Yıldız Önen ile söyleşi
Afganistan ve Irak’taki ABD işgalleri ve Suriye’de iç savaş sonrası milyonlarca insan ülkesini, yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kaldı. Ayrıca ekonomik ve ekolojik krizler de milyonlarca insanı Afrika ve Asya’dan göç etmek zorunda bıraktı.
Savaş ve zulüm yaşanan ülkelere komşu olması ve Avrupa’ya gitmek isteyen göçmenlerin yolu üzerinde olması nedeniyle, milyonlarca göçmen Türkiye’ye geldi.
Türkiye’ye gelen göçmenler, mültecilik hakkı tanınmadığı için herhangi bir kalıcı hakka sahip değiller. En fazla “misafir” olarak tanımlanıyorlar. Oysa “misafirlik” bir statü değildir.
Göçmenlere yönelik ırkçılık, seçimlere doğru giderek artıyor. Irkçılık nedir, siyasi partiler konuya nasıl yaklaşmaktadır, ırkçılıkla nasıl mücadele etmeliyiz, göçmenlerin sorunlarının kalıcı olarak çözümü için devlet neler yapmalı gibi konularda “Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır Platformu” üyesi Yıldız Önen ile konuştuk.
Son aylarda bir ırkçı dalga var. Her yerden saldırı haberleri geliyor. Bu ırkçı dalganın amacı ne? Muhalefet iktidarı yıpratmak, seçimlerde oy kazanmak için mi yapıyor? Muhalefetin göçmen politikaları konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Maalesef bu ırkçı dalga Mart 2019 yerel seçimleri ile başlayan sürecin iyice tırmanmasının sonucu oluştu. Biz yerel seçimlerde bu ırkçı dalganın yükseliş tehlikesini görmüştük. Bu nedenle Eylül 2020 tarihinde pek çok farklı Suriyeli ve Türkiyeli sivil toplum kuruluşu bir araya gelerek Sığınmacılar Platformunu kurduk.1
Platform olarak sürekli bu tehlikeye dikkat çekmeye çalışıyoruz. 30 Eylül 2021’de yaptığımız ilk toplantıda yerel seçimler sonrasında değişen hükümet ve muhalefet politikalarına dikkat etmemiz gerektiğini vurguladık.
Yerel seçimleri hatırlayalım: İYİ Parti tüm seçim politikasını göçmen düşmanlığı üzerine kurmuştu. İYİ Parti Fatih belediye başkan adayı, semte “Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyeceğim” diye pankart asmıştı.2
Diğer muhalif partiler daha düşük bir tonla buna destek oluyordu. Seçim sürecinde bu ırkçı söylem muhalefette etkili oldu. Bunun sonucunda AKP de bu kervana katıldı. AKP İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı Binali Yıldırım “Suriyeliler İstanbullunun huzurunu bozar, güvenlik sorunu oluşturur, buradaki düzeni ve normal yaşamı olumsuz etkilerse bu durum karşılıksız kalmaz. Buna hiç müsamaha edemeyiz ve onları geri göndeririz çünkü asıl olan İstanbullunun huzurudur” mesajıyla göçmen düşmanı ırkçı söylemlere katıldı.3
Ne mülteci hukuku ne de temel insan haklarıyla bağdaşan bu seçim vaatleri, sosyal medyada ve genel seçmen kitlesinde geniş bir alıcı kitlesi buldu.
AKP seçimleri kaybetmesinin gerçek sebebi olarak, iktidarının zayıflamasını kabul etmeyip suçu göçmenlere atmayı tercih etti.
Bu atmosfer çok hızlı bir şekilde hükümet politikalarına yansıdı. Ağustos 2019’da Geçici Koruma statüsü ile Türkiye’de bulunan Suriyeliler hakkında yeni bir kanun yayınlandı.4 Bu kanun ile Suriyelilerin Türkiye içindeki dolaşımlarına kısıtlama getirildi. Suriyeliler, oturum iznini nereden alıyorsa orada yaşamak zorunda bırakıldı.
Ama çalışmak için, ya da ailesi ile birlikte olabilmek için başka illere gitmek zorunda kalan Suriyelilere dönük bir av başlatıldı. Sınır dışı kararlarına itiraz süresi 15 günden 7 güne indirildi. Çok kısa zamanda pek çok göçmen sınır dışı edildi.
İnsan hakları aktivistlerinin, uluslararası kuruluşların tepkileri karşısında bir süre sonra bu süreç daha düşük bir tempo ile sürdürülmeye başlandı ama asla durmadı.
Son zamanlarda İçişleri Bakanının “500 bin göçmeni geri gönderdik” diye açıklama yapmasının sebebi bu. Farklı bir şehirde oturum izni olan Suriyeliler, o şehirde oturma izni olduğu halde bazen sadece belgesi yanında olmadığı için yakalananlar ve zaten kaçak durumda olan Afganlar vs. diğer göçmenler, savaşın devam ettiği ülkelere zorla geri gönderildiler.
Türkiye doğusundan gelenleri, mültecilerle ilgili Birleşmiş Milletler kararına şerh koymuş olduğu için mülteci kabul etmiyor. Bu durum Türkiye’ye sığınan göçmenler için en büyük sorun. Mülteci statüsü kabul edilmeyince, bir göçmen yıllarca da burada kalsa, Suriyeliler gibi geçici koruma sistemine de dâhil olsa, her an sınır dışı edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliyor. Bu duygu ile yaşamak zorunda kalıyor, uzun vadeli, hayatına yön verecek kararlar alamıyor.
Zorla geri göndermelere paralel olarak Ümit Özdağ, Tanju Özcan, İlay Aksoy gibi ırkçı siyasetçiler bu alanda dünyadaki diğer faşistler gibi büyüyeceklerini fark ederek ırkçı söylem ve uygulamaların dozunu artırdılar. Bolu Belediyesi, su parasını göçmenler için 10 katına çıkardı. Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Bolu Belediyesine aldığı ayrımcı karar yüzünden 40 bin lira ceza kesti.5 Bu tür cezalara rağmen devam eden ırkçı söylem ve uygulamalar maalesef göçmen düşmanlığını iyice tırmandırdı.
Genel seçimlere doğru siyasetçilerin ırkçı söylemlerinde bir artış oldu. Kemal Kılıçdaroğlu Esad ile anlaşılabileceğini ve Suriyelilerin geri gönderilebileceğini iddia etmeye başladı. Akademisyen Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, Haziran 2021 tarihinde yayınladığı raporda, CHP’nin göçmenlere yönelik ayrımcı ve ötekileştirici dilini ortaya koydu.6
Kılıçdaroğlu zaman geçtikçe hem kendisini ve partisini hem de 6’lı masadaki diğer partileri, Suriyelileri büyük bir rahatlıkla geri gönderme konusunda ikna etti. DEVA ve Gelecek Partileri başta daha olumlu bir durumda iken şimdi tüm partiler İYİ parti ve AKP dâhil geri gönderme sürelerini açıklamaya başladılar.7
Suriyeli bir aktivist Taha Elgazi “Seçimlerde bizi en geç yollamaya çalışanı tercih edeceğiz” diyerek espri yapmaya başladı. BM sözleşmesine, AB ile geri gönderme anlaşmasına taban tabana zıt bu açıklamalar kısa sürede gerçekleşebilecek bir hayal olarak pazarlanmaya çalışıldı. AKP de seçimlerden önce bir milyon Suriyeliyi göndereceğim diyerek bu yarışa girdi.
Bütün bu ayrımcı, ırkçı söylemler ve yerel ve resmi makamların uygulamaları, Türkiye’de zaten var olan ırkçılığı iyice tırmandırdı. Altındağ, Torbalı, Esenyurt linç girişimlerinin, İzmir’de yakılarak öldürülen 3 Suriyeli gencin, İstanbul’da öldürülen Naif El Naif’in vs. daha nicesinin sorumlusu bu fütursuz söylem ve uygulamalardır. Bu konuda hem iktidar hem muhalefet partilerinin sorumlulukları ortaktır. Kutuplaşmayı kırdıkları ortaklaştıkları noktalardan biri ırkçılık ve göçmen düşmanlığıdır.
Sokaklardan göçmenler toplanıp, hukuki durumlarına bakılmaksızın sınır dışı ediliyor, göçmenler sebepsiz yere GGM’lerde tutuluyor. Karşılaştığımız pek çok başka hukuksuzluk örnekleri var. İktidarın göçmen politikasında ne gibi sorunlar var, son birkaç yılda nasıl değişti, hükümet ne yapmaya çalışıyor?
Yukarıda tarihsel olarak uygulamaların nasıl değiştiğini anlatmıştım. Yerel seçimlerden sonra AKP resmi uygulamalarda ciddi değişiklikler yapmaya başladı. Söylemin ve uygulamanın değişmesi tabana olumsuz yansıdı. Resmi makamlarda ırkçılık örneklerinin sayısında artış oldu. Hukuksuz gözaltılar, geri göndermeler, işlemlerin gereksiz yere uzatılması gibi uygulamalarda çok hızlı bir artış yaşandı.
Göç İdaresi, eskiden Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Yabancılar Şube Müdürlüğünün dönüştürülmüş hali, yani polis. Milyonlarca insan ile uğraşmaya başlanınca bir isim değişikliği ve biraz ek personel ile işler çözülmeye çalışıldı. Bu imkânsız bir şey. Göç İdaresi, sosyal hizmet uzmanlarının çoğunlukta olduğu, onların gelen göçmenleri karşıladığı, yol gösterdiği, göçmenlere psikolojik destek sağladığı bir yer olmalı. Savaş, siyasi baskı ve şiddet mağdurlarının ilk karşılaştıkları kişiler güvenlik memurları olunca sorun baştan bir kâbusa dönüşüyor. En kısa zamanda bir Göçmen Bakanlığı kurulmalı, tüm personel eğitim almalı, Göç İdaresinde özellikle sosyal hizmet eğitimi olan personel çalıştırılmalıdır.
AKP siyasetinin 2019’da değişmesiyle birlikte, Göç İdaresindeki personelin de tavrında değişiklikler yaşandığına dair çok örnek var. Muhalif söylemlerde bulunanlar göçmenler hemen sınır dışı ediliyorlar, vatandaşlıkları iptal ediliyor. Muhalif Suriyeliler üzerinde ciddi bir baskı var.8
Yukarıda bahsettiğim ölüm ile biten hiçbir saldırının (Sakarya’daki hamile Emani Al-Rahmun ve çocuğunu katledenler hariç) davası adil bir şekilde sürdürülmüyor. Mesela linç edilerek öldürülen Hamza Acan için verilen ceza, mükafat gibi.9 İzmir’de yakılarak öldürülen 3 gencin yakılarak öldürüldüklerine ilişkin rapor çıkmış olmasına rağmen dava hâlâ açılmadı.
Bu ve buna benzeyen tüm saldırılarda, dava süreleri uzatılarak, saldırganlar serbest bırakılarak Suriyelilerde bir adaletsizlik duygusu yaratılıyor. Bu kadar büyük suçlar bile cezalandırılmıyorsa, Suriyeliler kendilerini nasıl güvende hissedecekler?
Hem zorla geri göndermeler hem hukuksuzluk hem eğitim ve sağlıkta istenen hizmetin verilmemesi art arta eklendiğinde AKP’nin planı ortaya çıkıyor. Uluslararası hukuka göre zorla gönderemeyeceği için Suriyelileri koşullara dayanamayarak, yıldırarak kaçırtmak, kaçak yollarla Avrupa’ya gitmeleri için teşvik etmek. On binlerce erkek, çocuk ve kadının öldüğü bu yol Suriyelileri ölümle cezalandırmaktan farksız bir uygulama.
Suriye’de yıllardır yapıldığı iddia edilen briket evler (insanın içinde yaşamakta zorlanacağı çok basit kulübeler) sınırın Suriye tarafında göçmen olarak yaşamak zorunda bırakılan milyonlarca Suriyeliye bile yetmezken; Esad diktatörlüğü devam ederken; Suriye’nin pek çok yerinde silahlı çeteler kol gezerken buradan oraya göçmenleri göndermek de onları ölümle cezalandırmak anlamına geliyor. Uluslararası Af Örgütü 12 Ocak 2022’de yayınladığı bir raporda “ölümüne gidiyorsun” diye yazıyordu.10
Göçmenlerle dayanışmaya çalışan çeşitli dernekler, platformlar, partiler var. Bunlar bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, ama ırkçılık da giderek büyüyor. Irkçılığa karşı daha başka neler yapılmalı, bu ırkçı dalga nasıl engellenecek.
2007’de, sonraki birkaç yılda Ergenekon vb. girişimlerle yükseltilen ırkçı dalga Hrant Dink’in tabutunun arkasından “Hepimiz Ermeniyiz” diyerek yürüyen kitlelerin hareketi ile geriletilebilmişti. Şimdi de buna benzeyen bir kitle hareketi olmadan bu havanın değişmesi mümkün değil.
Irkçılar her ne kadar kampanyalarını sosyal medyada sürdürseler de, hem resmi makamlarda hem sokaklarda destek bulabiliyorlar. CHP Tanju Özcan için, İYİ Parti de Fatih belediye başkan adayı için bir disiplin soruşturması dahi açamadı. Göç İdaresine, sağlık çalışanlarına, öğretmenlere ve daha bir dizi idareciye yönelik suç duyurularına11 rağmen bir tek dava açılmadı. Bu durum, ırkçıları güçlendiriyor. Bizim bu dalgaya karşı sokakta gücü olan kitlesel bir hareket inşa etmemiz gerekiyor. 2000’lerdeki savaş karşıtı hareket gibi, iklim krizini önlemeye çalışanların hareketi gibi bir ırkçılık karşıtı, göçmenlerle dayanışan bir harekete ihtiyacımız var.
Sosyal medya tabi ki önemli ama tek başına bu mücadeleyi kazanabileceğimiz bir yer değil. Sokaklarda, işyerlerinde, okullarda ırkçılığa karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor.
Dünyada ırkçılık gelişiyor, ırkçı partilerin oy oranları artıyor. İnsanlar faşizmin yarattığı dehşeti, soykırımları unuttular mı? Dünyada gelişen ırkçılıkla, Türkiye’de gelişen ırkçılık arasında nasıl paralellikler var.
Maalesef aynılar. Türkiye’dekiler onlardan, dünyadakiler Türkiyelilerden öğreniyor. İtalya’nın yeni başbakanı Meloni’nin seçim sloganının “Avrupa’yı kültürlerini bozan göçmenlerden temizlemek” olması bir tesadüf değil. Buna benzeyen pek çok örnek verebiliriz.
Dünya ve Türkiye’de büyüyen ekonomik ve politik kriz 1930’lara benzeyen bir hava yarattı. 1929’da patlayan büyük ekonomik bunalımının sonucu, İtalya ve Almanya’da faşizmin egemenliği ve katledilen milyonlarca insan oldu. Şu anda bunun daha yavaş bir tekrarını yaşıyor gibiyiz. Ekonomik krize çare bulamayanlar göçmenleri günah keçisi ilan ediyorlar. Basit bir yalanlar dizisi ile insanlar da hızlı çözüm olarak “göçmenler gitse bu iş çözülür” gibi bir hayale kapılıyorlar. Hâlbuki diyelim ki elimizde büyü var ve 5 milyon göçmeni Türkiye’den daha iyi yaşayabilecekleri bir yere gönderdik, sorunların çözülemeyeceği ortada değil mi?
Ekonomik krizi de politik krizi de diğer tüm krizleri de çözecek olan aşağıdan birleşik mücadele. Ezilenlerin birbirlerini dışlayan değil birliğini savunan bir harekete ihtiyacımız var. Saya işçilerinin grevi gibi örneklerin sayısını artırmamız gerekiyor. Daha önce yazdığım bir yazıdan kısa bir alıntı yapacağım:12
“İşçi sınıfı, her politik gelişmeyi, yaşadığı ülkenin egemen milliyetçiliğinin ötesinde bir bakış açısıyla kavramak zorunda. Kayseri’de birlikte grev yapan ve kazanan Türkiyeli ve Suriyeli Saya işçileri, göçmenleri sınıf kardeşi olarak görmenin özgürleştiren ve güçlendiren yanını Marx’tan onlarca yıl sonra kanıtladılar. Kıta, hatta dünya çapında bir diyalog, göçmen işçileri bu diyaloğun merkezine almadan olmaz. Bu da ancak göçmenleri şu ya da bu vesileyle düşmanlaştıran sağ ve tırnak içinde sol anlayışlara taviz vermeksizin başarılabilir.”
Türkiye’de etnik ve mezhepsel pek çok sorun var. Göçmenlere yönelik gelişen ırkçılık, bu sorunların daha da büyümesine yol açar mı? Bu konuda neler yapılmalı.
Son anketlerde “en çok rahatsız olduğunuz toplumsal grup ne” sorusuna göçmenler diye cevap verilmesi pek çok insanı aldatıyor. Hâlbuki çok değil, 2-3 sene önce bu şampiyonluğa Kürtler, Aleviler, LGBTİ+’lar, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Romenler çok güzel oturuyordu. Siyasi parti ve medyanın, ana hedefe göçmenleri koymuş olması bizleri yanıltmasın. Şu anda şampiyonluk göçmenlere verilmiş olabilir, ama ırkçı dalga saldırıya geçtiğinde diğer tüm etnik ve mezhepsel farklılıkları da hedefleyecektir. Ümit Özdağ’ın göçmenlerin ardından Kürtlere dönük ırkçı açıklamaları bunu çok net bir şekilde gösteriyor.
Dolayısıyla göçmenlerle dayanışma, ırkçılığa karşı mücadele tek başına göçmenlerin yapması gereken bir şey değil. Bugün onlara saldıranlar daha önce diğer ezilenlere saldırıyorlardı. Güçlendikçe tekrar saldıracaklarına da şüphe yok. Öyleyse tüm ezilenlerin hep beraber ırkçılığa karşı mücadele etmesi tek kurtuluş şansımız.
Esad zulmünden Türkiye’ye kaçan ilk Suriyeli göçmen kafilesinin üzerinden 12 yıl geçti, ama göçmenlere herhangi bir kalıcı statü verilmedi. Göçmenler konusunda kalıcı çözüm ne olmalı?
Bir kere Avrupa Birliği ile imzalanan Geri Kabul Yasası hemen iptal edilmelidir. Türkiye, BM mültecilik sözleşmesine koyduğu şerhi kaldırmalı, Türkiye’ye sığınan herkese mültecilik hakkı tanınmalı, vatandaşlık süreci kolaylaştırılmalıdır. Türkiye’de doğan herkes Türkiye vatandaşı olmalıdır.
Mültecilik hakkı göçmenlere verilirse, hakları için mücadele etme şansına sahip olurlar. Aksi takdirde misafirlik adı altında Avrupa ve BM’den para almak için rehin tutuluyorlar. Avrupa fonları vermeyince göndereceğiz diyorlar, Esad ile anlaşıp göndereceğiz diyorlar. Hiçbir devlet kendisine sığınan savaş ve şiddet mağdurlarını böyle rehin olarak tutma hakkına sahip olmamalıdır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, sığınmayı bir insanlık hakkı olarak tanımlıyor. Ülkelerin kapılarını başka ülkelerden kaçanlara açması bir lütuf değildir. Aksine, bunu yapmadığımızda insan haklarını çiğnemiş oluruz.
Sığınmacı düşmanlığı çoğu zaman internette yayılan asılsız bilgiler üzerinden örgütleniyor. Bunların yaydığı ana fikir şu: Sığınmacılar buranın huzurunu kaçırdı, “sosyal dokusunu” bozdu, ekonomiyi krize soktu. Ülkelerindeki iç savaştan, kardeş kavgasından kaçarak buraya sığınmak zorunda kalan komşularımız herhangi bir ekonomik, sosyal sorunun kaynağı değildir. Aksine sığınmacılar ekonomik olarak Türkiye’de önemli bir potansiyeli açığa çıkarmışlardır.
Sığınmacıların huzurumuzu bozduğu, sosyal dokuyu tahrip ettikleri iddiası bir yalan. Sığınmacıların karıştığı suç oranları, ortalamanın çok altında. Son zamanlarda artan ayrımcı tavırlar nedeniyle pek çoğu evlerinden bile çıkamıyor. Pek çok sığınmacı, çocuğunu okula göndermeye çekiniyor, eğitime erişim hakkından yararlanamıyor.
Sığınmacıları gerçek dışı haberlerle hedef gösterenler, linç ve saldırılara karışanlar cezalandırılmalıdır. Sığınmacılar “sorun” değildir, sorun onlara yapılan ayrımcılıktır. Irkçı ayrımcı söylemlerin, uygulamaların cezalandırılması için takipçi olalım.
Bütün bunların yapılması için ezilenlerin ortak mücadelesinin örgütlenmesi, ırkçılığa karşı kitlesel bir hareketin inşa edilmesi gerekiyor. Biz Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır kampanyası olarak bunu yapmaya çalışıyoruz. Kampanyamızın çağrı metninden bir alıntı ile röportajı bitirmek istiyorum. 13
Senelerdir burada yaşayan, çalışan, hatta pek çoğu burada doğmuş olan insanları parazit gibi göstermenin adı, hangi gerekçenin arkasına saklanırsa saklansın ırkçılıktır. Bu yüzden, en başta mültecilik hakkı olmak üzere Suriyelilerin ve tüm göçmenlerin eşit yurttaşlar olarak yaşamalarının koşulu olan bütün hakları talep ediyoruz. Irkçılık sinsi olabilir, fakat dayanışma bulaşıcıdır. Hep birlikte insanca, kardeşçe, özgürce yaşayabilmek için, ırkçıların gözünün içine bakıp: “bu dünya hepimizin, hepimiz göçmeniz” demeye kararlıyız. Bu sesi büyütmek gerektiğine katılan herkese çağrımızdır.
DİPNOTLAR:
1 https://marksist.org/icerik/Haber/17160/71-dernek-ve-platformdan-Suriyeli-multecilere-karsi-artan-nefret-ve-siddete-karsi-ortak-durus-cagrisi
2 İlay Aksoy’un nefret söylemi içeren twiti
3 https://twitter.com/BA_Yildirim/status/111030170403620 8640?s=20&t=8kvoiRI9mOm-TE72RiDXeA
4 7196 sayılı Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik yapılmasına Dair Kanun, R.G. Sayı: 30988, R.G. Tarih: 24.12.2019
5 https://www.gazeteduvar.com.tr/bolu-belediyesine-40-bin-lira-ayrimcilik-cezasi-haber-1565406
6 https://serbestiyet.com/wp-content/uploads/2021/06/chp-raporu-bekir-berat-o%CC%88zipek-1.pdf
7 “Suriyeli sığınmacıları ülkelerine göndermek uluslararası hukuka göre mümkün mü?” haberinde iktidar partisi dahil çeşitli partilerin verdiği süreler anlatılıyor. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-61331950
8 https://m.bianet.org/bianet/medya/252825-muz-yeme-videolarini-haberlestiren-suriyeli-gazeteciye-sinir-disi-tehdidi
9 https://marksist.org/icerik/Gocmeniz/17221/Irkci-lince-ceza-indirimi
10 https://www.amnesty.org/en/documents/mde24/4583/2021/en/
11 https://t24.com.tr/haber/siginmaci-haklari-platformu-ndan-bolu-belediye-baskani-tanju-ozcan-hakkinda-suc-duyurusu,1012250
12 https://mar ksist.org/eski/icerik/Yazar/13028/Gocmenler,-Marx-ve-Saya-iscileri
13 https://gocmeniz.org/hakk%C4%B1m%C4%B1zda