmelerine izin verilmesi talebi arasında sıkışmış haldeler.
Faşist çekirdek, kamusal olarak söz söylemesinin bir süre engellenmesini kabullenmeye razı gelebilir. Ancak anti-faşistlerin uzun süreli ve etkili eylemliliklerinin, faşistlerin itibar iddialarını aşındırdığı ve daha ılımlı seçmen çeperi ile daha sert faşist çekirdeği arasında bir ayrım yarattığı ve böyle bir kısıtlamanın sonuç vermediği bir durumda hayal kırıklıkları patlak verebilir; seçim stratejisi ile en çok özdeşleşenler ile kendisini faşist projenin sürdürülmesine en çok adayanlar arasındaki iç gerilim açığa çıkarak örgütün parçalanması tehdidini yaratabilir.
Nasıl Bir Antifaşizm?
Liberal Merkezle İttifaka Hayır
Aşırı sağın ve faşistlerin yükselişine verilen tepkilerden biri, sol ve neoliberal merkez arasında daha büyük bir tehlikeye karşı gerekli olan “ehvenişer” bir ittifaka gitme isteği. Solcu bir yazar olan ve Jeremy Corbyn’i destekleyen Paul Mason sosyalistlerin “merkez ile taktiksel ittifaklar kurduğu yeni bir stratejinin” uygulanması gerektiğini savunuyor. Mason’a göre sosyal adaletin esas düşmanı artık neoliberal seçkinler değil, “mültecileri denizde boğan, Müslümanlara pedofil diyerek kara çalan ve kürtajı suç haline getirecek olan insanlar.”66
Böyle bir yaklaşımda üç sorun var. İlk olarak mültecileri Akdeniz’de boğan ve aşırı sağın içerisinden geliştiği uzun süreli bir İslamofobi kampanyası yürüten tam da bu neoliberal seçkinlerdi. Onlar, bunu toplumun neoliberal temellerde yeniden biçimlendirilmesini yönetip, nüfusun büyük kesimleri için devasa hoşnutsuzluk ve belirsizlik alanları yaratarak yaptılar. Liberal merkezle ittifak kurmak, faşistlerin ve aşırı sağın solu düzenle özdeşleştirmesine ve kendilerini yanlış bir biçimde tek gerçek alternatif olarak sunmasına imkân verir.
İkincisi, neoliberal merkezle uzlaşmak, kitlesel eylemlilikleri önemsiz gibi göstermek ve faşistleri durdurmak için devlet gibi var olan kurumlara bel bağlamak anlamına gelir. Oysa devlet derinlemesine bir biçimde ırkçılık üzerinden biçimlendirilmiştir ve neredeyse her zaman solu faşistlerden daha büyük bir tehdit olarak görür. Bu argümanın daha güncel bir versiyonu, Avrupa Birliği’nin öldürücü ırkçılık ve faşizme karşı bir savunma duvarı olduğu inancı. Ancak gördüğümüz gibi AB’nin kendisi de, neoliberalizm, kemer sıkma ve ırkçılığın zehirli bileşimini gerçekleştirmeye çalışması yüzünden, ırkçılığın ve faşizmin ürediği etkili bir kuluçka makinesi işlevi görüyor. Bu durum çoğunlukla aşırı sağdan korktukları için AB’ye yönelik böyle yanılsamaları olan insanların anti-faşist bir hareketin merkezinde olamayacaklarını anlamına gelmiyor, ancak hareket böyle fikirleri temel alamaz. Örneğin Brexit travmalarının işçi sınıfını ve solu böldüğü Britanya’da “Başka Bir Avrupa Mümkün” gibi AB yanlısı sol gruplara karşı, ırkçılık ve faşizm karşıtı hareketin “Brexit’i Durdurmak” temelinde seferber edilemeyeceğini tartışmak gerekliydi. Bunu yapmak hem antifaşist hareketi böler, hem de eşzamanlı olarak Tommy Robinson ve UKIP gibilerinin AB’den ayrılma yönünde oy veren 17 milyon insanın savunucusuymuş gibi ortaya çıkmasına imkân verir.
Üçüncüsü liberal merkez, her zaman solun neoliberalizme ve kemer sıkma önlemlerine karşı savaşından aşırı sağa karşı “birlik” adına vazgeçmesini talep edecektir. Liberal merkez soldan gelecek her türlü meydan okumayı durdururken, aynı zamanda aşırı sağın meydan okumasına karşı kendi sağ kanadının çökmesini engelleyeceği inancıyla ırkçılığa taviz verecektir. Etkili bir antifaşizmin kritik şartlarından biri, neoliberal merkezden siyasal bağımsızlıktır.
Irkçılığa Tavize Hayır
Solun bazı kısımları, ırkçıların ve faşistlerin çekiciliğinin altını oymak için, onların argümanlarına taviz vermenin cazibesine de kapılabilirler, bu tutum asıl olarak seçimlere odaklanan partilerde daha güçlü bir şekilde görülür. Almanya’daki Die Linke’nin iki önde gelen figürünün, Sahra Wagenknecht ve Oskar Lafontaine’in başlattığı Aufstehen (Ayağa Kalk) hareketi bunun güncel ve etkili bir örneği.67 Wagenknecht Die Linke’nin parlamento grubunun eş başkanı, Lafontaine ise Die Linke’nin kuruluşuna katılmak için SPD’den ayrılan deneyimli bir sosyalist siyasetçi. Wagenknecht, Die Linke’nin açık sınır politikasına olan bağlılığının partiye oy kaybettirdiğini ve AfD’nin ona üstünlük sağlamasına olanak verdiğini iddia ediyor. Wagenknecht “pek çok kişinin serbest dolaşımı ve göçü, düşük ücretli işler için artan rekabetin ana kaynağı olarak gördüğünü” ve “mülteci krizinin fazladan bir belirsizlik yarattığını” savunuyor.68
Bu argümanlar AfD’nin atılımına, 2015’te Almanya’ya çok sayıda mültecinin gelmesinin neden olduğu iddiasıyla destekleniyor. Ancak Marx21 grubunun destekçisi ve başka bir Die Linke milletvekili olan Christine Buchholz’un savunduğu gibi bir nüfusun içindeki göçmenlerin oranıyla, ırkçılığın yayılması arasında otomatik bir bağlantı olduğu varsayımı tamamen yanlış. Örneğin Macaristan’da ırkçılık ve İslamofobi her tarafa yayılmış durumda ancak 2015’te ülke hemen hemen hiç mülteci almadı ve çok az bir Müslüman nüfusu var. Buna karşın 2015’te Yunanistan’a çok sayıda mülteci ulaştı ama Altın Şafak bundan kazançlı çıkamadı. Aradaki fark, Yunanistan’da etkili bir ırkçılık karşıtı ve antifaşist hareketin varlığı ve Macaristan’da bunun görece eksikliği ile açıklanabilir.69
Irkçılığa taviz vermek; sorunun göçmenler, Müslümanlar veya diğer ırksal azınlıklar olduğu şeklindeki yanlış söylemi destekleyerek aşırı sağı meşrulaştırır ve onların rakiplerinin bile buna katıldığını söylemesine olanak sağlar. Aşırı sağa verilen desteğin bazı kısımlarını koparmak şöyle dursun, onun daha da pekişmesine hizmet eder ve böyle fikirlerin örgütlü işçi sınıfı hareketi içine daha yaygın bir şekilde nüfuz etmesine imkân sağlar.
Ekonomik Mücadeleyi, Irkçılık Karşıtlığının Karşısına Koymaya Hayır
Yukarıda tartışıldığı gibi, aşırı sağın yükselişini yalnızca ekonomik nedenlere bağlamak ve solun ırkçılık karşıtlığına değil sadece ekonomik ve sosyal meselelere odaklanması gerektiğinde ısrar etmek bir hata. Toplumun neoliberal temelde yeniden şekillendirilmesinin aşırı sağın büyümesinin nedenlerinden biri olduğu ve kolektif direniş seviyesinin yükselmesinin ırkçılığa meydan okumak için bir temel sağlayacağı doğru. Ancak daha fazla ekonomik mücadele, hiçbir şekilde otomatik olarak aşırı sağın zayıflayıp yok olmasına neden olmayacak. Irkçılığın derinlere uzanan kökleri var ve aşağıdan gelen meydan okumalar karşısında egemen sınıf bunu seferber etmeye çalışacaktır. Daha yoğun bir sınıf mücadelesi zemininde bile, ırkçı argümanlara meydan okunan aralıksız bir kampanyaya ve faşist örgütlenmelerin hedef alınmasına ihtiyaç var.
En açık olumsuz örneği Fransa sunuyor. 1990’ların başından itibaren birçok militan toplumsal hareket Fransa’yı silip süpürdü, ancak aynı dönemde Ulusal Cephe’ye verilen destek de arttı. Fransız solu, 1970’lerin sonlarında Britanya’da Ulusal Cephe (NF)’yi parçalayan ve daha sonra 1990’ların başında, Britanya Ulusal Partisi (BNP)’yi yenilgiye uğratan Anti-Nazi Birliği (ANL)’ye veya 2000’lerde ve 2010’ların başlarında seçimlerde BNP’yi, sokaklarda ise İngiliz Savunma Birliği’ni yenmek için örgütlenen ANL’nin mirasçısı Faşizme Karşı Birleş (UAF) kampanyasına benzer, birleşik bir kampanyayı inşa etmekte başarısız oldu.
Fransa’da böyle bir yaklaşımın uygulandığı bir dönem vardı. Ulusal Cephe 1990’ların sonunda, partinin Jean-Marie Le Pen’den sonraki en kıdemli lideri olan Bruno Mégret’in ona rakip bir örgüt kurmak için FN’den ayrılmasıyla sona eren şiddetli bir kriz ve tahripkâr bir bölünme yaşadı.
1990’ların ikinci yarısında iki şey durumu değiştirdi. İlk olarak, Kasım ve Aralık 1995’te gerçekleşen kamu çalışanlarının devasa grevleri siyasal atmosferi dönüştürerek, bir önceki on yılın demoralizasyonunun yerine geçen yaygın bir işçi sınıfı dayanışması havası yaratarak ülke çapındaki siyasal tartışmada Ulusal Cephe’yi marjinalleştirdi. İkincisi bu durum, göçmenlerin günah keçisi haline getirilmesine meydan okumayı teşvik ederek ırkçılık karşıtlığının canlanmasını sağladı. İki örgüt; Le Manifeste contre le Front National ve Ras l’Front Ulusal Cephe’ye karşı çok daha militan bir kampanya yürüttü. 1997’de Strazburg’da yapılan Ulusal Cephe kongresine karşı 50.000 kişi yürüdü. İlk kez Ulusal Cephe’yi doğrudan hedef alan ülke çapında bir yürüyüş yapılıyordu ve binlerce kişinin “Nazi’nin N’si, Faşist’in F’si, Ulusal Cephe’yi (FN) ezelim” sloganları attığı eylemde Ulusal Cephe açıkça faşist olarak hedef gösterilmeye başlanmıştı.70
Ulusal Cephe daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde hedef alınıyordu:
Bu [durum] FN’yi oluşturan eğilimleri açığa serdi ve birbiriyle çatışmaya soktu. Le Pen FN’nin düzen karşıtı bir güç olarak kalmasının gerekliliğini vurguladı, Mégret ise geleneksel sağ ile ittifak yapmanın FN’nin en zayıf unsurlarından kurtulmasını sağlayacağını savundu. Bu kısmen, FN’nin hem liberal demokrasi içinde itibar kazanmaya çalışıp hem de demokrasiyi ezmeyi arzuladığı ikili görevinin bir yansımasıydı… 1990’ların ortalarında örgütün 1.500 seçilmiş temsilcisi vardı… Seçimlerdeki başarı örgütün kadrolarının geniş bir tabakasının bürokratikleşmesi için bir potansiyel yarattı ve üyelerin çoğunluğunun daha sistem karşıtı tutumları ile çelişen bir işletmecilik kültürü üretti… Mégret, Le Pen ile aynı bakış açısına sahipti, ama onu anaakım partilerle ittifakın güvence altına alacağı kısa vadeli seçim kazanımlarını sağlayabilecek en muhtemel kişi olarak gören parti kadrolarının desteğine güvenebileceğini biliyordu… Bunun karşısında Le Pen ise geçmişte Mégret’nin Charles de Gaulle destekçisi olmasına ve onun temsil ediyor gibi gözüktüğü “parlamenterizm” tehlikesine şüpheyle yaklaşan eylemcilerin desteğini aldı. FN yükselirken kontrol altında tutulan bu gerilimler, ırkçılık karşıtı tepkinin etkisiyle kopma noktasına kadar yükseldi.71
1998’nin sonunda Mégret partiden ihraç edildi ve kısa süre sonra parti bölündü, parti kadrolarının önemli bir bölümü FN’den ayrıldı. Bu Ulusal Cephe’nin krizinin derinleşebileceği potansiyel bir dönüm noktasıydı. Ancak iktidardaki Sosyalist Parti ile bağlantılı olan Manifeste contre le Front National’in Ulusal Cephe’nin bittiği sonucuna varmasıyla ırkçılık karşıtı eylemlilikler sona erdi. Bu Le Pen’e toparlanması ve partiyi yeniden inşa etmesi için ihtiyaç duyduğu alanı sundu.
Nazileri Durdurmak İçin Birleşik Bir Cephe İnşa Etmek
Faşistleri yenmenin yolu, faşizm dışındaki farklı konularda aynı şekilde düşünmek zorunda olmayan insanlardan kitlesel bir birleşik cephe oluşturulmasından geçiyor. Bu birleşik cephe yalnızca devrimcilerden oluşmamalı, bunun yerine çok daha geniş kesimleri ve özellikle sendikalar ve sosyal demokrat partiler gibi reformist örgütlere umut bağlayanları kapsamaya çalışmalıdır. Bu birleşik cepheyi kurma sürecine, bu türden örgütlerin liderlikleriyle ilişkilenmek ve mümkün olduğu durumlarda onlarla birlikte çalışarak onları harekete çekmeye çalışmak da dâhildir. Bu cephenin nesnel temeli tam da faşizmin doğasında yatar, faşizm ister devrimci isterse reformist olsun, işçi sınıfı temelli tüm örgütlerin karşısında bir tehdittir.
Saygınlık iddialarının altında yatan Nazi çekirdeği ifşa etmek ve onun maskesini düşürmek çok önemlidir. Bu önde gelen bireylerin ve örgütlerin geçmişlerini ortaya çıkarmak ve onların açıktan söylediklerinin ötesindeki dünya görüşlerini ifşa etmek anlamına gelir. Onların gerçek yüzünü göstermek propagandanın ötesine geçmeli, faşist partilerin kamusal alana ulaşımlarını engelleyerek, onların halka açık toplantılar, konferanslar ve yürüyüşler yapmalarının veya sosyal medya da dâhil olmak üzere kitle iletişim araçlarında yer almalarının önüne geçerek faşist partilerin “normalleşmesine” meydan okuyan aktif girişimlere yol açmalıdır. Bu, “ifade özgürlüğünün” görüşleri ne kadar uygunsuz olursa olsun faşistler için geçerli olması gerektiği argümanına meydan okumayı gerektirir. Faşistler kamusal alana ne kadar girerse, onların destekçileri ırkçılıklarını açıkça ifade etmek için o kadar güven kazanır ve daha anaakım güçleri faşist argümanlara uyum sağlamaya çekme yetenekleri de artar.
Faşistler daha başarılı oldukça, kendilerine daha fazla güven duymaya başlarlar ve nihai amaçları olan tüm toplanma ve ifade özgürlüğünü ezmeye ulaşmadan çok önce rakiplerinin ifade özgürlüğünü aşındırmaya koyulurlar; solcuların veya sendikaların toplantılarına, grev gözcülerine saldırırlar veya sokaklarda ırkçı taşkınlıklar çıkarırlar. Bazen faşistlerin kamusal alana ulaşımlarını engellemek için –1997’de Güney Londra’da bulunan Lewisham’da Sosyalist İşçi Partisi ve yerel siyah gençlerin ittifakının bir Ulusal Cephe yürüyüşünü dağıtmasında olduğu gibi– doğrudan fiziksel müdahalede bulunmak, bazen ise 2011’de Tower Hamlets’deki Faşizme Karşı Birleş eylemlerinde ve 2012’de Walthamstow’da İngiliz Savunma Birliği karşısında olduğu gibi yürüyüş güzergâhlarını bloke etmek veya toplanma noktalarını işgal ederek onların sokaklara egemen olmasını engellemek gibi yöntemler de kullanılır.
Böyle bir strateji, kitlesel güçler gerektirir. Otonomculuktan veya anarşizmden etkilenmiş pek çok eylemcinin yaklaşımı, çoğu zaman kitlesellik ne kadar olursa olsun, kararlı bir grup eylemcinin faşistlerle fiziksel çatışmaya girmesine odaklanmıştır. Böylesi bir yaklaşım antifaşizmi fiziksel çatışma riskini göze almaya hazır bir azınlığa indirger ve onların dışındaki geniş kesimleri mücadeleye çekecek bir strateji önermez. Gerçekten de böyle bir yaklaşım antifaşist hareketi sadece antikapitalist perspektife sahip olanlarla sınırlayan veya beyaz işçilerin çoğunu ırkçı olarak görüp reddeden bir karamsarlıkla da birleşebilir.
Antifaşist hareket radikal bir azınlıkla başlasa da, sabırlı bir şekilde birleşik cepheyi inşa etme yoluyla daha geniş güçleri kazanmaya çalışmalıdır. Bu, sokakları faşistleri kapatacak ve onları kamusal alanın dışına itecek kitlesel eylemler ve kitlesel çatışmalar için gereken nesnel temeli sağlayabilir. Bu aynı zamanda faşistlerin durdurulamaz olmadığını ve ırkçılık karşıtlarıyla antifaşistlerin yalıtılmış bir durumda bulunmadıkları göstererek, hareketin daha fazla yerelde ve işyerinde kök salmasını sağlayan güveni yaratabilir. Yalıtılmışlığa ve dışlanmışlığa itilen faşistlerin ikili amaçları arasındaki gerilim açık çatışmaya dönüşür ve örgütlerini paramparça eder.
Sorun yalnızca böyle bir strateji uygulayacağını beyan etme sorunu değildir, bu pratik içinde sınanmalıdır. Hem yakın tarih hem de güncel örnekler, Nazileri ifşa eden, onların kamusal alandaki varlıklarını hedef alan ve aynı zamanda daha yaygın ırkçı fikirlere meydan okuyan birleşik cephelerin etkili olduğunu gösteriyor.
Almanya
AfD yükselirken ona meydan okuyanlar da vardı. Geçtiğimiz yaz Almanya’da mültecilerle dayanışma için ve ırkçı sağa karşı yapılan bir ırkçılık karşıtı eylem dalgası sonbahar ve kış aylarında yapılan AfD karşıtı eylemliliklerdeki artışı besledi. Mayıs ayında Berlin’de yapılan AfD’nin eylemine 5000 kişi katılırken, ona karşı yapılan eyleme 70.000 kişi katıldı.
Chemnitz’deki Nazi eylemleri bir şok dalgası yarattı ve ivedilik hissini yeniledi. Chemnitz’de bir hafta sonra yapılan karşı eylem Höcke’nin ve ona eşlik edenlerin yürümesini engelledi. İki gün sonra şehirde yapılan antifaşist bir konsere 65.000 kişi katıldı. Daha sonra 500 örgütün 13 Ekim’e “Unteilbar” (Bölününemez) sloganıyla yaptığı sağa karşı yürüyüş çağrısının ardından Berlin’de 250.000 kişi yürüdü. 72
Bu AfD’li siyasetçilerin kamusal eylemlerine veya konuşmalarına karşı protestoların yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Aufstehen Gegen Rassismus (Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk) gibi gruplar böyle protestoları ya başlattılar veya başka örgütlerle birlikte onları organize ettiler. Örneğin Eylül ayının sonlarında Rostock’ta 6000 antifaşist Höcke’yi bloke etti ve Chemnitz’deki Nazi taşkınlığından bir hafta sonra Hamburg’da 178 faşistin karşısına 10.000 antifaşist çıktı. Sonbaharda bölgesel seçimlerin yapılacağı iki Alman eyaletinde, Hesse ve Bavyera’da AfD aralıksız karşı eylemlerle karşılaştı:
Bavyera’da… Ağustos’tan Ekim ayına kadar süren seçim kampanyası döneminde on binlerce kişinin AfD’ye karşı yürüdüğü en az dört eylem gerçekleşti. Onlar çok, çok uzun yıllardır Bavyera’da gerçekleşen en büyük ırkçılık karşıtı eylemlerdi. AfD Münih’te eylem çağrısı yaptığında az sayıda AfD destekçisi binlerce karşı eylemciyle yüz yüze geldi. Hesse’de de aynısı yaşandı, karşı eylemler nedeniyle bütün seçim dönemi süresince AfD halka açık eylemler gerçekleştiremedi.73
AfD’nin “normalleşmesi” sürecini bu kitlesel antifaşist militanlık dalgası frenledi, onu savunmaya geçmeye zorladı ve parti içinde gerilimler yarattı. Bunun etkilerinden biri Alman iç istihbarat servisinin başkanı olan Hans-Georg Maaßen’nin AfD ile buluşup, onlarla bilgi paylaştığının ortaya çıkmasının ardından devlet aygıtı içerisinde yaşanan krizdi.74
AfD şimdi saygıdeğer imajını desteklemeye, üyelerinin kullandığı dili denetleyerek kendisinin faşizmle bağdaştırılmasından uzaklaşmaya çalışıyor. Parti, “AfD’li Yahudiler” grubu kurdu ve daha sonra bu hareketi kamuoyu önünde eleştiren Holokost inkârcısı Wolfgang Gedeon’ı ihraç etti. Hem Höcke hem de Gauland, “AfD’de Nazilere yer yok” dedi. Oysa 2015’te Höcke Gedeon tarafından yazılmış Yahudi düşmanı bir çalışmaya, AfD üyelerine tavsiye edilen okumalarda yer veriyordu. Partinin faşist kanadının kamuoyuna yönelik açıklamalarını dizginlemek içeride muhalefete neden oldu. “Stuttgart Bildirgesi’ni” imzalayan 1200 AfD üyesi “düşünce ve konuşmalarına” getirilen bu tür kısıtlamaları kınadığını açıkladı.
Bunlar hiçbir şekilde AfD’nin dağılmak üzere olduğunu göstermiyor olsa da, özellikle faşistleri hedef alan geniş ırkçılık karşıtı bir hareket inşa etme yönteminin, kitlesel eylemlerle birleştiğinde faşist örgütleri çatlatabildiğini gösteriyor.
Britanya
Britanya’da ciddi bir aşırı sağ sokak hareketi tehdidi yeniden ortaya çıktı. Oysa 2000 yılından bu yana antifaşistler hem seçimlere dayanan faşist bir projeyi hem de bir Nazi sokak hareketini yenilgiye uğratmışlardı. BNP, Avrupa’daki diğer faşist örgütler gibi 2000’li yıllarda sokaklardan seçimlere doğru bir kayış gerçekleştirmiş, Fransız Ulusal Cephe’sini taklit etmeye çalışmıştı. BNP, Oswald Mosley’in 1930’lardaki İngiliz Faşistler Birliği (BUF) veya 1970’lerdeki Ulusal Cephe’den çok daha başarılı oldu. 2008-2010 yılları arasındaki zirve noktasında BNP’nin 55 belediye meclisi üyesine, 2 milletvekiline ve Geniş Londra Meclisi’nde bir üyeye sahipti. Onlar 2010 genel seçimlerinde yarım milyon, bir yıl önceki Avrupa seçimlerinde ise 950.000 oy almışlardı.
Bu kazanımların hepsi UAF’in ve başkalarının aralıksız ve sistematik kampanyası tarafından yok edildi. UAF’nin içinde devrimci sosyalistler, İşçi Partisi’nin sol kanadı, BNP’nin kazanım elde ettiği bölgelerde yer alan ve mutlaka sol kanatta yer alması gerekmeyen yerel İşçi Partisi örgütleri, sendikacılar, yerel camiler, kiliseler ve diğer mahalle örgütleri bulunuyordu. UAF BNP’nin saygıdeğer maskesini düşürmeyi ve Nazi yüzünü ifşa etmeyi amaçladı.
Böyle bir birleşik cephe, tartışma ve çekişme olmadan bir arada tutulamayacağı gibi, bunlar olmadan onun stratejisinin ne olacağı konusunda bir hegemonya da kurulamazdı. BNP’nin hızlı yükselişi bazılarının onu, terk edilen “beyaz işçi sınıfının” adına konuşan ve yalnızca “ilerici” bir Britanya ve İngiliz ulusal kimliği teşvik edilerek kazanılabilecek olan durdurulamaz bir güç olarak görmesine neden olmuştu. Milliyetçilik ile olan bu uzlaşmayı reddetmek ve bunun yerine çoğunluğun ırkçılık karşıtı ve antifaşist argümanlara kazanılabileceğinde ısrar etmek çok önemliydi. Göç ve İslamofobi konusunda tavizler verilmesi için de basınçlar vardı.75
Aynı zamanda, etkili bir antifaşist hareket bu tavizler temelinde kurulamayacak olsa da, bir birleşik cephe bu tür fikirlerden etkilenmiş olan insanları dışlayamaz. UAF bir yandan eylemde birlik konusunda ısrar ederken, diğer yandan kendi yönteminin etkili olduğunu zaman içinde pratikte ispatlayarak geniş bir eylemci grubunu kendi stratejisine kazanmak zorundaydı.
Kesintisiz bir basınç altında kalan BNP oy tabanını kaybetti. Parti iç gerilimler nedeniyle parçalandı ve dağılmaya başladı. Ancak BNP’nin, bir kısmı saygınlık arayışıyla sokak eylemlerinden kaçınmaları sağlanarak frenlenen kadrolarının ve destekçilerinin bir bölümü yeniden sokaklara çıktılar.
Bunun sonucu olarak Britanya’daki antifaşistler 2009’dan itibaren İngiliz Savunma Birliği (EDL)’nin yükselişini ele almak zorunda kaldılar. EDL kendisini faşist olmayan, hatta antifaşist bir örgüt olarak sunarak, biyolojik ırkçılığa referans vermekten kaçındı. Bunun yerine insanları İslamofobi üzerinden seferber etmeye çalıştı. BNP’den çok daha gevşek bir örgütlenmeye sahipti, futbol fanatikleriyle örgütlü ırkçıları ve bazı Nazileri bir araya getiriyordu. En azından başlangıçta çok daha az tanınan bir liderliği vardı.
EDL düzenlediği yürüyüşlerde 2000 ile 5000 arasında kişiyi harekete geçirebilirken, UAF tarafından örgütlenen karşı eylemlere başlangıçta daha az kişi katılıyordu. Sokaklara dönüş antifaşist hareketin geniş kesimlerinin yeniden oryantasyonunu gerektiriyordu ve bunu sağlamak için de sabırlı bir tartışmanın yürütülmesi elzemdi. 2011 yılında EDL’nin Tower Hamlets’teki Doğu Londra Camisine yürümeye çalışması bir dönüm noktasıydı. Yerel Müslümanlar, sol ve sendikalardan oluşan bir ittifak binlerce kişiyi sokaklara çıkardı, İşçi Partisi’nin yerel belediye meclisi de eylemi destekledi. EDL Tower Hamlets’e ayak basamadı, bu bütün amacı Müslümanlara haddini bildirmek olan bir örgüt için son derece moral bozucu bir deneyimdi.
EDL yürüyüşlerine katılan ve Tommy Robinson da dâhil, örgütün destekçileri ile röportaj yapan iki akademisyenin hazırladığı bir çalışma UAF’nin etkisine göz atmamızı sağlıyor. Onlar “başlangıçta EDL eylemlerinin geniş katılımlı, 2.000’den fazla eylemcinin düzenli olarak yer aldığı protestolar” olduğunu ancak “2011’in sonundan itibaren, eylemlere katılımın sonraki 18 ay boyunca süren belirgin bir düşüşe geçtiğini ve bazı eylemlere az sayıda kişinin – Ağustos 2012’de Keighley’de 150 ve Şubat 2013’te Cambridge’de 50 gibi- katıldığını” kaydediyorlardı. Robinson acı acı şikâyet ediyordu: “Polis yaptığında başarılı oldu, günler oldukça sıkıcı hale geldi… Tower Hamlets’de herkesi altı saat boyunca yolda tuttular, sıkıntıdan patladık. Newcastle’dan buraya kadar, bira bile olmadan bir yolda altı saat beklemek için mi geldim sence?”76
Bu durumu yaratan polis değil, UAF’in örgütlediği karşı eylemin yarattığı kitlesel basınçtı. Çalışmanın yazarlarının “marjinal” olarak adlandırdığı, kendisini daha az adamış EDL destekçileri çekildiler ve eylemlere gelmeyi bıraktılar. “Bu, örgüt içerisinde birbirini suçlamaların artmasına neden oldu, böylece örgütte kendine saygı ve dayanışma daha da azaldı.” Daha sert olan faşist çekirdek daha disiplinliydi ve “marjinal üyelerin ayrılması, beyaz üstünlüğü ideolojisini savunan EDL’nin biyolojik ırkçılarının göze çarpmasını görece arttırdı.”77 2012 yılında Walthamstow’daki ve 2013’de yine Tower Hamlets’deki devasa eylemler EDL’nin tabutuna çakılan son çivi oldu.
Yunanistan
Yunanistan’da Altın Şafak 2009 genel seçimlerinde 20.000’den az oy alırken, 2012’de 440.000 oy ile oyların %7’sini aldı. Altın Şafak, şiddetli kemer sıkma önlemleri uyguladığı için yaşadığı derin meşruiyet kaybından sersemlemiş bir siyasal sistemin yoğunlaştırdığı mülteci karşıtı ırkçılıktan beslendi. Irkçılık karşıtı ve antifaşist kampanya KEERFA 2009 yılında başlatıldı. Kampanyada Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi (SEK) yerel sendikalarla ve Yunanistan’ın Pakistanlılar gibi göçmenlerini, farklı topluluklarla diğer sol partileri Altın Şafak’a meydan okumak için bir araya getirerek önemli bir rol oynadı.
Antifaşist rapçi Pavlos Fyssas’ın Altın Şafak’ın paramiliter ekibi tarafından Eylül 2013’te öldürülmesi bir dönüm noktası oldu. KEERFA daha önceki çabalarını büyük eylemlerin gerçekleştiği muazzam bir antifaşist harekete dönüştürebildi. Bu da Yunan sendikalarının Nazi tehdidine karşı 60.000 kişinin Altın Şafak genel merkezine yürüdüğü bir genel grev ilan etmesini sağladı. Bu genel grev Yunan devletini harekete geçmeye zorladı, bir hafta içinde Altın Şafak’ın bütün liderliği tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Hareketin sonucunda devlet televizyonundaki medya çalışanları da Altın Şafak’a yayın süresi verilmesini engellemek için greve gidecek güveni kazandılar. Naziler 2015 yılında, mülteci çocukların okullara girmesini engelleyerek mültecilerle dayanışma hareketini yok etmeye çalıştığında KEERFA öğretmenleri, velileri ve başkalarını örgütleyerek onları başarıyla durdurdu.
Bir kez daha, spesifik olarak Altın Şafak’a karşı çıkma gereksinimi üzerinden örgütlenen birleşik eylem hamlesi, Nazilere kamusal alanı kapatmak ve onların beslendiği ırkçılığa meydan okumak Altın Şafak’ı savunmaya itmekte başarılı oldu. Bunun bir sonucu olarak Altın Şafak, Syriza’nın Ocak 2015’te seçilirken savunduğu kemer sıkma önlemleri karşıtı politikaya ihanet etmesinden faydalanamadı. Büyümekte, oylarını arttırmakta veya 2015’te Yunan sahillerine çok sayıda mültecinin gelmesine karşı ırkçı bir tepki örgütlemekte başarısız oldu.78
Antifaşizm, sosyalizm ve devrimci parti
Geçmişin hayaletleri yeniden beliriyor. Naziler yeniden büyüyor, parlamentolara giriyor, milyonlarca oy alıyor ve siyasal atmosferi ırkçı zehirleriyle kirletiyorlar. Auschwitz’in özgürleştirilmesinden ve Mussolini ile Hitler’in rejimlerinin imha edilmesinden sonra ilk kez böyle güçlerin zaferini tahayyül etmek mümkün. Bugün faşistler, özellikle sokaklarda 1. ve 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemde olduklarından hâlâ çok daha zayıflar ama yenilenen ekonomik kriz ve onun neden olduğu siyasal altüst oluşlar onları harekete geçirip, büyümelerini daha da hızlandırabilir.
Eğer harekete geçersek ve etkili bir şekilde hareket edersek, zamanımız var. Bu durum devrimci sosyalist örgütlere, genel siyasal programlara dayanmayan veya kendini antikapitalist olarak tanımlayanlarla sınırlı kalmayan, bunun yerine ırkçıların ve faşistlerin yükselişinden dehşete düşen herkesi seferber etme temeline dayanan faşizme karşı birleşik cepheler kurma sorumluluğu yüklüyor. Gerçekten de devrimci örgütler tam da parlamento dışındaki eylemlere odaklandıkları ve ırkçılık karşısında yürüttükleri mücadelede taviz vermedikleri için böylesi birleşik cepheleri oluşturabilirler. Uluslararası Sosyalist Akım Avrupa’nın dört bir yanında bu göreve atılmış durumda. Britanya’da bu, hem toplumdaki daha yaygın ırkçılığa meydan okumak, hem de Robinson’un etrafındaki sokak hareketini geri püskürtmek için Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk kampanyasının inşa edilmesi anlamına geliyor.
Ancak devrimciler, faşistlere karşı birleşik eylemin içinde yer alırken, aynı zamanda daha fazla insanı, faşist barbarlığın geliştiği koşulları kapitalizmin yarattığı ve faşizme karşı mücadelenin aynı zamanda böyle dehşetleri üreten sistemi devirme mücadelesi olduğu argümanına kazanmalıdırlar. Kendi egemenliklerine karşı olağanüstü tehditlerle karşılaşan egemen sınıflar, sadece parlamenter oylarla asla yenilemeyecek, yalnızca kitlesel devrimci altüst oluşlarla yıkılabilecek faşistlerin iktidara gelmelerini destekleyeceklerdir.
International Socialism Journal’ın 162. sayısından Onur Devrim Üçbaş çevirdi.
Dipnotlar:
1 Haziran 2018’de Ulusal Cephe, Rassemblement National (Ulusal Birlik) adını aldı.
2 Bk. Sereghy, 2018, sf. 305 – 323.
3 Yazı, Syriza’nın seçimleri kaybetmesinden kısa süre önce kaleme alınmıştı.
4 Traverso, 2019, sf 7-8.
5 Bu Stalinist görüş bugün akademik analizlerin çoğunda faşizmin Marksist analiziyle aynı kefeye konmaya devam Robert Paxton bile, bunun dışında olağanüstü olan kitabı Faşizmin Anatomisi’nde, Stalinist görüşü Ortodoks Marksist yorum olarak ele alır. Paxton, 2005.
6 Troçki, [Faşizme Karşı Mücadele kitabından yapılan alıntılarda, aksi belirtilmedikçe Faşizme Karşı Mücadele, Yazın Yayınları, 1998, Orhan Koçak ve Orhan Dilber çevirisi kullanılmıştır-çn]
7 Evans, 2004, s. 347, s. 358.
8 Troçki, 1932.
9 Evans, 2004, sf. 208-211; Wilde, 2013.
10 Palheta,
11 Aktaran Gluckstein, 1999, s.
12 Noakes, 1971, s. 66.
13 Aktaran Gluckstein, 1999, 50.
14 Aktaran Gluckstein, 1999, 50.
15 Fest, 1977, s. 333.
16 Fest, 1977.
17 Fest, 1977, sf. 452-453.
18 Wilde, 2013.
19 Mann, 2004, s. 370.
20 Harman, 1994.
21 Wolfreys,
22 Wolfreys, 2013, s. 23.
23 Palheta,
24 Fysh ve Wolfreys, 1998, sf. 96-97.
25 Aktaran Palheta,
26 Fysh ve Wolfreys,
27 Paxton, 2005, sf. 18-19.
28 Paxton, 2005, s. 23.
29 Vlaams Belang’ın (Flaman Çıkarı) Belçika genelinde yapılan federal seçimlerde aldığı en büyük oy oranı 2007’deki %12. Flaman Parlamentosu’nda aldığı en yüksek oy ise 2004 yılında bu seçimlerde birinci parti olduğunda aldığı %24,2’lik oy.
30 Açık Toplum Adalet Girişimi, 2018.
31 BBC, 2017; Davison, 2016.
32 Independent, 2018.
33 Wolfreys, 2018, s. 34.
34 BBC, 2011.
35 Kouvelakis, 2018.
36 Nachtwey, 2018, s. 133.
37 Nachtwey, 2018, s. 150.
38 Nachtwey, 2018, s. 198.
39 Davidson ve Saull, 2017, s.
40 Rosenberg,
41 Palheta,
42 Eltchaninoff, 2018, s.
43 Marine Le Pen, Aktaran Eltchaninoff, 2018, s.
44 Eltchaninoff, 2018, s.
45 Eltchaninoff, 2018, 117. Ethan B Katz 2014’te yapılan bir araştırmanın 2012’de Le Pen’e oy verenlerin Yahudilerin ekonomide, medyada ve siyasette çok fazla gücü olduğuna ve dünya çapında Siyonist bir komplonun varlığına, diğer Fransızlara kıyasla iki kat fazla inandıklarını gösterdiğini belirtiyor. Katz, 2017.
46 Katz, 2017.
47 Eltchaninoff, 2018, s.
48 Wolfreys,
49 Daily Telegraph,
50 Mosler,
51 Deutsche Welle,
52 Henning, 2016.
53 AfD konusunda zihin açıcı bir tartışma için Suzi Weissman’ın Volkard Mosler, Gabi Engelhardt ve Einde O’Callaghan ile yaptığı röportaj, “Yüzeyin Altında”, www.kpfk.org (16 Eylül 2018)
54 Dearden, 2017; Deutsche Welle,
55Deutsche Welle,
56 Taube, 2017.
57 Blauwhof, 2018.
58 Tschekow,
59 Byrne, 2017; Bíro-Nagy ve Boros, 2016.
60 Chase, 2018.
61 Walker ve Halliday, 2019.
62 Wolfreys, 2013.
63 Albrich, 2019.
64 Kershaw, 1998, sf. 346-347.
65 Kershaw, 1998, sf. 395-403.
66 Mason, 2018.
67 Irkçılık karşıtı koalisyon Aufstehen Gegen Rassissmus (Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk) ile karıştırılmamalıdır.
68 Kimber,
69 Buchholz,
70 Morgan ve German, 1997
71 Wolfreys,
72 Tengely-Evans, 2018
73 Haller,
74 Knight,
75 Bennett,
76 Morrow ve Meadowcroft,
77 Morrow ve Meadowcroft,
Referanslar
Albrich, David, 2019, “Austria: Fascism in Government”, International Socialism 161 (winter), http://isj.org.uk/austria-fascism-in-government/
- Ayrıca Katalonya’daki Unitat Contra el Feixisme I el Racisme’nin
(UCFR) tartışılması için bk. Karvala 2018.
BBC News, 2011, “State Multiculturalism has Failed, Says David Cameron” (5 February), www.bbc.co.uk/news/uk-politics-12371994
BBC News, 2017, “German Election: How Right-Wing is Nationalist AfD?” (13 October), www.bbc.co.uk/news/world-europe-37274201
Bennett, Weyman, 2013, “Anti-Fascism and the Spirit of the United Front”, Socialist Review (November), http://socialistreview.org. uk/385/anti-fascism-and-spirit-united-front
Blauwhof, Frederik, 2018, “Germany: Resisting the Nazis on the Shop Floor”, Morning Star (12 August), https://morningstaronline. co.uk/article/germany-resisting-nazis-shop-floor
Bíro-Nagy, András, and Tamás Boros, 2016, “Jobbik Going Mainstream: Strategy Shift of the Far-Right in Hungary”, in Jérome Jamin (ed), L’Extreme Droite En Europe (Bruylant).
Byrne, Andrew, 2017, “Hungary’s Far-Right Jobbik Party Tries to Soften Image”, Financial Times (5 March), www.ft.com/content/43137b62-ff25-11e6-96f8-3700c5664d30
Buchholz, Christine, 2018, “Hat der Asylkompromiss 1992 die Nazis gestoppt?”, Die Freiheitsliebe (5 September), https://diefreiheitsliebe.de/politik/meinungsstark-politik/hat-der-asylkompromiss-1992-die-nazis-gestoppt/
Chase, Jefferson, 2018, “Berlin Braces for Pro- and Anti-AfD Demonstrations”, Deutsche Welle (25 May), www.dw.com/en/berlin-braces-for-pro-and-anti-afd-demonstrations/a-43917727
Daily Telegraph, 2010 “Marine Le Pen: Muslims in France ‘like Nazi Occupation’” (12 December), www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/france/8197895/Marine-Le-Pen-Muslims-in-France-like-Nazi-occupation.html
Davidson, Neil, and Richard Saull, 2017, “Neoliberalism and the Far-Right: A Contradictory Embrace”, Critical Sociology, volume 43, issue 4-5.
Davison, Kate, 2016, “Atheism, Secularism and Religious Freedom: Debates Within the German Left”, International Socialism 150 (spring), http://isj.org.uk/atheism-secularism-and-religious-freedom/
Dearden, Lizzie, 2017, “German AfD Politician ‘Attacks Holocaust Memorial’ and Says Germans Should be More Positive About Nazi Past”, Independent (19 January), www.independent.co.uk/ news/world/europe/germany-afd-bjoern-hoecke-berlin-holocaust-memorial-shame-history-positive-nazi-180-turnaround-a7535306.html
Deutsche Welle, 2015, “Founding Member of German Euroskeptic Party to Withdraw Membership” (8 July), www.dw.com/en/founding-member-of-german-euroskeptic-party-to-withdraw-membership/a-18571440
Deutsche Welle, 2017, “Leading German Politician Calls AfD’s Höcke a ‘Nazi’” (25 February), www.dw.com/en/leading-german-politician-calls-afds-höcke-a-nazi/a-37714558
Deutsche Welle, 2018, “AfD’s Gauland Plays Down Nazi Era as a ‘Bird Shit’ in German History” (2 June), www.dw.com/en/afds-gaulandplays-down-nazi-era-as-a-bird-shit-in-german-history/a-44055213
Eltchaninoff, Michel, 2018, Inside the Mind of Marine Le Pen (Hurst). Evans, Richard J, 2004, The Coming of the Third Reich (Penguin).
Fest, Joachim, 1977, Hitler (Pelican).
Fysh, Peter, and Jim Wolfreys, 1998, The Politics of Racism in France
(Macmillan).
Gluckstein, Donny, 1999, The Nazis, Capitalism and the Working Class
(Bookmarks).
Haller, Martin, 2018, “Why the Demise of Merkel?”, Socialist Review
(December), http://socialistreview.org.uk/441/why-demise-merkel Harman, Chris, 1994, “The Beast is Back”, Socialist Review
(February), http://marxists.anu.edu.au/archive/harman/1994/02/ fascism.htm
Henning, Dietmar, 2016, “Electoral success of AfD Strengthens Far-right Forces in Germany”, World Socialist Web Site (24 March), www.wsws.org/en/articles/2016/03/24/afds-m24.html
Independent, 2018, “‘Islam Does Not Belong to Germany’, Says Country’s New Interior Minister” (16 March), www.independent. co.uk/news/world/europe/islam-germany-not-belong-muslims-interior-minister-horst-seehofer-angela-merkel-afd-a8259451.html
Karvala, David, 2018, “¿Qué es VOX y Cómo lo Podemos Derrotar?” (“What is Vox and How Can We Defeat it”) Marx21.net (8 October), https://marx21.net/2018/10/08/que-es-vox-y-como-lopodemos-derrotar/
Katz, Ethan B, 2017 “How Marine Le Pen Relies on Dividing French Jews and Muslims”, The Atlantic (19 April), www.theatlantic. com/international/archive/2017/04/marine-le-pen-natio-
nal-front-jews-muslims/523302/
Kershaw, Ian, 1998, Hitler 1889-1936: Hubris (Penguin). Kimber, Charlie, 2018, “Fight The Far Right By Challenging Ra-
cism—Not Conceding To It”, Socialist Worker (16 September), https://socialistworker.co.uk/art/47198/Fight+the+far+right+by+challenging+racism+not+conceding+to+it
Knight, Ben, 2018, “German Spy Chief Passed Info to AfD: Report”, Deutsche Welle (13 September), www.dw.com/en/german-spy-chief-passed-info-to-afd-report/a-45472180
Kouvelakis, Stathis, 2018, “Borderland: Greece and the EU’s Southern Question”, New Left Review, II/110 (March-April), https://newleftreview.org/II/110/stathis-kouvelakis-borderland
Mann, Michael, 2004, Fascists (Cambridge University Press).
Mason, Paul, 2018, “Spain’s Far-Right Turn Shows the Left Needs a New Strategy to Defeat Fascism”, New Statesman (3 December), www.newstatesman.com/world/2018/12/spain-s-far-right-turnshows-left-needs-new-strategy-defeat-fascism
Morgan, Peter, and Lindsey German, 1997, “France: Struggle Gains Currency”, Socialist Review (May), http://pubs.socialistreviewindex.org.uk/sr208/france.htm
Morrow, Elizabeth A, and John Meadowcroft, 2018, “The Rise and Fall of the English Defence League: Self-Governance, Marginal Members and the Far Right”, Political Studies.
Mosler, Volkard, 2013, “Germany: Discontent Below the Surface”, Socialist Review (October), http://socialistreview.org.uk/384/germany-discontent-below-surface
Nachtwey, Oliver, 2018, Germany’s Hidden Crisis: Social Decline in the Heart of Europe (Verso).
Noakes, Jeremy, 1971, The Nazi Party in Lower Saxony 1921-1933
(Oxford University Press).
Open Society Justice Initiative, 2018, “Restrictions on Muslim Women’s Dress in the 28 EU Member States: Current Law, Recent Legal Developments, and The State of Play” (9 July), www. opensocietyfoundations.org/reports/restrictions-muslim-women-s-dress-28-eu-member-states
Palheta, Ugo, 2017, “Fascism By Another Name”, Jacobin (15 February), www.jacobinmag.com/2017/02/france-national-front-marine-le-pen-fascism-antisemitism-xenophobia/
Paxton, Robert, 2005, The Anatomy of Fascism (London).
Rosenberg, Chanie, 1988, “The Labour Party and The Fight Against Fascism”, International Socialism 39 (summer), www.marxists.org/ history/etol/writers/rosenberg/1988/xx/antifascism.html
Sereghy, Zsolt, 2018, “Islamophobia in Hungary: National Report 2017”, in, Enes Bayrakli and Farid Hafez (eds), European Islamophobia Report 2017 (SETA), www.islamophobiaeurope.com/
wp-content/uploads/2018/04/Hungary.pdf
Taube, Friedel, 2017, “Höcke’s Apology is Part of a Strategy”, Deutsche Welle (19 February), www.dw.com/en/höckes-apology-is-part-of-a-strategy-expert-says/a-37624221
Tengely-Evans, Tomáš, 2018, “Some 250,000 Join Unteilbar An-
ti-Racist Demonstration in Berlin”, Socialist Worker (16 October), https://socialistworker.co.uk/art/47352/Some+250%2C000+join+Unteilbar+anti+racist+demonstration+in+Berlin
Traverso, Enzo, 2019, The New Faces of Fascism: Populism and the Far Right (Verso).
Trotsky, Leon, 1932, “What Next?: Vital Questions for the German Proletariat”, www.marxists.org/archive/trotsky/germany/1932-ger/ next01.htm
Tschekow, Marcel, 2018, “The Far-Right Uprising”, Jacobin (6 September), www.jacobinmag.com/2018/09/chemnitz-germany-far-right-afd-immigration
Walker, Peter, and Josh Halliday, 2019, “Revealed: Ukip Membership Surge Shifts Party to Far Right”, Guardian (3 March), www. theguardian.com/world/2019/mar/03/new-ukip-members-shifting-party-far-right
Wilde, Florian, 2013, “Divided They Fell: The German Left and the Rise of Hitler”, International Socialism 137 (winter), http://isj.org. uk/divided-they-fell-the-german-left-and-the-rise-of-hitler/
Wolfreys, Jim, 2002, “‘The Centre Cannot Hold’: Fascism, The Left and the Crisis of French Politics”, International Socialism 95 (summer), www.marxists.org/history/etol/newspape/isj2/2002/ isj2-095/wolfreys.htm
Wolfreys, Jim, 2013, “The European Extreme Right in Comparative Perspective”, in, Andrea Mammone, Emmanuel Godin, and Brian Jenkins (eds), Varieties of Right Wing Extremism in Europe (Routledge).
Wolfreys, Jim, 2017, “The Dangers of Detoxification”, Jacobin (20 April), www.jacobinmag.com/2017/04/national-front-detoxification-marine-le-pen-fascism-france-elections/
Wolfreys, Jim, 2018, Republic of Islamophobia: The Rise of Respectable Racism in France (Hurst).