Tuncay Kumcu
1936 İspanya iç savaşının üzerinden seksen üç yıl geçti. 1936-39 arasındaki olaylara dönüp bakmak, sadece tarihi anmak için değil, o dönemde olanların arka planını kavramak için de gerekli. O yıllarda İspanya’da yaşanan olaylar sadece cumhuriyetçi saflar ile faşistler arasındaki bir iç savaş değil, aynı zamanda, işçi sınıfı ve yoksul köylüler ile toplumun diğer sınıf ve katmanları arasındaki bir iktidar mücadelesiydi. Üstelik bunlar birbirleri ile son derece iç içe geçmiş ve birbirinin sonucunu büyük ölçüde tayin eden iki mücadeleydi. Başta Madrid ve Barcelona olmak üzere cumhuriyetçi saflardaki tüm şehir ve kırsal yerleşme merkezlerinde yaşanan o sosyal değişikliği Uluslararası Tugaylarl’la İspanya’ya gitmiş olan İngiliz gazetecisi ve edebiyatçısı George Orwell şöyle anlatıyordu:
İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir yerde ilk defa bulunuyorum. Neredeyse her çapta bina işçiler tarafından ele geçirilmiş ve kızıl bayraklarla, ya da anarşistlerin kırmızı siyah bayrakları ile donatılmıştı; hemen hemen her kilise kundaklanmış ve putlar yakılmıştı. Yer yer kiliseler işçi grupları tarafından sistematik bir biçimde yıkılıyordu. Her dükkânın ve kahvehanenin üzerinde, kolektifleştirildiğini belirten bir pano vardı; hatta ayakkabı boyacılarının kutuları bile kolektifleştirilmiş, kutular kırmızı ve siyaha boyanmıştı. Garsonlar ve dükkânlarda çalışanlar karşılarındaki müşterinin yüzüne bakıyor ve bunlara eşitleri gibi davranıyorlardı. Aşağılayıcı ve hatta resmiyetçi konuşma biçimleri ortadan kalkmıştı… Bahşiş vermek yasaklanmıştı ve ilk deneyimlerimden biri asansördeki çocuğa bahşiş vermeye çalıştığım için otel müdüründen ders dinlemek oldu.
Hiçbir özel otomobil kalmamıştı, hepsi müsadere edilmişti. Tüm tramvaylar, taksiler ve diğer araçların çoğu kırmızı ve siyaha boyanmıştı. Her yer duvarlardan temiz kırmız ve siyah renklerde sarkan devrimci afişlerle kaplıydı ve geriye kalan birkaç reklam afişi bunların yanında çamur lekesi gibi duruyordu. İnsan kalabalıklarının sürekli aşağı-yukarı gelip geçtiği şehrin geniş merkez caddesi Ramblas’da hoparlörlerden bütün gün ve gece geç saatlere kadar devrimci şarkılar kükrüyordu. Ve en garip şey kalabalığın görünümüydü. Dış görünüşü itibarıyla burası zengin sınıfların neredeyse tamamen ortadan silindiği bir yerdi…
Her şeyden öte devrime ve geleceğe güven, birdenbire bir eşitlik ve özgürlük çağına ermişlik hissi vardı. İnsanlar kapitalist düzenin çarkları gibi değil, insan gibi davranmaya çalışıyorlardı.
Kısacası toplumsal düzen tamamen değişmişti. Bu durumda akla ne oldu da bunlar korunamadı sorusu gelir. Üstelik bu durumun değişmesi, daha Franko ordularının buralara erişebilmesinden çok öncesine, cumhuriyetçi Halk Cephesi hükümeti dönemlerine rastlar.
Bu yazının iddiası 1936 İspanyasındaki kazanımların yitirilmesinin sorumlusunun Halk Cephesi politikası ve pratiğinin olduğudur. Özellikle de PCE’nin (İspanya Komünist Partisi) bu cephe hükümeti içindeki kendi rolünü, orta sınıfları cephede tutmak adına, işçi sınıfı ve yoksul köylülerin kazanımlarını frenlemek ve nihayet açıktan baltalamak olarak saptamış olmasıdır. Yine bu yazının iddiası, İspanya olaylarının o dönemdeki dünya olaylarından ayrı düşünülemeyeceğidir. Özellikle Komintern’in bu dönemdeki perspektifleri ve Stalin’in dış politikası, bu olayların yönünü ve nihai sonucunu tayin eden başlıca unsurlar olmuştur.
İlk İspanya Cumhuriyet Hükümeti Dönemi
İspanya’da 1936 olaylarının arka planını yüzyılın başından beri hızla gelişen bir sınıf mücadelesi oluşturur. 1917-1930 arasında iki misli artan sanayi işçileri başlıca dört bölgede yoğunlaşmıştır. Bunlardan Bask bölgesi tüm ülkenin demir çelik ve tersane kapasitesinin yüzde 70’ine sahiptir. Asturya bölgesi ise kömür üretiminin büyük çoğunluğunu üstlenir. Başkent Madrid başlı başına büyük yerleşim merkezlerinden biridir. İşçi sınıfının en yoğun olduğu Katalonya bölgesi ise işçilerin yaklaşık yarısını barındırır. Ayrıca Andalusya kırsal bölgesinde büyük çiftliklerde çalışan çok yoğun bir tarım işçisi kesimi vardır.
İşçi sınıfı hareketi iki büyük konfederasyon tarafından örgütlenmiştir. Bunlardan büyüğü PSOE (Sosyalist İşçi Partisi)’nin önderliğini yaptığı Genel İşçi Sendikası (UGT)’dir. Katalonya’daki işçilerin çoğunluğu Anarko sendikalistlerin önderliğindeki Ulusal İşçi Konfederasyonu (CNT)’de örgütlüdür. PCE’nin de bir konfederasyonu vardır. Ama bu konfederasyon pek etkinlik kazanamamış, sonunda 1939’da UGT ile birleşmiştir.
İspanya’nın bir diğer özelliği ise sanayileşmenin nispeten geç başlaması nedeniyle ve bunun genelde yabancı sermaye ile yürümesi sonucu, ulusal burjuvazinin sahnede kendine daha pek yer edinememiş olmasıdır. Nitekim ülke 1931’e kadar monarşi ile yönetilmiş, bu yılın başlarındaki genel seçimlerin ve büyük şehirlerdeki grev hareketlerinin sonucu monarşi Nisan ayında devrilmiş ve yerine İspanya Cumhuriyeti kurulmuştur. Nisan 1931’den Ekim 1934’e kadar süren ilk cumhuriyet hükümeti ülkede sağlam bir burjuva demokrasisinin temellerini atmayı başaramamıştır. Vaat edilen köklü toprak reformu gerçekleşmemiş, köylü gösterileri zorla bastırılmıştır. Ulusal sorun çözümlenememiş, Katalonya’ya özerklik verirken milliyetçiliğin daha güçlü olduğu Bask bölgesi bundan mahrum bırakılmıştır.
Yine bu dönem boyunca işçi sınıfının yaşam düzeyi düşmüş, işsizlik giderek artmış ve hükümet işçi sınıfı mücadelesinin önüne geçmek için grevleri yasaklamış ve yeni iş kanunları çıkarmıştır. İşçi sınıfının bütün bunlara karşı giriştiği mücadeleler ise örneğin Haziran 1931, Ocak 1932, Ocak 1933’teki grevlerde olduğu gibi polis ve ordu tarafından zorla bastırılmıştır. Aynı şekilde Ocak 1933’te Barcelona’da anarşistlerin önderliğinde başlayan bir ayaklanma hükümet tarafından amansızca bastırılmıştır. Bu ilk cumhuriyet hükümeti toplumdaki hemen hemen her kesimi karşısına almayı başarmıştır. İşçi sınıfı bu kısa burjuva hükümeti döneminde bile burjuva demokrasisinin gerçek yüzünü görmeyi ve böyle bir düzenin işçi sınıfına vereceği pek bir şey olmadığı sonucunu çıkarmaya başlamıştır. Köklü bir toprak reformundan mahrum bırakılan köylülük de aynı şekilde hayal kırıklığına düşmüştür.
Öte yandan orta sınıflar ve hâkim sınıfın önemli bir kesimi de hükümete karşıdır. Orta sınıflar, işçi sınıfı ve köylüleri sindirecek daha köklü bir çözüm peşinde aşırı sağa kayarken, Katolik kilisesi ve burjuvazinin bir kesimi de hükümete karşı açık bir kampanya başlatmıştır. Nihayet Ekim 1934’de hükümet düşer, ancak bu defa iktidarın faşist partiye geçme olasılığı belirir. PSOE bu olasılığa karşı genel grev ve ayaklanma çağrısı yapar, fakat işçi sınıfını sonradan frenleyemeyeceğini kestirince bundan son anda vazgeçer. Her şeye rağmen bu çağrıya cevap verenler olur. Örneğin 20 bin Asturyalı maden işçisi yerel UGT, CNT ve PCE kadrolarının önderliğinde silaha sarılır ve General Franko’nun ordusu ile 2 hafta kıyasıya çarpışırlar. Ayaklanma çağrısının ardından tek başlarına kalan Astoria maden işçileri sonunda yenilir ve teslim olurlar. Franko teslim olan işçilerin 3 binini öldürerek intikam alır. Acı sonuna rağmen bu eylem İspanya devriminin ilk önemli mücadelesi olur.
Bunun ardından yer yer çeşitli mücadeleler olur, fakat hükümet ve ordu bunlara her zamanki zorbalıkları ile cevap verir. Bu altı ay içinde 40 bin kişi siyasi nedenlerle hapse atılır. Bütün bu baskıya rağmen işçi sınıfı mücadelesi hızını kaybetmez ve örneğin 1935’in 1 Mayıs’ı genel grev ile kutlanır. Grevin baş talebi, siyasi mahkûmların serbest bırakılmasıdır.
Aynı Yıllarda Sovyetlerde Durum
İspanya’da olaylar böyle gelişirken dünyanın bir başka yerinde, Sovyetler Birliği’nde tüm dünya sol hareketine damgasını vuracak çok önemli bazı gelişmeler yaşanmaktadır. Daha sonra sadece İspanya’da değil, birçok ülkede yaşanan olayları anlamamıza yardımcı olması için bu gelişmeleri ayrıntılı olarak incelemekte yarar var.
Ocak 1934’te Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 17.Kongresi toplanır. Tarihe “galiplerin kongresi” adı ile geçen bu kongrede resmi olarak “ulusal ekonominin tüm dallarında, kişinin kişi tarafından sömürülmesine son veren sosyalizmin zaferi” kutlanıyor olmasına rağmen, “galiplerin” burada asıl kutladıkları şey, kulakların bir sınıf olarak tasfiyesi, köylü kitlelerin zorla kolektifleştirilmesinin tamamlanması ve sanayi üretiminin devrimden bu yana kaydettiği büyük artıştır. Resmi olarak kutlanmayan bir diğer gelişme ise bürokrasinin iktidarını pekiştirmesidir. Bütün bu kutlamaların altında yatan asıl neden ise, Stalin’in artık muhaliflerini harcamak için gereken konuma gelmiş olmasıdır. Ve bunu takip eden yıllarda Stalin artık tüm muhalefeti, bütün eski Bolşevikleri yavaş yavaş saf dışı bırakacaktır. Ağustos 1936, Ocak 1937 ve Mart 1938 Moskova mahkemeleri bu çabanın doruğu olacaktır.
Sovyetler Birliği’ndeki bürokrasi aynı zamanda uluslararası düzeyde iktidarını pekiştirmek için Komintern partilerindeki sol muhaliflerin de saf dışı bırakılması gerektiğinin farkındaydı. Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” ilkesi, artık 1934’te Sovyetler Birliğinde sosyalizmin kurulduğunun ilanı ile şimdi tek sosyalist ülkeyi korunma ilkesine dönüşmüştür. Bunu arkasından, artık Komintern Sovyetler Birliği’nin dış politikasının üstelik başka muhtemel devrimleri satmak pahasına Sovyetler Birliği’ni korumanın aleti oldu.
Stalin, özellikle bu dönemde Alman faşizmine karşı korunmanın yolunu, devrimi Avrupa’da yaymak olarak değil, Almanya ve İtalya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile cephe kurmak olarak tespit etmişti ve Mayıs 1935’te Fransa ile bir karşılıklı güvenlik anlaşması imzaladı. İngiliz ve Fransız emperyalizmi ile anlaşmanın faturası ise, Avrupa’da ve başka yerlerde devrimleri desteklemekten uzak durmak, buralardaki Komintern partilerini burjuvazinin peşine takmak idi. Komintern Yürütme Kurulu 1936’daki kararında bunu şöyle ifade eder:
Bugünkü durum 1914’teki durum değildir. Barışı sağlamak isteyenler artık sadece işçi sınıfı, köylülük ve tüm çalışanlar değil, aynı zamanda bağımsızlıkları savaş ile tehdit altında bulunan ezilen ülkeler ve zayıf uluslardır. Dünya proletaryasının ve tüm ezilenlerin yıkılmaz kalesi olan Sovyetler Birliği, barış için mücadele eden tüm güçlerin odak noktasıdır. Mevcut dönemde barışı korumak bazı kapitalist ülkelerin de lehinedir. Böylece emperyalist savaş tehlikesine karşı, işçi sınıfından, tüm çalışanlardan ve bütün uluslardan bir cephe oluşturma olasılığı vardır.2
Komintern bu politikası ile üçüncü dönemde sosyal faşist diye lanetlediği sosyal demokrat partilerin bile sağına kaymış oldu. Şimdi Komintern partilerinin uygulamaları beklenen sınıf uzlaşma politikası, Komintern’in kurucularının reddettiği 1.Dünya Savaşı başında sosyal demokrat partilerin takındıkları sınıf uzlaşma politikalarından farksız idi. Artık Komintern partilerinden beklenen kendi burjuvazileri ile halk cepheleri kurmalarıydı. Temmuz-Ağustos 1935’teki 7. (ve son) Komintern Dünya Kongresi, üçüncü dönemin bittiğini ve girilen yeni dönemi şöyle anlatıyordu:
Barış mücadelesi en geniş cepheleri kurmak için en büyük olanakları sunmaktadır. Barışı korumaya meraklı herkes bu cepheye çekilmelidir. Her verili anda savaş kışkırtıcılarına karşı (ve şu anda faşist Almanya ve onunla iş birliği içinde olan İtalya ve Japonya’ya karşı) güçlerin bir araya toplanması en önemli taktiksel görevi oluşturmaktadır. Sosyal demokratik ve reformist örgütlerle kitlesel, ulusal kurtuluşçu, dini devrimci, pasifist örgütlerle ve bunların taraftarlarıyla birlik cephesi kurmak, savaşa ve her ülkede bunun faşist kışkırtıcılarına karşı mücadelede belirleyici önemdedir.3
İspanya’da Halk Cephesi Politikası
Komintern’in yeni halk cephesi politikası çerçevesinde, PCE de kendi ülkesinde anti faşist gördüğü her unsurla cephe kurmaya çalıştı. Komintern’in uluslararası parti olarak işlev görmeye çalıştığı ilk dört kongresini kapsayan 1.döneminde savunulan cephe anlayışı farklı idi. O zaman birleşik cepheden kast edilen şey, komünist partilerin tartışılmaz örgütsel bağımsızlığı temelinde işçi sınıfı mücadelesi eksenindeki eylemde bir cephe anlayışı idi.
1935’ten sonra Komintern’in halk cephesi anlayışı ise sosyal demokratların sağındaki liberal burjuvaziyi bile kapsayan (hükümet olmak için) bir cephe anlayışıdır. Bu cephe işçi sınıfı mücadelesi ekseninde değil, bir dış politikanın belirlediği eksendeki bir cepheydi ki, bu dış politika faşizme karşı emperyalist İngiltere ve Fransa’yı kendi saflarına çekmeye çalışıyordu. Komünist partilerin herhangi bir devrimci mücadelesi de bu emperyalist güçlerin hoşuna gitmeyen dolayısıyla durdurulması gereken bir şeydi.
İspanya olaylarına dönecek olursak, burada her şeye rağmen yükselen işçi sınıfı mücadelesi sayesinde Halk Cephesi 16 Şubat 1936 seçimlerini kazandı. Cumhuriyetçi partiler ve işçi sınıfı partileri arasındaki bu cephede, burjuva partileri safında Cumhuriyetçi Sol Parti (bunun başkanı Manuel Azana başbakan olur) Cumhuriyetçi Birlik, iki Katalonya Milliyetçi Partisi ve Bask Ulusal Eylem Partisi. İşçi sınıfı safındaki partiler ise PSOE, PCE ve Katalonya bölgesindeki Katalan Birleşik Sosyalist İşçi Partisi (PSUC) vardı. İşçilerin Marksist Birlik Partisi (POUM) ise çeşitli itirazlarına rağmen sonunda Cephe anlaşmasına imzasını attı. CNT (anarşistler) cepheyi dışarıdan desteklediğini belirtti ve aslında Halk Cephesinin seçimleri az farkla kazanabilmesi ancak CNT’nin seçimlerde oy kullanmama politikasını değiştirerek taraftarlarını oy kullanmaya çağırması ile mümkün oldu. Cephe hükümetinin programını sol bir program olarak düşünmek yanlış olur. Bu programa göre Cephe’nin kurmak istediği toplumsal yapı:
Sosyal veya ekonomik sınıf motifleri ile yönlenmiş bir Cumhuriyet değil, bundan ziyade toplumsal ve sosyal ilerleme motifleri ile hareket eden bir demokratik rejim idi.4
Ancak işçilerin beklentileri bundan çok öteydi. Nitekim seçim sonuçlarının açıklanması ile birlikte işçi sınıfı harekete geçti. Seçimlerin ertesi günü (17 Şubat) işçiler Valencia, Ovideo ve diğer büyük hapishaneleri basarak ilk cumhuriyet hükümeti döneminin sonlarında tutuklanmış binlerce militanı, siyasi tutukluyu serbest bıraktılar. Tüm ülkeyi bir grev dalgası sardı. 10 Haziran ve 24 Haziran günlerinde ve yine Temmuz 1936 başlarında, 1 milyonun üzerinde işçi, ücret artışları için, fakat aynı zamanda 1934’te işten atılanların yeniden işe alınması gibi taleplerle greve çıktılar. Güney ve doğu İspanya’nın topraksız köylüleri, toprak sahiplerinin topraklarına el koydular. Mayıs ve Temmuz 1936 arasında tarım işçileri ücret artışı ve daha iyi çalışma koşulları için sürekli greve çıktılar. Bütün bunlar Cephe hükümeti programını aşan olaylardı. Dönemin tarihçilerinden Carr bunu şöyle anlatır:
Hükümet programının belki de en olağan üstü tarafı, herhangi bir ciddi sosyal ve ekonomik talepten yoksun oluşuydu. Köylülerin toprağa, işçilerin fabrikalara el koyması için ajitasyon, solun gayretle sürdürdüğü bir faaliyetti. Fakat bu Halk Cephesi programının yansıttığı ya da teşvik ettiği bir şey değildi. Hükümetin programı o günlerin ateşli tartışmaları ölçüsü ile belli ki, ancak cumhuriyete ve bir çeşit demokratik hükümet ilkesine bağlılıklarıyla birleşmiş, farklı çıkarları ve görüşleri geniş bir koalisyonda toplamayı hedefleyen ılımlı ve yatıştırıcı bir belgeydi.5
İşçi ve köylü hareketi bu programı fazlası ile aşıyordu. Cephe hükümeti işçileri frenleyebilmek için elinden geleni ardına koymadı. Ve tabii ki, bu görev hükümet içindeki işçi sınıfı partilerine düşüyordu. Örneğin PSOE’nin gazetesi kadın işçilerin eylemlerine karşı tavır aldı:
Bu yöntem gerçekten anarşistliktir ve sağcıların öfkesini provoke etmektedir.6
PCE’nin gazetesi ise örneğin Madrid inşaat işçilerinin grevine karşı şöyle bir tavır alıyordu:
Herkes bilir ki, 16 Şubat’tan beri faşist patronlar mücadele biçimlerine, işçileri anlaşmazlık çıkarmaya itmeyi dahil etmişlerdi. Bu, işçileri hükümet ile karşı karşıya bırakır. Çünkü bir askeri darbenin ön koşullarından biri de budur… Grevi sona erdirmeyi öğrenmenin zamanı gelmiştir.7
PCE, işçi ve köylülerin mücadelelerini frenleyerek orta sınıfların kalbini kazanmak görevini, Cephe hükümetinde bulunmanın sorumluluğu olarak görüyordu. PCE ve PSOE’nin bütün gayretlerine rağmen, 16 Şubat’tan 16 Temmuz 1936’ya kadar geçen 5 ay boyunca işçi hareketleri gelişmeye devam etti.
Franko Ayaklanması
Bu süre içinde burjuvazi ve toprak ağaları Cephe hükümetinin işçileri durdurabileceğinden ümitlerini çoktan kesmişlerdi ve çareyi orduda ve faşistlerde arıyorlardı. Küçük burjuva gençlik yoğun bir şekilde faşist Falanj Partisi’ne akmaya, sokaklarda devrimciler ve işçilere karşı silahlı mücadelelere girmeye başladı. Hükümet dışında herkes bir iç savaşın kaçınılmaz olduğunun farkındaydı.
Sonunda 17 Temmuz 1936 günü General Franko, Fas’taki İspanya askeri karargâhında bir ayaklanma başlattı. (Bu 25 bin kişilik karargâhın çoğunluğunu Faslı yoksul köylüler oluşturuyordu.) Ve İspanya yarımadasındaki diğer karargâhlara da ayaklanmaya katılma çağrısı yaptı. Haber ordu içindeki hükümet taraftarlarınca derhal hükümete iletildi. Ancak hükümet tam bir gün boyunca olayı ört bas etmeye ve gizlemeye çalıştı. Sonunda ise sadece haberi yalanlayıcı bir mesaj yayınladı. 18 Temmuz günü Sevilla, Saragossa ve Navara vilayet garnizonları Franko’ya destek çıktı. Bu arada her türlü işçi örgütünden hükümete yağan destek ve savunma taleplerine karşın, Cephe hükümeti şu mesajı yayınladı: Hükümet işçi örgütlerinden aldığı destek tekliflerine teşekkür eder. Bunlara minnettarlığını belirtmekle birlikte, hükümete yapılabilecek en iyi yardımın, sükûnetin ve devletin askeri gücüne güvenin en büyük örneğini vererek, günlük hayatın düzenini garanti etmek olduğunu ilan eder… Düzeni yeniden sağlamak için hükümet yeterlidir.8
PSOE ve PCE her şeyin hükümete bırakılması çağrısı yaptı. Hatta Cephe hükümeti Franko’ya taviz vermek için koşuşturdu. Darbenin bu ilk iki günü birçok bakımdan çok önemli idi. Bazı garnizonlar Franko’ya katılmamışlardı ama çoğu hükümetin önderliğini bekliyordu. Örneğin deniz kuvvetlerinin tümü ayaklanmaya katılmayı reddetti ve denizciler sağcı subaylarını tutukladılar. Fakat hükümet donanmayı Cebelitarık boğazına gönderip, Franko’nun Fas’tan İspanya yarımadasına asker nakli yapmasını önlemeyi reddetti. Çünkü boğazın kapatılması, İngiliz ve Fransız ticaret yollarını kapatmak ve bu ülkeleri gücendirmek anlamına gelecekti. Franko ise bu arada ordularını Fas’tan İspanya’ya nakletmekte önemli bir yol kat etti. Zaten Hitler ve Mussolini’nin nakliye uçakları da bunu nispeten kolaylaştırmıştır.
İşçi sınıfının cevabı
19 Temmuz günü işçi sınıfı, hükümetin önderlik etmesinden ümidi kesip kendi savunmasını hazırlamaya başladı. Madrid ve Barcelona’daki askeri karargâhlar işçiler tarafından kuşatıldı. Ve bir günlük bir savaşın ardından bu karargâhlar teslim alındı. Parti veya sendika üye kartı gösteren işçilere karargâh silah depolarından silah dağıtılmaya başlandı. Bu iki büyük şehirdeki işçi hareketlerini diğer şehirler takip etti. Sendikalar ve sol partiler işçi milisleri kurarak bunları kırsal alanlara savaşmaya gönderdiler. Tarım işçileri ordu ile savaşa girdiler ve teker teker birçok köyü düşürerek topraklara el koydular. Temmuz ayı sonlarına gelindiğinde, orta ve doğu İspanya’da kuzey ve güney sahilinin çoğu kesiminde askeri darbe işçi ve köylülerin mücadeleleri sonunda mağlup edilmişti. Hükümet ayakta kalmayı böylece başardı ama bütün devlet kurumları dağılmıştı. Ordu ya Franko ya da işçi direnişi saflarına geçmişti.
Her yerde işçi komiteleri ortaya çıktı, bunlar sağlık, taşıma, yiyecek dağıtımı ve milis kurma görevini üstlendiler. Fabrikalarda üretim işçilerin denetimi altında devam etti. Köylüler tarım kolektifleri kurdular, toprak bunların denetiminde işlenmeye, şehirlere yiyecek dağıtımı bunların denetimi altında sürmeye başladı. Savaş cephelerinde milisler kendi subaylarını seçtiler, selam verme zorunluluğu gibi şeyler kalktı. Askeri strateji, tartışma ve oy kullanma yoluyla saptanmaya başladı. Gerçekten toplumsal bir değişiklik yaşanıyordu. Faşizme karşı şehirlerde ve kırsal alanlardaki tepkinin en kızgın anlarının yaşandığı, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin mücadeleci bir durum yaşadıkları bu günlerde, PCE gazetesinin editörü, 6 Ağustos 1936 tarihli gazetede şunları yazıyordu:
Savaşa katılmamızın sosyal bir motifi olduğu söylenemez. Bu varsayımı her şeyden önce biz komünistler yalanlarız. Bizi hareket ettiren tek isteğimiz demokratik cumhuriyeti korumaktır.9
Aynı günlerde Troçki ise şunları yazıyordu:
Radikal burjuvazinin önünde, dizlerin üzerinde sürünmeye son verilmelidir. Radikaller de dahil olmak üzere burjuvaziye karşı gerçek bir işçi köylü birliği oluşturmak gerekir. İşçi sınıfının gücüne, inisiyatifine ve cesaretine güvenmek gerekir. Ve işçiler orduyu yanlarına çekmesini bilecektir. Bu sahte değil, gerçek bir işçi, köylü, asker ittifakı olacak. İşte bu birlik şu anlarda İspanya’da iç savaş ateşinin içinde yaratılmakta ve kurulmaktadır. Halkın zaferi demek, Halk Cephesi’nin sonu ve Sovyet İspanya’sının başlaması demektir. İspanya’daki muzaffer sosyal devrim kaçınılmaz olarak Avrupa’nın her tarafına yayılacaktır. Bu İtalya’nın, Almanya’nın faşist cellâtları için her bir diplomatik anlaşmadan ve her askeri ittifaktan defalarca daha kötüdür.10
Faşizme karşı direniş saflarında yaşanan gerçekten bir sosyal devrimdi. Örneğin Barcelona’da fabrikalardan sinemalara kadar her şey kamu malı ilan edilmişti. CNT çeşitli iş kollarında tüm şehri kapsayan kolektifler kurdu, ücretler arttı, çalışma saatleri düşürüldü. Kadınlar mahalle komitelerinde ileri görevler aldılar, milislere katıldılar, kürtaj serbest bırakıldı. Yeni serbest evlenme yöntemleri getirildi, sendika ve parti toplantılarında yapılan bu evlilikleri her iki taraftan biri dilediği an bozma özgürlüğüne sahip oldu. Katolik kilisesi bütün prestijini yitirdi. Halk kitleleri kiliseleri yaktı. Faşizme karşı direnişin ve sosyal devrimin başlaması ile sadece İspanya’da değil tüm Avrupa’da sosyalistlerin yüzü gülmeye başladı. Faşizmin durdurulabileceği görülüyordu. Avrupa’dan mali yardım yağmaya başladı. Ve devrimciler Uluslararası Tugayları kurarak İspanya’ya, cepheye gelmeye başladılar.
İspanya’da İşçi Sınıfı Partilerinin Durumu
Tabanda şekillenmeye başlayan sosyal devrimi pekiştirmek ve kurumsallaştırmak için nesnel koşullar mevcuttu. Gerçekten ikili bir iktidar durumu yaşanıyordu. Cephe hükümeti her türlü devlet kurumlarını yitirmiş ve yönetmekten acizdi ama ortada işçileri ve köylüleri yönlendirecek bir parti yoktu. PSOE’nin sağ kanadını hükümetteki diğer burjuva partilerinden ayırt etmek giderek imkânsız oluyordu ve tüm parti sınıf içerisinde büyük bir prestij kaybetti. Zaten Mayıs 1936’da partinin gençlik örgütü PCE’nin gençlik örgütü ile birleşmişti; Kasım ayında ise bu birleşik gençlik örgütünün PCE’ye geçmesi ile tüm PSOE giderek önemini yitirdi.
Öte yandan PCE de ortada olan sosyal devrimi yalanlamaya çalışıyordu. PCE’nin tavrı şuydu: Sosyalizmin lafını şimdi etmek yerine önce savaşı kazanmak gerek. Ama savaşı kazanmak için en geniş anti faşist cephe gerekli. Dolayısıyla orta sınıfları ve liberal burjuvaziyi kazanmak için işçi sınıfının ve yoksul köylülerin taleplerinin burjuvaziyi ürkütmesi engellenmeliydi. Böylelikle PCE özellikle 1936’dan itibaren bütün gücünü sol ile uğraşmaya ayırdı.
PCE’nin solundaki en önemli örgüt, anarko sendikalist CNT (Ulusal İşçi Konfederasyonu) ve bunun siyasi kanadı olan FAI (İberya Anarşist Federasyonu) idi. Fakat bunların sözlüğünde devrim demek patronu fabrikadan atmak, orduyu sokakta yenmek ve hemen yeni toplumu –nasıl olacaksa kurmak demekti. Onlara göre her türlü iktidar ve devlet baş belası idi. Üstelik örneğin Katalonya’da pratikte iktidarı elinde tutan aslında CNT idi. Ama onlar bunu kurumsallaştırmaya karşıydı.
Solda önemli bir diğer örgüt daha vardı. POUM Halk Cephesi politikasını açık ve doğru bir şekilde eleştirdi, ama sonunda CNT’nin peşinden Cephe’ye katıldı ve bölgesel hükümetlerde yer aldı. Merkezi hükümete katılamamasının tek nedeni ise PCE’nin vetosuydu. Her şeye rağmen işçi iktidarı sloganı altında temmuz ve ağustos ayları içinde üye sayısını 10 bine çıkardı. Katalonya’da CNT’den sonra en büyük işçi örgütü oldu ancak POUM’un stratejisi CNT’ye rakip çıkmak değil, onun önderliğini kazanıp böylece büyümek şeklindeydi. Bunu beceremedi ve her dönemeçte CNT’nin peşine takılıp gitti.
Madrid
Olaylara dönecek olursak iç savaş giderek Halk Cephesi’nin aleyhinde gelişti. Franko yavaş yavaş ilerledi. Kasım ayının başında başkent Madrid’in yakınlarına kadar geldi. Madrid’in kimin elinde kalacağı bir bakıma iç savaşın sonucunu tayin edecekti. Buna rağmen hükümet kendini başka bir şehre, Valencia’ya taşıdı. Sonunda PCE’nin yerel kadroları önderliğinde şehrin savunması başladı. İşin geçmek üzere olduğunu gören Sovyetler Birliği nihayet ilk büyük silah naklini yaptı. Ayrıca 25 bin kişilik Uluslararası Tugaylar Madrid savunmasına katılmaya geldi.
O ana kadar Halk Cephesi’ne dışarıdan silah gelmemesinin en büyük nedeni Fransa’daki Halk Cephesi hükümetinin diğer ülkelere Ağustos’ta sunmuş olduğu “İspanya’ya müdahale etmeme” anlaşması idi. Fakat en başından beri Almanya ve İtalya’nın ihlallerine rağmen bu öneriye Fransa, İngiltere, ABD ve aralık ayına kadar da SSCB uydu. Faşistlerin Madrid’den püskürtülmesi ilk önemli zafer oldu. Bu aynı zamanda PCE’nin Cephe içerisindeki prestijini artırdı. PCE bu yeni prestijini yine her yerde sola saldırmak için kullandı. Örneğin Katalonya dışında her yerde POUM’un gazeteleri kapatıldı. Ardından aynı uygulama, Şubat 1937’de Valencia’da ve mart ayında da Bask’ta CNT’ye yapıldı. Üstelik CNT’li basın işçileri ve önderleri tutuklandı. Gazetelerin mal varlığı PCE’ye devredildi. POUM ve CNT üyelerine karşı PCE’nin başlattığı saldırıda sayısız ölenler oldu.
Çok geçmeden Madrid ve Valencia işçi milislerinin silahları ellerinden alındı. Fabrika işçi komitelerinin yetkileri daraltıldı. Fabrika sahiplerine savaş sonunda mallarının iade edileceği sözü verildi. PCE, işçi ve köylü milislerinin merkezileştirilmiş bir halk ordusuna dönüştürülmesine başladı. Amaç mücadelenin daha etkinleştirilmesi değil, tüm iplerin PCE’nin elinde toplanmasıydı. Önce Ocak 1937’de sadece PCE milislerinden oluşan bir Halk Ordusu kuruldu. Devrimin başında ordudan temizlenmiş olan ve milislere ise hiç sokulmayan her türlü işleyiş Halk Ordusu içinde teşvik edildi. Subaylara yüksek maaş ve selam zorunluluğu, subayların emirlerine tartışmasız itaat ve benzeri. Sonunda Şubat 1937’de her milisin bu Halk Ordusu’na katılması zorunlu kılındı. İşte bütün bunlar orta sınıfları ve işverenleri Cephe hükümetinde tutmak ve onlara güven vermek adına yapıldı. CNT ve POUM ise bunlara karşı koyabilecek siyasi ve toplumsal güçte değillerdi.
Katalonya
Devrimin çarklarının geri çevrilmesinin bir diğer örneği de Katalonya olaylarıdır. Ekim 1936’da o ana kadar iktidar organları olarak işleyen mahalle komitelerinin dağıtılmasına karar verildi. Bunların yerine bölgesel hükümetteki oranlar korunarak yerel belediye meclisleri atandı. (Orta sınıf partilerinden 5, CNT’den 3, PSUC’den 2, POUM’dan 1 temsilci). Ardından Kasım ayında işçi milislerinin dağıtılması ve silahların belediyelere teslim edilmesi emredildi. Bütün bunlar solun tabandaki gücünü dağıtmaya yönelik girişimlerdi. Nitekim Aralık ayında bu defa POUM hükümetten atıldı.
Bölgesel hükümet Ocak 1937’de tüm yiyecek dağıtım yetkisini Katalon partisi PSUC’a verdi. PSUC bu yetkisini işçi yiyecek dağıtım komitelerini feshederek, bu görevi iplerini kendi elinde bulundurduğu küçük iş sahipleri birliğine devrederek kullandı. Bunu sonucunda çok geçmeden yiyecek fiyatları yükselmeye başladı. Bölgesel hükümetin yayınladığı bir kararname sonucu, Mart ayında ilk kez yeniden sokaklarda polis devriye gezmeye başladı. Ve Nisan ayından itibaren silahlarını geri vermeyi reddeden işçi milisleri ile polis arasında Barcelona sokaklarında silahlı çatışmalar yaşanmaya başlandı.
Giderek artan baskıya karşı tereddüt eden CNT önderliğinden ümidi kesmeye başlayan bir grup CNT’li, sonunda Nisan ayında örgütten ayrılarak, işçileri CNT önderliğine karşı açık tavır almaya çağırdı ve işçi konseyleri kurulması çağrısı yaptı. Ancak hükümet hiçbir şeyi tesadüfe bırakmak niyetinde değildi. İşçilerin yeniden güç toparlamasını önlemek amacıyla 1 Mayıs gösterileri yasaklandı. Ardından 4 Mayıs günü PSUC’lu bir bakanın önderliğindeki komando birlikleri Barcelona’da devrimin simgesi olarak görülen ve devrimin ilk gününden beri işçilerin denetimindeki merkez telefon dairesindeki CNT’li işçileri zorla çıkarmak üzere harekete giriştiler.
Bu saldırı, Barcelona işçileri için, kendi iktidarlarından geriye kalan bir yere yapılan bir saldırıydı. Anında tüm işçi semtlerinde barikatlar kuruldu. Akşam olduğunda şehir merkezi hariç bütün Barcelona işçilerin denetimindeydi. Diğer Katalonya şehirlerinde de polislerin silahları ellerinden alındı, PSUC ve hükümet binaları işçiler tarafından işgal edildi. Ancak hareket devrimci bir önderlikten yoksundu. CNT’den ayrılan önemsiz bir grubun ve bir avuç Troçkist’in bu önderliği sağlaması beklenemezdi. CNT hala çok güçlü ve sınıf içinde büyük prestiji olan bir örgüttü. Hükümet içindeki yerini korumanın cazibesine kapılmıştı. Üstelik ayaklanmanın sürdüğü 5 gün boyunca tekrar tekrar barikatların kaldırılması çağrısı yaptı.
POUM kadroları, işçi sınıfından ayrı düşülmemesi gerektiği ilkesi ile barikatlardaki işçilere katıldılar, ancak yine de ümitlerini esas olarak bu karar anında CNT’nin önderliğini ve dolayısıyla kadrolarını kazanmaya bağladılar. CNT önderliğinin buna niyeti yoktu ve devrime önderlik etmeyi bu kritik anda reddetti. POUM her şeye rağmen CNT’nin kuyruğuna takılmaya devam etti. CNT’yi kazanamamasını ardından ayaklanmanın dördüncü günü çatışmayı durdurmak üzere CNT ile iş birliğine girerek kendi kadrolarına barikatlardan ayrılmalarını emretti. Böylece güçler dengesi tamamen değişmiş oldu.
Katalonya işçileri her şeye rağmen mücadeleyi bir süre daha sürdürdüler. Sonunda 8 Mayıs günü yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldılar. Komando ve Ulusal Güvenlik Birlikleri Barcelona’yı ele geçirdi. POUM derhal yasadışı ilan edildi. POUM ve CNT militanları sokaklarda kurşunlandılar. Hükümet birlikleri aynı şekilde Aragon Tarım Kolektiflerini bastı. PCE’nin öncülüğündeki “Halk Ordusu”, tarım işçilerini amansızca ezdi. Bütün bu olaylar işçilerde ve köylülerde büyük hayal kırıklığı ve usanmışlık yarattı. Ve sonunda devrimin kalıcı bir şekilde hayata geçmemesinin ötesinde iç savaş ta yavaş yavaş kaybedilmeye başlandı. Aslında Franko’ya karşı savaş 1939’a kadar sürdü ama, 1937 Mayıs’ında İspanya işçi sınıfının Halk Cephesi hükümeti eli ile bozguna uğratılmasından sonra tüm cumhuriyetçi saflar teker teker faşist orduya yenik düştüler.
Sonuç
İspanya iç savaşının yenilgisi, sonuç olarak Halk Cephesi hükümetinin ve bunun içindeki en önemli işçi sınıfı partisi olan PCE’nin stratejisinin sonucudur. Mevcut düzeni Franko’nun faşist emellerine karşı korumaya çalışırken, bu mevcut düzene öylesine bağlandılar ve mücadelenin mevcut düzenin sınırları içinde verilmesi gerektiğine öylesine körce tutuldular ki, o mevcut düzeni işçilere karşı kıyasıya korumak zorunluluğu hissettiler.
Liberal burjuvazi ile cephe kurma mantığı PCE’yi liberal burjuvaziyi ürkütmemek için işçi sınıfını frenleme ve gerekirse satma durumuna getirdi. Oysa faşizmi yenmek, İspanya’daki o tarihi koşullarda, tabanda beliren sosyal devrime önderlik etmekten ve onu hızlandırmaktan geçiyordu. Örneğin işçi sınıfının Madrid ve Barcelona’da ve diğer büyük şehirlerde Temmuz 1936’da Cephe hükümetine rağmen elde ettiği kazanımları pekiştirmek gerekiyordu. Aynı şekilde Franko’ya karşı Cephe içindeki liberal toprak ağalarını ürkütmekten çekinmek, faşist işgal altındaki yoksul köylülüğü de kaybetmek sonucunu üretti.
Bir başka büyük yanlış da Fas konusunda işlenmiştir. Franko’nun ilk ordusunun çoğunluğu açlıktan kurtulmak için askere yazılmış yoksul Fas köylülerinden oluşuyordu. 1937’de Fas Ulusal Kurtuluş mücadelesi önderi Abd-el Kerim, Fransız Halk Cephesi (o günün başbakanı sosyalist parti başkanı Blum idi) hükümetinin hapishanelerinde çürüyordu. Hapisten Fransız ve İspanya Halk Cephesi hükümetlerine şu çağrıyı yaptı: “Bırakın beni, gidip Fas’ta bağımsızlık hareketini örgütleyeyim ve Franko’nun ordusunu kökünden dağıtayım.” Ancak buna ne PCE ne PCP (Fransa Komünist Partisi), ne Komintern ne de Stalin taraftardı. Çünkü İspanyol Fas’ının bağımsızlığı şüphesiz Fransa Fas’ına da sıçrayacaktı. Bu ise Stalin’in Fransa ile uzlaşma girişimlerine taş koyar, Fransa burjuvazisi Fransa Halk Cephesi hükümetine gücenirdi. Sonuç olarak İspanya İç Savaşı tarihi sadece faşizm karşısında yenilginin değil, aynı zamanda İspanya Devriminin de doğarken ölmesinin tarihidir.
Dipnotlar:
2 Hallas, 1985, s. 142.
3 Degras, 1965, s. 375.
4 Hore, 1966, s. 7.
5 Carr, 1984, s. 5.
6 Hore, a.g.e., s. 9.
7 a.g.e., s. 9.
8 Morrow, 1976, s. 271.
9 a.g.e., s. 34.
10 Trotsky, 1973, s. 239.
Kaynakça
Carr, E.H., 1984, The Comintern and Spanish Civil War, Pantheon Books, Londra.
Degras, Jane, 1965, The Communist International 1919-43: Documents, Cilt: 3, Oxford University Press, Londra.
Hallas, Duncan, 1985, The Comintern, Bookmarks, Londra 1985.
Hore, Charlie, 1966, Spain 1936: Popular Front or Workers’ Power, Socialist Workers Party, Londra.
Morrow, Felix, 1976, Revolution and Counter-revolution in Spain, Pathfinders Publications, Londra.
Orwell, George, 1970, Hommage to Catalonia, Folio Society, Londra. Trotsky, Leon, 1973, The Spanish Revolution 1931-39, New York.