Faruk Sevim
Göç, yeni bir olgu değil. Ekonomik, askeri, siyasi, dinsel, çevresel nedenlerden dolayı insanlar daima göç ettiler. Fakat günümüzdeki insan hareketliliği, küresel düzeyde ve tarihte eşi görülmemiş bir hız ve çeşitlilikte gerçekleşiyor. Hem de devletlerin göçmenlere yönelik baskıcı, insanlık dışı politikalarına rağmen.
Birleşmiş Milletler’in tahminine göre bugün yeryüzünde 272 milyondan fazla insan, doğduğu ülke dışında başka bir yerde yaşıyor. Sığınmacılar, mülteciler, iklim ve ekonomik göçmenler uluslararası göçmenlerin çoğunluğunu oluştursa da eğitim, evlilik, emeklilik amaçlı göçmenlere de sıkça rastlanıyor. Aynı zamanda göç vermeyen ve almayan ülke kalmamış gibi. Göçmen işçiler, sanayi, hizmet, tarım ve inşaat gibi sektörlerin en önemli emek gücü kaynaklarından biri. Göçmenlerin geride kalan ailelerine gönderdikleri para havaleleri, çoğu ülke için doğrudan yabancı sermaye girişlerinden fazla. Bununla birlikte emek hiyerarşisinin en alt tabakalarında yer alan, kamu hizmetlerinden en az faydalanan, örgütsüz, güvencesiz bir biçimde çalışan kesimler, yine ağırlıklı olarak göçmen işçiler.
Küresel bir göç çağında yaşamaktayız. Yaşadıkları mağduriyetlere karşı direnç gösteren göçmenler, geldikleri ülkelerde ve göç ettikleri ülkelerde toplumları dönüştürücü bir potansiyele sahiptir. Küresel kapitalist coğrafyanın neredeyse tamamında gerçekleşmekte olan göçün karmaşık yapısını anlamak, günümüz için giderek daha büyük bir önem kazanıyor.
Göçmen işçiliğin tarihçesi
Göçmen işçilik kitlesel olarak ilk defa 16. yüzyılın başlarında İngiltere’de ortaya çıktı. Toprak sahibi zenginlerin “çitleme” adı verilen ve arazilerinin etrafını çevirme anlamına gelen faaliyetleri sonucunda, yüzbinlerce köylü topraklarını terk ederek şehirlere göç etmek zorunda kaldı.
Çitleme öncesinde, köy evlerinin arazileri ve tarımsal araziler dışında kalan toprakların mülkiyeti ortaktı ve otlak olarak kullanılıyordu. Bazı toprak sahipleri, yün ve dokuma sanayii için koyun ve pamuk yetiştirmenin, buğday yetiştirmekten daha kârlı olduğunu fark etti. Bu toprak sahipleri ilk önce köylülerin ortak kullandığı topraklara el koydular ve etraflarını çitlerle çevirdiler. İkinci aşamada ise özel şahıslara ait toprakları satın almaya başladılar.
Mülksüzleşen köylüler, köylerde yaşayamaz hale geldiler ve şehirlerde kurulmaya başlanan fabrikalarda çalışmak için kentlere göç ettiler. Topraklarını satmak istemeyen köylüler ise zorla göç ettirildiler, ekinleri tahrip edildi, evleri yakıldı ve toprakları otlak haline getirildi. Toprak sahipleri de bu otlakları yine çitleyerek mülkiyetlerine kattılar. Çitleme hareketi ve köylerin boşalması 15. yüzyılın sonunda ve 16. yüzyılda doruğa ulaştı. Tarımsal üretim koşullarının değişmesi sonucu şehirlere yığılan kitleler, fabrikalarda çalışmaya başladılar. Kırsaldan kentlere göç eden bu insanlar, tarihteki ilk kitlesel işçi sınıfını meydana getirdiler. Onlarla birlikte, fabrikaların ürünleriyle rekabet edemeyen küçük üreticiler de çökerek, işçi sınıfının bir parçasına dönüşmeye başladılar.
Kapitalizme geçişte, teleskop ve pusula “keşif çağı”nın önünü açtı. Yeni kıtaların keşfi, buradaki kıymetli madenlerin Avrupa’ya taşınmasına, büyük ve hızlı bir değerli maden akışına neden oldu. Bu gelişmeler aynı zamanda sömürgeleştirme dönemini de başlattı.
Bir yandan “keşfedilen” bu yeni kıtalara Avrupa’dan göçler başladı ve yeni yerleşimler kuruldu. Diğer taraftan Afrika’daki siyah emeğin köle emeği olarak büyük tarımsal üretim çiftliklerinde kullanılması, kapitalist birikim sürecini genişleten bir unsur oldu. İlk büyük sermaye birikimi bu dönemde gerçekleşti.
Göçmen işçiler kapitalist sermaye birikiminin kaynağı oldu
Üretim araçlarının mülkiyetindeki değişmeler ve yeni toplumsal sınıfların doğması ile kırsal kesimden kentlere doğru sürekli devam eden bir göç hareketi başladı. Kentlerde nüfus artışı ile birlikte erkekler, kadınlar ve çocuklar sefalet ücretleri karşılığında, sürekli vardiyalar halinde gece gündüz çalışmaya başladılar. Kapitalizmin başlangıcından itibaren göçmen işçiler, işçi sınıfını oluşturan çok önemli bir kesim oldu.
Kapitalistleşme sürecinin belli bir aşamasında ulus-devletlerin kurulması ve vatandaşlık kavramının ortaya çıkması sonucu, binlerce yıldır aynı topraklarda yaşayan insanlar göç etmek zorunda kaldı. Ulus devletler kuruluşlarından itibaren emek hareketini ve göç akışını düzenlemeye çalıştı, kısıtlamaya ve denetlemeye yönelik göç politikaları uyguladı. Ulus devletlerin kurulması sırasında, benzer etnik unsurların farklı ulus devlet sınırları içinde kalması mübadelelere, insanların zorla göç ettirilmesine yol açtı. Mübadele süreçlerinin gerçekleştiği her coğrafyada kanlı olaylar yaşandı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra göçmen işçi emeğine duyulan ihtiyacın artması, özellikle Batı Avrupa’da göçmenlere ilişkin yeni düzenlemeler yapılmasına neden oldu. 1950’lerde ve 1960’larda Türkiye’den Almanya’ya göçte olduğu gibi pek çok ülke arasında ikili göç anlaşmaları imzalandı. Geçici iş sözleşmeleriyle başlayan bu süreç beklenildiği gibi “misafir” göçmenlerin bir süre sonra ülkelerine dönmeleriyle sonuçlanmadı.
Neoliberal dönemde göçmenlere karşı kısıtlamalar arttı
1970’lerden itibaren kapitalizmin krizi ile birlikte neoliberal uygulamalar başladı. Göçmenliğin giderek artması, kapitalistler için bir fırsat olarak kullanılmaya başlandı. Gelişmiş kapitalist ülkelerde göçmenlere karşı kısıtlayıcı ve seçici göç politikaları uygulanmaya başlandı. Kapitalist merkezler ihtiyaçları olan emek gücünü göçmen olarak kabul etmeye, diğer göçmenleri engellemeye başladı.
Kapitalizm krizden çıkmak için bu dönemde pek çok farklı stratejiler geliştirdi. Taşeron çalışma biçimleri, enformel çalışma biçimleri yaygınlaşmaya başladı. Ayrıca, teknolojideki ve üretimin organizasyonundaki değişimlerle birlikte üretimin belli bölümlerinin başka ülkelere ve bölgelere kaydırılması söz konusu oldu. Böylece merkez ülkelerdeki emek yoğun sektörler, çevre ülkelere aktarıldı. Bu şekilde Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde kurulan fabrikalar için gerekli emek gücü, o ülkelerdeki iç göçlerle sağlandı. Buralarda göçmen işçiler, çok kötü koşullarda çok düşük ücretlerle çalıştırıldı.
Önceleri emek yoğun, sonrasında pek çok sanayi üretim tesislerinin çevre ülkelere taşınması, kapitalist merkezlerdeki işçiler ve sendikalar tarafından “işlerin çalınması” olarak algılandı. Ama aslında üretimin başka ülkelere ve bölgelere kaydırılması ile dünya çapında işçi sınıfının “kazanılmış haklarının” adım adım geri alınması hedeflenmekteydi.
Üretimin tamamen gelişmekte olan ülkelere kaydırılacağı öngörüsü şimdilik gerçekleşmedi. Bunun yerine bir taraftan üretimin kaydırılacağı korkusunun, diğer taraftan uygulanan seçici ve sıkı göç politikalarının bir sonucu olarak en kötü koşullarda çalışmaya hazır göçmen işçiler, baskılanan ücretler, kötü çalışma koşulları ve uysal bir emek gücü ortaya çıktı.
1970 yılında doğdukları ülke dışında yaşayan 82 milyon insan varken, 2000 yılında bu rakam 175 milyona, 2008’de 200 milyona, 2015’te 250 milyona ulaştı, bugün ise uluslararası göçmen sayının 272 milyonu geçtiği belirtiliyor. Özellikle Çin ve Hindistan’daki iç göçmenler de dikkate alınırsa göçmen işçi sayının en az 500 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Avrupa’da var olan göç akımlarına, 2004 ve 2007 yıllarında AB’nin genişlemesinden sonra, bir de doğu-batı işgücü göçü eklendi. Çok sayıda Batı Avrupa ülkesi, Doğu Avrupa’dan gelen göç akımlarının hedefi oldu. 2004 yılından bu yana Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerinden özellikle Baltık ülkelerine yönelik işgücü göçünün arkasındaki temel itici güç, hiç şüphesiz yüksek işsizlik ve 2008 krizinin ardından kötüleşen yaşam koşullarıydı.
Günümüzde göçün nicel olarak artışıyla birlikte, göçmen işçiler kapitalist büyümenin en ön önemli dinamiklerinden biri haline geldi.
Göçmenler, kapitalizmin yedek işgücü ordusudur
Göçmen emeğinin sermaye birikimi bakımından temel işlevi, onun yedek emek gücü ordusu ya da nispi artı nüfus olması. Bu artı-nüfus sermaye birikiminin hem sonucu hem de ön koşuludur.
Emekçi artı-nüfus, birikimin ya da kapitalist temele dayanan zenginliğin gelişmesinin zorunlu bir ürünü olduğu gibi, tersine olarak da, bu artı-nüfus, kapitalist birikimin kaldıracı ve hatta bu üretim biçiminin varlık koşulu halini de alır. Fiili nüfus artışının sınırlarından bağımsız olarak bu artı-nüfus, sermayenin kendisini genişletme konusunda değişen ihtiyaçlarını karşılamak üzere, her zaman sömürülmeye hazır bir insan kitlesi yaratır.
Göçmen emek gücü, kapitalist gelişmenin her safhasında yedek işgücü oluşumunda rol üstlenmişti. İngiltere, Fransa, Almanya gibi batı ülkelerinde sanayileşme süreçlerinin önemli bir kaynağı göçmen emek gücü ve uluslararası göçmenlerdi. 1945 sonrası kapitalizmin genişleme evresinde, merkez ülkeler, devletlerarası anlaşmalarla çevre ülkelerden uluslararası göçmenleri ülkelerine kabul etmişti.
Göçmen işçiler emek hiyerarşisinin en altındadır
Sermaye, emek güçlerini sömürmenin yanı sıra işçi sınıfını denetim altına alabilmede işlevselliği nedeniyle de göçmenlere ihtiyaç duyuyor. Göçmen işçilerin istihdamı yoluyla göçmenler ve yerli işçiler arasında ırksal-etnik bir ayrım oluşturularak işçi sınıfı bölünür. Görece daha iyi ücret ödenen, daha iyi çalışma koşulları sunulan işlerde öncelik yerli işçilere tanınır. Göçmen işçiler kirli işler olarak tabir edilen, yerli işçilerin genelde istemedikleri işlerde istihdam edilirler. Bu yolla bir emek gücü hiyerarşisi oluşturulur ve işçiler arasında çatışma, rekabet ortamı yaratılır. Bu ortamda ortalama ücretlerin düşürülmesi, çalışma koşullarının ağırlaşması, çalışma saatlerinin uzaması mümkün hale gelir.
Göçmenler yedek işgücü ordusunun en kullanışlı kısmını oluşturur
Özellikle belgesiz, yani yasa dışı yollarla göç etmiş ya da vize-oturma süresi dolmuş olanlar, geri dönme ihtimali bulunmayan (savaş, siyasi vb nedenlerle göç eden) mülteciler ve sığınmacılar, ülkesindeki ekonomik ve sosyal koşullara dönmek istemeyenler emek gücü hiyerarşisinin en alt kısmında yer alırlar. Sahip oldukları bu dezavantajlı konumları nedeniyle uzun çalışma saatlerine, düşük ücretlere, güvencesiz çalışma koşullarına rıza göstermek zorunda kalırlar.
Emek gücünü yetiştirme maliyetine katlanmaması bakımından, yani bu maliyeti göçmenlerin geldikleri ülkeye ya da ailelerine yüklemeleri bakımından kapitalistler için göçmen işçi çalıştırmak bir maliyet azaltma unsuru olarak da görülür. Devletler ise uyguladıkları, ırkçılık, ayrımcılık, suçlulaştırma politikalarıyla işçiler arası husumeti tesis etme görevini yerine getirir.
O halde diyebiliriz ki, sermaye birikiminin genel eğilimleri göçmen emek gücünü hem fiili hem de potansiyel olarak artı-nüfus/yedek işgücü ordusu oluşumuna iter, kapitalist devletler de bu süreci aktif bir biçimde sermaye lehine düzenler ve yönetirler.
Göç, genellikle “sömürge” ülkelerden merkez ülkelere doğru olmaktadır
Günümüz uluslararası göç yolları ve süreçlerinin kökleri “tarihsel sömürgeciliğin” yarattığı işbölümüne dayanır. 17. ve 18. yüzyıllardaki köle ticaretine ve Afrika kıtasından insanların zorla göç ettirilmesine dayalı kapitalist üretim, köle ticaretinin sonlanmasından sonra kısa dönemli, geçici, düşük ücretli, ağır çalışma koşulları içeren sözleşmelerle genişlemesini sürdürdü.
Sanayileşme ile birlikte çevre ülkelerden Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın gelişen bölgelerine yönelik emek göçü belirginlik kazandı. İkinci Dünya Savaşından sonra, merkez ülkelerin emek gücü ihtiyacını karşılayacak nitelikte ve devletlerin güdümünde bir göç hareketliliği yaşandı. “Misafir işçi” gibi geçici işçi programları temelinde düzenlenen bu emek hareketliliği öngörüldüğü biçimde sonlanmadı. Yani batı ülkeleri, özellikle 1973 krizinden sonra göçmenleri geldikleri ülkelere geri göndermeye çalıştı, ancak göçmenler dönmek yerine kalmayı, hatta ailelerini de yanlarına almayı tercih ettiler.
Kısıtlamalara rağmen neoliberal dönemde göç hareketleri arttı
70’lerin sonunda başlayan neoliberal dönemde, kapitalizmin küresel genişlemesinin yeni biçimleri ortaya çıktı, emek sömürüsü ve çevresel tahribat arttı, küresel ölçekte üretim, finans, dağıtım ve yatırım ağları oluştu. Bu yeni evrede göç hareketleri de hız kazandı. 1990 sonrası doğu bloku ülkelerinin kapitalist emek piyasasına eklemlenmesi, Ortadoğu ve Asya ülkelerinde yaşanan siyasal ve askeri sorunlar göçleri artırdı. Çin ve Hindistan ekonomilerinin büyümesi ve gelişmekte olan ülkelerde uygulanan özelleştirme, kapitalist pazara açılma programları sonucu yerinden edilen insanların sayısı hızla arttı. Bu insanların potansiyel emek gücü haline gelmesiyle, son 20 yılda küresel kapitalizm için sömürüye açık emek gücü miktarı iki katına çıktı. Bugün dünyada 2 milyar insan işçi olarak çalışıyor, bunun 180 milyonu uluslararası göçmen işçiler.
Bu gelişmelerle ortaya çıkan yeni küresel işçi sınıfı ve küresel emek gücü ordusu içerisinde göçmenler çok farklı biçimlerde görünür hale geldiler. Emek yoğun endüstrilerin, ücretlerin görece daha düşük olduğu coğrafyalara kayması ile birlikte batı ülkeleri nitelikli emek gücü dışında uluslararası insan göçünü sınırlama/yasaklama sürecine girdi. Emek göçmenlerine ilişkin bu kısıtlayıcı tutum, sığınmacılara ve mültecilere de benzer sertlikte uygulanınca, yasal olmayan yollardan göç ağırlık kazanmaya başladı.
Göçmen işçiler kapitalist merkezlerde niteliksiz işlerde çalışıyorlar
Merkez ülkelerde niteliksiz emek gücüne dayalı endüstriler, yasadışı yollarla ülkeye giriş yapan göçmenlerin ana istihdam kaynağı oldu. Gelişmiş ülkeler özellikle sağlık, eğitim, enformasyon teknolojisi, mühendislik ve yönetim alanlarında yüksek nitelikli emek gücünü çekmek için birbirleriyle rekabete tutuşuyor ve alt yüklenicilik uygulamalarının yaygın olduğu geçici istihdama dayalı temizlik, yemek, inşaat, tekstil, hazır giyim endüstrilerinde ise düşük nitelikli göçmen işçileri istihdam ediyor.
Kapitalist merkezlerde bunlar yaşanırken, başka göçmen çekim merkezleri oluştu. Asya’da büyüyen ekonomilerden Japonya, Tayvan ve Güney Kore’ye ve Ortadoğu petrol ülkelerine yönelik göçler hız kazandı, ayrıca esnek emek gücü piyasalarının yaygınlığıyla bilinen Çin ve Hindistan yine çevre ülkelerden göç almaya başladı.
Günümüzde göç yollarını belirleyen ana unsur, küresel ekonomide büyük sanayinin yer aldığı bölgelerdir. Bu bölgeler, ihtiyaç duydukları emek gücünü komşu bölgelerden çekiyor. Göçün çekim merkezi kapitalist üretim merkezleridir, kaynağı ise büyük ölçüde Afrika, Asya’nın yoksul bölgeleri, Latin ve Orta Amerika ülkeleridir.
Dünya Bankası’na göre, iş bulmaya yönelik ekonomik göçler, toplam uluslararası göçün yüzde 72’sini oluşturuyor.
Kapitalist eşitsiz gelişme sürecinin çevre ülkelere göreli daha düşük gelir, daha yüksek işsizlik ve daha fazla güvencesizlik biçiminde yansıması, yine çevre ülkelerde uygulanan yapısal uyum programlarıyla milyonlarca insanın mülksüzleşmesi, proleterleşmesi, yoksul ülkeler kaynaklı göçün ana sebepleridir. Bunlara savaş, afet ve siyasal nedenleri eklediğimizde tablo tamamlanıyor.
Kapitalistler “nitelikli” göçmen istiyor
Kapitalist devletler, emek gücü ve devlet arasındaki ilişkiye, bu ilişkiyi sermaye birikiminin lehine olacak biçimde düzenlemek için müdahale eder. Özellikle 90’lı yıllardan bu yana sermaye ve mal dolaşımının serbestleşmesi yönünde yasalar çıkaran devletler, insanların ülkelerarası dolaşımına kısıtlar getiriyor ve göçü düzenlemek istiyor. Bunu yapmaktaki birinci gaye, emek piyasalarında talep edilen niteliğe uygun göçmen emek gücünü kontrol etmektir. Bu anlamda yüksek nitelikli emek gücünü ülkeye çekmek için “nitelikli göçmen programları” düzenliyorlar. Düşük nitelikli emek gücü ihtiyacını ise yasadışı yollarla ülkeye giriş yapmış göçmenlerden karşılıyorlar. Bunu sağlamak için devletler, özellikle gelişmiş ülke devletleri, niteliksiz emek göçünü kısıtlıyorlar. Bu uygulamanın bir diğer işlevi ise yasal açıdan “sınır dışı edilmeye müsait” bir emek gücü kitlesi yaratmak ve böylelikle emek gücü hiyerarşisinin alt katmanlarında yer alan göçmenlerin ağır çalışma koşullarına, iş yeri tacizlerine, uğradıkları etnik ve cinsiyet temelli ayrımcı ve dışlayıcı baskılara göz yummalarını temin etmektir.
Göçmen işçilerin devletler nezdinde karşılaştıkları bir başka sorun, kamu hizmetlerinden faydalanma derecelerinin yerli işçilere/vatandaşlara kıyasla düşük olması. Yapılan araştırmalar, İngiltere içerisindeki göçmen işçilerin kamu hizmetlerinin finansmanına olumlu katkıları olduğu halde, büyük bir kısmının bu hizmetlere erişim iznine sahip olmadıklarını ortaya koyuyor.
Kapitalist devletler göçmen karşıtı politikaları körüklüyor
Devletlerin göçmenlerin yaşamını kısıtlayıcı politikaları, toplumsal yaşamda göçmen karşıtı pratiklere dönüşebiliyor. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde göçmenler ve vatandaşlar arasında yaratılmış etnik temelli ayrımlar, kısıtlayıcı göç politikalarıyla birlikte, sokaklara göçmen karşıtlığı biçiminde yansıyor. Oysa ekonomik kriz dönemlerinin en ağır mağdurları göçmen işçiler ve onların aileleridir. Bir araştırmaya göre AB ülkelerinde yerliler arasındaki işsizlik oranı yüzde 3 artış gösterirken, göçmenler arasındaki işsizlik oranı yüzde 7 artmış durumda. Bunun yanında ekonomik kriz dönemlerinde göçmen işçiler sadece işlerini kaybetmekle kalmıyor, ayrıca siyasal ve toplumsal haklarda kısıtlamalarla karşılaşıyorlar.
Sendikalar ve göçmen işçiler
Sermayenin işçiler arasında yarattığı rekabet, kadın-erkek, etnik gruplar, dini gruplar arasında olduğu gibi göçmen ve yerli işçiler arasında da söz konusu. Geleneksel olarak, göç sendikalar tarafından bir sorun olarak kabul ediliyor. Göçmen işçiler, “iyi düzenlenmiş” emek piyasalarını bozan unsur olarak görülüyor. Sendikalar, göçü; zaten cinsiyet, yaş ve etnik kökene göre bölünen işçilerin, ayrıca ulusal köken ve vatandaşlık durumuna göre de bölünmesi demek olduğunu söylemektedir. Üstelik göçmen işçilerin örgütlenmesinin zor bir alan olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla sendikalar uygulamada işçilerin serbest hareketliliğine karşı, var olan üyelerini ve durumlarını koruyucu bir tavır takınmışlardır.
Daha yakın zamanlarda ise sendikaların, göçmen işçilerle dayanışmanın emek hareketinin enternasyonalist ilkelerine geri dönülmesine yardımcı olduğunu fark ettikleri görülüyor. Sendikaların, emek hareketinde kapsayıcılığa dayalı yeni bir örgütlenme modeline yol açan, göçmenlere yönelik daha kapsayıcı bir tutum benimsemiş olduğu anlaşılıyor. Bu tür örnekler, göçmen işçilerin örgütlenemeyeceği efsanesini de zayıflatıyor. Göçmen işçiler işçi sınıfının ayrılmaz bir parçasıdır ve genellikle işçi hareketlerinin oluşumunda çok önemli bir rol oynamışlardı
Sanayileşmiş ülkelerde ulusal sendikaların çoğunluğu, düzensiz göçmen işçi alımı yapan işverenlere karşı yaptırım önerilerini destekliyor. Ancak sendikalar günümüzde, göçmen işçiler konusuna, daha çok uluslararası dayanışma ve eşitlik perpektifiyle yaklaşıyor.
Özellikle sendikaların gücünü kaybetmesiyle birlikte, göçmenleri örgütlemek daha da önemli hale geldi. Sendikalar ABD, İngiltere ve Hollanda’da göçmenleri örgütlemek için başarılı kampanyalar yürüttüler, bu kampanyalar özellikle ABD’de sendikaların işçi sınıfıyla tekrar bağlantı kurmasını sağladı. Sendikaların uyguladıkları stratejiler, göçmenlerin çalışma koşullarında iyileştirmeler sağlıyor.
Ayrıca sendikalar göçmenlerin sadece çalışma yaşamından kaynaklı sorunlarında değil, özellikle düzensiz göçmenlerde, oturma ve çalışma izinlerinin alınması, barınma ve kamu hizmetlerine erişim gibi sorunlarının çözümünde de yardımcı olacak politikalar uyguluyor. Örneğin İspanya’daki sendikalar uzun süredir göçmen işçileri destekleyici ve kapsayıcı politikalar yürütüyor. Ancak bu sendikaların temel amacı göçmen işçilerin örgütlenmelerinden ziyade, ağırlıklı olarak onlara yasal ve idari destek sağlamak.
Güney Kore’de sendikalar düzensiz göçmen işçilerin sınır dışı edilmesini önlemek ve bütün işçilerin yasallaştırılmasını sağlamak, sendikal hakları (sendikalaşma hakkı, grev hakkı, toplu pazarlık hakkı) kazanmak, İstihdam İzin Sistemi’nin kaldırılması ve Çalışma İzin Sistemi’nin uygulamaya konulmasını sağlamak üzere çalışmalar yapıyor. İspanya’da sendikalar, göçmen işçilere yasal statülerine bakılmaksızın eğitim, sağlık hizmetleri ve bazı sosyal yardımların sunulması için yetkililere baskı uyguluyor. İspanya ve İtalya’da hükümet üzerinde baskı oluşturmak için göçmen işçilere yardım birimleri oluşturuldu, Fransa’da göçmen işçilerin oturma ve çalışmalarının kayıtlı hale gelmesi için hükümet politikalarını etkilemek üzere grevler düzenlendi.
Sendikaların toplum içindeki yasal ve yapısal pozisyonlarının farklı özellikleri nedeniyle göçmenlere özgü stratejiler geliştirmesi gerektiği ortadadır. Dolayısıyla dil eğitiminin yanında başka stratejilerin de geliştirilmesi gerekir. Özellikle İtalya ve İspanya örnekleri verilerek sadece işyerinde değil mahallelerde örgütlenmeye ve toplumsal sendikacılık hareketlerine odaklanılması gerektiğini ve sendikaların sivil toplum örgütü gibi hareket etmesi gerektiğini savunanlar vardır.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), sendikaların göçmen işçilere ilişkin dört farklı politika uygulayabileceklerini belirtiyor: (1) Hak temelli göç politikalarını desteklemek, (2) Diğer ülkelerdeki sendikalarla birlikte hareket etmek (3) Sendika üyelerini bilgilendirmek ve eğitmek (4) Göçmen işçilere ulaşmak.
Türkiye’de göçmen işçiler ve sendikal hakları
Türkiye geleneksel göç alan ve Batı Avrupa ülkelerine göç veren bir ülke iken, 2011 yılından itibaren emek göçü alan ülke ve/veya transit göç ülkesi konumuna da girdi.
Komşu ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlıklar ve siyasi çatışmalar, Doğu ile Batı arasında bir geçiş bölgesi olarak Türkiye’nin coğrafi konumu, Avrupa ülkelerinin kısıtlayıcı göç politikaları ve sıkı sınır kontrolleri sonucunda göçü yeniden yönlendirme çabaları, Türkiye’ye yönelik düzensiz göçün artışına yol açmış bulunuyor.
Türkiye, onayladığı uluslararası sözleşmeler ve T.C. Anayasası hükümleri gereği, göçmen işçilerin temel insan haklarına saygı göstermek ve sendikal haklarını tanımakla yükümlü. Dolayısıyla Türkiye’de göçmen işçiler, Anayasal ve yasal olarak, sendikal örgütlenme ve sendikal faaliyette bulunma haklarına sahip.
Çalışma iznine sahip ve Sendikalar Kanunu kapsamında işçi sayılan bir işte çalışan yabancılar çalıştıkları işkolunda kurulmuş bir sendikaya üye olabilirler. Toplu iş sözleşmesine taraf işçi sendikasının üyesi olmaları veya dayanışma aidatı ödemeleri halinde toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmaları mümkündür.
2821 sayılı eski Sendikalar Kanunu’na göre yabancıların sendikalara üye olmasının önünde bir engel bulunmuyor, yalnızca sendika kuruculuğu için Türk vatandaşı olmak şartı aranıyordu. Yeni 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda, sendika kurucusu olmak için gereken Türk vatandaşı olmak ve Türkçe okur-yazar olmak şartları ILO’nun 87 sayılı Sözleşmesine uyum sağlamak gerekçesi ile kaldırıldı.
Türkiye’de göçmen işçilerin sorunlarını ve örgütlenmelerini henüz gündemine almamış olan sendikalar, göçmen işçilerin korunması ve göç politikalarının belirlemesi süreçlerinde de etkin değiller. İşçilerin e-devlet üzerinden sendika üyelik başvurusu durumunda, Çalışma Bakanlığı, kayıtsız işçilerin sendika üyelik başvurularını sigorta kayıtları olmadığı gerekçesi ile işleme koymuyor. Halbuki sigortası olmayan işçilerin sendika üyeliğini kabul etmek ve işverenleri hakkında işlem yapmak yolu seçilmesi halinde, gerek sendikal hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi gerekse kayıtdışının önlenmesi açısından son derece önemli adım atılmış olur. Aynı yaklaşımın düzensiz göçmen işçiler için de geçerli olması gerekir.
Görüldüğü üzere, Türkiye’nin toplu iş hukuku göçmen işçilerin sendikal haklarına ilişkin herhangi bir özel kısıtlama içermiyor. Ancak bu durum, sendikal hakların hayata geçirilmesinde engellerle karşılaşılmadığı anlamına gelmiyor.
Sendikalar, göçmen işçilerin örgütlenmesi çalışmasına başlamadılar
Türkiye’de göçmen işçiler konusunun, henüz sendikaların politika ve örgütlenme gündemine girmediği söylenebilir. Sendikalar göçmen işçilerin korunması, örgütlenmesi ve göç politikalarının belirlenmesi süreçlerinde etkin bir rol oynamıyorlar. Son yıllarda Türkiye’ye emek göçünde artış ve çeşitlenme olmasına karşın, sendikaların emek göçü konusundaki yaklaşım ve konumlarında bir değişim yaşanmadı.
Sendikalar, düzenli göçmenleri sendikaya ihtiyacı olan bir kesim olarak görmüyor, düzensiz göçmenleri ise genel kayıtdışı sorununun bir parçası olarak algılamıyor.
Sendikalarda genel olarak, göçmenlerin örgütlenmesinin zor olduğu anlayışı hakim. Göçmenler kayıt dışı çalışanlar, taşeron çalışanlarla birlikte ele alınıyor ve daha önce (istisnalar dışında hala) taşeron çalışanların örgütlenmesi konusunda pek hevesli olmayan sendikalar, benzer şekilde göçmenlerin örgütlenmesi konusunda da pek hevesli değiller.
Sonuç
Düzenli, düzensiz göçmen yığınlarının sayısının 272 milyonu geçtiği günümüzde tüm göçmenlerin sendikal haklarının tanınması, göç yönetiminde “hak temelli yaklaşım”ın ayrılmaz bir parçasıdır. Göç yönetiminde hak temelli yaklaşım; sendikalaşma hakkını, yerli işçiler için olduğu gibi göçmen işçiler için de savunmak demektir. Göçmen işçilerin sendikalar tarafından temsil edilmeleri, onların uluslararası belgelerde tanınan temel haklarının güvence altına alınmasına ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine büyük katkı sağlayacaktır.
Pek çok uluslararası belgede göçmenlerin sendikal hakları tanınmıyor. Özellikle 2000li yıllarla birlikte ILO ve diğer uluslararası örgütler “hak temelli göçü yönetme politikaları”na işaret ediyor.
Bazı ülkeler, sendikal hakları ikamet ve çalışma iznine bağlı kılıyor. Diğer bazı ülkelerde ise ulusal mevzuat, göçmen işçilerin sendikal haklarını, ülke vatandaşları ile eşdeğer düzeyde tutmaya izin veriyor.
Elbette yasal olarak bu hakların tanınması önemli. Ancak haklar yasal olarak tanındığında dahi, bu hakların uygulamaya geçirilmesinde büyük sorunlar yaşanıyor.
Kâğıt üzerinde yazılan hakların gerçekleşmesi bir yana çeşitli davalarla yeni düzenlemeler yapılıyor ve bu eşitsiz uygulamalar kural haline getiriliyor. Dolayısıyla işçi sınıfının ve sendikaların sermaye karşısında güç kazanması ancak kadın-erkek, etnisite, ırk, vatandaş-vatandaş olmayan ayrımlarının ötesinde birlikte örgütlenmesiyle mümkün.
Kaynakça
DİSK-AR yayınları
Erdoğdu, S., 2013, “Göçmen İşçilerin Sendikal Hakları”, Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu V. Bildiriler, Petrol İş yayını 118, İstanbul, s. 197-222.
ETUC, 2010, Birlikte çalışmak: Avrupa Birliği ve Türkiye’de Sendikalar, Belçika.
Kaygısız İ., 2015, Güvencesizleşmeye Karşı Örgütlenme Deneyimleri, PSI Kamu Hizmetleri Enternasyonali.
Tanyılmaz K. ve M.M. Kurtulmuş Kıroğlu, 2007, “Türkiye’de Göçmen İşçiler ve İşgücü Piyasası Üzerine Etkileri”, Türkiye’de Yabancı İşçiler, Der. Aylan Arı içinde, Derin Yayınları, İstanbul.
Toksöz, G., S. Erdoğdu ve S. Kaşka (2013) Türkiye’ye Düzensiz Emek Göçü ve Göçmenlerin İşgücü Piyasasındaki Durumları, Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Ankara.