200. doğum gününde Engels’in mirası

Engels’in o kadar genç yaşta statükoya öfke duymasına neyin sebep olduğu belli değil. Ama dünya işçi sınıfı Engels’in o kadar genç yaşta devrimci olmayı tercih etmesi nedeniyle çok şanslı.

Şanslı çünkü Engels devrimci geleneğin oluşmasına eşsiz bir katkı yaptı. Dünyayı açıklama ve değiştirme mücadelesinin birliği olarak devrimci eylem olmadan, işçilerin bir dönem mücadelesi önceki dönemin deneyimlerinden faydalanamaz. Engels, muhtemelen dünya tarihine burnunu sokan azgınca artan yoksulluğun üstü örtülemez dehşetiyle yüz yüze gelen bir çağın unsuru olduğu için çok genç yaşta eşitsizliğe ve adaletsizliğe sürekli büyüyen bir öfke duymaya başladı. Öfke duymaya başlamasıyla, bu öfkeyi anlamlandırma çabası el ele gitti. İngiltere’de işçi sınıfını ve yoksulları saran dehşeti, salgın hastalıkları, açlığı, yoksulluğu, zamansızlığı, boş vermişliği, iş kazalarını hemen dile getirdi. Ama yine daha 24 yaşında, bu yoksulluğun, karanlığın ve eşitsizliğin içinde işçilerin sadece acı çeken bir kitle olmadıklarını, bambaşka, sınıflı toplumlar tarihinde benzeri görülmeyen bir kolektif dayanışma gücü taşıdıklarını da gördü. Dehşetin içinde umudu gören ve bu umudu kitlelerin eyleminde var olan yaratıcılığın açığa çıkmasında bulan Engels, neredeyse kendi kendine devrimci geleneğin ilk adımlarını inşa etmeye başlamıştı. Gençliğinin ilk yıllarında “Bırakın bizi, genç ve güçlü olduğumuz sürece özgürlük için savaşalım…” diyen Engels, ölene kadar özgürlük için savaşmaktan bir an bile geri durmadı.

Bu özgürlük mücadelesinin sürekliliğinin devrimci geleneğin yaratılmasındaki rolü çok önemli. Dünyayı anlama ve dönüştürme çabasının birliği de öyle. Brüksel’de Marx’la birlikte Komünist Haberleşme Komitelerinin kuruluşunda, bu komitelerin arasındaki bağlantıların sağlanmasında görev alan Engels, Fransa’da devrimci fikirlerin yaygınlaşması için örgütlenmeye gitti. 1846-1847 yıllarında Fransa’da hem Fransız işçi gruplarıyla hem de tüm ülkelerden ama en çok da Almanya’dan gelen işçi gruplarıyla bağlantı kuran Engels’in yoğun propaganda ve örgütlenme çabaları kısa sürede meyvelerini verdi. Özellikle Paris’teki Alman işçileri arasında yaptığı propaganda çalışmalarıyla, işçi hareketi içindeki işçi sınıfının dışında yer alan akımların etkisini kırdı, Marksist teorinin gelişmesi için çok önemli kanalları açtı, en ileri, en tartışmaya açık işçileri ve sosyalistleri bir platformda birleştirdi ve işçi sınıfının devrimci bir partisinin kurulması için gerekli koşulları yarattı. Lenin 1913 yılında, Engels’in bu yaklaşık bir yıllık faaliyetini şöyle özetliyor: “Böylece Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisinin temeli 67 yıl önce Paris’te atılmış oldu.”

İşte devrimci geleneğin kuşaktan kuşağa aktarılmasında devrimci eylemin rolü burada açığa çıkıyor. Bu, bireylerin devrimci eylemi değil; bu bir kitle hareketinin çıkarlarını ifade etmeye, o harekete yardımcı olmaya çalışan ve o hareketin kendi öncülerinin eylemine yapılan bir vurgu. Böyle bir hareket hem teorik olarak güçlü olmak zorunda hem de pratik olarak işçi sınıfı hareketinin kopmaz, en ileri, en aktif parçası olmak zorunda.

Marksizm’in başı iki sorunla daima dertte olageldi. Birisi milliyetçilik, diğeri teoricilik! Engels’in yaşamı, bu iki eğilimin çeşitli versiyonlarının hareketin saflarının dışına atılması için verilen mücadelenin de tarihi aynı zamanda. Teori, hareketin kendisinden ve ihtiyaçlarından kopuk bir düzeyde işleniyorsa, söz konusu olan Marksist teori olamaz. Bir türlü yayınlanamayan Alman İdeolojisi hakkında Engels şunları söylerken, vurgu yaptığı tam da bu eylemden kopuk teorinin anlamsızlığı: “Biz salt yeni bilimsel sonuçları kalın kitaplar halinde ‘bilgili’ dünyaya fısıldamak amacını hiçbir zaman gütmüyorduk. Tam tersine, ikimiz de politik harekete çoktan girmiştik; kültürlü dünyada, özellikle Batı Almanya’da belli yandaşlarımız ve örgütlü proletaryayla artan ilişkimiz vardı. Düşüncemizi bilimsel temele oturtmakla görevliydik; Avrupa proletaryasını ve ilk önce Alman proletaryasını görüşümüze kazanmak da bizim için çok önemliydi. Ancak ne yapacağımızı kesin olarak bilirsek işe koyulabilirdik.”

Kuşkusuz, komünizmi, “yaratılması gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uydurduğu (uyduracağı) bir hedef” olarak değil, “bugünkü durumu ortadan kaldıran gerçek hareket” olarak adlandıran insanlar için, teorinin mistik boyutlara çekilmesine izin verilmemesi olağandır. Marx ve Engels açısından teori, özetle Marksist teori, kendilerini içinde buldukları tarihsel koşullarda hareket eden insanların deneyiminin kavramlaştırılmasıdır. İşçi sınıfının mücadelesinin teorisi, işçi sınıfının gerçekleri ısrarla açıklama, kendi mücadele deneyimlerini yeni mücadele deneyimlerine yön göstermesi açısından tutarlı bir dünya görüşü olarak ifade etmesinin aracıdır.

Devrimci eylemin sürekliliği, hareket geri çekilse de iler atılsa da devrimci mücadele deneyimlerinin yeni mücadele döneminin öncü işçi kuşaklarına aktarılması açısından hayati önem taşır.

Engels, bu eylemin her yönüne tutkuyla sarılan bir devrimciydi. 1848 Avrupa devrimler sırasında “birçok çarpışmada ve dört meydan savaşında dövüştü.”

Engels’in, bugün işçi sınıfının mücadelesi açısından çok önemli bir katkısı daha var. Bu, Engels’in milliyetçilikle asla uzlaşmaması. Bu uzlaşmazlık, karakteristik bir özellik değil, bu, işçi sınıfıyla burjuva sınıfı arasındaki dünya görüşünün uzlaşmaz bir şekilde farklı olmasından kaynaklanıyor.

Milliyetçiliğin, sadece Engels’in yaşadığı dönemde değil bugün de hemen her ülkede emekçiler üzerinde çok keskin bir etkisi var. Hatta keskin değil de mucizevi bu etkiyi tanımlamak için daha doğru bir tabir olur. Dile kolay, tüm dünyada yaklaşık 3,5 milyar insan işçilik yaparak yaşam sürmek zorunda. Yani, her gün emek gücünü ister devlet isterse özel sermaye olsun, bir patrona satması gerekiyor. 3,5 milyar insan, emek gücünü satamazsa, satabileceği ve geçimini sağlamasına yardımcı olacak başka hiçbir şeyi olmadığı için işsizliğin, açlığın korkunç baskısını hissederek yaşamak zorunda.

Dünyanın tüm ülkelerinde Covid-19 salgınıyla beraber artan işsizlik sorunu yaşanıyor. Salgından önce 180 milyon insan işsizdi, salgınla beraber bu sayı 300 milyona ulaştı. İşsizlik dünya genelindeki 3,5 milyar işçinin üzerinde bir basınç oluşturuyor. Ne İspanya’daki işsizle Güney Kore’deki işsiz arasında, ne de çeşitli ülkelere dağılmış bu 3,5 milyar işçi arasında, dil, din ve ten rengi dışında bir farklılık var. ABD’de de, Rusya’da da, İspanya’da da, Brezilya, Hindistan, Çin ve Türkiye’de de işçiler neredeyse tıpatıp aynı koşullara sahipler. İşçilerin zenginlik karşısındaki pozisyonları aynı. Dünya genelinde en zengin yüzde 10, toplam dünya gelirinin yaklaşık yüzde 40’ını alıyor, en fakir yüzde 10’luk nüfusun payına ise toplam gelirin sadece yüzde 2’si düşüyor! İşçilerin çalışma saatleri, uymak zorunda kaldıkları iş yasaları, sendikalaşma üzerindeki baskılar, kadın işçilerin ücretlerinin erkek işçilerin ücretlerinden düşük olması, iş yasalarının genel olarak işçilerin aleyhine uygulanması, protesto haklarının, örgütlenme özgürlüklerinin sürekli baskılanması, kuşkusuz bazı önemli farklar içerse de hemen her ülkede işçiler açısından benzerlikler gösterir.

İşte milliyetçilik bu yüzden egemen sınıflar açısından çok sihirli bir fikirdir. Birbirine benzer sınıfsal koşullarda yaşayan 3,5 milyar insanın birbirleriyle değil, sınıfsal koşullarının hiçbir şekilde benzeşmediği insanlarla aynı, neredeyse birleşik bir ruh halinde hareket etmesini sağlar. Özetle, milliyetçilik, bir yoksulun kendisinden 7 bin kat fazla gelir elde eden bir insanla ortak çıkarlara sahip olduğunu düşünmesini sağlayan bir fikri kümelenmedir.

Engels’in milliyetçilikle asla uzlaşmamış olmasının ve daha ilk gençlik yıllarından başlayarak dünyanın tüm ezilenlerinin kaderiyle kendi kaderini birleştirmeye çabalamasının ve ölene kadar işçi sınıfının her ülkedeki örgütlenmesine yardım etmeye çalışmasının nedeni budur. Bu yüzden, “Tüm ülkelerin işçilerinin çıkarı tek ve aynı, düşmanı tek ve aynı, önlerindeki savaşım da tek ve aynıdır; işçi kitlesi doğuştan ulusal önyargılardan arınmıştır ve tüm yapısı, davranışı özünde insancıl ve milliyetçiliğe karşıdır. Yalnız işçi sınıfı milliyeti ortadan kaldırabilir ve yalnızca uyanan işçi sınıfı, çeşitli ulusların kardeşliğini sağlayabilir.”

Mücadelesine yakından baktığımızda, yazdıklarını okuduğumuzda, Engels’in mirasının bugün neden güncel olduğu kavranabiliyor.

Aşağıda 1917 Rus devriminin liderlerinden Lenin’in Engels’in ölümünün ardından yazdığı makale yer alıyor. Friedrich Engels’in 1895’teki ölümünün ardından o yılın sonbaharında Lenin’in yazdığı bu yazı ilk olarak 1896 yılında Rabotnik’te yayınlanmıştır[1]:

 

V.İ. Lenin

Nasıl bir zekâ meşalesi söndü
Nasıl bir yürek durdu!

5 Ağustos 1895’te Friedrich Engels Londra’da öldü. Dostu (1883’te ölen) Karl Marx’tan sonra, Engels, bütün uygar dünyanın modern proletaryasının en yetkin bilim adamı ve öğretmeniydi. Kaderin Karl Marx ve Friedrich Engels’i bir araya getirdiği andan bu yana, iki arkadaş yaşamları boyunca çalışmalarını ortak bir davaya adadılar. Ve bu yüzden Friedrich Engels’in proletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamak için, çağdaş işçi sınıfı hareketinin gelişiminde Marx’ın öğretisi ve çalışmasının önemi konusunda açık bir fikre sahip olmak gerekir. Marx ve Engels, işçi sınıfı ve onun taleplerinin, burjuvazi ile birlikte kaçınılmaz olarak proletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadi sistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı, onu halen ezmekte olan kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyi niyetli girişimleri değil de, örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler. Marx ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla, sosyalizmin, hayalcilerin bir buluşu olmadığının, ama modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai amacı ve zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasını yapanlardır. Günümüze kadar olan yazılı tarih, sınıf savaşımlarının belirli toplumsal sınıfların ötekiler üzerindeki birbirini izleyen egemenlik ve zaferlerinin tarihi olmuştur. Ve sınıf savaşımı ve sınıf egemenliğinin temelleri —özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim— kayboluncaya dek bu sürecektir. Proletaryanın çıkarı, bu temellerin yıkılmasını gerektirir ve bu nedenle, örgütlenmiş işçilerin bilinçli sınıf savaşımı bunlara karşı yöneltilmelidir. Ve her sınıf savaşımı, politik bir savaşımdır.

Marx ve Engels’in bu görüşleri, şimdi kurtuluşları için kavga veren bütün proleterler tarafından benimsenmiştir. Ama kırklarda, iki arkadaş zamanlarının sosyalist yazınına ve toplumsal hareketlerine katıldıklarında, tamamen yeniydiler. Siyasal özgürlük savaşımına kralların, polis ve din adamlarının despotizmine karşı savaşıma katılan, yetenekli ve yeteneksiz, dürüst ve dürüst olmayan birçok kimse vardı, bunlar, burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarları arasında uzlaşmaz karşıtlık olduğunu göremiyorlardı. Bu kimseler, işçilerin bağımsız bir toplumsal güç olarak hareket etmeleri gerektiği düşüncesini kabul edemiyorlardı. Öte yandan, yalnızca yöneticileri ve egemen sınıfları çağdaş toplumsal düzenin adaletsizliklerine ikna etmenin yeterli olacağına ve o zaman yeryüzünde barışın ve evrensel refahın kolayca kurulacağına inanan, kimi de deha sahibi, birçok hayalci vardı. Savaşımsız bir sosyalizm düşünü görüyorlardı. En sonu, o zamanın sosyalistlerinin hemen hepsi ve genel olarak işçi sınıfının dostları, ancak, sanayinin gelişmesi ölçüsünde büyüdüğünü korkuyla izledikleri proletaryayı bir çıban olarak görüyorlardı. Bu yüzden de, tümü, sanayinin ve proletaryanın gelişmesini durduracak, “tarih tekerleğini” durduracak araçlar arıyorlardı. Marx ve Engels, proletaryanın gelişmesi konusundaki genel korkuyu paylaşmıyorlardı; tam tersine, bütün umutlarını proletaryanın sürekli büyümesine bağlıyorlardı. Proleterler ne denli çoğalırsa, devrimci sınıf olarak güçleri o denli büyük, sosyalizm o kadar yakın ve o kadar olanaklı olacaktır. Marx ve Engels’in işçi sınıfına yapmış oldukları hizmetler, birkaç sözcük içinde şöyle ifade edilebilir: onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi bilincine ulaşmayı öğrettiler ve boş hayallerin yerine bilimi koydular.

İşte bunun içindir ki, Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir. İşte bunun içindir ki, bütün yayınlarımızda olduğu gibi, Rus işçi sınıfının bilincini uyandırmayı amaçlayan bu makaleler derlemesinde de, modern proletaryanın iki büyük öğretmeninden biri olan Friedrich Engels’in yaşamını ve çalışmasını özetlemek zorundayız.

Engels, 1820 yılında, Prusya krallığının Ren eyaletindeki Barmen’de doğdu. Babası bir imalatçıydı. 1838’de Engels, aile koşullarının zorlamasıyla, lise öğrenimini yarıda bırakarak, Bremen’deki bir ticarethaneye kâtip olarak girmek zorunda kaldı. Ticari işler, Engels’in, siyasal ve bilimsel eğitimini sürdürmesini engellemedi. Daha lisedeyken otokrasi ve bürokratların zorbalığına karşı kin beslemeye başlamıştı. Felsefe çalışmaları onu daha da ileri götürdü. Bu sırada Hegel’in öğretisi, Alman felsefesine egemendi. Engels, onun izleyicisi oldu. Her ne kadar Hegel’in kendisi Berlin Üniversitesinde bir profesör olarak hizmetinde bulunduğu mutlakiyetçi Prusya devletinin bir hayranı idiyse de, Hegel’in öğretisi devrimciydi. Hegel’in insan aklına ve onun doğruluğuna olan inancı ve Hegel felsefesinin evrenin sürekli değişen ve gelişen bir süreç içinde olduğu yolundaki felsefesinin temel tezi, Berlinli filozofun bazı izleyicilerini —mevcut durumu kabul etmeyi reddedenleri— bu duruma karşı savaşımın da, mevcut yanlışa ve hüküm süren kötülüklere karşı savaşımın da evrensel öncesiz ve sonrasız gelişmenin yasası içinde kök saldığı düşüncesine götürdü. Eğer her şey gelişiyor, eğer kimi kurumların yerini başkaları alıyorsa, neden Prusya kralının mutlakıyeti ya da Rus çarının mutlakıyeti, geniş bir çoğunluğun zararına küçük bir azınlığın zenginleşmesi, ya da burjuvazinin halk üzerindeki egemenliği sonsuzluğa dek devam etsindi? Hegel’in felsefesi aklın ve düşüncelerin gelişmesinden söz ediyordu; idealistti. Doğanın, insanın ve insan ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin gelişmesi aklın gelişmesinden türetiliyordu. Marx ve Engels, Hegel’in öncesiz ve sonrasız gelişme süreci düşüncesini savunup sahiplenirken, önyargılı idealist görüşlerini reddettiler; yaşama bakarken gördüler ki doğanın gelişmesini açıklayan şey zihnin gelişmesi değildir, tersine, zihnin açıklanması, doğadan, maddeden çıkarılmalıdır… Hegel ve öteki hegelcilerden farklı olarak Marx ve Engels, materyalisttiler. Dünyaya ve insanlığa materyalist açıdan bakarak, tıpkı bütün doğal olayların temelinde maddi nedenlerin yatmasında olduğu gibi, insan toplumunun gelişmesinin de maddi güçlerin, üretici güçlerin gelişmesiyle koşullandırıldığını gördüler. Gereksinimlerinin giderilmesi için gerekli olan şeylerin üretiminde insanların birbiriyle olan ilişkileri, üretici güçlerin gelişme düzeyine bağlıdır. Ve toplumsal yaşamın bütün görüngülerini, insanın özlemlerini, fikirlerini ve yasalarını açıklayan da bu ilişkilerdir. Üretici güçlerin gelişmesi, özel mülkiyet temeline dayanan toplumsal ilişkileri yaratmaktadır, ama şimdi görüyoruz ki, üretici güçlerin bu aynı gelişmesi, çoğunluğu mülkiyetten yoksun bırakıyor ve onu küçük bir azınlığın elinde biriktiriyor. Modern toplumsal düzenin temeli olan mülkiyeti ortadan kaldırıyor, bizzat o, sosyalistlerin önlerine koydukları hedefin ta kendisine doğru çabalıyor. Sosyalistlerin yapması gereken tek şey, modern toplumdaki durumuna bağlı olarak, hangi toplumsal gücün sosyalizmin gerçekleştirilmesinde çıkarı olduğunu kavramak ve bu güce çıkarlarının ve tarihsel görevinin bilincini vermektir. Bu güç, proletaryadır. Engels, proletaryayı, İngiltere’de, babasının ortağı bulunduğu ticarethanede çalışmak için 1842 yılında geldiği, İngiliz sanayisinin merkezi olan Manchester’da tanıdı. Engels, burada, fabrikanın bürosunda oturmakla yetinmedi, işçilerin başlarını soktukları sefil mahalleleri gezdi, onların yoksulluk ve sefaletini kendi gözleriyle gördü. Ama kendini kişisel gözlemleriyle sınırlamakla da kalmadı. İngiliz işçi sınıfının durumu hakkında kendinden önce yazılanların tümünü okudu, ele geçirebildiği bütün resmi belgeleri büyük bir dikkatle inceledi. Bu çalışma ve gözlemlerin ürünü, 1845’te yayınlanan bir kitap oldu: İngilterede Emekçi Sınıfın Durumu. Engels’in İngilterede Emekçi Sınıfın Durumu ’nu yazmakla, yaptığı hizmetin büyüklüğünü yukarda belirtmiştik. Engels’ten önce de, birçok kimse, proletaryanın acılarını yazmış ve ona yardımın gerekli olduğunu belirtmiştir. Proletaryanın yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslında proletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve nihai kurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin içinde bulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunu söyleyen ilk kişi Engels’tir. Ve savaşan proletarya kendine yardım edecektir. İşçi sınıfının politik hareketi, kaçınılmaz olarak, işçileri tek kurtuluşlarının sosyalizmde olduğunu kavramaya götürecektir. Öte yandan sosyalizm, ancak, işçi sınıfının siyasal savaşımının amacı olduğu zaman, bir güç olacaktır. Engels’in, İngiltere’de işçi sınıfının durumu üzerine yazmış olduğu kitabının temel fikirleri, şimdi düşünen ve savaşım veren proletaryanın tümü tarafından benimsenen, ama o zaman, tümüyle yeni olan fikirlerdir. Bu fikirler, İngiliz proletaryasının sefaletinin gerçeğe en yakın ve en çarpıcı görüntüleriyle dolu ve çekici bir üslupla yazılmış bir kitaba yerleştirilmişlerdi. Kitap, kapitalizmin ve burjuvazinin müthiş bir suçlamasıydı ve derin bir etki yarattı. Engels’in kitabı, modern proletaryanın durumunu en iyi biçimde sergileyen bir belge olarak, her yerde anılmaya başlandı. Ve gerçekten de, ne 1845’ten önce, ne de daha sonra, işçi sınıfının sefaletinin öylesine çarpıcı ve öylesine gerçek bir betimlemesi çıkmıştır.

Engels’in sosyalist oluşu, İngiltere’ye gelmesinden sonradır. Manchester’da o zamanın İngiliz işçi hareketinde etkin olan kişileriyle ilişki kurdu ve İngiliz sosyalist yayınları için yazmaya başladı. 1844’te Almanya’ya dönerken, Paris’te, daha önceden mektuplaştığı Marx ile tanıştı. Paris’te, Fransız sosyalistleri ve Fransız yaşamının etkisiyle Marx da sosyalist olmuştu. Burada, iki dost, Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi adı altında ortaklaşa bir kitap yazdılar. İngilterede Emekçi Sınıfın Durumu’ndan bir yıl önce yayınlanan ve büyük bölümü Marx tarafından yazılan bu kitap, temel düşüncelerini yukarıda anlatmış olduğumuz, devrimci materyalist sosyalizmin temellerini içermektedir. “Kutsal Aile”, filozof olan Bauer kardeşler ve onların izleyicilerine verilen mizahi addır. Bu beyler, bütün gerçeklerin üstünde, partiler ve siyasetin üstünde duran, bütün pratik eylemleri reddeden ve yalnızca çevredeki dünyayı ve orada meydana gelen olayları “eleştirel” bir biçimde seyreden bir eleştiri öğütlüyorlardı. Bu beyler, Bauer’ler, proletaryayı eleştirel olmayan bir kitle olarak hor görüyorlardı. Marx ve Engels, bu saçma ve zararlı eğilime şiddetle karşı çıktılar. Hayali değil gerçek, insan olan bir kişi —egemen sınıflar ve devlet tarafından horlanan işçi— adına, kenardan seyreden bir tutum değil de, daha iyi bir toplum düzeni uğruna savaşım istiyorlardı. Onlar, kuşku yok ki, proletaryayı, bu savaşımı yürütebilecek olan ve bundan yararlanacak olan güç olarak görüyorlardı. Daha Kutsal Aile’den önce, Engels, Marx ve Ruge’un Alman-Fransız Yıllıkları’nda, özel mülkiyet kuralının zorunlu sonuçları olarak değerlendirdiği, çağdaş iktisadi düzenin başlıca görüngülerini, sosyalist bir açıdan incelediği “Bir Ekonomi Politik Eleştirisi Denemesini” yayınladı. Marx’ın, ekonomi politik bilimini, çalışmalarının gerçek bir devrim yarattığı bu bilimi, incelemeye karar vermesinde, Engels’le temasının bir etken olduğundan kuşku yoktur.

1845’ten 1847’ye kadar Engels, Brüksel ve Paris’te bilimsel incelemeler ile Brüksel ve Paris’teki Alman işçileri arasındaki pratik çalışmaları birleştirerek yaşadı. Burada, Marx ve Engels, gizli Alman Komünist Birliği ile ilişkiler kurdular, birlik, onları, kurmuş bulundukları sosyalizmin temel ilkelerinin açıklanması ile görevlendirdi. Marx ve Engels’in ünlü Komünist Partisi Manifestosu böyle doğdu, 1848’de yayınlandı. Bu küçük kitapçık ciltler değerindedir: bugüne kadar onun ruhu uygar dünyanın örgütlenmiş ve mücadele vermekte olan tüm proletaryasına güç vermiştir ve ona yol göstermiştir.

Önce Fransa’da patlayan ve sonra da öteki Batı Avrupa ülkelerine yayılan 1848 Devrimi, Marx ve Engels’i gerisingeri, doğdukları ülkeye götürdü. Burada, Ren Prusyası’nda, Köln’de yayınlanan demokratik Neue Rheinische Zeitung’un yönetimini aldılar. İki arkadaş Ren Prusya’ndaki tüm devrimci-demokratik hareketin kalbi ve ruhu oldular. Gerici güçlere karşı, halkın özgürlüğünü ve çıkarlarını savunmada sonuna kadar mücadele ettiler. Bildiğimiz gibi, gericiler üstün geldiler. Neue Rheinische Zeitung yasaklandı. Sürgün olduğu sırada Prusya yurttaşlık hakkını yitirmiş olan Marx, sınır dışı edildi; Engels silahlı halk ayaklanmasında yerini aldı, üç muharebede, özgürlük için dövüştü ve isyancıların yenilgisinden sonra, İsviçre yoluyla Londra’ya kaçtı.

Marx da Londra’ya yerleşti. Engels, 1840’lı yıllarda çalışmış olduğu Manchester ticari firmasında, kısa zaman sonra yeniden kâtip oldu, daha sonra da, oraya ortak oldu. 1870’e kadar, Marx Londra’da, o da Manchester’da yaşadı, ama bu, onların canlı bir fikir alışverişini sürdürmelerini engellemedi: hemen her gün mektuplaştılar. Bu mektuplaşmalarda, iki arkadaş, karşılıklı görüşlerini ve buluşlarını birbirlerine ilettiler ve bilimsel sosyalizmin hazırlanmasında iş birliğini sürdürdüler. 1870’te Engels, Londra’ya geçti ve en etkin nitelikteki ortak entelektüel yaşantıları, 1883’te Marx’ın ölümüne kadar sürdü. Bu çalışmaların meyvesi, Marx yönünden, çağımızın ekonomi politiğinin en büyük yapıtı olan Kapital, Engels yönünden de irili ufaklı bir dizi yapıt oldu. Marx, kapitalist iktisadin karmaşık olgularının tahlili üzerinde çalıştı. Engels, yalın bir dille yazılmış, çoğu polemik niteliğinde, tarihin materyalist anlayışı ve Marx’ın iktisadi teorisinin ışığında, daha genel bilimsel sorunları ve geçmişin ve bugünün değişik olgularını kapsayan yapıtlar yazdı. Engels’in yapıtları arasında şunları sayabiliriz: Anti-Dühring (felsefe, doğa bilimleri ve toplumsal bilimlerin çok önemli sorunlarını tahlil ettiği) polemik yapıt. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (Rusçaya çevrilmiş ve 3. basım St. Petersburg’da 1895’te yayınlanmıştır), Ludwig Feuerbach (Rusça çevirisi ve notları G. Plehanov tarafından yapılmıştır, Cenevre 1892), Rus hükümetinin dış politikası üzerine bir makale (Rusçaya çevrilmiş ve Cenevre’de Sotsial Demokrat, n° 1 ve 2’de yayınlanmıştır), konut sorunu üzerine parlak makaleler ve en sonu, Rusya’nın ekonomik gelişimi konusunda, iki küçük ama çok değerli makale (Rusya Konusunda Friedrich Engels, Zasuliç tarafindan 1894’te Cenevre’de Rusçaya çevrilmiştir). Marx, sermaye üzerine yapmış olduğu engin çalışmasının son düzeltmelerini yapamadan öldü. Ne var ki, müsveddeler tamamlanmıştı, arkadaşının ölümünden sonra, Engels, Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinin hazırlanması ve yayınlanması gibi ağır bir görevi yüklendi. İkinci Cildi 1885’te, Üçüncü Cildi de 1894’te yayınladı (ölümü dördüncü cildin hazırlanmasını önledi). Bu iki cilt son derece büyük bir emek gerektirmişti. Avusturyalı sosyal-demokrat Adler, haklı olarak, Kapital’in ikinci ve üçüncü cildini yayınlamakla Engels’in, dostu olan bir dehaya yüce bir anıt, farkında olmadan, üzerine silinmez bir biçimde kendi adını kazıdığı bir anıt diktiğini belirtmiştir. Gerçekten de Kapital’in bu iki cildi, iki insanın yapıtıdır: Marx ve Engels’in. Eski hikâyeler, dostluğun çeşitli dokunaklı örnekleriyle doludur. Avrupa proletaryası diyebilir ki, onun bilimi, aralarında, insan dostluğu konusunda en dokunaklı eski hikâyelerin de ötesine geçen bir ilişki bulunan iki bilim adamı ve savaşçı tarafından yaratılmıştır. Engels, her zaman —ve genel olarak, çok haklı olarak— kendisini Marx’tan sonraya koymuştur. Eski bir arkadaşına “Marx hayattayken, ben ikinci keman oldum” diye yazmaktadır. Yaşayan Marx’a olan sevgisi ve ölen Marx’ın anısına saygısı sınırsızdı. Bu boyun eğmez savaşçı ve bu sert düşünür, derin bir sevgiyle dolu bir ruh taşıyordu.

1848-49 hareketinden sonra, Marx ve Engels sürgünde kendilerini yalnızca bilimsel araştırmalarla sınırlamadılar. 1864’te Marx, Uluslararası İşçi Birliğini kurdu ve bu kuruluşa bir on yıl boyunca önderlik etti. Engels de bu çalışmalarda aktif bir görev aldı. Marx’ın fikirlerine uygun olarak, bütün ülkelerin proletaryasını birleştiren Uluslararası Birliğin çalışması, işçi sınıfı hareketinin gelişmesi içinde son derece önemli bir yer tutmaktadır. Ama Uluslararası Birliğin yetmişlerde kapatılması bile, Marx ve Engels’in birleştirici rollerini aksatmadı. Tersine, denilebilir ki, işçi sınıfının manevi önderleri olarak, önemleri, hareketin kendisinin de kesintisiz büyümesi nedeniyle, sürekli olarak arttı. Marx’ın ölümünden sonra Engels, Avrupa sosyalistlerinin danışmanı ve önderi olmayı tek başına sürdürdü. Onun öğüt ve direktifleri, aynı ölçüde, hükümetin zulmüne karşın, hem güçleri hızla ve durmadan büyüyen Alman sosyalistleri tarafından, hem de ilk adımlarını iyi düşünmek ve tartmak zorunda olan İspanyol, Romen ve Ruslar gibi geri kalmış ülkelerin temsilcileri tarafından tutuluyordu. Bunların hepsi, yaşlı döneminde, Engels’in zengin bilgi ve deneyim hazinesinden yararlanıyorlardı.

Rusça bilen ve Rusça kitaplar okuyan Marx ve Engels, bu ülkeye canlı bir ilgi duymuşlardı, Rus devrimci hareketini sempatiyle izlemişler ve Rus devrimcileri ile ilişkiyi sürdürmüşlerdi. Her ikisi de demokrat olduktan sonra sosyalist olmuşlardı ve demokrat olarak siyasal despotluğa karşı duydukları kin son derece güçlüydü. Siyasal despotlukla ekonomik baskı arasındaki bağın derin bir teorik kavranışı ile bu dolaysız siyasal duygunun birleşmesi ve ayrıca da zengin yaşam deneyimleri, Marx ve Engels’e, müstesna bir siyasal duyarlılık kazandırmıştı. İşte bunun içindir ki, bir avuç Rus devrimcisinin zorlu çar yönetimine karşı kahramanca savaşımı, bu iki güngörmüş devrimcinin kalbinde en sempatik yankısını bulmuştu. Öte yandan, aldatmaca ekonomik yararlar uğruna, Rus sosyalistlerinin en acil ve en önemli görevinden, yani siyasal özgürlüğün kazanılması görevinden yüz çevirme eğilimi, doğal olarak onlarca kuşkuyla karşılandı, hatta bu, toplumsal devrimin büyük davasına doğrudan bir ihanet olarak değerlendirildi. “İşçilerin kurtuluşu, işçi sınıfının kendi eseri olmalıdır”— Marx ve Engels durup dinlenmeden bunu öğrettiler. Ama iktisadi kurtuluş uğruna dövüşmek için proletarya, belli siyasal haklar kazanmak zorundadır. Ayrıca Marx ve Engels, Rusya’daki bir siyasal devrimin, aynı zamanda Batı Avrupa işçi sınıfı için de çok büyük önemi olacağını açıklıkla görmüşlerdi. Mutlakiyetçi Rusya, her zaman, genel olarak Avrupa gericiliğinin bir kalesi olmuştur. Almanya ve Fransa arasında uzun bir süre için anlaşmazlık tohumları eken 1870 savaşının bir sonucu olarak, Rusya’nın yararlandığı olağanüstü elverişlilikteki uluslararası durum, kuşku yok ki, yalnızca gerici bir güç olarak mutlakiyetçi Rusya’nın önemini arttırmış oldu. Ancak özgür bir Rusya, ne Polonyalıları, Finlileri, Almanları, Ermenileri ya da öteki küçük uluslardan birini ezme, ne de durmadan Fransa ve Almanya’yı birbirlerine düşürme gereğini duymayan bir Rusya, modern Avrupa’nın savaş yükünden kurtulmasını, özgürce nefes almasını sağlayacak, Avrupa’daki bütün gerici unsurları zayıflatacak ve Avrupa işçi sınıfını güçlendirecektir. İşte bu yüzden Engels, Rusya’da siyasal özgürlüklerin yerleşmesini, Batı’da da işçi sınıfı hareketlerinin ilerlemesi için, gönülden istemişti. Onun kişiliğinde Rus devrimcileri en iyi dostlarını yitirmiş oldu.

Proletaryanın büyük savaşçısı ve öğretmeni Friedrich Engels’in anısını her zaman yaşatalım

DİPNOT

[1]     https://www.dsip.org.tr/index.php/yayinlar/85-marksistorg/
1150-engels-in-sosyalizme-katkilari-v-i-lenin-1895

sosyalizm