AfD nasıl durdurulabilir? Almanya’da faşist partinin yükselişi

Atilla Dirim

Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde sağcı ve faşist hareketlerin ve partilerin yükseldiği bir dönem yaşıyoruz. Kapitalizmin çoklu krizi ve egemen sınıfların giderek keskinleşen uluslararası rekabetten kaynaklanan bu krizi işçi sınıfı aleyhine olmak üzere çözme çabaları, bu eğilimi giderek güçlendiriyor. Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD) gibi reformist partilerin, sendikaların ve Sol Parti’nin (Die Linke) sosyal kesintilere, ücretlerdeki düşüşlere, silahlanmaya ve savaşa karşı işçi sınıfını ikna edecek politikalar geliştirmekte başarısız oldukları da aradan geçen zaman zarfında ortaya çıktı. Bu durum, umudunu bu güçlere bağlayan kitlelerin derin bir umutsuzluğa kapılmasına ve geleneksel olarak oy verdikleri partilerden uzaklaşmasına neden oldu.

Almanya İçin Alternatif (AfD) nasıl ortaya çıktı?

Almanya İçin Alternatif, işte bu koşullarda ortaya çıktı. Ekonomik krizin özellikle mülteci kriziyle birleşmesi sonucunda sosyal bir krize dönüşmesi, başka birçok Avrupa ülkesiyle birlikte Almanya’da da radikal sağ partilerin güçlenmesine neden oldu. Özellikle küçük burjuvazi ve orta sınıfların, işsizlerin ve mültecilerin işlerini ellerinden alacağı korkusuna kapılan bir kısım işçinin merkez partilere duydukları tepki giderek büyümeye başladı. Almanya Başbakanı Angela Merkel hükümetinin Euro’yu kurtarma paketine karşı olan iktisatçı ve gazetecilerden oluşan bir grup,  “Almanya için Alternatif” kısa adı AfD (Alternative für Deutschland) kurdular. AfD, ilk kuruluş döneminde Avrupa Birliği’ne karşı olmamasına rağmen, Almanya’nın eski para birimi “Mark”ın geri getirilmesini savunuyordu. “Profesörler ve Akademisyenler Partisi” olarak bilinen AfD milliyetçileri, AB karşıtlarını, sağ muhafazakârları, her renkten ırkçıyı bir araya getiren bir havuz niteliğindeydi. Partinin ilk destekçilerinin yüzde  86’sı erkekti.

 

Merkezde bulunan Merkel hükümetinin politikalarına daha sağdan alternatif üretmeye başlayan AfD, 2013 yılında yapılan genel seçimlerde parlamentoya girmek için gereken yüzde  5 barajını aşamamış olsa da kamuoyunda ses getirmeyi başardı. Partinin politikalarını belirleyen isimlerin başında Almanya Sanayiciler Birliği BDI Başkanı Hans-Olaf Henkel geliyordu. Henkel, AfD’ye 2014 yılında katıldı, partiye ilk etapta 1 milyon Euro borç verdi ve parti sözcülüğüne getirildi. 

Sağ-liberal Lucke dönemi

25 Mayıs’ta yapılan 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerine Bernd Lucke liderliğinde AfD, ulusal oyların yüzde  7,1’ini (2.065.162 oy) alarak, Avrupa Parlamentosu’na biri Henkel olan yedi vekil sokmayı başardı.  12 Haziran 2014’te AfD’nin Avrupa Parlamentosu’nda en büyük altıncı grup olan ECR’ye (Avrupa Muhafazakârları ve Reformcular Grubu) kabul edildiği duyuruldu. Resmi oylama sonucu kamuoyuna açıklanmadı, ancak üyeler tarafından 29 evet ve 26 hayır oyu bildirildi. AfD’nin ECR grubuna dahil edilmesinin, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile İngiltere Başbakanı David Cameron arasında gerginliklere neden olduğu iddia edildi.

AfD, 31 Ağustos’ta 2014 Saksonya eyalet seçiminde oyların yüzde  9,7’sini alarak Saksonya Eyalet Meclisi’nde 14 sandalye kazandı. AfD, 14 Eylül’de 2014 Thüringen eyalet seçiminde oyların yüzde  10,6’sını ve Brandenburg eyalet seçiminde oyların yüzde  12,2’sini alarak her iki eyalet parlamentosunda da 11 sandalye elde etti.

Bu arada İslam karşıtlığı ve mülteci düşmanlığı üzerinden öne çıkan PEGIDA (Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) hareketi 20 Ekim 2014’te Dresden’de 300 kişiyle ilk defa sokağa çıktı. Daha sonra Noel hariç, her pazartesi Dresden’de daha fazla destekçi bularak toplanmayı sürdürdü. 24 Kasım 2014 ’te sayıları 5 bin 500’e, 22 Aralık 2014’te 17 bin 500’e ulaştı. Son olarak, 5 Ocak 2015’te ise Dresden’de 18 bin kişiyle boy gösterdi. Çok sayıda AfD üyesi PEGIDA’yı destekledi, ancak isimlerinin sık sık birlikte anılmasına rağmen, iki örgütün arasında rekabet de hiç eksik olmadı.

AfD, 15 Şubat 2015’te Hamburg eyalet seçimlerinde oyların yüzde  6,1’ini alarak Hamburg Parlamentosu’nda sekiz sandalye kazandı ve böylece Almanya’nın batısındaki ilk sandalyelerini elde etti. AfD, 10 Mayıs 2015’te 2015 Bremen eyalet seçimlerinde oyların yüzde  5,5’ini alarak beşinci eyalet parlamentosunda temsil hakkı kazandı.

Petry döneminde aşırı sağın güçlenmesi

Bu arada parti içinde hizip kavgası giderek büyüyordu. Partinin genel başkanı Bernd Lucke ile Henkel’in başını çektiği sağ-liberal kanadın, artık üyelerin ve kadroların desteğini yitirdiği ortaya çıkmıştı. 4 Temmuz 2015’te Essen’de toplanan parti kongresinde, delegelerin yüzde  60’ının oylarını alan Frauke Petry genel başkanlığa getirildi. Jörg Meuthen de parti lideri anlamına gelen sözcülük görevini üstlendi. Bunun üzerine Lucke “aşırı sağın partiyi ele geçirmeye çalıştığı” iddiasıyla partiden istifa etti. Lucke’yle birlikte yedi AP milletvekilinden beşi partiden ayrıldı; sadece Beatrix von Storch ve Marcus Pretzell istifa etmedi. Lucke’nin sözünü ettiği “aşırı sağ”, bugün çok sayıda insan tarafından faşist olduğu kabul edilen Björn Höcke tarafından temsil edilen “der Flügel” (Kanat) grubunu oluşturuyordu.

Avrupa genelinde göçmen krizi giderek derinleşmeye devam ederken, 13 Mart’ta Baden-Württemberg , Renanya-Palatina ve Saksonya-Anhalt eyaletlerinde seçimler yapıldı ve AfD üç eyalette de çift haneli oy oranları aldı.  2016 Saksonya-Anhalt eyalet seçimlerinde AfD , oyların yüzde  24,2’sini alarak eyalet parlamentosunda ikinci sıraya ulaştı. 2016 Baden-Württemberg eyalet seçimlerinde ise oyların yüzde  15,1’ini alarak üçüncü sıraya yerleşti. 2016 Renanya-Palatina eyalet seçimlerinde AfD, oyların yüzde  12,6’sını alarak yine üçüncü sıraya ulaştı. 

Angela Merkel’in seçim bölgesi Mecklenburg -Vorpommern’de ilk kez eyalet seçimlerine katılan AfD, 2016 yerel seçimlerinde oyların yüzde  20,8’ini alarak en güçlü ikinci parti oldu. Yine AfD’nin ilk kez katıldığı 2016 Berlin eyalet seçimlerinde parti yüzde  14,2 oy alarak eyalet meclisinde temsil edilen beşinci büyük parti oldu. Yapılan analizlere göre AfD’nin bu eyaletteki oyları, sırasıyla yüzde  6,7 ve yüzde  5,7 oranında oy kaybeden SPD ve CDU’dan eşit olarak gelmişti.

AfD, 30 Nisan-1 Mayıs 2016 tarihleri ​​arasında düzenlenen parti kongresinde, İslam karşıtlığına dayalı bir politikayı benimsedi, “İslam Almanya’nın bir parçası değildir!” sloganını kullanarak çarşaf, minare ve ezan gibi İslami sembollerin yasaklanmasını talep etti.

Meuthen dönemi

Bu tarihten sonra parti içinde hizip çatışmaları yine derinleşmeye başladı. Nisan 2017’de yapılan parti kongresinde, Frauke Petry federal seçimlerde şansölye adayı olmayacağını ilan etti. Petry, partinin aşırı sağcı “Kanat” grubunun lideri Björn Höcke’yi partiden atmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Eylül 2017’de yapılan kongrede Alexander Gauland ve Alice Weidel eş başkanlığa seçildi. Gauland, parti içindeki varlığı giderek tartışmalı hâle gelen Höcke’nin partide kalmasını savunurken, yeni parti politikası Almanya’nın sınırlarını mültecilere kapatmasını öngörüyordu. Ayrıca Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımların kaldırılması, Brüksel’den ulusal egemenliğin geri alınamaması hâlinde Almanya’nın AB’den ayrılması ve Alman olmayan ebeveynlerden doğan Alman vatandaşlarının ağır bir suç işlemeleri hâlinde vatandaşlıktan atılmalarını öngören bir yasanın kabul edilmesi talep ediliyordu.

Jörg Meuthen’in adaylığıyla girilen 2017 federal seçimlerinde, AfD oyların yüzde  12,6’sını aldı ve 94 sandalye kazandı. Böylece ilk kez federal parlamento olan Bundestag’a girmeyi başardı. Ancak parti içi hizip kavgaları olanca hızıyla sürüyordu; Höcke ve Kalbitz liderliğindeki “Kanat” grubu giderek büyüyordu ve yaklaşık 7000 üyesi olduğu tahmin ediliyordu. Höcke’nin Ocak ayında partinin gençlik örgütü olan “Genç Alternatif” (JA) tarafından düzenlenen bir toplantıda yaptığı ve Almanya’nın tarihine bakış açısını 180 derece değiştirmesi gerektiğini söylediği bir konuşma ülke genelinde büyük bir etki yarattı.

2018 yazında Chemnitz’de bir festivalde yaşanan bir bıçaklama vakasında, zanlı olarak göçmen kökenli iki erkek yakalandı. Bunun üzerine şehirde aşırı sağcı gruplar tarafından giderek büyüyen gösteriler düzenlendi, 1 Eylül’de ölen kişi için 11 bin kişinin katıldığı, Nazi dönemini çağrıştıran işaretlerin kullanıldığı ve sloganların atıldığı bir cenaze töreni düzenlendi. Yürüyüşe başta Björn Höcke olmak üzere Jörg Urban ve Andreas Kalbitz gibi AfD liderleri öncülük etti. Eylül 2018’de aynı hafta içinde binlerce Neo-Nazi Saksonya-Anhalt eyaletinin Köthen kentinde açıkça “Nasyonal Sosyalizm şimdi, şimdi, şimdi!” sloganları atarak yürüdü.

Höcke’nin bu Neo-Nazi gösterilerinde oynadığı rol üzerine Ocak 2019’da Anayasayı Koruma Federal Ofisi, “Kanat”ı aşırı sağcı olarak sınıflandırdı ve dağıtılması talebinde bulundu. Meuthen, Höcke’yi çeşitli noktalarda eleştirmekle ve “Kanat”ı feshetmesini istemekle birlikte, grubun üyelerinin AfD’den ayrılmasını istemedi, Höcke ve Kalbitz iki eyaletteki parti liderliği pozisyonlarını korudular.  

Chrupalla ve Weidel dönemi

2019’un çalkantılı günlerinde yapılan parti kongresinde, Tino Chrupalla ve Alice Weidel eş başkanlığa seçildiler; Chrupalla, aynı zamanda parti sözcüsü oldu. 2021 federal seçimleri öncesinde AfD, “Almanya. Ama Normal Bir Almanya” sloganıyla kampanya yürüttü ve Almanya’daki COVID-19 salgını karantinasının uzatılmasına karşı bir pozisyon aldı. Seçimde ise 2017’deki yüzde  12,6’ya kıyasla oyların yüzde  10,3’ünü alarak ulusal ölçüde oy kaybetti; ancak parti Saksonya ve Thüringen eyaletlerinde birinci parti oldu ve Almanya’nın doğusunda en büyük güçlerden birine dönüştü. Seçim sonuçları partide farklı şekillerde yorumlandı; Chrupalla ve Weidel sonucu “iyi” olarak değerlendirirken, eski parti sözcüsü Jörg Meuthen ise seçmenlerin geri kazanılması için “merkeze doğru güçlü sinyaller gönderilmesi” gerektiğini belirtti. Meuthen, bu esnada Thüringen’deki seçim başarısıyla gündeme gelen Höcke’nin Nazi paramiliter örgütü SA’nın kullandığı ve hâlen yasadışı olan “Alles für Deutschland!” (Her şey Almanya için!) sloganını attırmaktan 13.000 Euro para cezasına çarptırılmış olmasına atıfta bulunuyordu. Meuthen, Ocak 2022’de partiden ayrıldı.

2022’de yapılan yerel seçimlerde AfD Saarland eyaletinde üç koltuğunu korudu, Schleswig-Holstein eyaletinde ise tüm koltukları kaybetti. Aşağı Saksonya eyalet seçimlerinde AfD, 2017’ye kıyasla 9 koltuk daha kazanarak toplamda 18 koltuk elde etti.  

2022’de Riesa’da düzenlenen federal parti konferansında, partinin Höcke’nin etkisiyle giderek daha da sağa kaydığı, hatta faşist bir karaktere büründüğü açıkça ortaya çıktı. AfD toplantılarında ve seçim kampanyalarında Nazi dönemini çağrıştıran slogan ve eylemler giderek ön plana çıkıyordu. Faşist sözde sendika “Zentrum Automobil” ile ilişkileri dondurma kararı iptal edildi. Sendikanın lideri, Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün propaganda videolarında fon müziği yapan bir grupta çalıyordu.

Riesa’da eşbaşkanlık ilkesi de iptal edildi. Bu, partinin içinde artık tek adam yönetiminin mümkün olabileceği anlamına geliyordu. Böylece AfD’nin bir lider partisi olmasının önü açılmıştı. Bu kararın yetenekli bir hatip olan ve liderlik pozisyonunu üstlenebilecek Höcke için alındığı aşikârdı. Höcke, Thüringen’de 2022’de yapılan eyalet seçimlerinde Gera ve Berlin şehirlerinde 10.000’er kişilik kitlelere seslendi. Bu konuşmalarda rol modelinin kim olduğuna dair ipuçları da veriyordu. Bir röportajında şöyle demişti: “Biliyorsunuz, en büyük sorun Hitler’in mutlak kötü olarak tasvir edilmesidir”.

2023 Berlin tekrarlanan eyalet seçimlerinde, 2021 seçimlerine kıyasla 4 koltuk kazanarak küçük bir yükseliş kaydetti. 25 Haziran 2023’te ise Thüringen eyaletindeki Sonneberg şehrinde ilk defa bir AfD üyesi belediye başkanlığını kazandı. Hessen’de oy oranını önemli ölçüde artırarak ikinci büyük parti oldu (+9 sandalye), Bavyera’da ise üçüncü büyük parti oldu (+10 sandalye).

2023 “toplantısı” ve antifaşist protestolar

Ocak 2024’de Correctiv gazetesi, bazı üst düzey AfD üyelerinin Kasım 2023’de Alman ve Avusturyalı aşırı sağcı işadamları ve Neo-Nazi oldukları bilinen kişilerle gizli bir toplantı yaptığını ortaya çıkardı. Toplantıda mültecilerin tümünün ve vatandaşlık durumuna bakılmaksızın göçmen kökenli insanların üçüncü bir ülkeye gönderilmesi konuşulmuştu. Bu gelişme ülkede büyük yankı uyandırdı ve Almanya’nın pek çok şehrinde milyonlarca antifaşistin katıldığı devasa gösteriler düzenlemeye başladı. Bu gösteriler, AfD’nin yaklaşan seçimlerde oyunun düşmesi fırsatının ortaya çıkardı. Gerçekten de gösterilerin başlamasından birkaç hafta sonra yapılan kamuoyu araştırmalarında, AfD’nin oyunun ciddi şekilde düştüğü gözlemlendi. Partinin kanatları arasında uzun süredir yaşanan ve bir süredir yatışmış gibi görünen “Dışarıya karşı ne kadar faşist görünebiliriz?” tartışması, protestoların etkisiyle yeniden canlandı.

Bu öfke dalgasını AfD’nin canını gerçekten yakacak yere, yani seçim stantlarını, toplantılarını, irtibat bürolarını ve parti kongrelerini bloke etmeye yönlendirmek mümkündü, ancak protesto hareketinin sorunları da gözden kaçacak gibi değildi: Hükümet ve CDU gibi sağ-muhafazakâr partiler, “Demokrasiyi korumak” gibi sloganlarla öfke dalgasının izledikleri politikalara yönelmesine engel olmaya çalışıyordu. Bir süre sonra kabaran dalga geri çekildi.

2024’te faşist yükseliş 

Almanya’yı sarsan antifaşist gösterilerin ardından yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, AfD’nin oylarının düşmek bir yana dursun arttığı anlaşıldı. 9 Haziran’da yapılan seçimlerde AfD oyların yüzde  16’sını alarak CDU/CSU’nun ardından ikinci büyük parti oldu ve 2019 seçimlerine göre oyunu neredeyse beş puan artırdı. Eski Doğu Almanya eyaletlerinin tümünde birinci parti oldu. Parti eşbaşkanı Tino Chrupalla, sonuçları “tarihi” olarak selamladı.

Höcke’nin ikinci defa Nazi Partisi’nin paramiliter örgütü SA’nın yasaklı “Her şey Almanya için!” sloganını attırması nedeniyle para cezasına çarptırılmasının ardından, 2 Eylül’de Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde yapılan yerel seçimlerde AfD büyük bir başarı elde etti. Thüringen’de oyların yaklaşık yüzde   33’ünü alarak ilk sıraya yerleşen AfD, komşu Saksonya’da ise yaklaşık yüzde   30 oy ile seçimleri ikinci sırada tamamladı. AfD’nin ulusal eş başkanı Alice Weidel yerel medyaya verdiği demeçte, “Bu bizim için tarihi bir başarı,” diyerek, sonucu Şansölye Scholz’un iktidardaki federal koalisyonu için bir “ağıt” olarak nitelendirdi. Weidel ayrıca, muhaliflere ihtiyatlı olmaları için çağrıda bulundu. Diğer partiler AfD ile koalisyon kurmayacaklarını ilan ettiler. Bunun üzerine AfD’nin Thüringen’deki lideri Björn Höcke, partisi olmadan bir hükümet koalisyonu kurmanın “eyalet için iyi olmayacağı” uyarısında bulundu. Höcke, “Thüringen’de istikrar isteyen herkes AfD’yi de hesaba katmak zorunda” açıklamasında bulundu.

AfD neden bu kadar rağbet görüyor?

Mart 2023’te yapılan anketler AfD’nin ülke genelinde yüzde   13 civarında oy alacağını gösteriyordu. Ocak 2024’te ise bu oran yüzde  22’ye yükselmişti. Bu artış, iktidardaki koalisyon partilerinin popülaritesini hızla kaybettiğini yansıtıyordu. Bunun esasen bir uzun vadeli bir de kısa vadeli nedeni var: SPD ve Yeşiller 1990’lardan bu yana kendi potansiyel seçmenlerinin toplumsal çıkarlarına belirgin bir şekilde ters düşen politikalar izliyor. Bunun bir örneği “borç freni” olarak adlandırılan uygulamaydı. SPD ve Yeşiller’in desteği olmasaydı, bu uygulamanın 2009’da Anayasa’ya dahil edilmesi mümkün olamazdı.

“Borç freni” gibi cakalı bir ismin ardına gizlenen gerçek ise bu uygulamanın işçi sınıfına dayatılan kemer sıkma politikalarından başka bir şey olmadığıydı. Yeşiller ve SPD tarafından yapılan özelleştirmeler de büyük tepki topladı ve işçi sınıfının kazanılmış haklarının kaybına, sosyal devletin zayıflamasına neden oldu. Sağlıkta özelleştirme sonucu hekim ve hastabakıcı ihtiyacı çığ gibi büyümeye başladı. Son rakamlara göre, üç yaşın altındaki çocukların sadece yüzde  35,5’ine kreş ve gündüz bakımevlerinde yer bulunabiliyor. 1998’den sonra SPD’li Şansölye Schröder ve Yeşiller’den Şansölye Yardımcısı Fischer döneminde yapılan “reformlar”dan sonra emeklilik maaşları giderek düştü, çalışanların da beşte biri düşük gelirli grubunda yer alıyor.

Bu durum “trafik lambası” olarak anılan SPD, FDP, İttifak90/Yeşiller Koalisyonu döneminde iyileşmedi, aksine giderek artan enflasyon nedeniyle daha da kötüleşti. Enerjiden alınan dolaylı vergilerdeki artış, işçi sınıfının neredeyse ısınamaz hâle gelmesine neden oldu. Ancak, özellikle Yeşiller bu anti-sosyal politikayı iklim koruması adı altında meşrulaştırıyor.

Sonuç olarak pek çok insan durumun düzeleceğine dair inancını yitirdi, geleneksel olarak oy verdiği partilerden uzaklaştı ve sahneye mülteciler, göçmenler, LGBTİ+’lar gibi yeni düşmanlar süren, solla ilgili her şeyi “halk düşmanı” ilan eden AfD’ye yönelmeye başladı. Sol Parti kitlelerin hayat koşullarını iyileştirecek politikalar izlemek bir yana dursun, güçlü olduğu Bremen, Berlin ve Thüringen’deki eyalet hükümetlerinde SPD ve Yeşiller’den temelde ayırt edilemediği için, ortaya çıkan boşluğu yönetiminde Neo-Nazilerin bulunduğu ve çok kimse tarafından faşist olarak kabul eden AfD doldurdu.

Ne yapmalı?

Derin sosyal ve ekonomik krizlerde özellikle orta sınıfların radikal politikalara yönelmesi, güçlü bir işçi sınıfı partisinin olmadığı koşullarda kitlelerin AfD’ye teveccüh etmesine neden oluyor. Ancak AfD’ye yardım eden bir başka faktör daha var: Diğer partilerin AfD’nin ırkçı politikalarına yine ırkçılıkla, sağcılığına yine sağcılıkla cevap verme çabası. Örneğin CDU lideri Merz, ülkedeki göçmen nüfus yüzünden Almanların artık diş hekimi randevusu bile almakta zorlandığını iddia etti. SPD Şansölyesi Scholz, AfD’nin ırkçılığını eleştirmek yerine Ekim ayında Der Spiegel‘e şunları söylüyordu: “Almanya’da kalma hakkı olmayanları büyük ölçekte sınır dışı etmeliyiz… Daha fazla ve daha hızlı sınır dışı etmeliyiz. Göçmenlere kapıların sınırsızca açılmasını savunanlar, o zaman refah devletimizi bugün olduğu gibi sürdüremeyeceğimizi söyleyecek kadar dürüst olmalıdır”.

Yoksulların ve işçileri birbirine düşürmeyi hedefleyen bu politikalar, göçmenlikle ilgili mevzuatın giderek sertleşmesine neden oluyor. Bütün bunlar sadece AfD’nin işine yarıyor, çünkü orijinal olan o. Çoğu kimse bu durum karşısında şöyle bir tepki veriyor: Scholz, Alice Weidel ile aynı şeyleri söylerken neden SPD’ye oy verelim ki? En azından yenisini denemiş oluruz.

Bu, bize şunu gösteriyor: AfD ve ırkçılığa karşı mücadele, toplumdaki işçilerin ve ezilenlerin çıkarları için verilen mücadeleyle bağlantılı olmalıdır. AfD’ye karşı milyonları harekete geçiren devasa antifaşist hareket, demiryolu işçilerinin ya da kamu çalışanlarının daha yüksek ücret mücadelesiyle, emeklilerin sosyal haklar için verdikleri mücadeleyle, mültecilerin insanca yaşam mücadelesiyle, kadınların ve LGBTİ+’ların özgürlük mücadelesiyle birleştiği takdirde kazanma şansına sahip olabilir.

sosyalizm