Çin’in Devlet Kapitalizmi Rejimi Türkiye İçin Örnek Alınacak Bir Model midir?

F. Levent Şensever

 

Günümüzde çeşitli ülkelerin oluşturduğu ittifaklar arasında, küresel egemenliği ele geçirmek üzere acımasız bir rekabet söz konusu ve bu mücadelede üstünlük için askeri seçenekler ve insanlığa karşı işlenen suçlar da dahil, her türlü girişim meşru görülüyor. Nitekim, ABD veya Rusya küresel hegemonyasını sürdürmek için askeri gücünü ve savaş seçeneğini kullanmaktan hiçbir zaman geri durmadı. Öte yandan, günümüzde ABD’nin en güçlü rakibi Çin’in egemen sınıfı da iktidarını korumak ve pekiştirmek üzere emekçiler, azınlıklar ve muhaliflere yönelik gerçekleştirdiği zulümleriyle eli kanlı bir diktatörlük. ‘Kültür Devrimi’ sırasında milyonlarca insanın açlığa ve sefalete mahkum edilmesi, kadınları kürtaja zorlayan kanlı “tek çocuk” politikası, Tiananmen katliamı, Tibet’in kanlı işgali, Doğu Türkistan’da (Sincan) Uygurlara yönelik etnik temizlik ve Hong Kong’da gerçekleşen demokrasi ve insan haklarını ihlalleri… Çin Halk Cumhuriyeti’nin milyonlarca insana karşı işlediği suçlardan sadece birkaçı.

Bu eli kanlı iki güç, günümüzde uzun süreli küresel bir hegemonya mücadelesine girişmiş durumdalar. Bu durumu, birçok uzman yeni bir ‘Soğuk Savaş’ dönemi olarak tanımlıyor. Söz konusu kapışma sert bir ekonomik rekabetin yanı sıra, ciddi bir silahlanma yarışı ve askeri harcamalarda muazzam bir artışı da beraberinde getiriyor.

Bu kapışmada Çin’in eli her geçen gün daha güçleniyor. Çin ekonomisi, Dünya Ticaret Örgütüne katıldığı 2001 yılından bu yana yaklaşık yüzde 1200’den fazla bir oranda büyüme kaydederken, 2010 yılında Japonya’yı geçerek, ABD’nin ardından dünyanın en büyük ikinci ekonomisi oldu. 2021 yılı itibariyle 17,7 trilyon dolar düzeyindeki gayri safi yurtiçi hasılasıyla (dünya toplam GSYİH’nin yaklaşık yüzde 18,3’ü) ABD’nin ardından dünyanın en büyük ekonomisiydi.[1] İthal mallar bakımından dünyanın ikinci ve dışsatım bakımından birinci konumunda olan ülke, dünya toplam araba ve ticari gemi üretiminde üçte birlik, mobil telefonlarda yüzde 40’lık, televizyonlarda yüzde 70’lik ve ticari gemi konteynerlerinde yüzde 96’lık bir paya sahip.[2] Bir rapora göre, Çin’in 2030 yılında ABD ekonomisini yakalaması öngörülüyor. 2020 fiyatları üzerinden yapılan hesaplamaya göre, ABD’nin ulusal geliri 2030 yılı itibariyle 29,26 trilyon dolar olurken, Çin’in ulusal gelirinin 29,67 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.[3]

Çin’in dünya sahnesindeki yükselişi, Çinli liderlerin küresel vizyonuna da yansıyor. 2012 yılında liderliğe yükselen Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Xi Jinping’in vizyonuna göre, birleşik ve eski gücüne kavuşacak olan Çin[4] ABD’yle boy ölçüşebilecek ve hatta onu geçecek bir güce erişecek. Çin, günümüzde kendi bölgesinde şimdiden ezici bir üstünlüğü ele geçirmiş ve Doğu Çin Denizi ile Güney Çin Denizi’nde komşularıyla tartışmalı alanlardaki hakimiyetini pekiştirmiş durumda. Çin’in son yıllardaki yükselişi sadece bölgesel kazanımlarla sınırlı değil; tıpkı 20’nci yüzyılın başında Batılı emperyalist ülkelerin küresel hegemonyalarını pekiştirmelerine benzer bir şekilde, dünyanın dört bir köşesindeki demiryolları ve limanlar gibi altyapı yatırımları ve sağladığı krediler sayesinde küresel bir nüfuz da edinmiş durumda.

Çin’in küresel liderliğe yükselmeye yönelik bu agresif çabası, Xi’nin, Washington Konsensüsü[5] ile oluşturulan ve başta ABD olmak üzere, Batılı emperyalist devletlerin ulusal sermayelerinin çıkarlarını ve hakimiyetini dayatan politikaların ve bu politikaları pekiştiren NATO, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri uluslararası kurumlar, normlar ve değerlerin yerine, Çin Komünist Partisi’nin tüm siyaset alanını ve sermaye birikim süreçlerini kontrolü altında tutan farklı bir güç ekseni oluşturma vizyonuyla ilgili.

Çin’in devlet kapitalizmi karakteri

Çin’in siyasi ve ekonomik sisteminin karakteri gerek Marksistler gerekse ekonomistler ve siyaset bilimciler arasında uzun bir zamandır tartışılan ve üzerinde pek anlaşma sağlanamayan bir konu.

Sol görüşlü birçok yorumcu, Çin devletinin karakterini ‘devlet sosyalizmi’ veya Çin egemen sınıfının ifadeleriyle, ‘Çin’in karakteristik özelliklerini barındıran sosyalizm’ olarak tanımlıyor. Bu ve benzeri kavramlar, ülkedeki rejimin niteliğini Batılı kapitalist ülkelerden farklı olduğunu vurgulamak üzere kullanılıyor. Benzeri çevreler, Sovyetler Birliği’ndeki rejimi de ‘reel sosyalizm’ olarak tanımlıyor ve ülkenin Marksist teori tarafından öngörüldüğü gibi işçi sınıfının üretim araçlarını denetlediği özgürlükçü bir aşamada olmasa da sosyal bir devrime gerek kalmadan, sosyalist bir devlete evrilme potansiyeli olduğunu savunuyorlardı.

“Devlet kapitalizmi” kavramı üzerine tartışmalar, ilk olarak işçilerin sosyal bir devrimle iktidarı ele geçirmesinin ardından kurulan Sovyetler Birliği’ndeki rejimin 1920’li ve 1930’lu yıllardaki karakterinin, Karl Marx, Friedrich Engels, Troçki ve Lenin gibi Marksist öğretinin önderlerinin tanımladığı şekilde bir işçi devletinin iktidarıyla benzerliğinin olmaması üzerine başladı. Marksistler, işçilerin iktidarda olduğu sosyalist bir devleti, temel olarak temsili bir demokrasi yerine doğrudan demokrasinin işlediği, gelişmiş üretici güçlere sahip ve üretim araçlarının kolektif olarak doğrudan üreticiler tarafından denetlendiği, sermaye sınıfı ve bürokrasinin ortadan kalktığı sınıfsız bir devlet olarak tasavvur etmişlerdi. Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nde sosyalist bir devleti oluşturan bu temel unsurlar olmadığı gibi, iktidar, Komünist Partisi’ni ele geçirmiş ve üretim süreçlerinden kopuk asalak bürokratik bir sınıfın denetimindeydi.

Modern Çin’in Sovyetler Birliği’nden temel farkı, uluslararası küresel ‘liberal’ sisteme entegre oluşu ve ekonomisinin çok daha gelişmiş olması olarak özetlenebilir. Bununla birlikte, Çin’de işçi sınıfının iktidarından söz etmek mümkün değil. Parti bürokrasisi zaman zaman Marksist söyleme başvuruyor, ancak partinin politikalarının ideolojik dayanağı Marksizm’den ziyade, popülizm ve katı bir milliyetçilik olarak özetlenebilir. Parti, Marksizm referanslarına çoğu kez pragmatik nedenlerle, özellikle de Çin’deki hakim konumda olan Han etnik grubunun egemenliğini pekiştirmek ve parti aracılığıyla egemen konumdaki bürokratik sınıfın çıkarlarını koruyan politikaları meşrulaştırmak üzere başvuruyor. Çin devletinin karakterini belirleyen en temel unsur ise ülkenin küresel düzeyde diğer ulus-devletlerin sermaye bloklarıyla içine girdiği rekabetçi ekonomik, siyasi ve askeri politikalar.

Çin söz konusu olduğunda bu tartışmada kafaları karıştıran mesele, ülke ekonomisinin önemli bir bölümünde özel sektör oyuncularının pay sahibi olması ve yabancı sermaye şirketlerinin ülkedeki yoğun yatırımları söz konusuyken, rejimin karakterinin otokratik olması. Bu durumu dikkate alan birçok analist, Çin ekonomisini Batılı ülkelerin kapitalist sistemlerinden ayırt etmek üzere, “Çin’in karakteristik özelliklerini barındıran kapitalizm,” “parti-devleti kapitalizmi” veya “sosyalist piyasa ekonomisi” gibi türetilen bir dizi kavramla açıklama çabası içinde. Bunun yanı sıra birçok ekonomist, kapitalizmi ve serbest piyasa ekonomisini özgürlükçü bir seçenek ve burjuva demokrasisini de liberal bir rejim olarak yansıtırken, merkezi hükümetlerin üretim ve ekonomik süreçleri kontrol ettiği sistemleri ise ‘otokratik’ olarak tanımlıyor.[6]

Oysa ne merkezi hükümetin ekonomiye müdahalesi ne de hükümetlerin otoriter karakteri, tek başına kapitalizmin karakteri bakımından belirleyici bir unsur. Nitekim, II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında kapitalist devletlerin büyük bir kısmının ekonomilerinin dümeninde merkezi devlet vardı. Savaş öncesi ve süresince devletler silahlanmaya muazzam kaynak ayırırken, devletin ulusal ekonomilere müdahalesi görülmemiş düzeylere çıktı. Bu dönemde, ABD ekonomisinde bırakın arz ve talebin serbest piyasa mekanizmasını belirlemesini, aksine merkezi planlama devreye sokularak, kaynakların tümünün tahsisi savaş ekonomisine tabi kılındı. Ama bu durum, söz konusu dönemde ülke ekonomisinin karakteristik özelliğinin kapitalist bir nitelik taşımadığı anlamına gelmediği gibi, devletin sermayenin çıkarlarının hizmetinde olması gerçeğini de değiştirmedi. Zira aslında dünya savaşı, farklı ulusal sermaye bloklarının küresel hegemonya mücadelesinin bir sonucuydu. Öte yandan, İspanya, İtalya ve Almanya’da ortaya çıkan faşist devletlerin siyasi, toplumsal ve ekonomik tüm süreçleri kontrol altında tutan ‘otokratik’ karakteri, bu ülkelerin ulusal ekonomilerinin kapitalist olması olgusunu değiştirmedi.

Çin Komünist Partisi’nin rejimi ele geçirdiği 1949 yılı ile 1978’de başlatılan ‘Açılım ve Reform’ süreci arasında geçen 29 yıllık dönemde, partinin denetimi altında olan kamu işletmeleri ekonominin yegâne aktörleriydi. 1978 yılında uygulamaya konulan reformlarla birlikte aşamalı bir şekilde özel mülkiyete izin verilmesinin ardından, özel sermaye şirketlerinin sayısı hızla arttı. Bilhassa özelleştirmelerin hız kazandığı 1994 yılı ve ardından gelen dönemde, kamu mülkiyetindeki çok sayıda işletme özelleştirildi. Bu süreçte, kamunun mülkiyetindeki büyük ölçekli sanayi işletmelerinin sayısı 1995 yılındaki 118 binden, 2004 yılı itibariyle 24.961’e gerilerken, sanayi sektöründeki kamu işletmelerinin bu sektördeki toplam faal şirket sayısına oranı 2016 yılı itibariyle yüzde 5’e geriledi. Aynı süre içinde kamu işletmelerinin sektörün toplam istihdamı içindeki payı da yüzde 27,2’den yüzde 18,2’ye düştü. Buna paralel, kamu işletmelerinin toplam gelirlerinin ulusal gelir içindeki payı yüzde 30’a gerilerken, özel mülkiyet işletmelerinin payı yaklaşık yüzde 70’e yükseldi.[7] Buna rağmen, 2014 yılı itibariyle ülkedeki sermaye şirketlerinin toplam iştirak paylarının yüzde 60’ına yakın bir kısmına kamu işletmeleri sahipken, yüzde 30’u yurtiçindeki özel sermaye sahiplerine ve yüzde 10’u ise yabancı sermaye şirketlerine aitti.[8]

Söz konusu muazzam özelleştirme sürecine rağmen, diğer gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Çin’de kamu işletmelerinin ulusal ekonomi içindeki boyutu olağandışı yüksek. 1990’lardan bu yana ABD ve Birleşik Krallık’taki kamu işletmelerinin ekonomik büyüklükleri, GSYİH’nin yüzde 1 ile 2’si düzeyinde seyrediyor. Avrupa ekonomilerindeki kamu işletmelerinin ağırlığı 1960 ve 1970’li yıllarda daha yüksek seyretmiş olmakla birlikte, bu oran Fransız, İtalyan ve Alman ekonomilerinde hiçbir zaman yüzde 10-13 seviyesini geçmedi.[9]

Çin’in ulusal ekonomisi içinde büyük boyutlu kamu işletmelerinin ağırlığıyla birlikte dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumuna gelmesi, küresel düzeyde kamu-özel işletmeleri arasındaki dengeyi de değiştirdi. Çin’in 2000 yılında elde ettiği gayri safi yurtiçi hasılası, küresel GSYİH’nin yüzde 3,5’ini oluştururken, ülkenin kamu işletmelerinin yarattığı katma değer de küresel GSYİH’nin yüzde 1’i düzeyindeydi. Kamu işletmeleri o tarihten bu yana özel sermaye işletmelerinin büyüme oranları düzeyine yakın bir büyüme kaydetti. Bunun sonucunda Çinli kamu işletmeleri, küresel ekonomi içindeki paylarını önemli ölçüde artırdı. 2018 yılı itibariyle ülke ekonomisi küresel GSYİH içinde yüzde 17’lik bir pay sahibiyken, kamu işletmeleri de Fransa, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin ulusal gelirlerinin toplamından fazla, yüzde 4,5’lik bir pay sahibi oldu. IMF’nin yayınladığı bir başka analize göre, Çinli kamu işletmelerinin 2000 yılı itibariyle toplam varlıklarının dünyanın en büyük şirketlerinin toplam varlıkları içindeki payı yüzde 1,5 düzeyinden, 2018 yılı itibariyle yüzde 13,3 düzeyine ulaştı.[10] Kamu işletmelerinin ekonomik faaliyetleri büyük oranda yurtiçine yönelik olmakla birlikte, bu işletmeler son yıllarda devletin ‘Kuşak ve Yol’ girişimi gibi uluslararası projelerinin etkisiyle, sınır ötesi yatırımların, kredilerin ve tedariklerin çoğunu gerçekleştirmeye başladı.

Öte yandan devletin finans ve bankacılık sistemi üzerindeki denetimi, ülkenin devlet kapitalisti sisteminin işleyişinde ve ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesinde kilit bir role sahip. Ülkenin toplam finans varlıklarının yüzde 85’i doğrudan kamu işletmeleri veya iştirakleri tarafından kontrol ediliyor.[11] Devlet bankalarının yöneticileri Komünist Partisi’nin kadrolarından seçiliyor ve bu sayede partinin finans sistemindeki kredileri denetim altında tutması sağlanıyor. 2015 yılında Çin’deki en büyük beş banka, ülkenin bankacılık sistemindeki tüm bankacılık varlıklarının yüzde 68,5’ini kontrol ediyordu. Aynı dönemde, toplam bankacılık varlıkları içindeki yabancı sermaye iştirakleri, yüzde 1,6 gibi görece küçük bir pay sahibiydi.[12]

Finans sistemindeki sıkı devlet denetimi, kamu işletmelerinin özel sektör şirketlerine göre daha ucuz ve ayrıcalıklı kredi kullanmasına olanak sağlarken, aynı zamanda ekonomik büyüme hedeflerinin belirlenen düzeyler doğrultusunda gerçekleşmeyecek olması gibi durumlarda veya küresel ekonomik darboğazlar söz konusu olduğunda, hedefi tutturabilmek üzere bir kaldıraç olarak kullanılmasına olanak veriyor.

Sonuç olarak Çin’in reform süreçlerinde, devletin kontrol ettiği kamu işletmelerinin özelleştirilerek özel sermayenin ulusal ekonomi içindeki payının hızlı bir şekilde artmış olması, devlet aparatını mutlak kontrol altında tutan Komünist Partisi’nin bürokrasisinden oluşan egemen sınıfın gücünü azaltmadı. Zira, egemen bürokratik sınıfın gücü siyasi, toplumsal ve askeri yapıyı kontrol etmesinin ötesinde, aynı zamanda ekonomik ve finansal kaynakların tümünün tahsisini ve sermaye süreçlerini denetliyor olmasından kaynaklanıyor. Sermaye birikim sürecinin bir tarafında, işçilerin hak arayışlarını ve mücadele kanallarını baskı ve denetim altında tutan bir sistem söz konusuyken, diğer tarafında özel sermaye sahibi kapitalist işletmelerini, finans kaynaklarını, tedarik kanallarını, silahlı güçlerini, toplumsal yapıyı ve siyasi karar mekanizmalarını denetleyen ve düzenleyen parti kadroları ve partiye bağlı yerel yöneticilerden oluşan bürokratik egemen sınıf yer alıyor.

‘Xi’nin yükselişi ve politik vizyonu

1978 yılından yakın zamana kadar süren Çin’in ekonomik ve siyasi rotası, Xi Jinping’in 2012 yılında liderliğe yükseldiği günden bu yana önemli ölçüde değişmeye başladı.

Çin Komünist Partisi 2021 yılında, kuruluşunun 100’üncü yılını kutladı. Parti, 1 Ekim 1949 yılından bu yana Çin Halk Cumhuriyeti’nde iktidarda ve günümüzde yaklaşık 95 milyon üyeye sahip. Xi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra doğan ve parti bürokrasisinin elit kadroları arasından liderliğe yükselen ilk politikacı oldu.

Xi’nin politik çizgisi Deng’in pragmatizminden ziyade, Mao’nun güçlü liderlik yaklaşımına yakın. Xi, liderliği ele geçirmesinin hemen ardından milliyetçilik kartını çıkardı ve popülist söylemlere sarıldı. İktidarının ilk yıllarında “Çin rüyası” sloganı öne çıktı. 1930’lu yıllarda ortaya atılan bu terim, aslında yeryüzündeki hayali bir cennet vaadi olarak herkesin çok çalışarak refah ve şöhreti yakalayabileceğine dair “Amerikan rüyası” söylemiyle yaygınlaştı.[13]

İşin ironik yanı, ‘Çin Rüyası’ terimini ilk kez New York Times’ın dünyaca ünlü köşe yazarı Thomas Friedman’ın gündeme getirmiş olması. Friedman 2 Ekim 2012 tarihinde köşesinde, “Çin’in Kendi Rüyasına İhtiyacı Var” başlığıyla bir yazı yayımladı. Yazıda, o tarihte 300 milyon civarında olan ve 2025 yılı itibariyle 800 milyona ulaşması öngörülen “Çin orta sınıfının, ‘Amerikan rüyasında’ olduğu gibi [büyük bir araba, büyük bir ev ve Big Mac’ler] tüketecek olması durumunda, gezegenin bunu kaldıramayacağına” dair argümanlar yer alıyor ve Çinli liderlerin farklı bir rüyası olması gerektiği ileri sürülüyordu.[14]

Xi, 2013 yılında ‘Yeniden Yükselişe Giden Yol’ adlı bir sergiyi gezerken, “Herkesin kendi idealleri ve izlediği bir yol ile kendi rüyası vardır. Artık herkes Çin rüyasından bahsediyor,” diyerek bu terimin popülerleşmesinin önünü açtı.[15] Sloganın başkan tarafından dile getirilmesinin hemen ardından, Komünist Partisi’nin propaganda mekanizması devreye girdi. Örneğin, askeri bir koro ve dans grubunun yıldızı Chen Sisi’nin ‘Çin rüyası’ adlı şarkısı haftalarca liste başında kaldı. Devlet okullarında ‘Çin rüyası’ münazaraları düzenlenmeye, bazı okullarda öğrencilerin Çin’in geleceğine dair vizyonlarını yazabilecekleri ‘Rüya duvarı’ panoları asılmaya başlandı.

Xi, popülist ve milliyetçi söylemlere sarılan ilk Çinli lider değil. Deng’ten bu yana Çinli liderlerin ortak yanı, Marksist bir söylemle maskelenen Mao’nun ortodoks milliyetçi ideolojik görüşlerini politikalarına yansıtırken, “Çin’in ulu gücüne yeniden kavuşması” gibi popülist söylemlere başvurmaları oldu. Xi’nin geçmiş liderlerden farkı, Çin’in günümüzde çok daha güçlü bir konumda olduğunun bilincinde olarak, ülkenin dünya sahnesindeki rolüne ilişkin Batılı rakiplerine daha açıktan ve özgüvenle kafa tutuyor olması.

Çin’in milliyetçi ideolojisi, ülke içi ve uluslararası alan olmak üzere iki farklı stratejik bağlama sahip. Söz konusu ideoloji ülke içinde egemen konumda olan Han etnik toplumunun şovenizmi olarak yansırken, bir yandan da diğer etnik gruplar üzerinde baskı, saf dışı bırakma ve insanlığa karşı işlenen suçlara[16] kadar varan zulüm olarak açığa çıkıyor. Dış dünyada ise, Çin’in küresel konumunu güçlendirmek üzere tasarlanmış ‘ekonomi diplomasisi,’ ülkenin nüfuzunu artırma çabaları, zora dayalı bölgesel coğrafi hak iddiaları ve anlaşmazlıklara yönelik askeri güce başvurma tehditleri olarak şekilleniyor. Büyük stratejinin merkezinde ise ABD’nin küresel hegemonyasını zayıflatmak yatıyor.

Xi, 2017 yılında gerçekleşen Komünist Partisi’nin 19’uncu Kongre’sinde, yukarıda özetlenen ‘Çin Rüyasına’ dair görüşlerini ortaya koydu. Kongre’deki konuşmasında, “Çin, 21’inci yüzyılın ortalarına doğru ulusal gücü ve uluslararası nüfuzu sayesinde tüm dünyaya hükmedecek,” diyordu.[17] Ülke tüm dünyaya hükmetme vizyonu doğrultusunda uluslararası düzeyde etkin olacak güçlü bir ordu oluştururken, bir yandan da Birleşmiş Milletler ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası düzenin kurumları içinde aktif roller üstleniyor. Buna paralel, gerçekleştirdiği bir dizi ticaret anlaşmasıyla ekonomik hakimiyetini de pekiştirme çabası içinde.

Xi, özellikle ordu içindeki milliyetçilerin desteğini kazanma kaygısı taşıyor. Askeri bir birliği teftiş ederken, ordunun tereddütsüz bir şekilde parti denetimine tabii olduğu “güçlü bir ordu rüyasından” bahsediyordu. Ordu içinde, ülkenin yüzyıllar boyunca sürdürdüğü dünyanın en güçlü ülkesi konumuna yeniden yükselmesi gerektiğine dair fikirler geniş kabul görüyor.

Çin’de parti ve ordu iç içe girmiş durumda. Çinli liderler, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte partinin iktidarını güçlendirmek üzere ordunun denetimine daha fazla sarıldı. 2015 yılında yayımlanan bir ordu yayınında, “Sovyetler Birliği, partinin ordunun denetimini elinden kaçırdığı için yıkıldı,” yazıyordu.

Çin Savunma Bakanı Wei Fenghe bir general ve Komünist Partisi’nin Merkezi Askeri Komisyonu üyesi. Xi’nin kendisi de ABD’deki uygulamada olduğu gibi, ordunun Baş Komutanı konumunda. 2017 yılında gerçekleşen Komünist Partisi tüzük değişikliğiyle ordu, partinin Merkezi Askeri Komisyonu’na bağlandı ve böylece partinin mutlak kontrolü altına alındı. Xi, aynı zamanda bu komisyonun da başkanı.[18]

Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi, 2017 yılında Xi’nin ‘siyasi felsefesinin’ parti tüzüğüne eklenmesi kararı aldı. Referans olarak kullanılan söz konusu felsefe, Xi’nin Çin’in uluslararası bir güç ve nüfuz elde etmesine ilişkin anlayışını içeren konsepte dayandırılıyor. Xi, bu konudaki görüşlerini ilk kez partinin 19’uncu Kongresi’nde dile getirdi. Kongre’nin kapanış oturumunda Xi’nin bu konuşmasının içeriğinin, “Yeni bir Döneme İlişkin Çin’in Karakteristik Özelliklerini Barındıran Xi Jinping Sosyalizm Öğretisi” adıyla parti tüzüğüne eklenmesi kararlaştırıldı.[19] Bu sembolik adım Xi’nin, Mao’nun ardından Çin Halk Cumhuriyeti’nin en güçlü siyasi lideri konumuna gelmesi anlamı taşıyor.

Aslında Xi’nin adını taşıyan bu öğreti, yeni bir düşünce içermiyor. Xi’ye yakın parti içi klik bu görüşü, “Marksizmin Çin’in koşulları ve çağdaş meselelere adapte edilmesi” olarak tanımlıyor ve söz konusu öğretinin “Marksizm-Leninizm, Mao Zedong’un Öğretisi ve Deng Xiaoping’in Teorisi’nin” bir bileşimi olduğunu ileri sürüyor.[20]

Xi, her fırsatta Çin’in başarılarını dile getirmekten geri durmuyor. Geçtiğimiz yılın mart ayında yaptığı bir konuşmada, “Covid-19’u dize getiren, normal çalışma düzenine geri dönen ve pozitif ekonomik büyümeyi yeniden sağlayan ilk ülke olduk” derken, bu başarıyı “izlediğimiz yola, teorimize, sistemimize ve kültürümüze olan özgüvenimiz” sonucu elde ettik diye ekliyordu. Bu konuşmanın üstünden bir ay geçmeden, Çin Komünist Partisi’nin kısa resmi tarihi üzerine yayımlanan bir yayında, Xi’nin Çin’i “daha önce görülmemiş bir düzeyde dünya sahnesinin merkezine taşıdığı” iddia ediliyordu.[21]

Xi’nin ekonomiye ilişkin adımlarına göz atıldığında, ülkenin yeniden yükselişine ilişkin ekonomik büyüme ve pragmatik politikalardan ziyade, ulusal güvenlik ve ideolojiye odaklandığı görülüyor. Xi, Çin’in uzun bir süredir yürütülmekte olan ekonomik büyüme odaklı politikalarına ekonomik eşitsizliklerin azaltılması, orta sınıfın güçlendirilmesi, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin desteklenmesi olarak özetlenebilecek, Çin’in 1950’li yıllardaki ‘müşterek refah’ konseptiyle öne çıkan Maoist ekonomik politikaların modern bir versiyonunu ekledi. Bu adım, ülkede kırk yılı aşkın süredir gerçekleştirilen ekonomik büyümenin iki önemli aktörü olan büyük ölçekli özel sermayenin hakim olduğu özel sektör ve yerel yönetimlerin rollerinin zayıflaması anlamına geliyor.

Geçtiğimiz yılın kasım ayında gerçekleşen Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi toplantısında karara bağlanan bir önerge, Xi’nin ekonomi politikasının hayata geçilmesinin önünü açarken, ‘müşterek refah’ ilkesi bu adımın önemli bir kaldıracı haline geldi. Xi liderliği bu politika değişikliğini, “toplumsal refahın yeniden dağılımı ve yeni bir ekonomik gelişme evresiyle birlikte toplumsal adaletin sağlanması” olarak açıklasa da yeni sürece yönelik adımlar, bu politikanın ekonomik hedeflerinin yanı sıra siyasi motiflere de sahip olduğunu gösteriyor.

Xi yeni politikasının temelini oluşturan toplumsal refahın daha iyi bir şekilde dağılımını, sosyalizmin temel bir gereği ve Çin’e özgü modernleşmenin kilit bir unsuru olarak açıklıyor. Bu doğrultuda geçen yıl ocak ayında ülkenin eyalet bakanlıkları düzeyindeki kadrolara yönelik yaptığı bir konuşmada, “Müşterek refahın sağlanması sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda partinin yönetim esası bakımından da önemli siyasi bir meseledir,” diye uyararak, “Zengin-yoksul uçurumunun daha da derinleşmesine, yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olmasına, zengin ve yoksul arasında aşılmaz bir uçuruma kesinlikle izin vermemeliyiz,” dedi.[22] Xi’nin değindiği sorun, Çin Komünist Partisi’nin iktidarı açısından doğrudan bir tehdit olmasa da düzenin istikrarsızlaşması bakımından bir risk taşıyor.

Çin’in reformların başından bu yana gerçekleştirdiği muazzam büyüme başarısı, beklenildiği gibi toplumun bütününe eşit olarak dağılmadı. Nitekim Deng bu durumun farkında olarak 1992 yılında Çin’in ‘müşterek refaha’ ulaşma hedeflerine ilişkin stratejisini revize ederek, “öncelikle nüfusun bir kısmının zenginleşmesine izin vereceklerini” açıklamıştı. Strateji bu hedef doğrultusunda gerçekten başarıya ulaştı. Nüfusun bir kısmı gerçekten zengin, hatta çok zengin oldu. Xi, “toplumsal refahın yeniden dağılımı” söylemini bu eşitsizliğe gönderme olarak dile getiriyor ve kendisinden önceki liderlerin başaramadığı ‘refahın adil dağımı’ meselesini çözme iddiasında. Dolayısıyla, söz konusu politika değişikliğinin güçlü bir sembolik anlamı var: Yeni politika, Deng’in açmış olduğu ve kırk yılı aşkın bir süredir sürdürülmekte olan reform sürecini sonlandırırken, Xi’nin Çin’e özgü bir modernite ve yeniden birleşik ve güçlü bir Çin dönemini başlatıyor.

Xi’nin anlayışına göre, reformların başladığı günden bu yana uygulanmakta olan büyüme odaklı ekonomi politikası sürdürülemez bir kalkınma modeli ve bu yaklaşım yaygın bir yolsuzluğa ve sistemik eşitsizliklere yol açarken, aynı zamanda kamu kurumlarıyla şirketler dünyası arasında üstü örtülü ilişkiler, rant peşinde koşan fırsatçılar ve yolsuzluklara da vesile oluyor. Bu arka planla bakıldığında, Xi’nin son dönemde ‘müşterek refah’ söylemiyle birlikte uyguladığı sert politika adımları, kendisinden önceki dönemin olumsuz mirasını düzeltme çabası olarak yorumlanabilir. Bu kapsamda, daha nitelikli bir kalkınma modeline geçiş için zorunlu olduğunu düşündüğü yapısal değişiklik adımları atıyor. Nitekim, 2020 yılında uzun bir süredir ekonomi politikasının temel unsurlarından biri olan yüksek oranlı büyüme hedefinden ilk kez vazgeçilmiş olması da bunun bir göstergesi.

Xi liderliği, Çin orta sınıfının genişlemesi ve güçlenmesine paralel olarak bu kesimlerin yurtiçi tüketimini artıracak olması sayesinde, önümüzdeki dönemde ekonomik büyümenin temel motoru olmasını umut ediyor. Bu doğrultuda “yüksek gelir” sahibi olan kesimlere yönelik kısıtlamalar getirirken, bir yandan da “başıboş bir şekilde büyümekte olan” sermaye gruplarının zapturapt altına alınmasına yönelik çabaları da artırıyor. Bu politikanın gereği olarak gayrimenkul, internet, teknoloji, dijital finans ve eğitim gibi bir dizi sektörde sermaye gruplarına ilişkin baskılar artmış durumda.

Nitekim, yakın zamanda dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinden biri olan çevrimiçi alışveriş sitesi Alibaba, Uber’in Çin versiyonu olan Didi ve dünyanın en büyük video oyun şirketi olan Tencent gibi birçok büyük ölçekli özel sermaye şirketi hedef alınmaya başlandı. Bu ve benzeri şirketlere yönelik uygulanan sıkı denetimler ve baskılar nedeniyle, söz konusu şirketler 2021 yılında toplam 1,5 trilyon dolar düzeyinde değer kaybetti. Alibaba, 2021 yılında 2,8 milyar dolar gibi devasa bir cezaya çarptırılırken, bu yıl şubat ayının sonlarına doğru Çin’in en değerli şirketleri arasında yer alan Alibaba, Tencent ve Meituan 3 gün gibi kısa bir süre içinde 100 milyar dolar değer kaybetti.[23]

Bu arada bir emlak devi olan Evergrande şirketinin borçlanma limitlerine getirilen sınırlama, bu sektördeki işletmeler arasında ciddi bir endişeye yol açtı. 2018 yılında küresel emlak piyasalarında ‘dünyanın en değerli emlak şirketi’ seçilen şirketin 200 bin kadar çalışanı var ve aktiflerinin toplamı 360 milyar dolar. 230 kentte yaklaşık 800 kadar proje yürüten şirketin mali yükümlülükleri 300 milyar dolar düzeyinde.[24]

Şirket, merkezi yönetimin baskısı nedeniyle temerrüde düşerken, bu durum emlak piyasasını ciddi bir şekilde karıştırdı. 2021 yılının ilk 6 ayında, ülkedeki arsa satışları bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 90 oranında geriledi.[25] 2022’de emlak piyasasında yatırımların yüzde 2 oranında düşmesi öngörülüyor.[26] Nitekim, konut satışlarında geçen yılın temmuz ayından bu yana düşüş sürüyor. Bu yılın ilk iki ayında konut satışları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22 geriledi.[27]

Ancak, bu olumsuz gelişmelerin yol açtığı ekonomik sarsıntı ve merkezi hükümetin yüzde 5,5 oranındaki GSYİH büyüme hedefi nedeniyle, 2022 yılı içinde emlak piyasasına ilişkin sıkı borçlanma politikalarının gevşetilmesi bekleniyor. Nitekim, Çin’in üçüncü en büyük emlak şirketi olan Sunac’ın mart ayının ortasında kredi notunun düşürülmesine rağmen, Pekin’in bocalayan emlak piyasasına destek amacıyla sağladığı teşvikler nedeniyle emlak piyasasındaki hisselerin değeri toparlanmaya başladı. Buna paralel, uzun zamandır baskı altında olan teknoloji şirketlerinin de değerinde yükselme görüldü. Ancak bazı ekonomistler, ülkedeki büyük emlak şirketlerinin yapısal sorunları sürerken, emlak piyasasındaki toparlanmanın sürdürülebilir olmadığı görüşünde.[28]

Emlak piyasasında yaşanan sorunlar diğer sektörleri de ilgilendiriyor, zira sektör GSYİH’ye yaklaşık yüzde 25 oranında katkıda bulunurken, ülkedeki banka varlıklarının yüzde 40’ı gayri menkul piyasasıyla ilişkili. Öte yandan sektör, özellikle kamu arazilerinin satışları sayesinde yerel yönetimlere de büyük bir gelir kaynağı oluşturuyor. Dolayısıyla yeniden yapılanmadan kaynaklanan sorunlar yerel ekonomiler üzerinde de sarsıcı sonuçlar doğururken, bugüne kadar ekonomik büyümeye katkı sağlayan dev özel sermayeli işletmeler ve yerel yönetimler üzerinde daha önce görülmemiş düzeyde bir baskı oluşturuyor.

Xi’nin özel sermaye işletmelerini hedef alan bu adımları sadece ekonomik alandaki yapısal yenilenme çabalarıyla sınırlı değil. Bu adımlar aynı zamanda, Komünist Partisi’nin söz konusu işletmeler üzerindeki gücünü pekiştirirken, bir yandan da bu işletmeler tarafından alınacak her türlü kararın Komünist Partisi’nin politikalarına tabi kılınmasını sağlıyor. Xi bu politikaları aynı zamanda, parti içi çekişmelerde rakiplerine karşı bir koz olarak da kullanıyor.

Xi için 2022 yılının ayrı bir önemi var. Ülkede adayların başkanlık seçimi iki dönem ile sınırlıyken, 2018 yılında gerçekleşen Çin Ulusal Halk Kongresi’nde bu limit kaldırıldı.[29] Bu değişiklikten önce ülke, iktidar gücünün dengeli bir şekilde paylaşıldığı kolektif bir liderlik anlayışıyla yönetiliyor ve en fazla iki dönem için başkan seçilen liderlerin, partinin üst kademelerindeki birçok rakibini ve partinin farklı fraksiyonlarını memnun etmesi gerekiyordu. Ancak Xi’nin liderliği zamanında bu durum değişti ve son değişiklikle birlikte Xi’nin ömür boyu liderliğinin önü açıldı. Böylece Xi, Mao’nun ardından bugüne kadarki hiçbir liderin elde edemediği oranda bir gücü elinde topladı ve bu sayede gelecekte liderlik yarışında rakiplerinin Xi’nin karşısına çıkması neredeyse imkânsız bir hal aldı.

Söz konusu değişiklik bu yılın son çeyreğinde gerçekleşecek olan 20’nci Parti Kongresi’nde ilk kez uygulanacak.[30] Bu Xi için önemli bir sınav ve bu nedenle de işi oluruna bırakmak istemiyor. Devletin propaganda mekanizması geçen yılın ikinci yarısından bu yana Xi liderliğinin başarılarını öne çıkarıyor. Partinin kısa bir süre önce kabul etmiş olduğu bir önerge, Xi’nin elde ettiği başarıları öven bir içeriğe sahipti. Böyle bir önerge, Komünist Partisi’nin tarihinde üçüncü kez gerçekleşiyor. Xi’den önce sadece Mao ve Deng hakkında bu tür önergeler kabul edilmişti.

Ancak Xi’nin neredeyse kesintisiz yükselişinde işler yolunda giderken, bu yılın mart ayı itibariyle ayağı tökezlemeye başladı. Şubat ayında gerçekleşen Kış Olimpiyat oyunları, ABD ve İngiltere’nin ‘siyasi boykot’ girişimlerine rağmen başarılı geçti. Ekonomi 2021 yılını başarılı bir şekilde kapattı. Ancak özel sermayeli büyük şirketlere yönelik baskılar ve emlak piyasasındaki sorunlar, Covid-19 konusunda ‘sıfır tolerans’ politikası ve hızla artan vaka sayısıyla birlikte daha da pekişirken, aynı zamanda ülkenin sağlık sistemine de ağır bir yük bindi. Bunun yanı sıra, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de hem ekonomik hem de siyasi bakımdan Xi’nin başını ağrıtıyor. Ukrayna işgalinin, Xi ile Putin arasında imzalanan ve iki ülkenin dostluğunun “sınırsız” olduğunu vurgulayan anlaşmanın ardından henüz üç hafta geçmeden başlaması da dikkat çekici bir zamanlama oldu. Bu durum, Çinli diplomatların söz konusu anlaşmayı savunmakla, ABD, NATO ve Batılı ülkelerin yaptırımlarına maruz kalmak arasında bocalamalarına yol açıyor.

Çin ekonomisinin dinamikleri ve sorunları

Ülke ekonomisi, yapısal reformların ve küresel ekonomik sistemle bütünleşme çabalarının arttığı 1980’lerden itibaren, yıllık ortalama yüzde 8-10 gibi, diğer ülkelerin gıptayla izlediği bir büyüme hızı elde etmeyi başardı. Çin’in bu uzun süreli ekonomik büyüme başarısı tüm dünyada hayranlıkla izleniyor, ancak bu başarının arkasındaki dinamikler incelendiğinde manzara değişiyor. Çin ekonomisinin bu dönemdeki yıllık büyüme oranlarının yaklaşık üçte ikisi sermaye ve işgücündeki artışlarla sağlanırken, hızlı büyümenin ortaya çıkardığı istihdam açığı büyük oranda kırsal kesimdeki işgücünün modern sektörlere ve sanayi bölgelerine kaydırılması ve işçi başına düşen sermaye girdi oranlarının artmasıyla gerçekleşti. Buna paralel, 2020 yılı itibariyle sanayileşmiş kentlere göç etmiş olan göçmen işçilerin nüfusunun 286 milyon civarında (Türkiye nüfusunun 3,3 katından fazla) olduğu tahmin ediliyor.[31]

Öte yandan, işgücüne yeni katılımın sınırlı ve sermaye girdisinin zaten yeterli düzeyde olduğu ABD’de bunun tam tersi bir süreç yaşanmaktaydı; büyüme oranlarının yaklaşık üçte ikisi üretim süreçlerinde elde edilen verimlilikten ve sadece üçte biri işgücü ve sermaye yatırımlarından sağlanıyordu.[32] Günümüzde Çin ekonomisinin büyüklüğü nominal değerlerle küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 18,3’ü düzeyinde olmasına rağmen, ABD’deki üretkenliğin Çin’den beş kat daha fazla olması da bu olguyu destekleyen bir durum.[33]

Şayet Çin’in bu dönemde sistemin muazzam kaynaklarını ve işgücünü devletin denetimindeki mekanizmalar sayesinde harekete geçirme yeteneği olmasaydı, küresel kapitalist sitemin rekabet koşullarında böylesine büyük bir başarıyı elde etmesi olanaklı olmazdı. Bir başka ifadeyle, Çin’in olağanüstü hızlı ve muazzam boyutlardaki sermaye birikim süreçleri ve bu sayede ABD ve diğer rakipleriyle rekabet edebilir bir güce ulaşma başarısını, milyonlarca emek gücünü harekete geçirebilen ve üretim maliyetlerinin rekabetçi bir düzeyde düşük tutulmasını sağlayan, emekçiler üzerindeki sert baskı mekanizmalarına borçlu.

Bu arada, Çin’in küresel ticaretteki artan rolü çok tartışılır ve literatürde geniş yer alırken, uluslararası finans piyasaları üzerindeki egemenliğine dair çok az şey yazılıp, konuşuluyor. Oysa 2000’li yıllarda küresel piyasalarda önde gelen kredi veren ve sermaye ihracat eden ülke konumuna geldi. 2020 yılında yayımlanan bir araştırma, Çin devletinin ve bağlı kuruluşlarının 150’den fazla ülkeye vermiş olduğu doğrudan borçlar ve ticari kredilerin toplamının 1,5 trilyon dolara ve ülkenin alacaklarının dünya toplam gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 5’ine ulaştığını, ülkenin Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi uluslararası kurumları da geride bırakarak dünyanın en büyük kreditörü konumuna geldiğini gösteriyor.[34]

Aynı araştırma, Çin’e borçlu olan 50 kalkınmakta olan ülkenin ortalama borçlarının GSYİH’lerine oranının, 2005’te yüzde 1 düzeyindeyken, 2017 yılında yüzde 15’e yükseldiğine işaret ediyor. Öte yandan, 12 kadar ülkenin de Çin’e olan borçlarının toplamının nominal değerlerle GSYİH’lerinin yüzde 20’sinden fazla olduğu belirtiliyor. Üstelik Çin tarafından sağlanan krediler bununla sınırlı değil. ABD Hazine’sine vermiş olduğu borç ve ticaret kredileri de eklendiğinde, ülkenin dağıttığı borç ve kredilerin toplamı 5 trilyon dolara çıkıyor ve 2017 yılı itibariyle, Çin’e borçlu olan ülkelerin borçlarının toplamı, dünya toplam GSYİH’nin yüzde 6’sı düzeyine ulaştığı görülüyor.[35]

Çin tarafından dağıtılan bu kredilerin temel amacının, söz konusu ülkelerdeki halkların yaşam koşullarının iyileştirilmesi olmadığı açık. Aksine, bu ülkelerin geri ödemek zorunda kaldığı borçlar ve faizleri, kamu harcamaları içinde giderek daha fazla pay oluşturuyor. Bu durum borçlu ülkelerdeki işçi sınıfının yaşam koşullarının giderek kötüleşmesine ve nüfusun geniş kesimlerinin daha da yoksullaşmasına yol açıyor. Çin’in kredi politikalarında çokuluslu finans ve küresel kurumların yolunu izlediği kuşkusuz.

Çin dünya ekonomisine entegre olmaya başladığı 1978 yılından bu yana gerçekleşen birçok küresel krizden etkilendi. Çin’de yaşanan, 1988’in ortasında başlayan ve 1991’in sonuna kadar süren ekonomik durgunluk, Tiananmen Meydanı hareketinin ortaya çıkmasına ve 1989 yılının mayıs ve haziran aylarında gerçekleşen toplumsal direnişe yol açmıştı. Bu kriz ve akabinde ortaya çıkan toplumsal mücadele Çin egemen sınıfının gözünü korkuttu ve ardından alınan sert önlemler sayesinde, 1990’ların sonunda gerçekleşen Asya Krizi, ardından teknoloji sektöründe yaşanan ‘dot.com’ ve 2007-2008 yıllarında yaşanan küresel finans krizine rağmen, neredeyse kesintisiz bir büyüme elde etmeyi sürdürdü. Ancak son finans krizi ve pandemiden kaynaklı ekonomik sorunların geçmişte yaşanan diğer krizlerden farkı, Çin’in artık küresel kapitalizme çok daha entegre olmuş ve ekonomisinin Batılı kapitalist ülkelerin orta sınıflarının tüketim eğilimlerine daha fazla bağımlı hale gelmiş olmasıydı. Bu durum, örneğin Çin’in dünya piyasalarında hâkim olduğu ve krizle birlikte tüketimi keskin bir şekilde düşen oyuncak sektörü gibi, dış satıma odaklı imalat sanayisinin büyük bir darbe almasına ve milyonlarca Çinli işçinin işinden olmasına yol açtı.

Financial Times’da yayınlanan bir rapor, Çin’de 2007-2008 finans krizi sırasında, o dönemde 130 milyon civarında olan göçmen işçilerin yüzde 15,3’ünün, yani 20 milyondan fazlasının işini kaybederek, köylerine ve kasabalarına döndüğüne işaret ediyor.[36] Bu dönemde 670 bin civarında işyeri kapandı.[37] Üstelik bu veriler, kriz yüzünden işini kaybeden, ancak kırsal bölgelerdeki evlerine dönmeyerek, kentlerde iş aramaya devam eden göçmen işçileri kapsamıyor. Bu şekilde işsiz kalıp da evlerine dönmeyerek, krize rağmen iş aramaya devam eden göçmen işçilerin sayısının 12 milyonun oldukça üzerinde olduğu tahmin ediliyor.

Benzeri bir işsizlik krizi de pandemi döneminde ortaya çıktı. Kriz sonucu işsiz kalanlara ilişkin güvenilir bir veri elde etmek zor, zira Pekin’in konuya ilişkin paylaştığı veriler pek güvenilir değil. Çünkü işsizlikle ilgili resmi veriler, kırsal bölgelerdeki işçilerle, kentlerdeki kayıt dışı göçmen işçileri içermiyor. Öte yandan devlet, başarılara ilişkin propagandaya dayanan söylemini zedeleyeceği endişesiyle, krizin gerçek etkisini yansıtmak konusunda pek istekli değil. CNN’in verdiği bir haberde Çin’deki işsiz sayısının, pandeminin henüz tüm boyutlarıyla hissedilmediği 2020 yılının mart ayı itibariyle 80 milyon düzeyine çıkmış olabileceği ileri sürülüyordu.[38]

Pandemiden kaynaklı kriz, ekonomiye olan etkisi ve sürecin uzunluğu bakımından, daha önce görülmemiş boyutlara ulaştı. Bu yıl kaydedilen Covid-19 günlük vaka sayısı şimdiden 2021 yılında kayda geçen toplam vaka sayısını geçti ve pandeminin Wuhan’da patlak vermesinden bu yana en yüksek düzeye ulaşarak, günlük 5 bini aşmış durumda. Çin’de pandeminin etkisi, bu yazı kaleme alınırken tüm şiddetiyle devam ediyordu. 18 Mart tarihi itibariyle ülkede Covid vakalarının toplam sayısı 1,45 milyonu ve ölümlü vakaların sayısı 12.900’u aşmıştı.[39] Bu durumun dünyanın imalat kapasitesinin yaklaşık üçte birine sahip bir ülkede gerçekleşiyor olması, küresel tedarik zinciri için de ciddi bir kriz anlamı taşıyor.

Pekin, vaka sayısını düşürme konusunda oldukça zorlanıyor. Son dönemde vakalardaki bu muazzam artışın ardından, 13 Mart’ta Çin’in ‘Silikon Vadisi’ olarak anılan Şenzen’de tam kapanma uygulamasına geçildi. Bu durum, kentteki tedarik trafiğinin yükünü büyük ölçüde kaldıran deniz trafiğini felce uğrattı. Şenzen, mart ayının başından bu yana tam kapanma yaşanan beşinci kent.[40]

Pandeminin yol açtığı sorunlar ekonomi üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Şanghay ve Şenzen’deki büyük şirketlerin listelendiği CSI 300 Endeksi, yılın başından mart ayı ortasına kadar olan dönemde yüzde 20 düzeyinde bir düşüş yaşadı.[41] Bu durum, Xi liderliğinin 2022 yılı için koymuş olduğu yüzde 5,5’lik büyüme hedefine ulaşılmasını daha da zorlaştırıyor. Nitekim, bazı uzmanlar büyümenin yüzde 4,3 gibi bir oranda, resmi hedefin altında gerçekleşeceğini öngörüyor.

Şenzen’deki duruma benzer bir şekilde, son dönemde Hong Kong’da gerçekleştirilen sert Covid-19 önlemleri, kentin uluslararası finans merkezi konumunu riske sokmaya başladı. Diğer Çin kentlerinden farklı olarak, Hong Kong’a özel düşük vergi, finans şirketlerine koruma sağlayan özel yasal mevzuat gibi ayrıcalıklar, kentin uluslararası finans sermayesi için cazibesini artıran faktörlerdi. Ancak bu tür ayrıcalıklar Hong Kong’un son dönemde hızlı bir şekilde Çin anakarasına entegre olmasıyla kaybolmaya başladı. Mart ayı başından bu yana hızla artan Covid-19 vakaları ve önlem olarak uygulanan kapanmalar da kentin uluslararası sermaye açısından cazibesine ciddi bir darbe vurmaya başladı. Nitekim, Hong Kong Amerikan Ticaret Odası’nın 2022 yılında üyeleri arasında yaptığı “ticari hassasiyetler” araştırması, üyelerinin yüzde 50’sinden fazlasının kenti terk etmeyi düşündüğünü ortaya koydu.[42]

Yönetimin pandemiye ilişkin önlemlerinin olağanüstü boyutta olmasının sebebi, nüfusun büyüklüğü ve görece zayıf sağlık sistemi nedeniyle, krizin sağlık sistemine büyük yük bindirmesinden endişe ediliyor olması. Ülkede alınan önlemler her ne kadar ekonomik sorunları derinleştiriyor olsa da bu konuda toplum sağlığı açısından önemli başarılar da elde ediliyor. Bir tahmine göre, ülkenin Covid-19’dan kaynaklı ölüm vakalarının oranı, ABD’deki ölümlü vakaların yüzde 5’i düzeyinde. Öte yandan Çin ekonomisi son iki yılda yüzde 10,5 düzeyinde büyürken, ABD’nin aynı dönemdeki büyüme oranı yüzde 2,4’te ve gelişmiş ülkelerin toplam büyüme oranı ise yüzde 0,4’te kaldı.[43]

Yurtiçi borç sorunu

Çin’in borçları, 2007-2008 yılları arasında gerçekleşen küresel finans krizi döneminde hızla arttı. Bu artışta rol oynayan faktörlerden biri de yönetimin devasa ekonomik teşvik paketlerinin bankalardan sağlanan borçlanmayla karşılamasıydı. Küresel finans krizinin ardından uzun bir süre dengelenen borçlanma miktarları, geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğinde gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 300’ü düzeyine ulaşarak,[44] yeniden ciddi bir risk oluşturmaya başladı. Çin, borçları en çok artan sanayileşmiş ülkeler arasında yalnız olmasa da ABD ve Japonya gibi diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, borçlarının bileşimi farklı. Ülkede şirketlerin toplam borçları, GSYİH’nin yüzde 160’ı oranındayken, ABD ve Japonya’nın borçlarının büyük kısmı devlet borçlarından kaynaklanıyor.[45]

Çin, ülke içinde karşı karşıya kaldığı borç sorununu aşmak üzere yeniden yapılanma adımları atarken, tüm dünyada tam anlamıyla bir ‘borç tsunamisi’ yaşanıyor. Pandemi, borçların artışını ciddi oranda hızlandırdı. Dünyadaki borçların toplamı 2021 yılı itibariyle 303 trilyon dolar gibi devasa bir büyüklüğe ulaştı. Bu, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük artışa işaret ediyor. Geçen yıl küresel borçlanma düzeyinin toplam miktarı, dünya toplam GSYİH’nin 3,5 katına ulaşmıştı.[46]

Çin ekonomisi de küresel düzeydeki borç girdabından kurtulamıyor. Çin’in ulusal borçlarının toplamı geçen yıl itibariyle 60 trilyon doları aştı (Türkiye GSMH’sinin yaklaşık 76,5 katı).[47] Devlet, pandemi nedeniyle uzun bir ara vermesinin ardından, geçen yılın sonlarına doğru borçlanma meselesine yeniden el attı ve bu çabası belli bir oranda sonuç verdi. Ancak, bazı uzmanlar ülkenin bu yılki büyüme hedeflerine ulaşılmasının zor olduğunu, zira borçlanma oranları üzerindeki baskıların geleceğe yönelik ekonomik beklentileri sekteye uğratacağını belirtiyor. Öte yandan, birçok ekonomist, özellikle büyüme hedeflerini tutturabilmek amacıyla ‘verimsiz şirketlere’ sağlanan borçlardaki muazzam büyüme oranlarının sürdürülebilir olmadığı ve emlak piyasasında görüldüğü gibi, bu durumun gelecekte bir balona neden olacağı görüşünü savunuyor.

Bu arada tüketici harcamaları, yukarıda değinilen gelişmeler ve seyahatlere ilişkin pandemi kısıtlamaları ve kapanmalardan kaynaklı olarak düşük düzeyde seyretmeye devam ediyor. Perakende satışları, 2021 yılında bir önceki yıla göre toplamda yüzde 12,5 oranında artarken, aslında elde edilen bu yüksek artış sadece kentsel bölgelerde gerçekleşti. Kırsal bölgelerde ise artış yüzde 1,8 oranıyla, pandemi öncesi elde edilen büyümenin gerisinde kaldı. Geçen yılın aralık ayı verileri incelendiğinde, beyaz eşyalarda yüzde 6, mobilya sektöründe yüzde 3,1 ve otomobil satışlarında yüzde 7,4’lük bir düşüş gözlemlenirken, en büyük artış ise yüzde 18,8’lik büyüme ile ‘günlük ihtiyaçlar’ alanında oldu.[48]

Gerek Çin’de gerekse dünyada borçlanmayla ilgili durum buyken, küresel ekonominin önümüzdeki döneme ilişkin görünümü ise pek parlak değil. Dünya Bankası’nın öngörüsüne göre, küresel ekonominin 2021’deki yüzde 5,5’lik büyümesinin ardından, 2022 yılındaki büyümenin yüzde 4,3’e gerilemesi bekleniyor. Küresel düzeyde talep gerilerken, özellikle Ukrayna’nın işgali sonrası tedarik zincirindeki sıkıntıların daha da artması bekleniyor. Enflasyon artışına yol açan ekonomik sıkıntılar ise risk oluşturmayı sürdürüyor. Üstelik bu öngörüler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önceki durumun analizine dayanıyordu. İşgal, birçok yeni küresel riski ortaya çıkardı. Rusya’nın agresif tutumundan kaynaklı olarak petrol ve doğal gaz fiyatlarında hızlı bir artışın yanı sıra, küresel gıda fiyatlarının da hızla tırmanması beklenirken, bu durumun küresel ticarete dayalı toparlanmayı olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacak.

Gelir eşitsizliği

“Çin’in karakteristik özelliklerini barındıran sosyalizmin” babası olarak anılan eski devlet başkanı Deng, 1978 yılında nihai hedef olarak belirlenen ‘müşterek refaha’ ulaşmak amacıyla liberal piyasa ekonomisine entegrasyonu sağlayacak bir dizi reform başlattı. Çin, bu adımın ardından geçen 40 yılı aşkın süre boyunca hızlı ve kesintisiz bir ekonomik büyüme kaydetti.

Bu hızlı büyüme, bir yandan geçmişte yaşanan kitlesel yoksulluğun ortadan kaldırılması anlamında pozitif etki sağlarken, aynı zamanda ciddi bir gelir eşitsizliği de yarattı. Ülke, her sekiz yılda bir ulusal gelirini yaklaşık iki kat artırırken, ABD Kongresi tarafından gerçekleştirilen bir araştırmanın sonucuna göre, 800 milyon Çinli yoksulluktan kurtuldu.[49]

Ancak, 1978 ile 2010 arasında ülkede ortalama gelir düzeyi hızla artarken, buna paralel gelir eşitsizliği de artmaya devam etti. Özellikle 2005 yılından itibaren sağlık, eğitim ve kırsal bölgelerdeki altyapıya yapılan yatırımlarla gelir eşitsizliğindeki kötü gidişat bir nebze kontrol altına alınsa da gelir piramidinin en tepesinde olan kesimle, nüfusun geri kalan kesimi arasındaki eşitsizlik artmayı sürdürdü.

Geçen yılın sonunda yayımlanan Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre, Çin nüfusunun en zengin yüzde 10’u ile en yoksul yüzde 50’lilik kesimi arasındaki gelir eşitsizliği 14 katı buluyor. Rapordaki verilere göre, ülkenin toplam gelirinin dağılımında, nüfusunun en zengin yüzde 1’i ile en yoksul yüzde 50’sinin payları neredeyse eşit; nüfusun en zengin yüzde 1’lik kesiminin toplam gelir içindeki payı yüzde 14’ken, en yoksul yüzde 50’lik kesimin toplam payı ise yüzde 14,4.[50]

Çin, 2021 yılı itibariyle dünyadaki dolar milyarderleri sıralamasında ABD’yi de geçerek ilk sırada yer aldı.[51] Gelir eşitsizliğiyle ilgili adaletsizliği yansıtan bir başka veri de ülkedeki milyonerlerin sayısı. Credit Suisse’in bir tahminine göre, 2021 yılı itibariyle ülkedeki dolar milyoneri sayısı 5,3 milyon kişiyi buldu ve ülke dolar milyonerleri bakımından dünyada ABD’nin ardından ikinci sırada yer aldı.[52] Hong Kong, nüfus başına düşen dolar milyoneri sayısı bakımından dünyada en önde gelen kent. Öte yandan, geçtiğimiz yıl en zengin 100 Çinli dolar milyarderinin toplam serveti yaklaşık 1,5 trilyon dolar düzeyine ulaşırken,[53] sayıları ABD nüfusunun iki katına yakın olan 600 milyon Çinli, ayda ortalama 150 dolar gelir elde edebilmekteydi.[54]

Gelir eşitsizliğine ilişkin bu durum yeni bir olgu değil. 1978-2015 yılları arasındaki kişi başına düşen gelir artış oranları incelendiğinde, söz konusu dönemde gelir düzeyi bakımından nüfus dilimleri arasındaki eşitsizliğinin büyük oranda arttığı görülüyor. Bu yıllar arasında nüfusun en zengin yüzde 1’nin geliri yıllık ortalama yüzde 8,6 oranında artarken, nüfusun en yoksul yüzde 50’lik kesiminin gelir artışı ortalama yüzde 4,5 düzeyinde kaldı.[55] Birçok uzman, pandemi koşullarının yoksul Çinli vatandaşların gelir düzeyinin artırılmasına ilişkin çabaları sekteye uğrattığı endişesini taşıyor.

Yukarıda yansıtılmaya çalışılan tablo, ülkedeki gelir eşitsizliğinin diğer ülkelerle karşılaştırılması durumunda daha da netleşiyor. Gelir eşitsizliğini ölçmeye yarayan bir endeks olan Gini katsayısına göre Çin, gelir eşitsizliği bakımından neredeyse tüm Batılı sanayi ülkelerden daha kötü durumda.[56]

Bu veriler ülkedeki gelir adaletsizliğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne sererken, gelir düzeyine ilişkin verilerin yıllara göre nüfus ortalaması alınarak karşılaştırılması, bize yeterince ayrıntılı bir veri sağlamıyor. Zira, farklı nüfus dilimleri arasındaki eşitsizliğin yanı sıra, farklı kentler ve kırsal bölgelerle sanayileşmiş kentsel bölgeler arasındaki coğrafi eşitsizlikler de dikkate alındığında, ortaya bir başka olumsuz manzara çıkıyor. Bu eşitsizlikler ise temel olarak ülkenin siyasi ve ekonomik sisteminden kaynaklanıyor. Bir örnek vermek gerekirse, 2019 yılında ülkenin en zengin 3 kentiyle en yoksul 3 kenti arasında gelir ortalamasındaki fark 4’e 1’di. Gelir düzeyi bakımından diğer kentlerle arayı iyice açmış olan Pekin ve Şanghay gibi kentleri saymasak bile, zengin kentlerle yoksul kentler arasındaki fark 3,5’e 1 düzeyindeydi.[57] 2021 yılı itibariyle ülkenin kırsal kesim nüfusunun toplam nüfusa oranı yüzde 35,28 düzeyinde, yani yaklaşık 498,3 milyon kişiden oluşuyordu.[58] Yoksulluktan ciddi boyutta etkilenen kırsal kesimin nüfusunun bu devasa büyüklüğü, Xi yönetiminin sorunu daha fazla görmezden gelmesine olanak tanımıyor.

İstihdam ve sosyal güvence sorunları

Ülkede son yıllarda başta sanayi ve imalat sektöründe olmak üzere, ciddi bir istihdam açığı sorunu yaşanıyor. Çin’de sanayi bölgelerindeki istihdamın önemli bir bölümünü oluşturan göçmen işçilerin, pandeminin ortaya çıkardığı sorunlar ve göç ettikleri bölgelerdeki koşulların görece iyileşmesinden kaynaklı geri dönüş eğiliminin artması gibi bir dizi gerekçenin yanı sıra, ülkenin hızlı bir şekilde yaşlanan nüfusu da istihdam açığı sorununu artıran olguların başında geliyor.

Ülkenin çalışan nüfusu, geçen yıl itibariyle toplam nüfusun yüzde 63’ü düzeyinde, yani yaklaşık 894 milyon kişiden oluşuyordu. Oysa 2010 yılında çalışan nüfusun sayısı, toplam nüfusun yüzde 70’i düzeyinde, yaklaşık 939 milyon kişiydi. Resmi verilere göre çalışan nüfus sayısının gelecek beş yıl içinde 35 milyon daha azalması bekleniyor.[59]

Çalışan nüfusun yanı sıra, toplam nüfus artışı da azalma eğiliminde. Çin, 2020 yılı itibariyle kadın başına 1,3 çocuk doğum oranıyla, ülke nüfusunu sabit tutabilecek minimum 2,1’lik doğum oranının oldukça altında bir orana sahipti. Bu oran, yıllardır yaşlanan nüfusuyla ilgili sorun yaşayan Japonya’dakinden bile düşük[60] ve ülkede 1960 yılından bu yana kaydedilen en düşük oran.[61]

Öte yandan, Çin’in resmi istatistik ofisine göre, 2020 yılında ülkede önemli bir istihdam kaynağı olan göçmen işçilerin sayısı, son 10 yıl içinde ilk kez gerileyerek 5 milyon azaldı. Bir diğer sorun da 2008 yılında toplam yurtiçi göçmen işçi sayısının yüzde 46’sını oluşturan 30 yaş ve altı göçmen işçilerin nüfusunun 2020 yılı itibariyle yüzde 23’e gerilemiş olması.[62]

Devlet bu trendin sosyal ve ekonomik bir risk oluşturduğunun farkında ve gidişatı değiştirmek üzere yeni stratejiler ve eylem planları geliştiriyor. 9 Aralık 2021 tarihinde, Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi ve Devlet Konseyi’nin ülkenin yaşlanan nüfusuna ilişkin ortak açıklamasında dile getirilen ilkelerde, “yaşlı yetişkinlerin fiziki olarak aktif ve sağlıklı bir yaşama adapte olmalarının” önemine vurgu yapılıyordu.

Dünyanın en büyük sosyal güvenlik sistemi olan Çin’in genel emeklilik sistemi, ulusal istatistik kurumunun 2020 yılı nüfus sayımı verilerine göre kentsel bölgelerdeki işgücünün yüzde 71’ni kapsarken, bu nüfusun sadece yüzde 47’si işsizlik sigortası kapsamındaydı. Geniş nüfus kesimlerinin emeklilik güvencesi ve genel sağlık sistemi kapsamında olmamasının temel nedeni, küçük ve orta ölçekli işletmelerin kayıt dışı işçi çalıştırmaları. Yerel yönetimler, bölgelerindeki yatırımların cazibesinin azalmasından korktuğu için bu duruma göz yumuyor.[63]

Emeklilik sistemine dahil olan kişilerin 2020 yılı itibariyle toplam sayısı 998 milyonu buluyordu; ancak, temel emeklilik sigortası kapsamındaki işçilerin sayısı 542 milyon kişiyken, geriye kalan işçiler kapsamı daha dar olan ek emeklilik sistemine dahildi. Merkezi hükümet, temel sosyal güvenlik sistemine dahil olmayan kesimleri, bireysel prim katkısına dayanan ve devlet sübvansiyonlarıyla işleyen, kapsamı daha düşük sosyal sigorta sistemine katılmaya teşvik ediyor. Böylece yönetim, bu iki sosyal güvenlik sigortası sisteminin kapsamı arasında büyük farklar olmasına karşın, vatandaşların büyük bir kısmının sosyal sigorta şemsiyesi altında olduğunu ileri sürebiliyor.[64]

Gelir eşitsizliğinin yanı sıra, mevcut sosyal sağlık sigortasının bazı uygulamaları yoksul kesimler arasında ciddi sorunlara yol açabiliyor. Örneğin sigorta, hasta tedavisinde kullanılan ilaçların toplam ücretini önceden tahsil ediyor ve ancak tedavinin sonunda bunları geri iade ediyor.[65] Bu durumun özellikle yoksul kesimler açısından büyük bir yük oluşturduğunu tahmin etmek güç değil. Birçok ağır hastalık vakalarında ailelerin kredi çekerek büyük borç yükü altına girdiği ve bunun sonucunda daha derin yoksulluğa itildiği bildiriliyor. Öte yandan, ağır vakalarda söz konusu olan yüksek maliyetler nedeniyle birçok hastanın tedaviden vazgeçmek zorunda kalması da bir başka ciddi sorun.

Pandemi bu eşitsizliği bir kez daha gözler önüne serdi. Hong Kong’da Covid-19 vakaları patladığında, 80 yaş ve üzerindeki kent nüfusunun yaklaşık yüzde 65’i henüz aşılanmamıştı. Anakarada da durum farklı değildi. 80 yaş ve üzerindeki nüfusun sadece yüzde 51’i iki aşı olmuşken, takviye aşı olanların sayısı ise yalnızca yüzde 20’ydi.[66]

Yolsuzluklar

Çin’in bir diğer önemli siyasi ve ekonomik sorunu da yolsuzluklarla ilgili. Çin, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2021 yılı ‘Yolsuzluk Algı Endeksi’nde’ listelenen 180 ülke arasında elde ettiği 45 puanlık skorla 66’ncı sırada yer alıyordu. Endeksteki skorlar, ülkelerin kamu sektörlerinin yolsuzluklarına ilişkin kamuoyundaki algıya göre belirleniyor. Düşük skorlar kötü, yüksek skorlar ise iyi duruma işaret ediyor.[67] Dolayısıyla Çin’in yolsuzluklar konusundaki algısının, sıralamada kendisinden önceki 65 ülkeden daha kötü olduğu görülüyor. Çin’in yolsuzluklara ilişkin endeksteki bu konumu pek de yanıltıcı değil.

China Economic Weekly dergisinin verdiği bir habere göre, Çinli savcılar, 2009-2011 yılları arasında yanlarında kara para ile ülke dışına çıkarken yakalanan Çinli resmi yetkili sayısının 19 bin civarında olduğunu belirtmekteydi. Yanlışlıkla kamuoyuna açıklanan Merkez Bankası’nın yaptığı gizli bir başka araştırma, 1990 ile 2008 yılları arasında bürokratlar tarafından yurtdışına kaçırılan miktarın, 2012 yılı cari fiyatlarıyla 126 milyar doları bulduğunu ortaya koymaktaydı.[68]

Yolsuzluk son yıllara kadar yaygın olmasına karşın, parti bürokratlarının yasalar karşısında dokunulmazlıkları söz konusuydu. Parti kadrolarının edindikleri servetler hakkında sansür uygulanıyor, disiplin cezaları ise ancak siyasi kapışmalar ve parti içi çekişmeler sonucunda ortaya çıkıyordu. Xi, iktidara gelir gelmez yolsuzluklarla mücadele söylemine sarıldı ve bu konuda sert bir tutum aldı. Ancak, Xi’nin ailesinin de muazzam bir servet edindiği biliniyor; ailesinin maden, gayrimenkul ve cep telefonu gibi sektörlerdeki yatırımlarının 2012 yılı itibariyle birkaç yüz milyon doları bulduğu belirtiliyor.[69]

Xi, 2018 yılında yolsuzluklarla mücadele amaçlı bir kampanya başlattı. 2020 yılında sona eren bu kampanya sırasında, resmi verilere göre 40 bini bulan suç unsuru çete ve işletme çökertildi, 50 binden fazla Komünist Parti kadrosu ve kamu çalışanı, “organize çetelerle suç ortaklığından” dolayı cezalandırıldı. Pekin, kampanyanın bittiğini açıklamış olmakla birlikte benzer adımlara devam edileceğinin sinyallerini veriyor.[70]

Suç örgütleri ve iş birlikçilere karşı yürütülen bu kampanya başarılı olmakla birlikte, aynı zamanda üstü kapalı olarak, partinin denetiminden kopuk bir şekilde aşırı nüfuz ve servet edinmiş girişimciler ve şahısları saf dışı bırakma işlevini de gördü. Bazı Çinli vatandaşlar, birçok kişinin sırf kampanya kapsamında kovuşturulacak kişilerle ilgili konulan kotaların doldurulması amacıyla, işlemedikleri suçlar veya işlenen suçların abartılması gibi nedenlerle mağdur duruma düştüklerini iddia etmekteydi.

Komünist Partisi, 2021 yılında “disiplin kurallarını ve yasaları ihlal etmek” suçundan toplam 627 bin resmi görevliyi cezalandırdı. Cezalandırılanların büyük bir kısmını kırsal kesimden düşük düzey yetkililer oluştururken, cezalandırılan yüksek düzey parti kadrolarının sayısının sadece 36 olduğu belirtiliyor.[71]

Xi’nin yolsuzluğa karşı yürüttüğü kampanya, tahmin edileceği gibi parti ve devlet kadrolarında büyük bir şaşkınlık ve korku ile karşılandı. Çin’in 279 milyon dolar tutarında rüşvet aldığını kabul eden eski bir varlık fonu başkanı Lai Xiaomin’in hızlı bir süreç sonunda idamıyla birlikte, bürokratlar arasında rüşvet ve benzeri mali suçlar nedeniyle ölüm cezası verilmemesi şeklinde yazılı olmayan kural bozulmuş oldu. Bu gelişme büyük bir paniğe yol açtı. Bu arada bir başka Komünist Parti üst düzey kadrosunun rüşvet aldığını itiraf ederek, 7 yıl hapse mahkum edilmesinin ardından parti yetkilileri, “aldığı rüşvetleri itiraf eden” kadrolara hoşgörü gösterileceği açıklaması yaptı. Bu açıklama, benzeri suçları işlemiş olan kişilerin kendiliğinden teslim olma furyasına yol açtı. 2017’nin Ekim ayı ile 2018 yılı sonu arasında 5 binin üzerinde gerçekleşen suç itirafları, 2019 yılında 10.357’ye yükselirken, itirafların sayısı 2020 yılında bir önceki yıla göre yüzde 54 artış gösterdi. Aynı trend geçen yılın başında da devam etti. Resmi medya 2021 yılında toplam 16 bin kişinin suçunu itiraf ettiğini bildiriyor. Bu durum resmi medyada, bu yılın sonunda gerçekleşecek olan Komünist Partisi’nin 20’nci Kongresi öncesinde, Xi’nin otoritesinin bir göstergesi olarak yansıtıldı.[72]

Xi yönetiminin yolsuzluklara yönelik mücadelesini sürdürecek olmasının bir başka gerekçesi, Komünist Partisi’nin halka kendi çıkarlarını öne çıkarmadığını gösterme çabası ve parti kadrolarının sadakatini pekiştirmek üzere de elverişli bir kaldıraç niteliğinde olması. Ancak Xi’nin siyasi gücünü pekiştirmek üzere uyguladığı bu yöntemlerin orta ve uzun vadede parti içindeki siyasi ilişkilerde gerilime yol açması olası ve böyle bir durum ise öngörülemeyen siyasi krizlere kapı aralayabilir.

Çalışma yaşamı ve toplumsal mücadeleler

Çin ekonomisinin yeniden yapılanmasına ilişkin atılan adımlar, ülkenin madencilik, demir ve çelik ile imalat sanayisi gibi geleneksel sektörlerinin gerilemesine, hizmet sektörünün ise hızla gelişmesine yol açıyor. Bu gelişme, fabrikalarda kolektif eylemlerin sayısının azalmasına neden olurken, aynı zamanda kargo ve kurye şirketleri, paket dağıtım servisleri ve çevrimiçi tedarik hizmetleri gibi gelişmekte olan yeni sektörlerde işçi grevleri ve protestoların artmasının önünü açtı. Bu nedenle, işçi eylemleri daha önce belli başlı sanayi bölgelerinde yoğunlaşırken, iç kesimler de dahil olmak üzere tüm ülkeye yayılmaya başladı. Bir diğer gelişme de işçilerin gelişen teknolojileri kullanarak daha organize ve kolektif eylemler düzenlemeye başlaması oldu.

Çin Halk Cumhuriyeti anayasası, vatandaşlarının ifade, basın, toplanma, örgütlenme, yürüyüş ve gösteri özgürlüklerini koruma altına alırken, devlet pratikte bu özgürlüklerin hayata geçmesine son derece sınırlı olanak tanıyor. Tiananmen Meydanı ve Hong Kong’daki gösteriler gibi bazı büyük eylemler uluslararası medyanın radarına girse de çoğu eylemler basın tarafından yansıtılmıyor. Oysa bu tür eylemlerin sayısı oldukça yüksek. Resmi verilere göre, 1993 yılında 8.700 olarak kayda geçen eylem sayısı, resmi verilerin paylaşıldığı en son tarih olan 2005 yılında 87.000’e çıkmıştı.[73] Devlet 2005’ten bu yana bu tür ‘kitle vakalarına’ ilişkin verileri paylaşmıyor.

Tüm Çin Sendikalar Federasyonu, tahmini 300 milyon üyesi ve 1 milyon civarında tam zamanlı çalışanıyla, dünyanın açık ara en büyük ulusal sendikal birliği ve aynı zamanda Çin’deki yegane sendika federasyonu konumunda. Federasyon, bu nicel gücüne rağmen kendisini Komünist Partisi’nin hizmetindeki bir kitle örgütü olarak görüyor ve bu doğrultuda işçi haklarını savunmaktan ziyade, tüm tarafların çıkarına hizmet edecek çatışmasız ve ahenk içinde ekonomik bir büyümeyi hedefliyor.

Oysa Çin’in 40 yılı aşkın süredir büyük bir ekonomik başarıya yol açan reform sürecinin sonucunda gelinen noktada, ahenk içinde ekonomik büyümenin Çinli işçilere yeterince fayda sağlamadığı ortada. Üstelik bu sürecin sonunda ortaya çıkan aşırı gelir eşitsizlikleri son yıllarda daha da artma eğiliminde. Komünist Partisi, ekonomik büyümenin tek başına ne işçilere ne de kitlelerin gözünde partinin meşruiyetine istenen katkıyı sağlamadığının farkında.

Xi, iktidara geldiği günden bu yana, işçilerin de ‘Çin rüyasını’ yaşayabilmeleri için çaba gösterilmesi yönünde sendika liderlerini birçok kez uyardı. 2015 yılında Komünist Partisi tarafından, sendika bürokrasisinin çalışma tarzının geliştirilmesi ve bu amaçla köklü bir değişikliğe gidilmesini hedefleyen bir sendika reformu girişimi başlatıldı.[74] Bu reform girişiminin temel amacı, sendikanın aksayan bürokratik yapısının düzeltilerek, “işçilerin desteklenmesi” ve “örgüte olan desteğin artırılmasını” sağlamaktı. Ancak bu girişimin söylemden öteye gidemediği görülüyor.

Çin’deki sendika yöneticilerinin hakim anlayışı, işçi haklarının savunusu doğrultusunda temsil ilişkilerinden ziyade, işçileri yardıma muhtaç mağdur kişiler olarak görme eğiliminde olmaları şeklinde özetlenebilir. Nitekim, sendikal ‘reform’ adımlarına rağmen bu anlayışın henüz değişmediği görülüyor. Bu nedenle de genel olarak işçiler kendilerini sendikayla özdeşleştirmedikleri gibi, sendikaya yönelik bir bağlılık hissiyatına da sahip değiller.[75] Dolayısıyla, sendika bürokrasisini dönüştürme ve sendikayı işçi haklarını savunacak şekilde yeniden yapılandırma hedefi sadece lafta kalıyor. Nitekim, partinin siyasi baskısına rağmen sendikanın gerçek kimliği, bir miktar makyaj yapılmasının ötesinde pek değişmedi.

İşçilerin eli örgütlü mücadele açısından zayıf olmakla birlikte, ülkede işçi direnişleri yaygın. Ulusal istatistik kurumunun verilerine göre, 2018 yılında çalışma yaşamındaki ihtilaflara bakan yerel hakem heyetlerinin önüne toplam 884.223 vaka gelirken, diğer yetkili arabulucular da 214.288 vakaya bakmıştı. Aynı yıl, China Labour Bulletin tarafından kayıt altına alınan işçi grevleri ve toplu eylemlerin sayısının 1.701 olduğu belirtilmekteydi.[76] Aynı kaynağa göre, 2016 ile 2021 yılları arasında gıda sektöründeki eylemlerin sayısı 131’i bulmuş[77] ve 2020 yılının temmuz ayı ile 2021 yılının ağustos ayları arasında 1082 toplu işçi eylemi gerçekleşmişti.[78] 2021 yılı içinde kayıt altına alınan grevlerin sayısı ise 1.093 oldu. Bu grevlerin büyük bir kısmı inşaat sektöründe gerçekleşirken (yüzde 38), onu yüzde 34 ile lojistik ve yüzde 14 ile hizmet sektörleri izledi.[79]

Çin’de hakim olan ‘çalışma kültürü’ işyerlerindeki koşulları son derece olumsuz etkiliyor. Özellikle teknoloji sektöründe yaygın olan, günde 12 saat ve haftada 6 gün çalışmanın dayatıldığı koşulların kısa sürede düzelmesi beklenmiyor.[80] Bu vahşi kapitalizm dönemini aratmayan acımasız çalışma koşulları, ülkede son 10 yılda teknoloji sektörünün hızla gelişmesinin başlıca dayanağı oldu. Bu koşullarda çalışmaya zorlanmaları, işçilerin şirkete olan sadakat ve adanmışlıklarının göstergesi şeklinde meşrulaştırılıyor. Üstelik bu çalışma koşulları sadece mavi yakalı işçilerle sınırlı değil. Birçok işletmede yöneticiler ve menajerler de aynı koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Terfiler ve hatta çalışanların işlerini kaybetmemesi, aşırı sürelerle mesaiye kalarak kendilerini kanıtlamaları koşuluna bağlanıyor. Aslında yasal düzenlemelere göre, çalışma süresinin haftalık 44 saati aşmaması ve aşması durumunda, ek mesai ücretleri ödenmesi gerekiyor. Ancak yetkililer yaygın olarak başvurulan bu uygulamalara göz yumuyor.[81] Yasaların izin vermemesine rağmen, işverenler tarafından yaygın bir şekilde başvurulan bu uygulamalar açık bir şekilde savunuluyor. Örneğin, Çin’in en büyük teknoloji şirketlerinden biri olan Alibaba’nın kurucusu ve sahibi Jack Ma, konuya ilişkin bir açıklamasında ‘996’ olarak tabir edilen bu çalışma koşullarının parçası olmanın “bir nimet olduğunu” ifade etmişti.

Ülkede bu uzun çalışma koşullarından dolayı gerçekleşen sağlık sorunları ise ciddi bir sorun teşkil ediyor. Yerel medyanın geçmişte verdiği rakamlara göre, ülkede her yıl aşırı çalışmaktan kaynaklı olarak 600 bin ile 1 milyon arasında ölüm vakası yaşanıyor. Bir başka veriye göre, 2021 yılının ekim ayı itibariyle ülkede tüm çalışanların haftalık ortalama çalışma saati 48,6 saat olarak gerçekleşti.[82]

Uzun çalışma saatlerinin yanı sıra, işletmelerdeki diğer çalışma koşulları ve iş yeri güvenliği gibi sorunlar da ciddi boyutta. Amerikan teknoloji devlerinin ürünlerini Çin’deki fabrikalarında işleyen ve monte eden Foxconn şirketinin adı, Batı medyasında ilk kez 2010 yılında bir dizi işçinin fabrika tesislerindeki intiharı ile gündeme gelmişti. İşletmenin o dönemde intihar girişimlerini önlemek üzere, işçi lojmanlarının pencerelerinin altına ağlar germesi gibi ilkel önlemler alması, insan hakları savunucuları ve dünya kamuoyunda öfkeye yol açmış ve bu durum şirketin en büyük ve en çok tanınan müşterisi olan Apple için tam bir halkla ilişkiler felaketi olmuştu.

O dönemde basına yansıyan raporlara göre, Foxconn fabrikalarında yapılan incelemelerden birinde, işletmenin ülkede geçerli 43 yasayı ihlal ettiği ve işçilerin 11 güne kadar varan kesintisiz sürelerde, haftada 60 saatin üzerinde çalıştırıldığı ortaya çıktı.[83] Nitekim Apple, 2007-2010 yılları arasında bizzat gerçekleştirdiği denetimlerinde, reşit olmayan ve rızası dışında çalıştırılan işçiler, kayıtlarda sahtekarlık, gerektiği şekilde önlem alınmadığı için zehirli atıklar yüzünden zehirlenen yüzden fazla işçi olması gibi, toplam 70’in üzerinde kural ihlali tespit etmişti.[84] Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de yetkililerin bu tür ihlallere göz yumması bir istisna değil. Zira Foxconn, Tayvan kökenli yabancı bir yatırım şirketi ve Çin’in en büyük ihracat gerçekleştiren şirketlerinden biri. Aynı zamanda sağladığı 1 milyonun üstünde istihdam ile dünyanın önde gelen işverenlerinden.

Çin’de her yıl yaklaşık 16 milyon kadar öğrenci meslek okullarına katılıyor ve öğrenciler 16 yaşından itibaren ‘stajyerlik’ adı altında bir nevi zorla çalıştırılarak, imalat sektöründeki şirketlerde üretim zincirine dahil oluyor. Stajyer olarak çalışmak, bu okullardan mezun olmanın bir ön koşulu. Çin’deki birçok şirket bu durumu ucuz işgücü olarak değerlendiriyor. Yasalara göre, stajyer öğrencilere asgari ücretin yüzde 80’i gibi düşük ücretler ödenebiliyor.[85] Bir rapora göre Foxconn, 2010 yılının yaz aylarında işletmenin toplam işçi sayısının yüzde 15’i civarında, 150 bin kadar stajyer öğrenciyi işe almıştı. iPhone örneği incelendiğinde, o dönem Çin’de montajı yapılarak dünya piyasalarına sürülen bir iPhone’un maliyetinin yüzde 58’lik aslan payı Apple’a kalan para olurken, maliyetin yaklaşık dörtte biri ham maddelere ve yüzde 14’ü tedarikçilere gidiyordu. Toplam maliyetler içinde emeğin payı ise sadece yüzde 2 düzeyindeydi.[86]

‘Çin modelinin’ vahşi yüzü

Günümüzde yüz milyonlara ulaşan göçmen emekçilere yönelik ayrımcı uygulamalar ve bu emekçilerin üzerindeki büyük baskılar, iki farklı işçi sınıfının oluşmasının önünü açarken, ‘sosyal kredi sistemi’ olarak adlandırılan ve vatandaşları ‘güvenilir’ ve ‘güvenilmez’ olarak sınıflandıran sistem, rejimin dayattığı vatandaşlık normlarını yerine getirmeyenlerin insandışılaştırıldığı bir apartheid rejimi olarak işlev görüyor.

Çin’in çevrimiçi etkileşime yönelik kısıtlamaları, bazı yorumcular tarafından “dijital otoriterlik” veya “tekno otoriterlik” olarak adlandırılıyor. Ülkenin giderek genişleyen ve güçlenen dijital ve sosyal izleme ve denetim mekanizmaları, gaddarca planlanmış birtakım yaptırımlarla, dünyada eşi benzeri bulunmayan bir baskı sistemi altyapısına dönüştü.

Öte yandan, Uygurlar ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik etnik temizlik girişimleri, uluslararası kamuoyunda sık sık soykırım olarak suçlanıyor.

Hukou Sistemi: Çin’in Sovyetler Birliği’ndeki iç pasaport sisteminden ödünç aldığı ve 1958 yılında uygulamaya soktuğu ‘Hukou’ kayıt sistemi, özellikle kırsal kesimdeki tarım işçilerinin topraklarını terk etmelerini önlemek ve sanayileşme atılımlarına ucuz gıda tedarikinin sağlanmasını güvence altına almak üzere tasarlanmıştı. Dönemin egemen bürokrasisi, kırsal kesimlerden vatandaşlara serbest dolaşım hakkı tanınması durumunda bunun ülkenin tarımsal üretimine darbe vuracağını düşünmekte, büyük kentlere yoğun göçlerin ise gecekondu yerleşimlerine yol açması ve toplumsal sağlık risklerine neden olmasından endişe ediyordu. Bu kapsamda Hukou sistemi, iktidarın ekonomik ve toplumsal hedeflerine yönelik politikaların uygulanması açısından önemli bir işlev gördü ve görmeye devam ediyor.[87]

2010’lu yıllarda Çin’in kentleşme süreci devasa boyutlardaydı. Bu dönemde ülke içinde kendi rızasıyla göç eden dünyanın en büyük nüfus hareketi gerçekleşti ve 10 yıl içinde ülkenin kentli nüfusu beş kat artarak 850 milyona yükseldi. 2020 yılı itibariyle ülkede kentli nüfusun toplam nüfusa oranı yaklaşık yüzde 61’e ulaşırken, bu nüfusa her yıl 15 milyon yeni insan katılıyor.[88] İç göçlerle kentlere göç etmiş olan kırsal kesim kökenli göçmenlerin toplam sayısının 286 milyon olduğu tahmin ediliyor.[89] Ancak, bu göçmen işçilerin yaklaşık 230 milyonu, kentlerdeki çalışma yaşamı ve kamu hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanabilmek için gerekli olan Hukou sistemine kayıtlı değil.

Sistemin sıkı uygulamaları ve göçleri caydırıcı kılmak üzere tasarlanan yaptırımları, kırsal kesimlerdeki yoksulluk tutsaklığından kurtulmak amacıyla sanayi bölgelerine göç eden milyonlarca göçmeni ikinci sınıf vatandaş konumuna itti. Hukou sistemine kayıtlı olmamak, devletin sağladığı sağlık, eğitim ve konut edinme gibi sosyal hizmetlerden büyük ölçüde yoksun kalmak anlamına geliyor. Bu durumda göçmen emekçiler, örneğin iş yerlerinin sağladığı kötü koşullardaki koğuşlarda kalmaya, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerinden kısıtlı olarak yararlanmaya, daha düşük ücretlerle çalışmaya zorlanıyor ve çaresizlik içinde, genel olarak Hukou kaydı olan yerel işçilerin rağbet etmediği işlere talip olmaya itiliyor. Bu nedenle daha geniş haklardan yararlanabilmek için, kentlerde Hukou sistemine kaydolabilmek amacıyla karaborsada yıllık gelirlerine eşit miktarlarda paralar ödemek zorunda kalıyorlar. Göç ettikleri kentlerde sağlık hizmetleri ve eğitime erişimin kısıtlanmasından kaynaklı olarak, göçmen işçilerin çocuklarını geride, geldikleri kırsal bölgelerde bırakmaları yaygın bir uygulama. Bundan dolayı milyonlarca göçmen işçi, onlarca yıla varan dönemlerde çocuklarından ve ailelerinden kopuk bir yaşam sürdürmek zorunda bırakılıyor.

Konuyla ilgili bir araştırma, kısıtlamalar nedeniyle Pekin ve Şanghay gibi kentlerde kalifiye olmayan, geçici işlerde çalışan göçmenlerin çocuklarının ancak yüzde 24’ünün yüksek öğrenimlerine devam edebildiklerini, kentteki kalifiye işlerde çalışan kayıtlı vatandaşların çocuklarının ise yüzde 96’sının yüksek eğitimlerine devam edebildiğini gösteriyor.[90] Bu, göçmen işçilerin karşı karşıya kaldığı kısıtlamaların, aynı aileden gelecek kuşakları da olumsuz etkilediğinin bir göstergesi.

Sistem günümüzde de yürürlükte. Son dönemde hızlı sanayileşmenin ortaya çıkardığı muazzam iş gücü açığını kapatmak üzere, kırsal kesimdeki emekçilerin göçlerine göz yumulmasına karşın, sistemin uygulanmasından sorumlu olan yerel yönetimler, kendi yönetim alanlarının gelişimine daha fazla katkı sağlayacağını düşündüğü kalifiye işçileri ve yetenekleri çekmek amacıyla, göçmen işçilerin kayıtlı sisteme geçebilmesi için gereken koşulları zorlaştıran bir takım ek kriterler dayatabiliyor.

Hukou sisteminin uygulanmasında ortaya çıkan derin eşitsizliklerin, Xi’nin ‘müşterek refah’ hedefinin başarısını da baltaladığı ortada. Nitekim, merkezi hükümet 2014 yılında, yeni bir ‘kentselleşme modeliyle’ Hukou sistemini reform etmek amacıyla bir girişim başlattı. Bu girişimin temel amacı, kentlerdeki göçmen işçilerle yerel kayıtlı kesimin sosyal hakları arasındaki farkı “2012 yılındaki yüzde 17,3’lük düzeyinden, 2020 yılı itibariyle yüzde 15’e” düşürmekti. Ancak, bu hedef tutturulamadığı gibi, aradaki fark daha da açıldı.[91] Merkezi yönetimin sistemi tamamen kaldırmak yerine hâlâ başarısız ‘reform’ girişimleriyle sürdürüyor olması, bu sistemin günümüzde bile halen egemen sınıfın çıkarına işlediğinin güçlü bir göstergesi.

Hukou sisteminin, günümüzde ülkede uygulanan ‘sosyal kredi sistemi’ ile toplumsal düzeni egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda denetlemek bağlamında benzerlikleri var. Birinin temelini coğrafi konum belirlerken diğerininkini ise sosyal kredi puanı belirliyor, ancak ikisi de aynı amaca hizmet ediyor.

Sosyal Kredi Sistemi: Sosyal Kredi Sistemi, Çinli vatandaşların finansal, toplumsal, ahlaki ve siyasi davranışlarını izleyerek, değerlendirme ve puanlama yoluyla cezalandırılmaları ya da ödüllendirilmelerini ve bu yolla denetim altında tutulmalarını hedefliyor. Vatandaşları ‘iyi vatandaş’ ve ‘makbul olmayan vatandaş’ olarak sınıflandıran bir çeşit kast sistemi olan bu uygulama, egemen sınıf açısından ekonominin yönetimi ve toplumun kontrol altında tutulması bakımından önemli bir mekanizma olarak işlev görüyor.

Vatandaşların puanlarının artması, kendilerinden beklenen bir dizi “iyi vatandaşlık” normlarına bağlanıyor. Örneğin, kahramanca bir eylemde bulunması, kan bağışında bulunması, yoksullara yardım etmesi, sosyal medyada hükümeti övmesi ve iyi bir finansal kredi geçmişi olması, bulunduğu mahalleyi olumlu bir şekilde etkilemesi, ailesindeki yaşlıların bakımını üstlenmesi ve hayırseverlik yapması gibi davranışlar puanını olumlu etkiliyor.

Vatandaşlar, bütün bu ve benzeri davranışları gerçekleştirmeleri durumunda en yüksek seviye olan 1300 puana erişebiliyor. 1000 puanın altına düşülmesi durumunda, makbul olmayan vatandaş kategorisine girme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor. En düşük puan ise 600 olarak belirlenmiş. Düşük puanlı vatandaşlar ise cezalandırılıyor.

Yüksek puana sahip olanların ödülleri arasında özetle şunlar var: Vergi indirimleri, toplu konutlarda sıranın önüne geçme ve iş hayatında hızlı terfi etme, hastanelerde daha kısa bekleme sırası, daha ucuz toplu taşıma ücretleri ve nakit kredi veya tüketici kredilerine daha kolay erişim, istihdam ve okula kayıtlarda öncelik tanınması, vb.

Bin puanın altına düşüldüğünde ise karşı karşıya kalınan cezalardan bazıları şunlar: Kamuoyunda aşağılanma (kara listeye alınan vatandaşların kamusal alanlardaki ekranlarda fotoğrafları, adları ve kimlik numaralarıyla teşhir edilmesi), özel okullarda okumalarının engellenmesi, kamu işlerinden menedilme, kamu hizmetlerine ve kredilere sınırlı erişim, hava ulaşımı ve hızlı tren kullanımının yasaklanması ve bazı toplumsal hizmetlere erişimin reddedilmesi, vb.[92]

Sistem henüz tam kapasiteyle uygulama aşamasına geçmemesine rağmen, geçen yılın eylül ayı itibariyle 10 milyondan fazla Çinli vatandaşın kara listeye alındığı tahmin ediliyor.[93] Uygulamanın, rejimin idealize ettiği sisteme uyumsuzlukları nedeniyle hedef haline gelen vatandaşların insandışılaştırılmasına yol açtığı bariz. Bu arada puanlama sisteminin kriterlerinin nasıl uygulandığı ve skorların nasıl belirlendiğine ilişkin ayrıntılı bilgi olmamakla birlikte, eğitimden yoksun bırakılan gruplar, yoksul vatandaşlar, etnik azınlıklar ve benzeri marjinalleştirilmiş grupların sistem içinde baştan ‘makbul olmayan vatandaş’ kategorisinde değerlendirileceğini tahmin etmek zor değil.

Büyük Güvenlik Duvarı: Orwell’in distopyasını aratmayan, ‘dijital otoriterliğin’ zirvesi sayılabilecek olan Büyük Güvenlik Duvarı,[94] yüz milyonlarca Çinlinin internet erişimini sansürlüyor; temel insan haklarından biri olan bilgiye özgür erişimi sadece rejimin izin verdiği sınırlar içinde olanaklı kılıyor. Sistem, Komünist Partisi’nin ideolojik görüşüne aykırı her türlü siteyi, makaleyi veya haberi engellerken, aynı zamanda ‘Tiananmen’ gibi anahtar kelime veya terimlere ilişkin arama sonuçlarına erişimi de sansürlüyor. Bununla da yetinmeyen bu sansür mekanizması, Twitter gibi, Çin’e özgü sansür uygulayacak ayrı bir yayın politikası ve altyapıya sahip olmayan sosyal ağlara erişimi engelliyor. Bunun yanı sıra, Komünist Partisi’nin görüşleri doğrultusunda yanıltıcı veya propagandaya dayalı yazılar yayınlayan ve paylaşan bir trol ordusuna da sahip.

Etnik temizlik ve toplama kampları: Çin Halk Cumhuriyeti toprakları içinde yer alan Doğu Türkistan özerk bölgesinde yaşayan Uygur halkı ve diğer Müslüman etnik topluluklara yönelik zulüm, yeni vahşi bir sömürgecilik örneği teşkil ediyor. 2017 yılından bu yana toplama kamplarına kapatılan Uygurların sayısı 1,8 milyonu aşmış durumda. Uygulara reva görülen bu zulmün resmi gerekçesi ise “güvenlik tehdidi.” Ancak uygulamaya bakıldığında, Çinli yetkililerinin gözünde Uygurların etnik kimlikleri ve inançlarının tek başına bir ‘tehdit’ unsuru oluşturduğu ve bu gerekçeyle de erkek, kadın, yaşlı olmalarına bakılmaksızın toplama kamplarına tıkıldıklarına tanık oluyoruz.

Çin devletinin bir başka insanlık dışı uygulaması ise toplama kamplarına yollanan ailelerin çocuklarının, ailelerinden koparılarak yatılı okullarda asimile edilmek üzere özel bir eğitimden geçirilmesi. Economist dergisinin konuyla ilgili bir haberinde, özel olarak düzenlenmiş yatılı okullara gönderilen Uygur çocuklarının sayısının, 2017’deki 383 bin çocuktan 2019 yılı sonu itibariyle 885.500’e çıktığı belirtiliyor. Bir başka veri ise, Doğu Türkistan eyaletindeki ‘yatılı okulların’ kapasiteleri 2019 yılında yüzde 30 düzeyinde artmışken, ülkedeki diğer bölgelerde yer alan yatılı okulların toplam kapasite artışının yüzde 5’te kalmış olduğunu gösteriyor.

Asimilasyonla ilgili bir başka uygulama ise bölgedeki okullara sadece ülkede egemen konumdaki Han etnik grubundan öğretmenlerin atanıyor olması. Uygurlara yönelik zulmün bir başka göstergesi de resmi istatistiklere yansımış durumda; resmi veriler Doğu Türkistan bölgesinde 2015 ile 2018 yılları arasında doğum oranlarının yüzde 60 düşmüş olduğuna işaret ediyor.[95] Bu, uzun yıllar boyunca uygulanan aile başına bir çocuk sınırını 2016 yılı başında kaldırmış olan ülkede, insan hakları kuruluşlarının Uygur kadınlarının rızaları dışında kısırlaştırıldıklarına ilişkin iddialarını güçlendiren bir durum.

Çin rejiminin insanlık dışı uygulamaların gerçekleştiği toplama kamplarının yanı sıra, her bir Uygur vatandaşının potansiyel birer suçlu olduğu varsayımıyla, binden fazla tedarikçi Çinli özel şirketin yer aldığı güvenlik odaklı muazzam bir endüstriyel kompleks oluşturulmuş durumda. Bu şirketler, Uygurlar ve diğer etnik grupların telefonları, internetteki izleri ve güvenlik kameralarıyla sosyal yaşamlarının her alanının izlendiği devasa bir denetleme mekanizmasını işletiyor. Güvenliğin yanı sıra bir de devasa bir ticari yanı var. Kamplara tıkılan Uygurların saçları küresel piyasalarda oyuncak gibi ticari mallarda ürün olarak kullanılırken, tüm değerli eşyalarına el koyuluyor, emekleri köleci bir mantıkla sömürülüyor.

Çinli liderlerin yukarıda değinilen insanlık dışı uygulamalarının nereye kadar devam edeceğini öngörmek zor. Ancak, Hong Kong’un ilhakının ardından kentte uygulanan baskılar, Sosyal Kredi Sistemi’nin ve milyonlarca Çinlinin temel haklarından yoksun bırakılmasına yol açan Hukou Sistemi’nin yanı sıra, Uygur halkına uygulanan ve soykırım tanımı kapsamında değerlendirilebilecek zulüm, çok daha kötü gelişmelerin olanak dışı olmadığının göstergesi niteliğinde.

 

Dipnotlar:

[1]     Zhang, Zoey, “China’s 2022 Economic Outlook Based on GDP and Economic Indicators from 2021,” China Briefing, 27 Ocak 2022, https://www.china-briefing.com/news/chinas-2022-economic-outlook-based-on-gdp-and-economic-indicators-from-2021/ (Erişim tarihi: 13 Şubat 2022).

 

[2]     Cotton, Tom, “China’s Economic World War,” National Review, 11 Aralık 2021, https://www.nationalreview.com/2021/12/chinas-economic-world-war/ (Erişim tarihi: 15 Aralık 2021).

 

[3]     Lau, Lawrence, “Prospects for China’s Economy,” China and US Focus, 18 Ocak 2022, https://www.chinausfocus.com/finance-economy/prospects-for-chinas-economy (Erişim tarihi: 13 Şubat 2022).

 

[4]     Çin komünist Partisi, Tayvan’ın tarihsel olarak Çin’in bir parçası olduğunu iddia ediyor ve bu iddiasını vurgulamak için “birleşme” yerine “yeniden birleşme” ifadesini kullanıyor. Bu görüşünü destelemek üzere, Tayvan’ın günümüzde ayrılıkçılar tarafından işgal altında olduğu iddia ediliyor.

 

[5]     Washington Konsensüsü, ABD ve diğer G-7 ülkeleri tarafından kabul edilen; IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar tarafından dayatılan neo-liberal ekonomi politikalarının kısa adıdır. Daha geniş bilgi için bakınız: Washington Consensus: https://en.wikipedia.org/wiki/Washington_Consensus

 

[6]     Bu konuda iyi bir örnek için bkz.: Economic freedom v political freedom, The Economist, 19 Mart 2022, s. 61-63.

 

[7]     State-Owned Enterprises in the Chinese Economy Today: Role, Reform, and Evolution, China Institute, University of Alberta, 2018.

 

[8]     Piketty, Thomas, Yang, Li ve Zucman Gabriel, “Capital accumulation, private property, and inequality in China, 1978-2015,” CEPR, 20 Temmuz 2017, https://voxeu.org/article/capital-accumulation-private-property-and-inequality-china-1978-2015 (Erişim tarihi: 11 Şubat 2022).

 

[9]     Kennedy, Scott ve Blanchette, Jude (editörler), Chinese State Capitalism – Diagnosis and Prognosis, Center for Strategic & International Studies, Ekim 2021, s.9-11.

 

[10]    Kennedy, Scott ve Blanchette, Jude (editörler), a.g.e.

 

[11]    Kennedy, Scott ve Blanchette, Jude (editörler), a.g.e.

 

[12]    Morrison, Wayne M., “China’s Economic Rise: History, Trends, Challenges, and Implications for the United States,” CRS Report, Congressional Research Service, 25 Haziran 2019 (Güncellenmiş hali)

 

[13]    Terim, James Truslow Adams’ın 1931 yılında yayımlanan Amerika’nın Destanı adlı kitabı ile popüler oldu.

 

[14]    Friedman, Thomas L., “China Needs Its Own Dream,” The New York Times, 2 Ekim 2012, https://www.nytimes.com/2012/10/03/opinion/friedman-china-needs-its-own-dream.html (Erişim tarihi: 4 Şubat 2022).

 

[15]    Xi Jinping and the Chinese dream, The Economist, 4 Mayıs 2013, https://www.economist.com/leaders/2013/05/04/xi-jinping-and-the-chinese-dream (Erişim tarihi: 04 Şubat 2022).

 

[16]    Savaş suçları, kölecilik, işkenceler, etnik kırım ve soykırım gibi suçları kapsayan, “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar,” diğer suçlardan farklı olarak ulusal hukuk yerine, uluslararası bir hukuk çerçevesinde ele alınıyor.

 

[17]    Yang, Jianli, “Four in One,” National Review – Özel sayı: The China Threat, 2 Ağustos 2021, s. 20.

 

[18]    Ma, Josephine, “China’s Communist Party and the military: who the army reports to and what’s changed under Xi Jinping,” South China Morning Post, 14 Mayıs 2021, https://www.scmp.com/news/china/military/article/3133210/why-chinas-communist-party-maintains-tight-grip-military (Erişim tarihi: 1 Mart 2022).

 

[19]    Phillips, Tom, “Xi Jinping becomes most powerful leader since Mao with China’s change to constitution,” The Guardian, 24 Ekim 2017, https://www.theguardian.com/world/2017/oct/24/xi-jinping-mao-thought-on-socialism-china-constitution (Erişim tarihi: 4 Şubat 2022).

 

[20]    Xi, Marksizm-Leninizm, Mao Zedong ve Deng Xiaoping’in adlarının bir ‘teori’ çerçevesinde bir araya gelmesi, ne kadar absürt olsa da Komünist Partisi propaganda mekanizmasının bunu piyasaya sürmesinin gerekçesi, kendi meşruiyetini sürdürmek amacıyla partinin hala Marksist görüşleri temsil ettiği iddiasından kaynaklanıyor.

 

[21]    Economy, Elizabeth, “Xi Jinping’s New World Order,” Foreign Affairs, Ocak-Şubat 2022, s. 52.

 

[22]    Ni, Vincent, “‘Poverty divides us’: gap between rich and poor poses threat to China,” The Guardian, 1 Temmuz 2021, https://www.theguardian.com/world/2021/jul/01/xi-jinping-gap-between-rich-and-poor-poses-biggest-threat-to-china (Erişim tarihi: 5 Ocak 2022).

 

[23]    Why China Keeps on Targeting Its Technology Giants: QuickTake, Bloomberg News, 23 Şubat 2022, https://www.bloomberg.com/news/articles/2022-02-23/why-china-keeps-on-targeting-its-technology-giants-quicktake (Erişim tarihi: 23 Şubat 2022).

 

[24]    Gregg, Aaron, “China Evergrande has defaulted on its debts, Fitch says,” The Washington Post, 9 Aralık 2021, https://www.washingtonpost.com/business/2021/12/09/china-evergrande-default/ (Erişim tarihi: 25 Ocak 2022).

 

[25]    Yu, Sun ve Mitchell, Tom, “China’s economy: the fallout from the Evergrande crisis,” Financial Times, 6 Ocak 2022, https://www.ft.com/content/13476bf7-a519-427c-afd8-06e5579539d8 (Erişim tarihi: 19 Ocak 2022).

 

[26]    Cheng, Evelyn, “China’s big challenge for 2022: Getting people to spend money,” CNBC, 30 Aralık 2021, https://www.cnbc.com/2021/12/31/chinas-big-challenge-for-2022-getting-people-to-spend-money.html (Erişim tarihi: 19 Ocak 2022).

 

[27]    China Home Prices Drop Faster as Slump Shows No End in Sight, Bloomberg News, 16 Mart 2022, https://www.bloomberg.com/news/articles/2022-03-16/china-home-price-declines-deepen-as-slump-shows-no-end-in-sight (Erişim tarihi: 18 Mart 2022).

 

[28]    Farrer, Martin, “China property shares soar on Beijing stimulus, despite continued debt crisis,” The Guardian, 17 Mart 2022, https://www.theguardian.com/world/2022/mar/17/china-property-shares-soar-on-beijing-stimulus-despite-continued-debt-crisis (Erişim tarihi: 18 Mart 2022).

 

[29]    China’s Xi allowed to remain ‘president for life’ as term limits removed, BBC News, 11 Mart 2018, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-43361276 (Erişim tarihi: 21 Mart 2022).

 

[30]    Bu yazı kaleme alınırken henüz kongrenin düzenleneceği tarih belirlenmemişti.

 

[31]    Textor, C., “Migrant workers in China – statistics & facts,” Statista, 25 Haziran 2021, https://www.statista.com/topics/1540/migrant-workers-in-china/#dossierKeyfigures (Erişim tarihi: 28 Ocak 2022).

 

[32]    Kroeber, Arthur, “Bear in a China Shop”, Foreign Policy, 22 Mayıs 2012, http://www.foreignpolicy.com/articles/2012/05/22/bear_in_a_china_shop (Erişim tarihi: 11 Şubat 2022)

 

[33]    China’s Long-Term Growth Potential: Can Productivity Convergence Be Sustained, Bank of Japan, Haziran 2021

 

[34]    Horn, Sebastian, Reinhart, Carmen M. ve Trebesch, Christoph, “How Much Money Does the World Owe China?” Harvard Business Review, 26 Şubat 2020, https://hbr.org/2020/02/how-much-money-does-the-world-owe-china (Erişim tarihi: 25 Ocak 2022).

 

[35]    Horn, Sebastian, Reinhart, Carmen M. ve Trebesch, Christoph, a.g.e.

 

[36]    Anderlini, Jamil ve Dyer, Geoff, “Downturn causes 20m job losses in China,” Financial Times, 2 Şubat 2009, https://www.ft.com/content/19c25aea-f0f5-11dd-8790-0000779fd2ac (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[37]    Schucher, Günter, “China’s Employment Crisis – A Stimulus for Policy Change?” Journal of Current Chinese Affairs, 2009, s. 122

 

[38]    He, Laura ve Nectar, Gan, “80 million Chinese may already be out of work. 9 million more will soon be competing for jobs, too,” CNN Business, 8 Mayıs 2020, https://edition.cnn.com/2020/05/08/economy/china-unemployment-intl-hnk/index.html (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[39]    Covid-19 Dashboard, Coronavirus Resource Center, Johns Hopkins University & Medicine, https://coronavirus.jhu.edu/map.html (Erişim tarihi: 5 Nisan 2022).

 

[40]    Oi, Mariko, “China lockdowns: The economic cost of a zero-Covid policy,” BBC, 18 Mart 2022, https://www.bbc.com/news/business-60761107 (Erişim tarihi: 18 Mart 2022).

 

[41]    Tang, Frank, “As China’s Covid-19 infections rise, economic prospects worsen and stock sell-off deepens,” South China Morning Post, 15 Mart 2022, https://www.scmp.com/economy/china-economy/article/3170573/chinas-infections-rise-economic-prospects-take-another-hit (Erişim tarihi: 18 Mart 2022).

 

[42]    Chan, Dorothy, “Zero-Covid Policy Threatens Hong Kong’s Status as an International Financial Hub,” American Institute for Economic Research, 26 Mart 2022, https://www.aier.org/article/zero-covid-policy-threatens-hong-kongs-status-as-an-international-financial-hub (Erişim tarihi: 28 Mart 2022).

 

[43]    The Economist, Escaping zero-covid, 26 Mart 2022, S.10.

 

[44]    Sharma, Ruchir, “China is less likely to back Russia while facing troubles of its own,” Financial Times, 28 Mart 2022, https://www.ft.com/content/b459453f-3d83-490e-88fd-18a200283cec (Erişim tarihi: 28 Mart 2022).

 

[45]    Lee, Yen Nee, “These charts show the dramatic increase in China’s debt,” CNBC, 28 Haziran 2021, https://www.cnbc.com/2021/06/29/china-economy-charts-show-how-much-debt-has-grown.html (Erişim tarihi: 23 Ocak 2022).

 

[46]    Wilkes, Tommy, “Emerging markets drive global debt to record $303 trillion – IIF,” Reuters, 23 Şubat 2022, https://www.reuters.com/markets/europe/emerging-markets-drive-global-debt-record-303-trillion-iif-2022-02-23 (Erişim tarihi: 24 Şubat 2022).

 

[47]    Küresel borç zirve yaptı, Dünya Gazetesi, 24 Şubat 2022, https://www.dunya.com/kuresel-ekonomi/kuresel-borc-zirve-yapti-haberi-649887 (Erişim tarihi: 26 Şubat 2022).

 

[48]    Cheng, Evelyn, a.g.e.

 

[49]    China’s Economic Rise: History, Trends, Challenges, and Implications for the United States, Congressional Research Service, 25 Haziran 2019 (güncellenmiş hali).

 

[50]    World Inequality Report 2022, World Inequality Lab, s.191-192

 

[51]    Feng, Gao ve Yang, Lin, “China Aims to Close Urban-Rural Income Gap After Declaring Poverty Vanquished,” Voice of America, 18 Mart 2021, https://www.voanews.com/a/east-asia-pacific_voa-news-china_china-aims-close-urban-rural-income-gap-after-declaring-poverty/6203483.html (Erişim tarihi: 9 Ocak 2022).

 

[52]    Textor, C., “Chinese millionaires – statistics & facts,” Statista.com, 20 Ağustos 2021, https://www.statista.com/topics/5788/millionaires-in-china/#dossierKeyfigures (Erişim tarihi: 27 Şubat 2022).

 

[53]    Flannery, Russell, “China’s 100 Richest 2021: Collective Wealth Climbs To Nearly $1.5 Trillion Amid Tumult,” Forbes, 30 Kasım 2021, https://www.forbes.com/sites/russellflannery/2021/11/03/chinas-100-richest-2021-collective-wealth-climbs-to-nearly-15-trillion-amid-tumult/?sh=3ca8ca3a3046 (Erişim tarihi: 27 Şubat 2022).

 

[54]    Smith, Alexander ve Hu, Robbie, “China created more billionaires than the U.S. Now it is cracking down,” NBC News, 5 Eylül 2021, https://www.nbcnews.com/news/world/china-created-more-billionaires-u-s-now-it-cracking-down-n1278438 (Erişim tarihi: 27 Şubat 2022).

 

[55]    Ni, Vincent, a.g.e.

 

[56]    Calcea, Nicu, “China’s income inequality is among the world’s worst,” The New Statesman, 23 Ağustos 2021, https://www.newstatesman.com/world/2021/08/china-s-income-inequality-among-world-s-worst (Erişim tarihi: 9 Ocak 2022).

 

[57]    Milanovic, Branko, “China’s Inequality Will Lead It to a Stark Choice,” Foreign Affairs, 11 Şubat 2021, https://www.foreignaffairs.com/articles/china/2021-02-11/chinas-inequality-will-lead-it-stark-choice (Erişim tarihi: 20 Aralık 2021).

 

[58]    Xing, Tao, “In a Nutshell: Rural Vitalization,” Beijing Review, 3 Mart 2022, s. 36.

 

[59]    Xie, Stella Yifan ve Qi, Liyan, “Chinese Factories Are Having Labor Pains—‘We Can Hardly Find Any Workers,’” The Wall Street Journal, 25 Ağustos 2021, https://www.wsj.com/amp/articles/chinese-factories-are-having-labor-painswe-can-hardly-find-any-workers-11629883801 (Erişim tarihi: 24 Şubat 2022).

 

[60]    Wang, Orange, “China population: 2021 birth data to offer fresh insight into demographic crisis,” South China Morning Post, 16 Ocak 2022, https://www.scmp.com/economy/china-economy/article/3163465/china-population-2021-birth-data-offer-fresh-insight?utm_source=rss_feed (Erişim Tarihi: 24 Şubat 2022).

 

[61]    Davidson, Helen, “China’s population growth rate falls to 61-year low,” The Guardian, 17 Ocak 2022, https://www.theguardian.com/world/2022/jan/17/chinas-birthrate-falls-to-61-year-low-despite-moves-to-stave-off-demographic-crisis (Erişim tarihi: 24 Şubat 2022).

 

[62]    Xie, Stella Yifan ve Qi, Liyan, a.g.e.

 

[63]    China’s social security system, China Labour Bulletin, 18 Ağustos 2021, https://clb.org.hk/content/china%E2%80%99s-social-security-system (Erişim tarihi: 27 Şubat 2022).

 

[64]    China Labour Bulletin, 18 ağustos 2021, a.g.e.

 

[65]    Yuan, Hui, Chen, Shuoqi, Pan, Guochen ve Zheng, Lingyun, “Social Pension Scheme and Health Inequality: Evidence From China’s New Rural Social Pension Scheme,” Frontiers in Public Health, 7 Şubat 2022, https://doi.org/10.3389/fpubh.2021.837431 (Erişim tarihi: 25 Şubat 2022).

 

[66]    The Economist, 26 Mart 2022, a.g.e.

 

[67]    Corruption Perceptions Index 2021, Transparency International, https://www.transparency.org/en/cpi/2021/index/chn (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[68]    Demick, Barbara ve Pierson, David, “China steps up efforts to keep officials from leaving country”, Los Angeles Times, 6 Haziran 2012, https://www.latimes.com/archives/la-xpm-2012-jun-06-la-fg-china-naked-official-20120606-story.html (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022)

 

[69]    Xi Jinping Millionaire Relations Reveal Fortunes Of Elite, Bloomberg Businessweek, 29 Haziran 2012, http://www.bloomberg.com/news/2012-06-29/xi-jinping-millionaire-relations-reveal-fortunes-of-elite.html (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[70]    Feng, Emily, “How China’s Massive Corruption Crackdown Snares Entrepreneurs Across the Country,” npr, 4 Mayıs 2021, https://www.npr.org/2021/03/04/947943087/how-chinas-massive-corruption-crackdown-snares-entrepreneurs-across-the-country (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[71]    Teh, Cheryl, “China punished more than 600,000 officials in 2021 amid Xi Jinping’s clampdown on corruption and misconduct,” Insider, 24 Ocak 2022, https://www.insider.com/china-punished-over-600000-officials-amid-xis-corruption-clampdown-2022-1 (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[72]    Hadano, Tsukasa, “Corruption confessions in China surge ahead of party congress,” Nikkei Asia, 26 Mayıs 2021, https://asia.nikkei.com/Politics/Corruption-confessions-in-China-surge-ahead-of-party-congress (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[73]    Looking at Protesting in China, US-China Institute, 22 Temmuz 2021, https://china.usc.edu/looking-protesting-china (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[74]    Girişimin sendika liderliği değil de parti tarafından başlatılmış olmasına dikkat çekerim.

 

[75]    The Worker’s Movement in China 2015-2017, China Labour Bulletin (raporda tarih belirtilmemiş, ancak örgütün güncel haber ve raporlarına şu linkten ulaşılabilir: https://clb.org.hk).

 

[76]    Holding China’s trade unions to account, China Labour Bulletin, (raporda tarih belirtilmemiş, ancak örgütün güncel haber ve raporlarına şu linkten ulaşılabilir: https://clb.org.hk)

 

[77]    Yip, Waiyee, “China steps in to regulate brutal ‘996’ work culture,” BBC, 2 Eylül 2021, https://www.bbc.com/news/world-asia-china-58381538 (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[78]    Henan overtakes Guangdong in number of worker protests, China Labour Bulletin, 24 Ağustos 2021, https://clb.org.hk/content/henan-overtakes-guangdong-number-worker-protests (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[79]    Increase in strikes in logistics and service sectors in 2021 not expected to let up, China Labour Bulletin, 15 Şubat 2022, https://clb.org.hk/content/increase-strikes-logistics-and-service-sectors-2021-not-expected-let (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[80]    Bu koşullar, sabah 9, akşam 9 ile haftanın 6 günü çalıştırmaya gönderme olarak ‘996’ olarak adlandırılıyor.

 

[81]    Cyrill, Melissa, “The ‘996’ Work Culture That’s Causing a Burnout in China’s Tech World,” China Briefing, 19 Nisan 2019, https://www.china-briefing.com/news/996-work-culture-china-tech-sector-burnout (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[82]    Attempts to regulate overtime work at China’s tech giants are not going well, China Labour Bulletin, 25 Şubat 2022.

 

[83]    Duhigg, Charles ve Greenhouse, Steven, “Electronic Giant Vowing Reforms in China Plants,” The New York Times, 29 Mart 2012, http://www.nytimes.com/2012/03/30/business/apple-supplier-in-china-pledges-changes-in-working-conditions.html?pagewanted=all (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[84]    Duhigg, Charles ve Barboza, David, “In China, Human Costs Are Built Into an iPad,” The New York Times, 25 Ocak 2012, http://www.nytimes.com/2012/01/26/business/ieconomy-apples-ipad-and-the-human-costs-for-workers-in-china.html?pagewanted=all (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[85]    Crook, Steven, “Counting the human cost of affordable electronics,” Taipei Times, 2 Haziran 2021, https://taipeitimes.com/News/feat/archives/2021/06/02/2003758451 (Erişim tarihi: 2 Mart 2022).

 

[86]    Krishnankutty, Pia, “Rural China’s youth struggling in Foxconn iPhone factories, govt slow to act, says sociologist,” The Print, 10 Şubat 2022, https://theprint.in/world/rural-chinas-youth-struggling-in-foxconn-iphone-factories-govt-slow-to-act-says-sociologist/826881 (Erişim tarihi: 15 Şubat 2022).

 

[87]    Boquen, Antoine, “China’s Hukou System Explained,” New Horizons, 28 Haziran 2021, https://nhglobalpartners.com/the-chinese-hukou-system-explained (Erişim tarihi: 30 Ekim 2021).

 

[88]    Wuwei, Anhui, “Changes to China’s hukou system are creating new divides,” The Economist, 19 Ağustos 2020, https://www.economist.com/china/2020/08/19/changes-to-chinas-hukou-system-are-creating-new-divides (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[89]    Textor, C., “Migrant workers in China – statistics & facts,” Statista, 25 Haziran 2021, https://www.statista.com/topics/1540/migrant-workers-in-china/#dossierKeyfigures (Erişim tarihi: 28 Ocak 2022).

 

[90]    Sieg, Holger, Yoon, Chamna ve Zhang, Jipeng, “The impact of migration controls on urban fiscal policies and the intergenerational transmission of human capital in China,” Working Paper 27764, Eylül 2020, National Bureau of Economic Research.

 

[91]    Chan, Kam Wing, “China’s hukou reform remains a major challenge to domestic migrants in cities,” World Bank Blog, 17 Aralık 2021, https://blogs.worldbank.org/peoplemove/chinas-hukou-reform-remains-major-challenge-domestic-migrants-cities (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[92]    Bartsch, Bernhard ve Gottske, Martin, Infographic: Christian Eisenberg/Infograpics Group, Bertelsmann Stiftung, https://archive.org/details/a4df70a4136e3623302d15e66c6cd2ba-imagejpeg (Erişim tarihi: 23 Ocak 2022).

 

[93]    Brussee, Vincent, “China’s Social Credit System Is Actually Quite Boring,” Foreing Policy, 15 Eylül 2021, https://foreignpolicy.com/2021/09/15/china-social-credit-system-authoritarian (Erişim tarihi: 22 Şubat 2022).

 

[94]    Bu terim, Çin’de devlet tarafından internet erişimini sansürlemek ve bazı yabancı web sitelerine erişimi engellemek üzere geliştirilmiş, bir çeşit devasa bir firewall olan sansür mekanizmasını tanımlamak için kullanıyor.

 

[95]    Orphaned by the state, The Economist, 17 Ekim 2020, s. 36.

 

sosyalizm