Grev Neden İşçi Sınıfının En Önemli Silahıdır: Güncel ve Tarihsel Deneyimler

Faruk Sevim 

Giriş

Milet’te Haziran 1969’da kazı yapan Alman Arkeoloji Profesörü Kreiner, kazılarda elde edilen tarihi kalıntı ve taş yazıtların çözümlemesinden yola çıkarak, dünyada ilk grevin, 2 bin 500 yıl önce Milet’te yaşandığını tespit etmiş ve şu sonuca ulaşmıştı: “Haklarını alma direnişine giden işçiler, belki de yasa dışı bir grev ile ücretlerinin artırılmasını sağlamış, sosyal birçok olanak elde etmiştir.” Görüldüğü gibi insanlığın grev ile tanışması ve işçilerin yasal sınırları zorlayarak grev silahına başvurmasının tarihi, modern zamanların çok öncesine dayanıyor.

İlk genel direniş MÖ 494-287’de Antik Roma’da görülürken, ilk örgütlü genel grev 1842 yılında İngiltere’de gerçekleşti. Beyoğlu Telgrafhanesi işçilerinin 1872’deki grevleri Türkiye’deki ilk grev hareketi sayılır. Cumhuriyet döneminde, Takrir-i Sükûn Kanunu, grevlere ağır bir darbe vurmuş, 1936’da çıkarılan ilk İş Kanunu ise grevleri açıkça yasaklamıştır. Ancak Türkiye işçi sınıfı 1963 Kavel grevi ile o yasakları tarihin çöplüğüne atmıştır.

 

İşçi Sınıfının En Önemli Silahı “Grev Yapabilmesi”dir

İşçi sınıfı, kapitalistler tarafından bütün karar mekanizmalarından dışlanır. Tek yapabildiği, o da bazı ülkelerde ve bazı dönemlerde, hangi parti daha iyi sömürsün diye 4-5 yılda bir oy vermektir. 5 dakikalık demokrasi deneyi genellikle işçilerin lehine sonuçlanmaz, çünkü seçilen partiler kapitalistlerin çıkarlarını gözetir.

İşçi sınıfının bu sömürü düzenine karşı elindeki en önemli silahı, üretim sürecini durdurabilmesi, yani grev yapabilmesidir. İşçilerin grev yapabilme özelliği, patronların, kapitalistlerin en çok korktuğu özelliğidir. Bazen sendikalar olmaksızın da grevler örgütlenmiştir ama işçiler grevi genellikle sendikal örgütlenmeleri aracılığı ile yapar.

 

Türkiye’de Sendikalar ve Grev

Bugün Türkiye’de toplam 32 milyon çalışabilir insan içinde, 1 milyon işveren, 22 milyon işçi, 4,5 milyon köylü, 4,5 milyon da kendi işini yapan emekçi var. İşçilerin yaklaşık yarısı asgari ücret alır. Köylülerin ve kendi işini yapan emekçilerin de gelir durumu işçilerden farklı değildir. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırını aşması için gereken gelir, asgari ücretin beş katıdır.

Tüm bu eşitsizlikleri ve olumsuzlukları bir parça da olsa gidermek için, diğer emekçi sınıflardan farklı olarak işçi sınıfının elinde önemli bir silah vardır: Grev. Üretim sürecini asıl olarak gerçekleştirenler işçilerdir. İşçiler grev yaptığında eğitim aksar, ulaşım durur, çöpler sokaklarda kalır, patronlar pazarda satacak ürün bulamaz, sömürü çarkları işlemez olur. Bu yüzden grevler patronlar için büyük bir tehdittir. Grevler aynı zamanda işçi sınıfının geniş kesimlerinin birleştiklerinde neler başarabileceklerini herkese gösterir.

Kapitalist sistemde grevlere karşı patronların işçileri ne yapıp edip üretimin başına döndürmek dışında seçenekleri yoktur. Çünkü çok açık bir gerçek vardır: İşçi olmazsa üretim de olmaz. Grev yasaklarına ilişkin yasaların sınırlarının genişletilmesi patronların sürekli tekrarlanan talebidir. Grev silahı kullanıldığında patronlar grevi bastırmak için tüm imkânlarıyla işçilerin üzerine gider.

Patronlar grevleri etkisizleştirebilmek için, grevlerin tüm yurttaşlara zarar verdiğini, işçilerin hak ettiklerinden çok daha fazlasını istediklerini söyler. Patronlar grevler için “bedeli millet öder, bu yüzden olmaz” diyorlarsa bilinmelidir ki, milletten kastettikleri kendileridir. İşçiler kazanırsa patronlar, patronlar kazanırsa işçiler kaybederler. Yoksa grevler nedeniyle toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıfların gerçekte bir kayba uğraması söz konusu olamaz. Aksine başarılı bir grevin sonunda işçilerin elde edeceği kazanımlar, diğer emekçi sınıflar için de bir kazanıma dönüşebilir.

İşçilerin ve emekçilerin içinde bulundukları olumsuz koşulların sorumlusu sermaye sınıfı ve onun düzenidir. Bu yüzden işçilerin patronlara karşı bir hak arama yöntemi olarak grev yapması, üretimden gelen gücünü kullanması işçi sınıfının en önemli silahıdır.

 

Grev Hakkı

İşçilerin, bir işkolu veya bir işyerinde haklarını elde etmek için, faaliyeti durdurmak veya işin niteliği çerçevesinde işi önemli ölçüde aksatmak şeklinde kendi aralarında veya bir sendika tarafından alınmış karara uyarak işi bırakmalarına grev denir.

İşçiler çalışma koşullarını kendi lehlerine değiştirmek için grev yaptıkları gibi demokrasi mücadelesini desteklemek amacıyla, bir yasanın değiştirilmesi, politik iktidarın etkilenmesi, emek ve demokrasi karşıtı kararlara karşı da grev yapabilirler.

Grev bir işyerinde, işkolunda ya da ülke çapında olabilir. Greve çıkan işçiler belirli ya da belirsiz bir süre çalışmayı durdurabilirler. Grev işçi sınıfının patronlara karşı üretimden gelen gücünü kullanarak yürüttüğü kolektif bir eylemdir.

Grev, amaçlarına ve uygulanma biçimlerine göre değişiklik gösterir ve farklı adlarla isimlendirilir: Ekonomik grev: Toplu sözleşmenin yasal prosedürü içinde ortaya çıkan grevdir. Hak grevi: Yürürlükteki toplu sözleşmenin hükümlerinin uygulanmaması durumunda yapılan grevdir. Genel grev: Yalnızca bir işletmede ya da işkolunda değil, tüm işkollarında üretimin topluca bırakılması eylemidir. Dayanışma grevi: Ulusal veya uluslararası düzeyde demokratik kazanımları korumak ve geliştirmek amacıyla başlatılan bir ya da birçok grev veya eylemle dayanışma göstermek amacıyla gerçekleştirilen grevdir.

Grevin bir hak olduğu, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun 50 yıllık faaliyetinde yerleşmiş bir kuraldır. ILO’nun 1983 yılında yaptırdığı bir araştırma raporunda, Uzmanlar Komitesi, Sendika Özgürlüğü Komitesi’nin varmış olduğu sonucu şöyle tekrarlamıştır: “Grev hakkı, işçilerin ve onların örgütlerinin sosyal ve ekonomik çıkarlarını korumak için kullandığı asli araçlardan biridir”. “Grev hakkının ve sendikal eylemin sendika özgürlüğü ilkelerinin ayrılmaz bir parçası olduğu” 1997’de bir kez daha teyit edilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2009’da Türkiye’yle ilgili bir vakada, grev hakkının varlığını, ILO Sözleşmesi’nin koruduğu sendika özgürlüğünün asli bir unsuru olarak kabul etmiştir. Dünyada en az 90 ülkede grev hakkı anayasalarda yer almaktadır.

 

Türkiye’de Grev Hakkı

Bir dizi ülkede grev hakkı farklı tanımlanmıştır. Türkiye’de grev kararı sendikalı bir işyerinde ve toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşamama sonucunda alınır. Toplu sözleşme dışında gerçekleşen iş bırakmalar direniş olarak tanımlanabilir. İşçilerin ülkenin bir bölümünde veya tamamında iş bırakmaları demek olan genel grev, Türkiye’de yasaklanmıştır. Yine dayanışma ve hak grevleri Türkiye’de yasaklanan grev biçimleridir. İşyeri terk etmeme, işgal gibi eylemler de yasal olmayan eylem biçimleridir. İş yavaşlatma, toplu viziteye çıkma da hakları korumak için yapılan eylemlerden bazılarıdır.

Toplu sözleşmede anlaşma sağlanamamış bile olsa, grev kararı ancak belli bir sürecin sonucunda alınabilir. Ayrıca işverene de lokavt hakkı, yani işçileri çalıştırmama hakkı verilmiştir. Greve çıkan işçiler işyeri önünde gösteri yapma olanağına sahip değildir. Sadece grev yazısını asabilirler, işe giriş çıkışı engelleyemezler.

Tüm bunların da gösterdiği gibi grev haktır ancak uygulamak hiç de kolay değildir. Yasal zorluklar grevleri olumsuz etkilemektedir. Grev hakkı 12 Eylül askeri darbesinden sonra daha da zorlaştırılmıştır.

 

Grev ve Patronlar

İşçiler çalışmadığı zaman duran üretim, patronların sömürü mekanizmasının sekteye uğramasına yol açar. Bu yüzden doğru biçimde kullanılan grev silahı patronlar için büyük bir tehdittir. Grevler aynı zamanda işçi sınıfının geniş kesimlerinin birleştiklerinde neler başarabileceklerini onlara gösterir. Bunların bilincinde olan kapitalist sınıf elinden geldiğince işçi sınıfının bu önemli silahının teklemesi için uğraşır; mümkünse de grev silahını işçilerin elinden alır. Bilhassa kapitalizm için kritik önemdeki üretim faaliyetlerinin gerçekleştiği işletmelerde grev hakkının olmaması için elinden gelen her şeyi yapar.

Kapitalist üretimi sekteye uğratan grevler karşısında kapitalistlerin işçileri ne yapıp edip üretimin başına döndürmek dışında seçenekleri yoktur. Çünkü çok açık bir gerçek vardır: İşçi olmazsa üretim de olmaz! Ancak işçilerin taleplerini tam olarak karşılamak da hem kapitalistler arasındaki giderek dozu yükselen rekabet, hem de sermayenin sürekli büyüme ihtiyacı yüzünden mümkün değildir. Bu yüzden işçilerin kapitalistleri zora sokacak grevleri gerçekleştirmemesi için açık-gizli tüm tedbirler patronlar tarafından alınmaya çalışılır. Grev yasaklarına ilişkin yasaların sınırlarının genişlemesi, kapitalistlerin sürekli tekrarlanan talebidir. Grev silahı kullanıldığında, patronlar sınıfı grevi bastırmak için tüm imkânlarıyla işçilerin üzerine gider.

Kapitalistler grevleri etkisizleştirebilmek için grevlerin tüm yurttaşlara zarar verdiği, işçilerin hak ettiklerinden çok daha fazlasını istedikleri iddialarını ortaya atarlar. Örneğin 2012’deki THY grevinden sonra Başbakan Erdoğan şunları söylemişti: “Düşünün ki bu grev kanunsuz değil, kanunlu olarak da yapıldığında, uzun süreli bir grev olduğu zaman bunun bedelini kim ödeyecek, kim öder? Millet ödeyecek, millet öder. Bu stratejik bir kurum ve bu stratejik kurumda atılacak bu tür adımlar ciddi manada ülkemizde çöküşün habercisi olur ki, buna fırsat vermemek gerekir.”

Kapitalistler “bedeli millet öder, bu yüzden olmaz” diyorlarsa bilinmelidir ki, milletten kastettikleri kendileridir. İşçiler kazanırsa patronlar, patronlar kazanırsa işçiler kaybederler. Yoksa toplumun çoğunluğunu oluşturan işçilerin, grevci işçilerin ekonomik ve sosyal haklar kazanması yüzünden kayba uğraması asla söz konusu olamaz. Aksine işçilerin bir kısmının kazanımları, sınıfın tüm kesimlerinin kazanımına dönüşme potansiyelini içinde barındırır.

Gerek devleti yönetenlerin sözleri gerekse de meclisten çıkan yasaların gösterdiği tablo, işçi sınıfına dönük tüm diğer saldırılarla birlikte zaten işçilerin elini kolunu alabildiğine bağlamış haldeki grev yasaklarının sürekli genişletildiğidir.

TC Yasalarında Grev Yasakları

Bugün pek çok sektörde greve çıkmak yasalar tarafından engellenmiştir. 12 Eylül darbesinin ürünü olan 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunuyla; can ve mal kurtarma işlerinde, cenaze işlerinde, su, elektrik, havagazı, termik santralleri için kömür çıkarma, doğalgaz ve petrol sondajı, üretimi ve dağıtımı işlerinde, nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde, banka ve noterlik hizmetlerinde, kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ile şehir içi deniz, kara, demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu ulaştırma hizmetlerinde grev yasaklanmıştır.

Ayrıca ilaç imal eden işyerleri hariç olmak üzere, aşı ve serum imal eden müesseselerle, hastane, klinik, sanatoryum, prevantoryum, dispanser ve eczane gibi sağlıkla ilgili işyerlerinde, eğitim ve öğretim kurumlarında, çocuk bakım yerlerinde ve huzurevlerinde, mezarlıklarda, Milli Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde grev yapılması yasaktır.

Kamuda çalışan memur statüsündeki işçiler için toplusözleşme hakkı tanınmış olsa da grev yasaktır. Havayolu işçilerine 2012 yılında yapılan yasa değişikliği ile grev yasaklanmıştır.

Tüm bu anılan sektörlerde çalışan işçiler için grev yasaktır ama örtülü grev yasakları bunlardan çok daha geniş kesimleri kapsar. Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’na göre savaş halinde veya kısmi seferberlik süresince grev yapılamaz. Ayrıca; yangın, su baskını, toprak veya çığ kayması veya depremin sebebiyle genel hayatı felce uğratan felaket hallerinde Cumhurbaşkanı, gerekli gördüğü işyerleri veya işkollarında grevleri yasaklayabilir. Bunların yanı sıra olağanüstü hal uygulamasında mülki amir bir ay süre ile grevi erteleyebilir.

Grev yasağı kapsamına girmeyen işlerde ise patronlar için devreye son merci olarak hükümet girer. Aslında son dönemlerde en yaygın biçimde kullanılan ve en etkili olan yol da budur. 2822 sayılı yasanın 33. maddesine göre, karar verilmiş veya başlanılmış olan kanuni bir grev “genel sağlığı veya milli güvenliği bozucu nitelikte” ise, hükümet grevi altmış gün süre ile erteleyebilir. Bu cümle bize aslında şunu söylemektedir. Bundan önce tek tek sayılan grevin yasak olduğu yerler boşuna belirtilmiştir. Hükümet isterse her yerde grevi yasaklayabilir. Çünkü “genel sağlık” ve “milli güvenlik” kavramları o kadar kolayca her tarafa çekiştirilebilir ki, istenen bütün grevler ertelenebilir. Bunun birden fazla kez yapılabilmesinin önünde bir engel de olmadığına göre siz rahatlıkla “ertelenebilir” kelimesini “yasaklanabilir” diye okuyabilirsiniz.

Nitekim özellikle önemli pek çok grev bu gerekçeyle yıllardır ertelenmekte, fiilen yapılamaz hale getirilmektedir. Üstelik devlet yöneticileri çoğu zaman grev ertelemesi kararının genel sağlık ya da milli güvenlik değil ekonomik gerekçelerle alındığını açık açık söylemektedirler.

Örneğin 2003-2004 yıllarındaki Şişe Cam grevleri ertelenirken resmi gerekçe milli güvenlik olarak belirtilmiştir, ama hükümet sözcüsü Cemil Çiçek basına “söz konusu kararı otomotiv sektörüne ve ekonominin geneline verdiği zarar nedeniyle aldık” demekte bir problem görmemiştir. Bu karar alınmadan önce patron örgütlerinin hükümet nezdinde yaptıkları ricalar, yazılan mektuplar medyada yayınlanmıştır. “Milli güvenlik” kavramı güçlü ekonomiyi gerektirdiğine göre her grev milli güvenliğe, yani kapitalistlerin güvenliğine zarar verecektir.

Bir başka çarpıcı örnek de Lastik-İş Sendikası’nın toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlanan Goodyear, Türk Pirelli ve Brisa lastik fabrikalarında aldığı grev kararının Bakanlar Kurulu tarafından, “milli güvenliği bozucu nitelikte” görülerek 60 gün süreyle ertelenmesidir. Bu işyerlerinde sendikanın grev kararı alması karşısında yapılan erteleme 12 Eylül’den sonra dördüncü kez uygulandı. Yani fiilen sendikaya aldığı grev kararlarının hiçbiri uygulatılmadı.

Bu kararlar ve onların dayandıkları yasa maddeleri bizlere açıkça “kapitalistleri zora sokacak grevler yaparsanız, grevi erteleriz” demektedir.

Grevler çok uzun yıllar boyunca yasadışı eylem sayıldı. Ama işçi sınıfı grevi bir mücadele silahı olarak kullanmaya başladığı yıllarda, mücadeleci işçiler iş bırakmak yasal mı değil mi diye düşünerek hareket etmiyordu. Çünkü onları yasalar değil haklı olup olmadıkları ilgilendiriyordu. Tıpkı 1963 yılında “yasadışı” olarak greve çıkan ve militanca mücadeleleriyle grevi yasalara hak olarak yazdıran Kavel işçileri gibi. Bugün de işçiler haklar elde etmek istiyorlarsa mücadelelerini yasaların belirlediği sınırlarda sürdürme çekingenliğiyle davranmamalı, Kavel işçilerinin gösterdiği cüreti gösterebilmek için güç toplamalıdır. Çünkü grev yasaklarını aşmanın yolu örgütlü bir biçimde militanca mücadele etmekten geçiyor.

Türkiye’de Önemli Grevler, İşçi Eylemleri:

Kavel Grevi

Türkiye’de grevin yasak olduğu bir süreçte yapılan ve grev hakkının kazanılmasında çok önemli bir rol oynayan grevleri ile Kavel işçileri bir yandan tarih yazarken, öte yandan kendilerini de işçi sınıfının tarihine yazdırmıştır. Peki, o dönem bu grevin başındaki sendikacılar, yasa dışı olarak grev yapıyor olmaları gerçeği kendilerine hatırlatıldığında nasıl yanıt vermişlerdir? Dönemin Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’in bir gazeteciye verdiği yanıt tarihseldir: “Evet, grevimiz yasa dışı ama anayasa içi.”

1963 yılı başında İstanbul’un İstinye semtinde Kavel kablo fabrikasında işçilerin çalışma koşulları ağır ve ücretler düşüktür. Buna razı olmayan işçiler patronla görüşmek için 3 temsilci yollar. Ancak patron, bu 3 temsilciyi işten çıkarır. Hemen arkasından da fabrikadaki işçilere sendikadan istifa etmeleri için baskı uygulanır. Bunun üzerine 170 işçi, 8 Ocak 1963 günü tezgâh başında 5 günlük oturma eylemi kararı alırlar.

Patron işçilerin bu mücadeleci tutumu üzerine 10 işçiyi daha işten çıkarıp lokavt ilan eder. Artık işçilerin canına tak etmiştir. Fabrikanın önünde çadırlar kurulur, oturma eylemi direnişe dönüşür. Fabrikaya işçi alınacağına dair gazeteye verilen ilan üzerine işçiler gece-gündüz fabrika kapısında nöbet tutmaya başlar. O dönemdeki yasalara göre grev yasaktır. Patron ve hükümet grevin yasadışı olduğu bahanesini ileri sürerek işçiler üzerinde baskı kurar. Fakat tüm baskılara rağmen Kavel işçileri direnişe kararlılıkla devam ederler. 62 günün sonunda grev başarıya ulaşır. Ve o zamana kadar yasak olan grev, Kavel işçilerinin mücadelesi sonunda yasal bir hak haline gelir. Böylece grevden dolayı tutuklu bulunan bütün işçiler de serbest bırakılır ve haklarındaki davalar düşer.

 

15-16 Haziran İşçi Eylemleri

15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri, 1991 Zonguldak işçi yürüyüşü ve 2013 Gezi eylemleriyle birlikte Türkiye’de toplumsal hareketler tarihinin en görkemli anlarından birini oluşturur. O iki gün, İstanbul, Kocaeli ve Sakarya’da on binlerce sanayi işçisi kurulan bütün barikatları aşıp fabrikalardan caddelere ve meydanlara akmış, bir sınıf olarak örgütlenme yeteneğini ve gücünü herkese göstermiştir.

İşçi sınıfının en nitelikli unsurlarını harekete geçiren gelişme, Sendika, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt kanunlarında yapılmak istenen değişikliklerdi. Yapılmak istenen değişikliklerle sendikal haklar tırpanlanıyor, DİSK yok edilerek Türk-İş tek sendikal örgüt haline dönüştürülmek isteniyordu.

Getirilmek istenen değişiklikler, sendika kurma hakkını önemli ölçüde kısıtlamakta; işçilerin, istedikleri sendikaya üye olma hak ve özgürlüğünü ortadan kaldırmakta; siyasal iktidarın çıkar ve görüşlerine ters düşen sendikaların baskı altında tutulmalarına imkân hazırlamakta, grev ve toplu sözleşme haklarını işlemez duruma getirmekteydi.

DİSK’in aldığı direniş kararı üzerine, 15 Haziran 1970 Pazartesi günü İstanbul ve Kocaeli’ndeki fabrikalarda bulunan DİSK üyesi işçiler direnişe geçti. Direniş öncesi işçi temsilcileri, direniş süresince yapacakları yürüyüşlerde eğer topluca vasıtalara binmeleri gerekiyorsa bilet almamak, hazırlayacakları broşür ve bildirilerde sendikalardan direktif ve görüş almadan tamamen bağımsız davranmak, eğer bu direnişler sırasında tutuklananlar olursa bizzat fiilen müdahale ederek arkadaşlarını nerede olursa olsun kurtarmak, yürüyüş kollarına gelecek saldırıları önlemek için hazırlıklı olmak gibi konularda oybirliği ile kararlar almışlardı.

Direnişe DİSK üyesi işçilerin yanı sıra, yer yer Türk- İş üyesi işçiler de katıldı. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel direnişe büyük tepki gösterdi. İlk gün işçilerin yaptığı eylemleri ve yürüyüşleri genellikle izlemekle yetinen, müdahale ettiği durumlarda da çoğunlukla yumuşak davranan polis ve askeri birlikler, 16 Haziran 1970 Salı günü işçileri durdurmak için neredeyse bütün güçlerini kullandılar. 16 Haziran 1970 Salı günü saat 21’den itibaren İstanbul ve Kocaeli illerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetime rağmen, işçilerin direnişi devam etti, İstanbul’daki Derby, Sungurlar Adapazarı’daki Uni-Royal Lastik fabrikalarında işçiler işbaşı yapmadılar.

15-16 Haziran, o günlere kadar yalnızca işyerleri ölçeğinde ve ekonomik gerekçelerle harekete geçen Türkiye işçi sınıfının ilk defa işyeri, işkolu hatta sendika ayrımı gözetmeksizin harekete geçtiği günler oldu. Bu iki günlük eylemlilik, işçi sınıfının siyasal ve toplumsal gücünü gösterdi.

Bu gelişmeler üzerine Ankara’da ODTÜ öğrencileri iki günlük boykot kararı alacaklar, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Magirus, Rabak, Bahariye Mensucat, Demir Çekme, AUER fabrikalarındaki işçiler fabrika içinde direnişlerini sürdürürlerken, İzmir’deki 12 işyeri de direnişe geçecektir.

15-16 Haziran, o günlere kadar yalnızca işyerleri ölçeğinde ve ekonomik gerekçelerle harekete geçen Türkiye işçi sınıfının ilk defa TBMM’de görüşülen bir kanun teklifini engellemek için, işyeri, işkolu, hatta sendika ayrımı gözetmeksizin harekete geçtiği günlerdir. Bu iki günlük eylemlilik, sonunda amacına ulaşamasa ve kanunun çıkmasını engelleyemese de, işçi sınıfının siyasal ve toplumsal gücünü göstermiştir.

 

NETAŞ Grevi

12 Eylül Darbesi ile birlikte grevler yasaklandı, toplu iş sözleşmeleri Yüksek Hakem Kurulu’nun insafına terk edildi. İkramiyeler sınırlandırıldı, kıdem tazminatına tavan getirildi. 1983 yılında çıkarılan sendikal yasalar işçilerin hak kayıplarını daha da yaygınlaştırdı. Hak grevi yasaklandı, yasal olarak tanınan ekonomik grev hakkı sınırlama ve kısıtlamalarla etkisizleştirildi. Yasa yetmedi, tüzük ve yönetmeliklerle grev yerinde asılacak pankarttan, barınılacak çadıra, çalınacak davula kadar herşey, ince ince yasak ve sınırlamalara tabi tutuldu. Sendikal çevrelerde, bu yasalarla grev yapmanın olanaksız olduğuna dair bir kanaat hakim oluştu.

1980 ile 1986 arasında işçiler ekonomik olarak önemli kayıplara uğramış, satın alma güçleri gerilemiş olmasına rağmen, grev eğilimi düşüktü. Ufak bir kaç girişimi saymazsak, kimse greve cesaret edemiyordu. 1986 Netaş grevi, böyle bir ortamda cesaretin, kararlılığın ve sınıfa güvenin eylemi olarak gündeme geldi. 1963 yılında Kavel’de yasağa rağmen grev yaparak, grev silahını etkinleştiren metal işçileri, bu kez de adı var kendi yok bir hakkı kullanılabilir hale getirmek üzere kolları sıvamıştı. DİSK ve DİSK üyesi sendikaların faaliyetlerinin 12 Eylülce durdurulduğu bir ortamda bağımsız Otomobil-İş çatısı altında toplanan Maden-iş üyesi Netaş işçileri, İstanbul Ümraniye’de kurulu ve 2650 işçinin çalıştığı fabrikada 18 Kasım 1986’da greve başladı. 12 Eylül sonrasının ilk büyük grevi, grev silahını yeniden kullanılabilir hale getirdi. Netaş grevi, 1989 Bahar Eylemleri ve 1991 Zonguldak maden grevi gibi eylemler için esin kaynağı işlevi gördü.

 

Bahar Eylemleri: Dipten Gelen Dalga

Kamu kesiminde çalışan işçilerin 1989 yılı Mart, Nisan ve Mayıs aylarında başlattıkları ve Bahar Eylemleri olarak bilinen protesto eylemleri, 12 Eylül 1980 sonrasının ilk büyük işçi hareketi dalgasıydı. Bahar eylemleri 1990’ların hak mücadelelerinin yükselişinde önemli bir rol oynadı. Toplumsal muhalefetin kendine güvenini yeniden kazanmasını sağladı.

Bahar Eylemleri’yle çeşitli yaratıcı eylem biçimleri gerçekleştirildi. Eylemler, zaman zaman genel grev havasına büründü. Eylemler süresince işçiler bilinen eylem türlerinin yanı sıra, bazıları ilk defa uygulanan ilginç eylemler de yaptılar: İşi durdurma, işi yavaşlatma, toplu yürüyüşler, trafiği kapatma, işyeri işgali, işbaşında oturma, işe gitmeme, fazla mesaiye kalmama, servis araçlarına binmeme, yemek ve sakal boykotu, çocuklarını evlatlık verme, toplu boşanma davası açma, çıplak ayakla yürüyüş, açlık grevi, vezne önünde bekleme, vizite eylemi, siyah çelenk bırakma, basın bildirisi, ücret almama, alkışlı protesto, fabrika önünde soğan ekmek yeme, bordroları postalama, bordroları balona bağlayıp uçurma, tüm ailenin katıldığı yürüyüş, başlıca eylem türleriydi.

1989 başında 600 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmelerinin yenilenmesinin gündeme gelmesi üzerine,Türk-İş sözleşme görüşmelerini ortaklaşa yürütmek ve ortak tutum almak için kamu kesiminde örgütlü olan 26 üye sendikanın içinde olduğu bir Koordinasyon Kurulu oluşturmuştu. Müzakerelere kamu işletmelerini temsilen 3 kamu işveren sendikası katılıyordu. Ancak, kamu işveren sendikalarıyla yapılan görüşmelerde hiçbir ilerleme sağlanamadı. Kamu işveren sendikaları, görüşmelerde ücret teklifi dahi vermedi. Sözleşme görüşmelerinde hiçbir ilerleme sağlanamaması üzerine kamu işyerlerinde çalışan yüz binlerce işçi 1989 Mart ayında Bahar Eylemleri’ni başlattı.

Eylemler devam ederken yapılan 27 Mart 1989 yerel seçimlerinde ANAP’ın oyu yüzde 35’ten yüzde 22’ye geriledi. Seçim sonuçları hükümetin uyuşmazlıkla ilgili tutumunu etkiledi ve 18 Mayıs 1989 günü anlaşma sağlandı. Eylemlerle işçi ücretlerinde önemli bir reel artış sağlandı. Bu eğilim 1990 ve 1991 toplu iş sözleşmelerinde de devam etti. Eylemler, memurların Temmuz 1989 zammını ve özel sektör işçilerinin sözleşmelerini olumlu yönde etkiledi.

Bahar Eylemleri, katılan işçi ve sendika sayısıyla eylem yoğunluğu açısından Türkiye işçi hareketinde, 1980 sonrasının en geniş çaplı eylemiydi. Bahar Eylemleri’nin en önemli yönü kendiliğinden karakteriydi. Eylemlerde sendikaların ve sendikacıların rolü, yönlendirmesi ve öncülüğü zayıftı, kimi durumlarda ise hiç olmadı. Bahar Eylemleri dipten gelen bir dalgaydı.

Bahar Eylemleri ile 12 Eylül askeri yönetimi ve ANAP tarafından uygulanan neoliberal iktisat politikalarında önemli bir gedik açıldı. Mart 1989 seçimlerinde başlayan ANAP’ın gerilemesi 1991 Genel seçimlerinde ANAP’ın iktidardan uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı.

 

Zonguldak Madenciler Grevi ve Yürüyüşü

30 Kasım 1990’da greve çıkan 48 bin maden işçisi, 4 Ocak 1991’de Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçti. Aileler ile birlikte 70 bin kişiye ulaşan yürüyüş tamamlanamasa da, etkisi çok büyük oldu. Süreç, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası’nın 30 Kasım 1990’da greve çıkmasıylabaşladı. Grevin 15.gününde çeşitli sendikalara üye 100 bin işçi, maden işçilerine destek vermek amacıyla iki saatlik iş bırakma eylemi yaptı. 3 Ocak 1991’de Türk-İş tarafından bir günlük işe gitmeme eylemi yapıldı.

4 Ocak’ta işçileri Ankara’ya götürecek olan otobüslerin Zonguldak’a girişi yasaklandı. Bunun üzerine sendika, işçilere Ankara’ya yürüyerek gidileceğini duyurdu ve yürüyüş aynı gün başladı. İşçi ailelerinin de katılımıyla sayıları 70 bine ulaşan yürüyüşçüler, güvenlik kuvvetlerinin çeşitli engellemelerine rağmen 112 km yol yürüdüler ve Mengen’e ulaştılar.

6 Ocak’ta Mengen’den hareket eden yürüyüşçülerin yolu tekrar kesildi. 7 Ocak’ta barikata yakın noktada bekleyen 201 işçi güvenlik güçlerince gözaltına alındı. 8 Ocak’ta Ankara’da hükümet ile görüşen sendika başkanı Şemsi Denizer, yürüyüşe son verildiğini açıkladı. Zonguldak›a dönen işçiler greve devam ettiler.

Zonguldak Maden işçileri ekmek parası için, hakları için yollara düşmüş, dondurucu soğuklarda canını ortaya koymuştu. Madenciler, eylem yapma biçimleri ile geniş kitlelerin sempatisini kazandı, gönül bağı kurdu. Yürüyüş sırasında Türkiye’nin dört bir tarafından işçilere destek amacı ile battaniye, ilaç ve yiyecek gönderildi.

90’Lı Yıllarda Genel Grevler, Yürüyüşler, Direnişler

1990’larda yoğun “kanuni” grevlerin yanında çok sayıda “kanunsuz” direniş ve eylem de yapıldı. Türk-İş’in 12 Eylül sonrası en önemli eylemlerinden biri, 3 Ocak 1991 tarihinde uygulanan “işe gitmeme eylemi” oldu. 3 Ocak eylemi 1980 sonrasının ilk “iş bırakma” eylemi ve genel grevidir. 3 Ocak eyleminin, bu tür eylemlerden kaçınan Türk-İş tarafından yapılmış olmasının altını çizmek gerek. Sınıf hareketindeki kabarma Türk-İş yönetimini de önüne katmış ve Türk-İş’in kendini aşmasını sağlamıştı.

Türk-İş tarafından 20 Temmuz 1994 tarihinde bir başka genel eylem kararı alındı. Türk-İş’in bu kararı DİSK ve kamu çalışanları sendikaları tarafından desteklendi. Genel eylem kararı kısmen uygulanabildi, genel grev önündeki yasal engeller fiilen bir kez daha aşıldı. 1990’lardaki iş bırakma eylemleri genel grevin yasayla engellenemeyeceğini, işçilerin örgütlü gücüyle bu engelin aşılacağını gösterdi.

İş bırakma eylemlerinin yanında 1990’larda devasa işçi mitinglerine tanık olduk. 26 Kasım 1994 yılında Türk-İş’in çağrısıyla Tandoğan meydanında büyük bir miting yapıldı.

1990’lı yıllarda sosyal güvenlik haklarında yapılmak istenen değişikliklere karşı da büyük işçi eylemleri yapıldı. 5 Ağustos 1995’te Ankara’da büyük bir miting ve 8 Ağustos’ta iş durdurma eylemi yapıldı. 15 Ekim 1995 tarihinde Ankara’da büyük bir miting düzenlendi. Bu miting Tansu Çiller azınlık hükümetinin güvenoyu alamamasında etkili oldu.

5 Ocak 1997’de Ankara’da Türk-İş tarafından Susurluk kazası ile ortaya çıkan mafya-devlet ilişkilerini protesto etmek için düzenlenen mitinge büyük bir katılım oldu. Mitingde özleştirilmelerinin durdurulması, SSK’nın demokratikleştirilmesi ve çetelerin yargılanması istendi. 1990’ların ve 12 Eylül sonrasının en büyük yürüyüş ve mitinglerinden biri, 24 Temmuz 1999’da Ankara’da gerçekleştirildi. “Mezarda emeklilik” yasası olarak bilinen sosyal güvenlik yasalarındaki değişikliklere karşı Emek Platformu tarafından düzenlenen eyleme 200 bini aşkın emekçi katıldı.

Dönem boyunca irili ufaklı yüzlerce işçi eylemi ve direnişi içinde Paşabahçe Cam Fabrikası’nda 1991 yılında toplu işçi çıkarmaya karşı yapılan, 21 gün ve 21 gece süren direnişin altını çizmek gerekir. Paşabahçe işçilerinin bu direnişi Beykoz’da yaşayanların yanı sıra geniş bir kamuoyu desteği sağladı. Direniş sonucunda işten atılan işçiler işlerine geri alındı.

1990’ların iz bırakan bir diğer işçi mücadelesi ise SEKA İzmit Fabrikasının kapatılmasına karşı 2 Ekim 1998 tarihinde başlayan ve 30 gün süren direnişti. İşçilerin SEKA’nın kapatılmasına karşı fabrikayı işgal ettikleri eylem işçilerin ailelerinin desteğiyle büyük bir direnişe dönüştü. Fabrika işgali sonunda hükümet fabrikanın kapatılmasından vazgeçti.

 

2000’li yıllarda Direnişler:

 

Seka, Paşabahçe, Yatağan, Seydişehir, Tekel…

2000’li yıllarda sendikal nedenli işten çıkarmalar yanında işyeri kapatmalara ve özelleştirmelere karşı bir dizi eylem yaşandı. Seka’nın kapatılmasına karşı 2005 yıllarında yapılan ikinci direniş, Muğla’nın Yatağan ilçesinde 1990’ların ikinci yarısında başlayan ve 2000’li yıllarda da devam eden direniş zinciri, Paşabahçe Cam Fabrikası’nın kapatılmasına karşı 2002 yılında yapılan direniş, Tekel işçilerinin 2009-2010 kışında Ankara’da gerçekleştirdikleri 78 günlük direniş, dönemin iz bırakan eylemlerinden bazılarıdır.

AKP iktidarı süresince işçiler pek çok grev ve direniş gerçekleştirdi, 2013 yılının başlarından itibaren artan sayıda grev ve direniş yapıldı.

2013 yılı Şişecam işçilerinin fabrika işgal eylemiyle başlamıştı. Kasım 2013’te başlayan Greiff direnişine 1500 işçi katıldı. 2013’ün son aylarında Fen-İş işçileri direnişe başladı. Kazova işçilerinin fabrikayı işgal ederek üretimi sürdürmeleri, bu sürecin önemli deneyimlerinden biri oldu. Yatağan Termik Santrali’nde ve bağlı kömür ocaklarında 2013 Ağustos’unda 1500 işçinin başlattığı özelleştirme karşıtı direniş, Aralık 2014’te sonuçlandı. İşçiler özelleştirmeyi engelleyemediler ama işverenle bir sözleşme yaparak işten atılmaların önüne geçtiler. Mayıs 2013’te başlayan THY grevi, işverenin yoğun baskısı nedeniyle başlangıçta düşük katılımla devam etti, sonrasında da sendika yönetiminin değişmesi ile Aralık 2013’te sonlandırıldı. Grev süresince THY işçileri ile dayanışma sürdü.

12 Mayıs 2013’te Soma’da maden işçilerinin katledilmesi, son yılların en önemli işçi eylemlerini başlattı. Soma’da maden işçilerinin katledilmesine karşı işçiler sokaklara çıktı, çeşitli gösteriler yapıldı. Katliamın büyüklüğü kadar, madenlerdeki kötü çalışma koşulları da bu öfkeyi patlattı. Arkasından Eylül 2014’te Torunlar inşaatta ve Ekim 2014’te Ermenek madenlerinde yaşanan iş cinayetleri işçi sınıfının öfkesini en üst noktalara çıkardı. Hükümet iş güvenliği ile ilgili çeşitli yasal düzenlemeler yapmak zorunda kaldı.

 

Metal Fırtına

Metal grevi Ocak 2015’te 14 şehir, 42 fabrika, 15 bin işçi ile başladı, 25 yıl sonra ilk defa metal sektöründe bu kapsamda bir grev gerçekleşiyordu. Grevin bu özellikleri, patronları da hükümeti de korkuttu. Patronların güvenliği yine devreye girdi ve grev, milli güvenlik gerekçesi ile ertelendi.

Metal işçileri Mart 2015’te Bursa’da otomobil fabrikalarında ve yan sanayilerinde yine ayağa kalktı, haklarını istedi. Sendikal örgütlenmeleri de aşan bu işçi direnişi, işçilerin kendi aralarında kurdukları Fabrika Kurulları aracılığı ile yürütüldü.

Türk Metal’in işveren örgütü MESS’le imzaladığı 3 yıllık sözleşmeyi protesto eden ve ilk olarak Renault‘da başlayan direniş Tofaş’a ve Coşkunöz’e sıçradı. Mücadele dalga dalga yayıldı. Renault, Tofaş, Mako, Coşkunöz, Delphi, Valeo, SKT, Nobel Automotive, Arçelik Beylikdüzü, Ototrim, Arçelik Tuzla, Otosan, Borusan, Borçelik, Farba, Ford Otosan, Çimtaş, Ficaso, K motor işçileri Türk Metal’e tepki göstererek sendikadan istifa ettiler. Talepleri imzalanan 3 yıllık, düşük zam oranlı toplu sözleşmenin iptali ve yeniden toplu sözleşme imzalanmasıydı.

Mücadeleyi tetikleyen, Bosch işçilerinin MESS’in dayattığı toplu sözleşmeyi kabul etmeyerek kendi işverenleri ile daha iyi bir toplu sözleşme imzalamayı başarmaları oldu. Bu sözleşme ile ücretlerine yüzde 60’a yakın zam alan Bosch işçilerinin mücadelesi diğer işçilere örnek oldu.

Birleşik Metal-İş’in grev kararının işçilerde yarattığı umut, grevin yasaklanması ile geri çekilir gibi olmuştu, ama Türk Metal üyesi işçilerin eylemleri ile yeni bir çıkış yakalandı, böylece hem patronları hem de patron yanlısı sendikaları dize getirecek eylemler süreci başladı. İşçi sınıfı ve emekçiler metal işçileriyle dayanışma içinde oldu.

Bursa metal işçilerinin eylemi Beylikdüzü, Gebze, Trakya, Çerkezköy, Eskişehir, Kayseri, İskenderun, İzmir, Ankara gibi metal işçilerinin yoğun olduğu bölgelere yayıldı. İşçiler, hem hakları için mücadelede hem de sendika bürokrasisine karşı mücadelede sahip oldukları yaratıcılığı bir kez daha gösterdiler.

 

Flormar Direnişi

Gebze’de kurulu, kozmetik üreticisi Flormar patronu 125 işçiyi işten attı. 12 işçi sendikal örgütlenmeye önderlik ettiği için, diğerleri ise ilk atılan işçilere alkışları ile destek oldukları için atıldılar. Atılan işçiler OHAL koşullarına rağmen 11 ay fabrika önünde direnişlerine devam ettiler.

Flormar işçilerinin tek “suçu” sendikaya üye olmak. Yasal haklarını kullanıp Türk-İş’e bağlı Petrol-İş sendikasına üye oldular, sendika işyerinde toplu sözleşme imzalama yetkisini aldı. Ama sendikanın yetki aldığını öğrenen patron işçi kıyımına başladı.

Direniş devam ederken bir yandan da Flormar ürünlerinin boykotu sürdü. Flormar ürünlerinin satıldığı reyonlara, işçilerin sendikal örgütlenme sonrası işten çıkartıldığına dair notlar yapıştırılarak kamuoyu bilgilendirildi.

Flormar direnişi önemliydi, çünkü Flomar direnişi şu gerçeğe parmak basıyordu: OHAL koşulları bütünüyle işçi düşmanıdır. Petrol-İş üyesi olduğu için işten atılan işçilerin eylemi bu gerçeği teşhir ediyordu ama aynı zamanda OHAL koşullarında direnişin mümkün olduğunu da gösterdi.

 

Metal İşçileri Grevi

Metal işçilerinin 2018 yılı sözleşme zaferinin arka planını incelemek önemli. İşçilerin kazanmasını sağlayan en önemli etken, grev yasağına rağmen fiilen grev yapacaklarına dair tüm kamuoyunda ve özellikle patronlarda uyandırdıkları kararlı tutumdur.

Metal işçilerinin grevleri Bakanlar Kurulu kararı ile yasaklanmıştı. Neredeyse rutin bir uygulama haline gelen ve işçilerin grev hakkını tamamen hükümetlerin iznine bağlayan bu uygulamaya karşı işçiler mücadeleye devam kararı aldı. 2015 yılında Türk Metal sözleşme imzalamış olmasına rağmen işçiler fiilen greve çıkmıştı. 2018 yılında da işçilerin fiilen greve çıkabileceğinden, en azından üretimi yavaşlatabileceğinden çekinen işverenler geri adım atmak zorunda kaldılar.

Grev yasağı metal işçileri tarafından fiilen ortadan kaldırılmış oldu. Grev hakkına sahip çıkan işçiler, onlara destek olan diğer işyerlerindeki işçiler, ilk günden itibaren bu mücadelede metal işçilerinin yanında olan emek dostları elbette bu mücadelenin kazanmasını sağlayan asli unsurlar.

Aynı günlerde Almanya’da 3,9 milyon metal işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmesinde anlaşma sağlandı. Buna göre ücretlere yüzde 4,3 zam yapılacak. Haftalık çalışma süresi isteyen işçiler için esnek şekilde 28 saate düşürülecek. Hem Türkiye’deki metal işçilerinin hem de Almanya’daki metal işçilerinin kazanımları işçi sınıfının birçok kesiminin odaklandığı bir sonuç oldu. Bütün bunlar diğer işyerleri ve işçiler için ilham verici olabilir.

 

Sonuç

Pek çok yasakla işlevsiz hâle getirilen grev hakkına işlerlik kazandırılması için grev yasaklarının ve grev hakkının kullanımını engelleyen bütün yasal düzenlemelerin kaldırılması için mücadele etmeliyiz. Dayanışma grevi, Hak grevi ve Genel grev hakkının sınırsız kullanılabilmesini sağlamalıyız. Sendika içi demokrasiye işlerlik kazandırmalıyız, üyelerin söz ve karar sahibi olduğu bir anlayış sendikalara egemen olmalıdır. İşçi ve kamu emekçisi ayrımına son verilmesini savunmalı, tüm işçilerin tek sendikal yapıda örgütlenmesi için mücadele edilmelidir. Bir başka mücadele alanı da, sermayeye karşı emeğin küresel düzeyde işbirliğinin ve enternasyonal dayanışmanın sağlanmasıdır.

Marx ve Engels, çalışmalarının başından itibaren, işçi sınıfının grev eyleminin sınıfın mücadelesindeki belirleyici rolüne vurgu yaptılar. Engels, “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” adlı kitabında, grevleri, işçi sınıfının savaş okulu olarak niteler. Grev sırasında çekilen sıkıntıların işçi sınıfını bilediğini ve onun dayanma gücünü arttırıp sınadığını anlatır.

Grev hakkı, yani işi durdurma hakkı, esas olarak sendikalaşma ve toplu sözleşme hakkı ile bağlantılıdır. Grev hakkı olmaksızın, sendikal örgütlenmeler zayıf kalır, toplu sözleşme hakkı “toplu dilenme” hakkından başka bir anlama gelmez.

Bir işyerinde grev yapmak, sadece grev kararını ilan etmekle bitmez. Grev hazırlıklarının çok daha önce başlaması, grev öncesi çeşitli eylemlerle işçilerin greve hazırlanması gerekir. Fazla mesaiye kalmama, yemek boykotu, öğle arasında toplu yürüyüşler yapma, akşam servislerin önünde eylemler yapma, bazı greve hazırlık yöntemleridir. İşçilerle işyeri dışında, evlerde toplantılar yapma, grevin nasıl yapılacağı, yasaklama benzeri saldırılar karşısında ne yapılacağı konusunda işçilerin görüş ve önerilerini alma, sürecin şeffaf yürütüldüğü konusunda işçiye güven verme ve başka pek çok uygulama, grevin başarıyla sonuçlandırılması için olmazsa olmaz koşullardır.

Her demokratik hak gibi grev hakkı da asıl olarak işçi sınıfının kendisi tarafından korunmalıdır. Siyasal iktidarlar herhangi bir demokratik hak gibi grev hakkını da kolaylıkla ortadan kaldırabilmektedir. Grev hakkını ortadan kaldıran “grev ertelemesi düzenlemesi”ne karşı mücadele, işçilerin hak mücadelesinin ana hedefleri arasına alınmalıdır. Bu konuda tüm emek örgütleri bir araya gelmeli ortak bir mücadele sergilemelidir.

Kendiliğinden olabilir, ekonomik, siyasal, ulusal, bölgesel ya da bir işkolunda olabilir ama aslolan kazanana kadar grev örgütlemektir. Önümüzdeki dönemde grev silahını daha çok hatırlamalıyız. Ekonomik krizin bedelini ödemek istemiyorsak grev hakkımıza daha fazla sahip çıkmalıyız. Son yıllarda işçilerin mücadele aracı olarak grev yapmak yeterince başvurulan bir yöntem olamadı. Bunda iktidarın grevlere karşı takındığı yasakçı tutumun büyük rolü var. Ama artık grev hakkımızı tekrar kullanmaya başlamak, kazanan grevler örgütlemek zorundayız.

Kaynakça

ILO Uzmanlar Komitesi, Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Özgürlüğü, ILO Uluslararası Çalışma Konferansı 81. Oturumu’na Sunulan Rapor, 1994

6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, R.G. Tarih: 7.11.2012, Sayı: 28460.

Balcı Şebnem Gökçeoğlu, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ‘Türkiye’ Kararı”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2008/2

Dünya’da ve Türkiye’de Sendikal Örgütlülük, Birleşik Metal-İş Yayınları, 2002, İstanbul.

“DİSK Bu Sabah Direnişe Geçiyor”, Cumhuriyet, 15 Haziran 1970. “70 bin İşçi Direnişe Geçti”, Cumhuriyet, 16 Haziran 1970

“İşçi Yürüyüşünde 3 Ölü Var”, Cumhuriyet, 17 Haziran 1970.

sosyalizm