Dünyada Yaşananlar

Enternasyonal Sosyalizm dergisinin bir önceki sayısından bu yana geçen altı ay (Mayıs-Kasım) içerisinde dünyada yaşanan politik gelişmelerin kısa bir panoramasını sunuyoruz.

Özdeş ÖZBAY

Küresel çoklu krizin etkilerini her alanda yaşamaya devam ediyoruz. Eski olan yıkılıyor yeni olan ise doğamıyor. Neoliberal kapitalizm hem ekonomik olarak toparlanamıyor hem de politik krizler yaşıyor. Bu politik krizler kendisini dünyanın iki büyük emperyalist kampa bölünmesi, militarizmin ve savaşların artması, aşırı sağın yükselişi gibi şekillerde gösteriyor. Buna sosyalist solun da krizi eklendiğinde krizleri aşacak antikapitalist bir alternatif henüz kitlesel olarak vücut bulabilmiş durumda değil. 

Tüm bu krizlere bir de gezegeni yokoluşa götürmekte olan küresel iklim değişimi ve ekoloji krizi ekleniyor. Kısa bir özet geçmek gerekirse, Temmuz ayı sıcaklık rekorları ile başladı. 3, 4 ve 6 Temmuz günleri arka arkaya bilinen en sıcak günler olarak tarihe geçti. Küresel hava sıcaklığı yani yaz ve kış mevsimlerini yaşamakta olan gezegenin her yerindeki ölçümlerin ortalaması önce 17,01 sonra 17,18 derece ve 6 Temmuz’da da 17,23 derece ölçüldü. Ardından da BM Temmuz ayının ilk haftasının gezegenin en sıcak haftası olduğunu ilan etti. Daha sonra da Temmuz ayı gezegenin en sıcak ayı ilan edildi. Ardından Ağustos ayı ve Eylül ayı da öyle. Bu rekorlar kırılırken gezegeni çok daha fazla ısıtacak en büyük hava olayı olan El Nino’nun henüz başlamakta olduğu açıklanmıştı. El Nino yılın son aylarında etkisini daha hissettirmiş durumda. Gezegenin en sıcak yılı 2016 yılıydı ve yine bir El Nino yılıydı. Bu yılın daha ortasında ise 2023’ün en sıcak yıl rekoru kırmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Küresel ısınma etkisini kuraklık, gıda krizi, göçler, seller, fırtınalar, yoksulluk, çatışmalar, aşırı sağın yükselişi ve derinleşen ekonomik ve politik krizler şeklinde gösteriyor. İklim aktivistlerinin Rosa Luxemburg’un sözlerini uyarladıkları gibi, gezegen tek bir seçime doğru gidiyor: Ya sosyalizm ya barbarlık!

Seçimler, darbeler ve emperyalist kamplaşma

Şili halkı genel seçimlerde Salvador Allende’den bu yana ilk kez bir sosyalisti, Gabriel Boric’i ülke başkanı olarak seçtikten sonra Pinochet diktatörlüğünden beri yürürlükte olan dünyanın ilk neoliberal anayasasını değiştirmek için referanduma gitti. Ancak hazırlanan yeni anayasa, aşırı sağın yalanlarla dolu kampanyası sonucu hayır oyları ile reddedildi. Yeni bir sosyal ve ekolojik anayasa için çalışan ve toplumun birçok kesimini dahil eden anayasa sürecinde oldukça kapsamlı ve detaylı bir taslak hazırlanmıştı. Şili solu “neoliberalizmi doğdu yerde gömeceğiz” diyordu. Fakat aşırı sağ ve merkez sağ partiler bu anayasanın yerli halklara vereceği yetkiler nedeniyle Şili’nin bölüneceğini, ülkenin bayrağının değiştirileceğini ve daha birçok yalanı yayarak kampanya yaptılar. Referandumun kaybedilmesinin ardından Şili’de bir kez daha yeni bir anayasa hazırlayacak komiteyi seçmek üzere seçime gidildi ve bu seçimden de sağ galip çıktı. Neoliberalizmin doğdu ülkede neoliberalizmi öldürmek kolay olmayacak gibi görünüyordu.

Şili’deki gelişmelerin tersi bir gelişme ise Polonya’da yaşandı. Ülkede, giderek otoriterleşen milliyetçi-muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) yönetimine karşı verilen mücadele Mayıs ayında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonraki en büyük gösterinin düzenlenmesiyle zirve noktasına ulaştı. 2015’ten beri iktidarda bulunun Hukuk ve Adalet Partisi’nin giderek aşırı sağcılaşması ve seçimlere doğru giderken muhalefet liderinin engellenmesine yönelik bir yasa geçirmeye hazırlanması üzerine 500 bin kişi sokağa indi. LGBTİ+ mücadelesinin öne çıktığı Onur Ayı’nın hemen başında gerçekleşen gösteride hükümetin LGBTİ+ karşıtı açıklama ve uygulamalarına karşı gökkuşağı bayrakları da taşındı. Bu büyük gösteriden sonra da irili ufaklı mücadelelerin devam ettiği ülkede Ekim ayında genel seçimler yapıldı ve PiS seçimlerden yüzde 36 oy alarak birinci parti olarak çıksa da önceki seçime göre yüzde 8 oy kaybederek meclis çoğunluğunu ve hükümet kurma ihtimalini kaybetti. Seçime katılım oranının yüzde 73 ile rekor kırdığı ülkede PiS çoğunluğu sağlayamadı. Ülkede genç kadınların önemli oranda Sol Parti’ye eğilim gösterdiği söylendi ancak buna rağmen Sol Parti yüzde dört oy kaybetti. Enternasyonal Sosyalizm dergisi yayına hazırlandığı sırada Polonya’da merkez sağın başını çektiği yeni bir hükümet kurulmak üzereydi. 

Genel seçim yapılan bir başka ülke olan Yunanistan’da, Başbakan Kiryakos Miçotakis’in lideri olduğu Yeni Demokrasi Partisi (YDP) seçimi kazandı. YDP, oyların yüzde 40,3’ünü alarak 157 milletvekili çıkardı ve Parlamento’da çoğunluğu sağladı. YDP böylece tek başına hükümet kurdu. Radikal Sol Koalisyon’un (SYRİZA) oy oranı ise yüzde 18’in altında indi. Sadece 48 milletvekili çıkarabilen SYRİZA’nın seçimde en başarılı olduğu bölge Batı Trakya oldu. Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK) yüzde 12,3, Komünist Parti (KKE) de yüzde 7,6 oy aldı. Seçimin en büyük kazananlarından biri maalesef neo-nazi ve aşırı sağcı partilerdi. Faşist parti Altın Şafak’ın “suç örgütü” olarak tanımlanıp kapatılmasından sonra, “suç örgütünü yönetmek” davasında 13 yıla mahkum olan İliyas Kasidiaris’in cezaevinden yönettiği Spartalılar Partisi yüzde 4,7 oy aldı. Diğer neo-nazi parti Helen Çözümü Partisi yüzde 4,6 ve aşırı sağcı Zafer Partisi de yüzde 3,6 oyla parlamentoya girdi. Yani faşistler ve aşırı sağ toplamda yüzde 13 civarı oldukça yüksek bir oy alarak 2015 seçimlerinde yüzde 7 alan Altın Şafak’ın oylarını iki kat artırmış oldu.

SYRİZA ise seçimden sonra krize girdi. Aleksis Çipras, SYRIZA genel başkanlığından istifa etti. Birkaç ay sonra yapılan parti liderliği seçimini ise sürpriz bir şekilde 35 yaşındaki merkez siyasetçi, Goldman Sachs eski yöneticisi ve açık eşcinsel Stefanos Kasselakis kazandı. Partiye sadece birkaç ay önce üye olan ve partiyi ABD’deki Demokrat Parti gibi bir kitle partisi yapacağını söyleyen Kasselakis’in genel başkan seçilmesi partinin sol kanadında şok etkisi yarattı. Çok sayıda kişi istifa ettiklerini duyurdu. SYRIZA’nın sol kanadının önümüzdeki aylarda yapılacak konferansta partiden ayrılacağı konuşuluyordu.

Podemos, İspanya Komünist Partisi ve sosyal demokrat PSOE’nin sol koalisyon hükümetinin iktidarda olduğu İspanya’da da genel seçim yapıldı. Muhafazakar Halk Partisi (PP) yaklaşık 8,2 milyon oyla birinci parti oldu ve 2019’a kıyasla 47 sandalye daha kazanarak meclisteki koltuk sayısını 136’ya çıkardı. İktidardaki sol koalisyonun ana ortağı Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) de yaklaşık 7,8 milyon oyla muhafazakarların oyuna yetişti, meclisteki koltuk sayısını ikiye katlayarak 122’ye çıkardı. Podemos liderliğindeki radikal sol ittifak Sumar ise yüzde 12,3 alarak önceki seçimlere göre yedi sandalye kaybetti. Seçimlerin en güzel haberi aşırı sağcı Vox partisinin beklentilerin aksine oy kaybetmesi oldu. Vox 600.000’den fazla oy kaybetti ve böylece önceden 52 olan koltuk sayısı 33’e düştü. Parlamentoda, sol partilerin Katalan ve Bask partileri ile birlikte Aralık ayına kadar bir koalisyon hükümeti kurması bekleniyor.

Afrika kıtasında ise son yıllarda giderek artan darbelere yenileri eklendi. Önce Nijer’de bir darbe gerçekleşti. Nijer Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum’un askeri darbeyle devrilmesi sonrası General Abdourahmane Tchiani “geçiş yönetimi”nin başına geçtiğini duyurdu. Devrik lider Mohamed Bazoum, Nijer’in 1960’taki bağımsızlığından bu yana ülkenin seçilmiş ilk liderdiydi ve darbe bu demokrasi sürecini de baltalamış oldu. Rusya’nın paralı asker grubu Wagner ise darbeyi bir başarı olarak tanımladı. Darbeyi destekleyenlerin yaptığı gösterilerde ülkenin eski sömürgeci gücü Fransa’nın bayrağı yakıldı ve ilginç bir şekilde Rusya bayrakları taşındı. Afrika Birliği, Batı Afrika ülkeleri bloğu Ecowas, Batı ülkeleri ve Birleşmiş Milletler darbe girişimini kınayarak Bazoum’un serbest bırakılmasını istedi. Hatta Ecowas, darbecilere bir hafta süre tanıdığını ve bu sürede geri çekilmezlerse askeri müdahalede dahi bulunabileceklerini açıkladı. Ardından da askeri darbenin sonlandırılması için askeri müdahaleyi de içeren bir planı duyurdu. Bunun üzerine Rusya’ya yakın olan Mali ve Burkina Faso’daki askeri diktatörlük rejimleri, Nijer’e destek amacıyla ülkeye savaş uçağı gönderdi. Ayrıca Nijer, bu iki ülkeye imzalanan bir anlaşmayla saldırı durumunda Nijer topraklarına müdahale etme yetkisi de verdi. Böylece NATO ile Rusya-Çin emperyalist blokları arasında artan askeri gerilim Afrika’da da iktidarların devrilmesine ve devletlerin bu kamplar arasında taraflaşmasına yol açtı.

Nijer darbesinden kısa bir süre sonra bu kez de Orta Afrika ülkesi Gabon’da darbe oldu. Seçimlerin hemen ardından yönetime el koyan askerler, Ali Bongo’nun zaferiyle sonuçlanan başkanlık seçiminin iptal edildiğini ve ülke sınırlarının kapatıldığını duyurdu. Devlet Başkanı Ali Bongo ev hapsine alındı. 2009 yılından ülkenin başkanı olan Ali Bongo, birçok sorunun yaşandığı seçimlerden oyların yaklaşık üçte ikisini alarak yeniden başkan seçildiğini açıklamış, muhalefet ise seçimlerde hile yapıldığı iddiasında bulunmuştu. Afrika’nın önemli petrol üreticilerinden biri olan Gabon’da Bongo ailesi babadan-oğula geçecek şekilde tam 53 yıldır iktidardaydı.

Emperyalist bloklar arası kamplaşma kendisini ekonomik kamplaşmalar şeklinde de göstermeye başladı. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ve BRICS adı verilen ülkeler Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’da çok önemli bir zirvede biraraya geldi. Zirvenin önemi BRICS’in genişleme kararı almış olmasındaydı. Dünyanın büyük bir kamplaşma ve militarist rekabet yaşamakta olduğu sırada 22 ülke resmi olarak, 40 ülke de açıklama düzeyinde BRICS’e katılmak istediklerini açıklamıştı. Zirvede Suudi Arabistan, İran, Etiyopya, Mısır, Arjantin ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne BRICS’e katılmaları teklif edildi. Zirveye ev sahipliği yapan Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, aday ülkeleri kamuoyuna açıkladığı konuşmasında, “BRICS, adil bir dünya, kapsayıcı ve müreffeh bir dünya inşa etme çabasında yeni bir sayfa açmıştır” dedi. Yeni adayların 1 Ocak 2024 tarihinde BRICS’e resmen üye olarak kabul edileceği açıklandı. Böylece ekonomik bir oluşum olan BRICS Rusya ve Çin için küresel ekonomi üzerinde Batının ve de küresel ticarette doların hakimiyetine karşı güçlü bir araç sağlamaya aday bir birliktelik haline gelmiş oldu.

BRICS zirvesinde genişleme kararı alınmasının ardından dünyanın en zengin 20 ülkesinin oluşturduğu G20 de Hindistan’da yapılan zirvede genişleme kararı aldı. Avrupa Birliği gibi 55 üyeli bir birlik olan Afrika Birliği G20 üyesi oldu. Batı dünyası böylece Afrika’da Çin-Rusya etkisini kırmayı amaçlıyordu.

Toplumsal Mücadeleler

Her yıl Haziran ayında gerçekleşen ve LGBTİ+ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel, İnterseks) mücadelesinin yükseltildiği Onur Ayı’nda, dünyanın birçok ülkesinde kitlesel eylemler gerçekleştirildi. LGBTİ+’ların hedef gösterildiği ve ağır baskı altında olduğu Polonya, İsrail, Türkiye gibi ülkelerde tüm zorluklara rağmen binlerce kişi sokaklardaydı. ABD’nin en önemli LGBTİ hakları örgütlerinden biri olan Human Rights Campaign (HRC) ise eyalet yönetimlerinde LGBTİ bireylerin hayatlarına yönelik yasal düzenlemelerin artışını gerekçe göstererek, ülke çapında ilk kez olağanüstü hal ilan etti. Örgüt, bu yasama yılında ABD eyaletlerinde LGBT karşıtı olduğu düşünülen 70’ten fazla yasa tasarısının geçtiğini bildirdi. Bu sayıyla ABD genelinde LGBT karşıtı düzenlemeler, geçen yasama yılının iki katına çıkarak yeni bir rekora ulaştı. HRC, ABD’de 20 eyaletin cinsiyet değişimi tedavilerini yasakladığını ve bu yıl 32 eyaletin benzer yasaları gündeme getirdiğini söyledi.

İsviçre ve İzlanda’da ise kadınlar mücadelenin en ön saflarındaydı. İsviçre’de sendikaların da desteklediği kadın grevine 300 bin kişi katıldı. Birçok şehirde gerçekleşen gösterilerde emeklilik yaşının yükseltildiğini, artan enflasyon nedeniyle geçim sıkıntısı yaşandığını ve kadına yönelik şiddetin de her geçen gün arttığını belirten kadın örgütleri bunun bir sistem sorunu olduğunu söyleyerek taleplerini sıraladı. Eşit işe eşit ücret, toplumsal cinsiyet eşitliği, kamusal çocuk bakımı ve kreşler, yaşanabilir emekli maaşı ve çalışma saatlerinin kısaltılması en önemli taleplerdi. Talepler arasında Mart ayında batan ama hükümet müdahalesiyle kurtarılan Credit Suisse bankası için ödenen para kadar bir bütçenin çocuk yuvaları için harcanması da vardı. Bir başka kadın grevi de Ekim ayındaki İzlanda kadın greviydi. İzlanda’da kadınlar 48 yıl sonra bir kez daha eşit işe eşit ücret ve cinsel şiddete karşı greve gitti. İlki 1975 yılında gerçekleşen grev, kadınların çalışma koşullarında ciddi bir iyileşme sağlamıştı. İzlanda kadın-erkek eşitliğinde en iyi ülke olarak biliniyordu. Ancak kadın hareketi liderleri hâlâ kadınların ortalama olarak erkeklerden yüzde 20 daha az ücret aldığını ve cinsel şiddetin de devam ettiğini söyleyerek “Siz buna eşitlik mi diyorsunuz?” sloganıyla tam gün greve gitti. İzlanda tarihinin en büyük kitle gösterisine dönen greve 100 bin kadın ve nonbinary katıldı. Başbakan Katrín Jakobsdóttir de gösterilere katılarak ülkenin 2030 yılına kadar tam bir cinsiyet eşitliğine ulaşmayı planladığını açıkladı. 

Fransa’da ise ırkçılık karşıtları sokaklardaydı. 17 yaşındaki göçmen bir genç arabasında dur ikazına uymadığı gerekçesiyle polisin açtığı ateş sonucu öldürüldü. Olay üzerine birçok kentte onbinlerin katıldığı eylemler düzenlendi, banliyölerde isyanlar çıktı.  Günlerce süren eylemlerde 4 binden fazla kişi gözaltına alındı. Yüzlerce polis de çıkan çatışmalarda yaralandı. 5 binden fazla araç yakıldı, 2 bin kadar iş yeri zarar gördü. Bazı şehirlerde sokak eylemleri yasaklandı. Ülke genelinde 21.00’den sonra toplu taşıma hizmetleri durduruldu. Olayların dördüncü gününde bin kişi gözaltına alınmışken Fransa İçişleri Bakanlığı gözaltına alınanların ortalama yaşının 17 olduğunu belirtti. Fransa’nın Marine Le Pen ve Eric Zemmour gibi ırkçı ve göçmen düşmanı siyasetçileri, cinayeti umursamaksızın gösterilerin ülkede kaosa neden olduğunu söyleyerek ülkede OHAL ilan edilmesini istediler. 

Dünyada bu mücadeleler yaşanırken ABD’yi uzun zamandır görülmeyen düzeyde işçi grevleri sallıyordu. Arka arkaya büyük grevlerin yaşandığı ülkede, ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu’nun ön verilerine göre bu yılın Ağustos ayına kadar yaklaşık 309 bin 700 işçi iş bırakma ve grev eylemlerine katılmıştı. Bu grevlerin en büyük ve en uzun süreni Hollywood’da yaşandı. Son 60 yılın en büyük oyuncu grevi başladı. Aslında iki buçuk ay önce 11 bin 500 senaristin başlattığı grev oyunculara da yayılmış oldu ve ABD’li oyuncular sendikası Sag-Aftra grev ilan etti. Yaklaşık 160 bin üyesi bulunan sendikada film ve dizi oyuncularının yanı sıra video oyunu tasarımcıları, radyo sunucuları, modeller ve Youtube fenomenlerinin de bulunuyordu. Üç ay süren grev, Eylül ayı sonunda yapılan 3 yıllık toplu sözleşme ile sona erdi. Bu sırada Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası’nın (UAW), Ford Motor, Chrysler’in ana ortağı Stellantis ve General Motors’da (GM) çalışan 25 bin otomotiv işçisi de greve gitti. Böylece sendikanın 88 yıllık tarihinde ilk defa üç otomobil fabrikasının işçileri birlikte greve gitmiş oldu. Grevin 40. Gününde UAW Başkanı Shawn Fain “büyük bir zafer” kazandıklarını duyurdu. Grevin sonuç verdiğini ve Ford ile “tarihi” bir anlaşmaya vardıklarını söyleyen Fain, varılan anlaşmanın üç büyük otomobil üreticisinde ve otomotiv endüstrisinde işleri düzeltmek için yeni bir yol açtığını belirtti. İşçiler yüzde 25 oranında genel ücret artışı elde etti. ABD Başkanı Joe Biden dahi bu greve sessiz kalamayarak bir grevi ziyaret eden ilk ABD Başkanı oldu. 

Küresel silahlanma

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) dünyandaki nükleer silah sayısının uzun yıllar sonra ilk kez arttığını duyurdu. Geçtiğimiz yıl 86 nükleer başlıklı silah dünya envanterine girerek toplam nükleer silah sayısını 12.512’ye çıkardı. En büyük artış ABD ile Tayvan üzerinden gerilim yaşayan Çin’den geldi. Çin bir yılda 60 yeni nükleer başlıklı silah üretirken onu, 12 yeni nükleer silahla Rusya, beşer nükleer silahla Pakistan ve Kuzey Kore ve dört nükleer silahla Hindistan takip etti.

Bu sırada Security Policy Reform Institute kurucularından Stephen Semler’ın yayınladığı araştırma, ABD’nin 2018-2022 yılları arasında küresel silah ihracatının yüzde 40’ını gerçekleştirdiğini ortaya koyuyordu. Ama araştırmada bundan daha önemli olan bulgu, otoriter Çin ve Rusya rejimlerine karşı liberal demokrasiyi savunduğunu iddia eden ABD’nin, dünya genelinde otoriter rejimler olarak kabul edilen 84 ülkenin 48’ine yani yüzde 57’ine silah veriyor olmasıydı.

Daha önce Ukrayna’ya, kullanılması savaş suçu olan misket bombası gönderen ABD yeni bir yardım paketi daha açıkladı. Ancak bu pakette ilk kez Ukrayna’ya seyreltilmiş uranyum içeren zırh delici mühimmat göndereceğini de ilan etti. Bunun da ötesinde Rusya, ABD’nin Britanya’ya 15 yıl aradan sonra nükleer silah göndermeye hazırlandığını iddia etti ve eğer bu gerçekleşirse buna “karşı önlemlerle” yanıt vereceğini söyledi. 

Costs of War Project’in yayınladığı bir başka rapor ise savaşların neden olduğu insan kaybını gösteriyordu. Rapora göre, ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası başlattığı “teröre karşı savaş” sonucu bugüne kadar Afganistan, Irak, Yemen, Somali, Libya, Suriye, Pakistan gibi ülkelerde çatışma dışı nedenlerle (açlık, yoksulluk, sağlık hizmetlerinin çökmesi vb.) 3,5 milyon kadar kişi ölmüştü. Rapora göre doğrudan çatışmalar nedeniyle 387 bini sivil olmak üzere 906 bin kişi ölmüş, 38 milyon kişi de göç etmek zorunda kalmıştı. Ayrıca ABD yönetimi bu savaşlar için 8 trilyon dolar harcamıştı. 

Dünya hızla silahlanıp, savaşıyorken BM Genel Sekreteri Guterres, dünya genelinde insani yardıma muhtaç kişi sayısının geçen seneye göre yüzde 30 artış göstererek 360 milyona ulaştığını duyurdu. Guterres, temel neden olarak çözülemeyen çatışmalar ve yeni başlatılan savaşlara işaret etti.

Göçmenler

Bu yılın en büyük göçmen teknesi faciası Haziran ayında yaşandı. Yunanistan açıklarında 700 kadar göçmeni taşıyan tekne battı ve 82 kişinin cenazesine ulaşılabildi. Yüzlerce kişinin ise cesedi bulunamadığı için “kayıp” olarak kayıtlara geçti. Teknenin alt güvertelerine çocukların ve Pakistanlıların zorla yerleştirildiği iddia edildi. Yunanistan’ın teknenin yardım çağrılarına karşılık vermediği ve Avrupa Birliği’nin (AB) Sınır Koruma Ajansı’nın (Frontex), kaza sonrası havadan yardım teklifinde bulunduğu ama Yunanistan yetkililerinin bunu reddettiği açıklandı. Tanıklar ise tekneni Yunan sahil güvenliği tarafından İtalya’ya doğru çekilip bırakıldığını söyledi. Facia tam da AB kurumları yeni göç politikası üzerinde anlaştıklarını duyurduktan sonra yaşanmıştı. AB ülkeleri, mültecilerin ülkeler arasında dağıtılması ile iltica hakkı ve geri gönderme prosedürlerinin hızlandırılması konularında uzlaşmıştı. Facianın ardından Yunanistan’da binlerce kişi AB’nin sınır politikalarını protesto eden gösteriler düzenledi.  

Bu olaydan sadece bir hafta sonra bu kez de İspanya açıklarında bir mülteci teknesi battı ve 39 kişi daha hayatını kaybetti. Ancak mülteciler gruplar halinde ölürken sessiz kalan medya, aynı hafta boyunca Titanik’in enkazını izlemek için özel bir denizaltıyla turistik gezi sırasında kaybolan ve daha sonra öldükleri açıklanan dört zengin maceraperesti konuşuyordu. 

Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü (IOM) 2023’ün daha ilk yarısında, Akdeniz’deki ana göç güzergahı üzerinde hayatını kaybeden sığınmacı sayısının, 2018-2022 arasında, her bir yılın tamamında kaydedilenden daha fazla olduğunu bildirdi. Ocak ayından bu yana, söz konusu güzergahta, çoğu boğularak bin 700’den fazla insanın yaşamını yitirdiğini ifade edilirken, bu sayının 2018’in tamamında bin 314, 2020’de ise bin olduğu aktarıldı.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) de Ekim ayının sonunda dünya genelinde sığınmacı sayısının şu ana kadarki en yüksek seviye olan 114 milyona ulaştığını açıkladı.

Ukrayna savaşı

Rusya’nın Kiev ve başka kentlere yönelik hava saldırıları sürerken Rusya’nın işgali altında olan Donetsk bölgesinde Ukrayna ordusu beklenen karşı saldırısını başlattı. Yazın başlarında başlayan saldırı kışa girdiğimiz dönemde çok sınırlı bir başarı elde edebilmişti. Rusya; mayınlar, hava saldırıları ve savunma hattı ile Ukrayna’nın ağır kayıplar yaşamasına neden oldu. Ukrayna saldırısı, ABD ve Batı ülkelerinin gönderdiği yeni tank, roket ve teçhizat ile teşvik edilmişti. 

Karşı saldırının başladığı günlerde Rusya ise büyük bir kriz yaşadı. Wagner paralı askerlerinin lideri Prigojin kendi birliklerine ateş açtığını iddia ettiği üst düzey bir Rus komutanı yakalayarak videosunu paylaştı. Prigojin, Wagner birliklerinin kampının Rusya ordusu tarafından bombalandığını ve çok sayıda askerin öldüğünü de açıkladı. Daha sonra da Rusya Savunma Bakanlığı’nın paralı birliklerin merkezi ordu yönetimine girmesi gibi şartları içeren sözleşmeyi reddettiğini duyurdu. Bu gerilimden birkaç gün sonra Rusya’nın sayısız savaş suçu sorumlusu özel Wagner birlikleri ayaklandı. Wagner birlikleri, Rus ordusunun en önemli ikmal yolu olan Ukrayna sınırındaki Rus şehri Rostov-on-Don kentinde tüm askeri bölgelerin kontrolünü ele geçirdi ve 500 km ötedeki Moskova’ya karşı binlerce askeriyle harekete geçti. Rus ordusuna ait üç askeri helikopter ve bir savaş uçağı Wagner askerleri tarafından düşürüldü, 13 pilot da hayatını kaybetti. Prigojin “Wagner konseyi karar aldı. Ülkemizin askeri yönetiminin yaptığı kötülüğün durdurulması gerekiyor. Bugün adamlarımızı öldüren ve on binlerce Rus askerin ölümüne neden olanlar cezalandırılacak… Başlattığımızı sonlandırdıktan sonra tekrar cepheye döneceğiz ve ülkemizi korumaya devam edeceğiz. Askerlerimizi öldürenleri yok edeceğiz ve adaleti sağlayacağız” diye konuştu. Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun görevden alınmasını talep etti.

Moskova tarihte hiç olmadık şekilde hızla çatışmalara hazırlandı. Barikatlar, siperler, hendekler, sokak aralarına yerleştirilen tanklar… Bu sırada kameraların karşısına geçen Putin, konuşmasında ülkede anti-terör kanunlarının devreye girdiğini ve isyancıların en sert şekilde cezalandırılacağını açıkladı. Wagner birlikleri, Moskova’ya 200 km yaklaştığı sırada Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’nun araya girmesiyle ilerleyişlerini durdurdu. Prigojin, “adalet yürüyüşünü” sonlandırdıklarını söyleyerek Belarus’a geçti. Wagner birliği dağıtıldı, askerlerin başka birliklere geçmesine izin verildi.

Putin, kanlı bir isyanı engellemiş görünse de kendisinin ülkedeki kontrolü elinde tuttuğu algısı böylece kırılmış oldu. Ayrıca Wagner birliklerinin Rostov-on-Don’da kontrolü sağladığı sırada yerli halkın askerlere su, tatlı ikram edip selfie çektirdiği, şehre gelen Prigojin’in kalabalıklar tarafından alkışlandığı sahnelerin yaşanması, şehirdeki üst düzey askeri yetkililerin Prigojin’in elini sıkarak onunla görüşmesi de Putin’in tahtının sallandığı yorumlarına neden oldu. 

Putin’i tarihinin en büyük krizine sokan Prigojin’in sonu ise beklendiği gibi oldu. Wagner lideri Prigojin’in özel jeti Moskova yakınlarındayken havada infilak etti ve Prigojin, uçaktaki dokuz kişiyle birlikte öldü. Uçakta sadece Wagner’in sahibi Prigojin değil Wagner’in kurucusu olduğu söylenen Dimitry Utkin de vardı. 

Rusya, savaş kaynaklı iç krizini yaşarken Batıda da krizler yaşanıyordu. Ukrayna savaşının uzaması ve Ukrayna saldırısının başarısızlığı, başlangıçta Rusya tehlikesine karşı birleşen Batı dünyasında kopmalara yol açtı. Önce ABD’de Cumhuriyetçilerin aşırı sağcı kanadı bütçe oylamasını bloke ederek Ukrayna’ya yeni mali destek verilmesini engelledi. Ardından Slovakya’da gerçekleşen erken seçimlerde Robert Fico’nun partisi SMER-SSD, Ukrayna’ya askeri yardımı sona erdirme kampanyası ile oyların yüzde 23,37’sini alarak birinci parti oldu. Böylece Ukrayna’ya silah göndermeyen Macaristan’ın ardından NATO üyesi bir başka ülke olan Slovakya’nın da Ukrayna’ya askeri sevkiyatı durdurma kararı Batıdaki çatlağı büyüttü.

Karabağ savaşı

Ukrayna savaşı sürerken Eylül ayında yeni bir savaş daha başladı. Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçin koridorunu kapatarak Karabağ’ı yaklaşık dokuz aydır bloke eden Azerbaycan, 120 bin Ermeni’nin yaşadığı bölgede büyük bir insani krize yol açmışken bir de işgal başlattı. Karabağ’ı kendi iç meselesi olarak ilan eden Azerbaycan bölgede bulunan silahlı Ermeni direniş gruplarına yönelik “terör operasyonu” başlattığını duyurdu.

Karabağ İnsan Hakları Ofisi, Azerbaycan saldırısında can kaybını 200, yaralı sayısını 400 olarak açıkladı. Ölenlerin 10’u sivil, beşi de çocuktu. Sonraki günlerde binlerce aracın benzin aldığı bir petrol deposunda yaşanan patlama sonucu da 170 sivil öldü, yüzlerce kişi yaralandı. Azerbaycan yönetimi ise “operasyonda” 192 askerinin öldüğünü açıkladı.

Bu sırada Ermenistan’da milliyetçi gruplar Paşinyan yönetimini bir şey yapmamakla ve vatan haini olmakla suçlayarak sokaklara indi. Hatta eylemlerin ardından darbe hazırlığında bulunduğu iddia edilen sekiz general de tutuklandı. 

Rusya’nın araya girmesiyle taraflar arasında bir antlaşmaya varıldı. Karabağ yönetimi, tüm silahlı birliklerini Karabağ’dan çıkarmayı ve silahları teslim etmeyi kabul etti. Azerbaycan da Ermeni halkının haklarının ve Karabağ’ın statüsünün Ermeni temsilcileri ile görüşülmesini kabul etti ancak görüşmelerden bir uzlaşı çıkmadı. Bu sırada da yaklaşık 10 gün içerisinde 100 binden fazla Karabağlı Ermeni, yani nüfusun neredeyse tamamı Ermenistan’a sığındı. Nüfusun yarısından fazlasının Ermenistan’a sığınması üzerine Karabağ yönetimi, Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin 1 Ocak 2024’te feshedilmesini öngören kararnameyi imzaladı.

Karabağ’ın Azerbaycan tarafından işgalinden birkaç gün önce Rusya’nın dokuz ay süren ablukada Azerbaycan’a olan desteği nedeniyle bir çıkış yolu arayan Ermenistan yönetimi, ABD ile ortak askeri tatbikat gerçekleştirmişti. Başkent Erivan yakınlarındaki “Eagle Partner 2023” tatbikatına 85 ABD ve 175 Ermenistan askeri katılmıştı. Bunun yanında Azerbaycan, Türkiye ve İsrail tarafından silahlandırılıyordu. Dolayısıyla Karabağ meselesi NATO kampında bir çatlağa dönüşmüş oldu. Ancak Ermenistan görece küçük bir mesele olarak görüldüğünden ABD ve AB ülkeleri fosil yakıt tedarik ettikleri Azerbaycan’a karşı büyük bir tepki vermedi.

sosyalizm